Ölüyorum. Ya bir apartmanın damından atlamışım ya da arabamı duvarlara çarpmışım içinde yol alıyorken ben. Ömrümün her saniyesinde, var oluşum karanlıkla betimleniyor. Gözlerim yaşlı, anımsıyorum masum çocukluk günlerimi. Ölüyorum. Yaşıyor ve ölüyorum. Ölüyor ve yaşıyorum.
Tüm insanlar hayallerinin peşinden koşuyorken ben ideallerimin peşinden gidiyorum. Bir sona vardığımda dahi vazgeçmeden bu garip labirentte başka bir yol arıyorum, bilinçaltımda bir çıkışın olmadığını bilsem dahi. Biri bana fısıldıyor ve diyor ki sen; olmayacak şeyleri olmayacak yerde ve zamanda düşlüyor gibisin.
Balkonun kapısında otururken yıldızları seyretmek gibisi yoktur. Anlamlı, itişamlı... Ve sonra düşüyorum oradan. Zincir korumalıkların çok uzağında olmama rağmen, onca yıl seyretmeye doyamadığım manzaraya doğru dalışa geçiyorum. Görüyorum ki, manzara sadece yukarıdan izlenebiliyor. Sen düştükçe, bu ihtişamlı manzara da kayboluyor gecenin karanlığında. Vücudumu sert zemine çarptığım zaman, öldüğümün, yeniden öldüğümün farkındalığında, az önce balkonundan düştüğüm gökdelenin merdiven katını arıyor gözüm. Her defasında yıllar geçiyor onu bulana değin. Ve onu bulmak için geçirdiğim tüm o zaman boşa geçiyor...
* * *
Her sabah uyandığınızda uykuya aç olursunuz ya, işte öyle seversiniz ölümü bir süre sonra. Sizi tüm pişmanlıklarınızdan, tüm tasalarınızdan, tüm sorumluluklarınızdan uzaklaştırıyor siz yeniden doğana kadar. Öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki, her yer yüksek, her yer karanlık... Sizi düşürmek için can atıyor şehir. Siz de ölmekten gurur duyuyorsunuz bir süre sonra.