Kayıt Ol

Öte Dünyaların Hikayesi

Çevrimdışı u.aslan

  • **
  • 101
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Öte Dünyaların Hikayesi
« : 18 Ocak 2015, 12:43:02 »
Kısım 1


KONSEY

Uluslararası Bilim ve Araştırma Konseyi yirmi dört isimin yer aldığı, tüm dünya ülkelerini temsil eden kişilerden seçilmiş bilim insanlarından oluşmaktadır. Bu konseyin kuruluşu, işleyiş ve yapısı hakkında birkaç cümleden söz etmek yerinde olacaktır. Bilim Konseyi’nin oluşturulma tarihi ile ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak konseyle alakalı 19. Yüzyılın son çeyreğinden kalan belgeler günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Konsey, ilk yıllarında henüz 10 üyeden oluşmuş genellikle imkânları ve yetkileri kısıtlı, karar almadan daha çok danışma meclisi olarak nitelendirilmekteydi. Daha yaşanabilir bir gelecek için kurulan konsey, Birinci ve ikinci dünya savaşının seyrine etki yapmış, ilerleyen yıllarda siyasi güçlerin kurul kararlarına uymak zorunda kalacağı bir örgüt haline gelmiştir. Varlığı toplumlar tarafından bilinmeyen, sadece üst düzey yöneticilerin kabul gördüğü bir birliktir. Her ne olursa olsun bilimsel konseyin tüm kararları bağlayıcıdır ve rejim fark etmeksizin bütün siyasi iradeler bu kararlara uymak zorundadır.






1. Bölüm
“İlerlemeyen her medeniyet, geri kalmaya mahkûmdur”



Serçe parmak, yüzük parmağı, orta parmak, işaret parmağı ve başparmak... Serçe parmak, yüzük parmağı, orta parmak, işaret parmağı ve başparmak...  Masadaki sıkıntısını parmaklarında ustaca çevirdiği kalemle gidermek isteyen Köksal Pamir, yanında oturan bayanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Durumu fark ettiğinde mahcup bir ifadeyle kalemi yavaşça masanın üzerine koyup çevresindekileri süzmeye başladı.

Uluslararası bilim ve araştırma konsey üyeleri olağan toplantılarından birini yapıyordu. Kurulun başkanlığındaki isim, toplantıyı açmak için herkesi selamladı.

“Hepiniz hoş geldiniz değerli dostlarım, olağan toplantımızın gündem maddelerini bizlere sunması için konuşmayı sözcü Clonet’ e bırakıyorum. Bayan Clonet…”

Konsey U şeklindeki masada sıralanmıştı. Masanın başında, orta yaşın sonlarına yaklaşmış konsey başkanı yer almaktaydı. Her üyeye ait birer mikrofonlu kulaklık bulunuyordu. Kurul üyelerinin iletişimini bu mikrofonlu kulaklıklar sağlıyordu. Mikrofona sunulan her cümleyi istenilen dile çevrilerek üyelere ulaşmasını sağlayan bir yazılım geliştirilmişti. Son derecede eksiksiz ve hızlı tercüme yapabilen kablosuz şeffaf aletler Türkçe, İngilizce, Almanca, Çince, Fransızca, Japonca ve diğer dillerin değişik aksan ve şivelerini dahi büyük bir ustalıkla çevirebiliyordu. Dr. Clonet gözünün önüne gelen saçlarını arka tarafa savurarak gündem maddelerini sıraladı. Yeryüzünde son radyoaktif tehlikeler, bazı ülkelerdeki ekonomik bunalımların yarattığı olumsuz etkiler, doğal afetler ve konsey üyelerinin görüş ve önerileri…

Prof. Pamir her toplantıda olduğu gibi şimdi de sessizliğini sürdürmekteydi. Konseyin tek Türk üyesi olan profesör, aynı zamanda bu konseye en son katılmış bilim adamıydı. Aklındaki düşünceyi açıklamak için kendini engellemesinin belki de tek nedeni buydu. Yeni olmanın verdiği dezavantajlar her zaman vardır. Kendini ispatlama çabasında bulunmak gibi.

Doğal felaketler konusu tartışıldığı esnada kendine olan güvenini toplayan astronomi profesörü Köksal Pamir, söz alarak konuşmaya başladı:

“Beyler ve bayanlar sanırım… Sanırım daha büyük bir sorunumuz var ve bildiğiniz gibi yıllar öncesinden beklenen asteroit fırtınası yaklaşmakta. Önümüzdeki yüzyıl içerisindeki bu devasa asteroit kütleleri dünya ile karşı karşıya gelecektir. Yıllardır bu fırtınanın bizi etkilemeyeceğine inandırıldı, ancak yapmış olduğum yaklaşık beş aylık çalışmanın sonucunda çarpışma ihtimalinin yüzde 71,8 olduğuna kanaat getirdim.”

“Bu oldukça yüksek bir rakam” diye ekledi konsey başkanı. “Hesaplamaları acaba tek başınıza mı yaptınız profesör?”

“Çalışmalarımı elbette ki uzman arkadaşlar ile yürüttüm sayın başkan. Yalnız duruma bu açıdan bakmanız beni şaşırtmıyor değil”

“Elbette...” dedi başkan. Sağ elini yüzündeki kırışıklıklarda gezdirerek konuşmaya devam etti.

“Elbette ki size güveniyoruz sayın üye. Ama sorunun çözümüyle ilgilenmeden önce, hak verirsiniz ki sorunun varlığı hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Ayrıca sonuçta hesaplamanız bir olasılık üzerine.”

Gökbilim uzmanı profesörü Pamir biraz sitem, biraz alay dolu ifadeyle konuşmaya devam etti.

“Anlıyorum fakat hesaplamalar elbette olasılıklar üzerine olacaktır. Uzay bükülebilen bir ortam aynı zamanda söz konusu asteroitler uzun bir yolculuk yapıyor. Bu yolculuk esnasında dev kütlelerin karışılacakları gezegensel çekim kuvvetleri ve diğer fırtınalar konuyu olasılıklar üzerinde ele almamıza neden olmakta. Hızları, yörüngeleri ne şekilde etkilenecektir kesin olarak bilemeyiz. Bu durumu yolcu uçağındaki koltuktan zemine fırlatılmış bir avuç bilye olarak düşünebiliriz sayın başkan. Bilyelerin tam olarak hangi yörüngeyi izleyeceğini kestiremeyiz sanırım?”

Alman fizik profesörü olan Ross Edelman gırtlağını temizleyerek araya girme ihtiyacı hissetti. Prof. Pamir’ e bakarak küçümseyen bir dille konuştu:

“Sayın profesör bu durum galiba o kütlelerin yeryüzüne ulaşmayacağı anlamına da geliyor”

“Ama binlerce…”

Pamir sözünü bitiremeden araya konseyin başkanı girerek:

“Beyler bayanlar… Profesör Pamir’ in görüşlerini elbette ki yabana atamayız. Bu konu ile ilgili bilimsel verileri toplayabilmesi için bir araştırma grubu oluşturmayı teklif ediyorum. Konsey üyeleri bir ay sonra yeniden toplanacaktır. Sanırım bir aylık bir araştırma da bize kâfi gelecektir.”

Gökbilimci Köksal Pamir, 32 yaşında Türk asıllı bir profesördü.  Ankara’daki üniversitede vermiş olduğu dersler ve hazırlamış olduğu makalelerle ulusal ve uluslararası bilim çevresinde popülerlik kazanmıştır. Uzun boylu, kahverengi saçları ile yakışıklı görünen,  asimetrik yüz hattına sahip olan bekâr biriydi. Konseyin varlığından henüz 2 yıl önce haberi olmuş ve çağrısına kulak vermişti. Ülkenin en ünlü bilim adamı aynı zamanda hocası olan Prof. Ertürk tarafından ilgiyle izlenip konseye katılımı sağlanmıştı. Tabi bir takım testlerden geçmek suretiyle…

Profesör Pamir’ in varsayımı konseyde dikkate alınmıştı. Sekiz kişilik araştırma grubunda Pamir’ de yer aldı. Her grupta olduğu gibi bu araştırma grubunda da klikler meydana gelmekteydi. Profesör Pamir ise konseydeki fizikçi üyeden yardım almayı düşünüyordu. Konuya itiraz etmesi Pamir’ in onu seçmesi için yeterliydi. Varsayıma karşı çıksa bile bu durum Ross’ un konuya ilgi duyduğunu gösteriyordu. Üstelik bir fizik uzmanıydı, onunla görüşmesi gerekti.

Konseyin toplantısından çıkalı 10 gün geçmişti. Bu süre içerisinde araştırma grubundan hiçbir üye Pamir ile iletişime geçmemişti. Türk profesör, sanırım bu konuyu açtığım için benden nefret etmişlerdir diye düşünüyordu. Ertesi günün sabahı çalan telefonuna baktığında arayan kişinin konsey üyesi Alman fizikçi Ross Edelman olduğunu görünce çok şaşırdı. Bir an için fizikçinin merakı hakkındaki düşüncesini hatırlayıp gülümsedi. Telefonunu açmadan önce yandaki tuşa basarak çeviri programını aktif etti. (Konseyin toplantılarında kullanmış oldukları mikrofonlu kulaklıklardaki yazılım üyelerin telefonlarına da yerleştirilmişti)

“Merhaba profesör nasılsınız?”
“Teşekkür ederim Ross, umarım sizde iyisinizdir?”
“Evet evet iyiyim Pamir. Geçen ki konu hakkında sizinle yüz yüze görüşmem gerektiğini düşünüyorum. Acaba bu akşam müsait misiniz?”
“Tabi ki beklerim, isterseniz ben de gelebilirim oraya?”
“Hayır profesör, sanırım Türkiye’de buluşmak daha doğru olacaktır, sizi arayacağım”
“Peki, bekliyorum profesör görüşmek üzere”

Akşamüzeri hava alanında misafirini karşılayan Pamir, Prof. Ross’ la birlikte seçkin bir lokanta gitti. Yemeklerini bitirir bitirmez misafirin isteğiyle Pamir’ in evine geçtiler. Fizik uzmanı Ross bilgisayar çantasını çalışma masasına koyarak hemen konuya girdi.

“Prof. Pamir, siz asteroit fırtınasının yeryüzüne ulaşma tehlikesinin ne kadar bir olasılıkla hesaplamıştınız?”

“Yüzde 71,8” dedi Pamir çekinerek. Yanıldığı söyleneceğinden emin bir şekilde dinlemeye başladı. Ross ise taşınabilir bilgisayarını çantasından çıkarmış açmaktaydı.

“Evet, çarpışma konusunda haklısınız ancak yaptığınız hesaplama yanlış bir sonuca götürmüş sizi”

Pamir, Ross ’un söylediklerini dinlerken bir yandan da profesörün bilgisayarına bakmaktaydı. Ross bilgisayarını çalıştırıp arayüze girdikten sonra kapağını kapattı. Laptopun kapanığındaki mercek aydınlanmış vaziyette idi. Pamir’ den odanın ışığını kapatmasını rica ederek kendisi de masanın ön tarafındaki koltuğa oturdu. Ardından Pamir’ de kendi çalışma masasındaki koltuğa oturarak bilgisayarın merceğinden yansıyan üç boyutlu hologramı izlemeye başladı. Hologram önce samanyolu galaksisinin havadaki çemberini gösterirken daha sonra güneşin üzerine yoğunlaştı. Güneş spiral çizerek ilerlerken gezegenler etrafında hareket etmekteydi. Daha sonra hologram diğer bir boyuta geçerek gezegenler üzerinde odaklandı. Hızla yörüngesinde ilerleyen gezegenler arasından dünya görülebiliyordu. Yavaşlayan hologramda Satürn’ün etrafına yaklaşan asteroit grubu, gezgenin halkasını genişletmeye başladı. Ardından bazı asteroit kütleleri gezegenden yavaş yavaş uzaklaştı, bazıları Jüpiter’i geçip asteroit kuşağını delerek dünyaya doğru ilerledi. Yeryüzüne yaklaşmakta olan fırtına, sonunda Dünya’ya ulaştı. Hologram üzerindeki Dünya’da bazı asteroitler patlama efekti yarattı. Asteroit topluluğu son durağı olan güneşe yaklaşırken kızarıp yok oluncaya kadar devam etti. Ardından laptopun merceği sönükleşti.
“Işıkları açmayacak mısın profesör?”

Pamir masadan kalkarak odanın ışığını tekrar yaktı. Yüzünde tuhaf bir duygu ifadesi vardı. Gözleri hâlâ Ross’ un bilgisayarına bakıyordu.

“Evet, görmüş olduğun gibi bu fırtınanın yeryüzüne ulaşma ihtimali yüzde yüz olarak açıklanabilir. Uçakta dinlendiğim süreyi saymazsak tam on gündür yaptığım hesaplamalar sonucunda ortaya çıkan durum bundan ibaret”

“Bu çok ciddi bir tehlike” dedi Pamir.

“Ebetteki ciddi tehlike, ancak buraya gelme nedenim bu hologramı sana taktim etmek değildi”

“Nedir öyleyse?”

“Öncelikle sana şunu sormalıyım. Sence bu fırtınadan gezegenin sağlam kalması mümkün müdür? Ya da asteroitlerin vermiş olduğu hasarı atmosferimiz kaldırabilir mi dersin?”

“Sanırım… Sanırım öyle bir ihtimal görünmüyor”

“Bence de… Her neyse lütfen şu notları okur musun?”

Ross bilgisayar çantasının üst bölmesinden birkaç evrak çıkartıp Pamir’ e uzattı. Pamir elindeki kâğıtları göz gezdirince yazıların Almanca olduğunu anladı. Koltuğundan kalkarak masanın ön taraf köşesinde bulunan makineye yöneldi. Elindeki kâğıtları makinenin üst bölmesine yerleştirdikten sonra tarayıcı hızla kâğıtları taramaya başladı. Çok geçmeden (son kâğıt taranırken) makinenin alt kısmından kendi diline tercüme edilmiş kopyalar çıkmaya başladı. Daha sonra misafirine mutfaktaki soğutucudan kahve getiren Pamir,  Ross’ un karşısındaki koltuğa yerleşerek notları okumaya başladı. Ross ise kahve bardağını çalkaladıktan sonra bardağın yüzeyini ortasından iki farklı yöne doğru büküp ısınmasını sağladı. Kapağını açtı, uykulu gözlerle üzerinde buharı tüten kahvesini yudumlamaya koyuldu.

Üç sayfayı tamamlayan Pamir, misafirine dönerek:

“Nedir bu profesör edebiyata mı merak saldınız?”

Ross uyukladığı yerden kafasını kaldırarak hafif gülümsedi.

“Tabi ki hayır dostum. Yoksa bunun için mi geldiğimi sanıyorsun? Elindeki kopyanın orijinalini yaklaşık beş yıl önce bir açık arttırma sitesinden aldım. Ne sen ne de senin fırtına olayın o zamanlar gündemde bile değildi”
Ayağa kalkarak laptop çantasındaki bölmeden kartondan ciltlenmiş kitapçığı getirerek yerine oturdu.

“İşte orijinali. Bu kitapta kullanılan dili çözümlemek neredeyse 4 yılımı aldı. Dünya üzerinde hiçbir medeniyet bu alfabeyi kullanmıyor. Satın aldığım kişi ise Türkiye’ de yaşayan bir üniversite öğrencisi. Açıkçası hatırı sayılır bir meblağ ödedim kendisine. Üstelik satan gençte senin gibi bunu edebi bir eser zannediyordu.”

Ross konuşurken elindeki kitabı sallıyordu. Pamir ise olanlara anlam vermek istercesine “Nedir peki bu?” diye sordu.

“Bu el yazmasında her şeyden önce harflerindeki zarafet dikkatimi çekmeyi başardı. Üstelik bilinmeyen bir dil olduğu da belliydi. Daha sonra bilgisayar programı hazırlayarak içindekileri çözümleyebildim. El yazmasının tamamında çeşitli buluşlardan, içinde bulunduğumuz konseye benzeyen bilim adamı örgütlerinden bahsediyor. Sana verdiğim kopyalarda ise o örgütle bağlantılı bir bilim adamının çılgın projesi anlatılmakta. Bir nevi hatıra defteri tutarak başına geldiği olayları kaleme almış. O zamanlar insanoğlu neredeyse kendini yok etme evresine ulaşmış. Yüzyıllar önce çılgın bir bilim adamı, insanların merak duygusundan yoksun bırakıldığı bir dünya yaratmış. İnsanoğlunun hayal gücünü sıfıra indirgemeyi başarmış bir adamın hikâyesi.”

“Evet okudum. Ancak bunun doğru olma ihtimali var mı? Ya gerçekten…”

Ross konuşmanın bitmesini beklemeden araya girdi:

“Olmama ihtimali?”

“Peki, yüzyıllar önceki teknolojiyle hayal gücünü sıfırlayacak bir buluşun gerçekleşebilmesini nasıl karşılıyorsun?”
“Ben daha çok nasıl yaptığıyla değil, neden yaptığıyla ilgileniyorum. Elimdeki bu kitapta çeşitli teknolojik ilerlemelerden bahsedilmiş. Yüzyıllar önce uzay gemilerinin varlığından, muhteşem bir incelikte çalışan robotlardan…”

“Yani?”

“Yani şu ki uzun yıllar önce bir bilimsel birikim varmış daha sonra her ne olduysa ne o bilim adamlarından ne de bilimsel gelişmelerden haberdar olunamamış. Belki de bu bilinmezliği, kitaptaki bilim insanının icat etmiş olduğu tozlar neden oldu.”

Pamir tatmin olmamış bir ifade ile konuşmaya başladı:

“Bence yazılanlar masaldan ibaret, yani bunun için mi buraya geldin?”

“Bana göre masal değil. Evet, aslını istersen bunun için buraya geldim. Profesör düşün bir kere, yüzyıllar önce bulunmuş yenilikler unutuldu diyelim peki tasarlanmış uzay gemileri nereye gitti? Sakın onlar da çürümesi için unutuldu deme bana. Çok ciddi çalışmalardan söz ediyorum bunların hiçi birisi yadsınamayacak özellikteki buluşlar.”

“İyi ama bu konunun asteroit fırtınası ile ne alakası var?”

“Neden anlamak istemiyorsun profesör, uzay gemisi diyorum, hesaplamalar diyorum, yüzyıllar öncesindeki buluşlardan bahsediyorum ve tüm bunlar bir anda ortadan kaybolmuş. Bu durum akıllara bazı şeyler getiriyor belki yıllar öncesinden insanoğlu uzayda koloni kurmuş olabilir”

Pamir kendini tutamayarak kahkaha atmaya başladı. Katıla katıla gülüyordu ve kendini engelleyerek zorda olsa kahkahalar eşliğinde konuşmaya başladı:

“Ne yani profesör, haydi diyelim dediklerin çıktı ve insanoğlu yıllar önce uzayda mekân tutabileceği bir yerleşke buldu. Ne yapalım şimdi biz asteroitlerden kaçmak için on bir milyardan fazla insanı başka gezegene mi taşıyacağız?”

Pamir’ in kahkahalarına aldırış etmeyip durumu sakinlikle karşılayan Ross, son soruda gerçekten zıvanadan çıkmak üzereydi, gülmesi değil ama Pamir’ in bu sorusu onu sinirlendirmeye yetmişti. Ellerini masaya vurarak karşısındakinin kahkahalarını kesmeyi başardı.

“Prof. Pamir, böyle bir fikri düşünebileceğimi nasıl aklınızdan geçirirsiniz? Elbette ki böyle bir saçmalık olmayacak. Size bu durumu anlatmamın iki nedeni var. Birincisi böyle bir uygarlık her açıdan gelişmiş bir medeniyete sahip olmalıdır. Bu göktaşı fırtınasından korunabilecek kadar çok gelişmiş. İkinci neden ise bu elyazması Türkiye’de ortaya çıktı. Yani belki başka örnekleri veya aynı dilde yazılmış başka bir eseri sizin ülkenizde bulabilme ihtimalimiz var”

Pamir sessizleşmişti. Ross konuşmasının tonunu alçaltarak devam etti:

“Başka bir çözüm yolu varsa fikrinizi almak isterim. Belki bizler bu fırtınaya şahit olamayacağız ama aklıma gelen tek çözüm yolu bu maalesef. Sanırım geç oldu profesör rica etsem bir taksi çağırabilir misiniz?  Rahat bir kafayla tartışmak galiba daha yerinde olacaktır.”

Pamir o gece misafirini bırakmadı.


***



Konseyin tekrar bir araya gelmesine 12 gün kalmıştı ancak başkan tarafından tüm üyelere olağanüstü toplantı çağrısı yapıldı. Üyeler her toplantıda olduğu gibi başkanın bulunduğu ülkeye gidip orada toplantılarını gerçekleştiriyordu. 51 yaşındaki Fransız matematikçi Prof. Lazere Arago, seçimden sonra konseyin başkanlığında üç yıldır faaliyet göstermekteydi. Olabildiğince septik ve sıradan tavırlarıyla ünlü matematikçi, toplantı esnasında hayli gergin gözüküyordu.

“Bayanlar ve baylar… Sevgili dostlarım. Dün akşam sizlere gönderdiğim hologramlı mesajda fark etmiş olacaksınız ki Prof. Pamir’ in bahsetmiş olduğu asteroit fırtınası hakkındaki iddiası tamamıyla gerçek.”

Masadaki üyeler arasında mırıltılar yükselmeye başlamıştı. Üyelerin bazıları duyduklarını tekrar edilmesini istercesine ellerini kulaklıklarına bastırıp Pamir’ in yüzüne bakmaya başladılar. Gürültüye kulak kabartan başkan, masanın üzerindeki parmakları ile trampet çalıyordu. Kaşlarını çatarak uğultuya müdahale etme isteği hissetti.

“Sayın üyeler… Sayın üyeler… Lütfen sessiz olalım. Evet, üzülerek belirtmeliyim ki asteroit fırtınasının yeryüzüne ulaşma konusundaki hesabımız %100 doğrulukta. Yani çarpışma konusunda artık kesin bir bilgiye sahibiz. Hesaplamalardan çıkan sonuçlara göre bu fırtınanın 168 yıl sonra gezegene ilk kütlelerini ulaştırması bekleniyor. Sorun şu ki elimizde bu fırtınayı durdurabilecek veya hasarı en aza indirgeyecek hiçbir bilgi bulunuyor”

Başkan Lazere’ in konuşması ile başlayan sessizlik bir süre devam etti. Alman fizik profesörü Ross söz alarak sessizliği bozdu:

“Değerli üyeler, sayın başkan…” diyerek herkese göz gezdirdikten sonra başkana odaklanarak konuşmasına devam etti.

“Hepimiz farkındayız ki elimizdeki fizik yasaları ile bu çarpışmaları bloke edebilecek hiçbir gücümüz maalesef bulunmamakta. Belki ilk bakışta sizlere ironik görünecek ama ben bu konuda bir fikir belirtmek istiyorum”

“Elbette profesör, bundan memnuniyet duyarız” diyen başkan Lazere elini açarak Ross’ u konuşması için teşvik etti. Ross paltosunun cebinden çıkardığı el yazmasını masanın üzerine bırakarak konuşmaya başladı:

“Saygıdeğer üyeler, aslında bu konuyu size daha önceki aylarda açıklamak istedim fakat araştırmalarımı tamamlamamıştım. Keza hâlâ da tamamlayabilmiş değilim. Ancak ortaya çıkan gelişmeler sonucunda bu durumu sizlere şimdi açıklamayı uygun görüyorum. Yaklaşık beş yıl önce Türkiye’den elime geçen bu el yazması bana tek çıkar kapısı olarak gözüküyor. Yapmış olduğum radyokarbon (karbon 14) testlerinde görmüş olduğunuz el yazmasının altı asır önce yazıldığına kanaat getirdim. Şuan bu yazmanın içerisinde neler yazılı olduğunu merak edip konuyla alakasını sormak istediğinizden eminim. Bu el yazmasında bir bilim adamı tarafından anlatılmış çalışmalar ve o zamanki toplum yapısı yer almakta. Son derece akla yatkın teknolojik ilerlemelerden, insanoğlunun kaderinden bahsedilmiş. Sizlere belirtmek istediğim olay ise bu yazılardan çıkardığım sonuç üzerine. Kitaba göre yüzyıllar öncesindeki insanlığın bilimsel ilerlemeleri oldukça ilgi çekici. Üstelik konseyimize benzer bir bilimsel grubun varlığından bahsedilmiş. Kimilerine göre bu yazılanlar edebi bir hikâyeden öteye gitmiyor. Ancak ben durumu bu şekilde yorumlamıyorum.”

Prof. Pamir konunun nereye gideceğinden emindi, üyelerin nasıl tepki vereceğini merak ettiğinden dolayı sessizce oturup masadakileri süzüyordu. Genetik mühendisi olan sözcü Dr. Clonet kendini tutamayarak konuya müdahale etti.

“Sayın Ross, anlattığınız olayın şuan ki sorunumuzla nasıl bir bağlantısı olduğunu hâlâ anlatmadınız fakat sormak istediğim şu ki yüzyıllar öncesindeki insanlığın bu derecede gelişmiş olması durumunda…”
Prof. Ross konuşmayı bölerek kendini savunma ihtiyacı hissetti:

“Evet Bayan Clonet sorunuzu anlıyorum. Bu konuyu bende merak ediyorum. Hatta kitapta da bu durumdan bahsedilmiş sanırım.  Kitaptaki bilim insanının en sonunda kötü gidişata dur demek için insanlığın meraklarını ve hayal güçlerini köreltebilmesinden bahsediyor. Bunu yapmasındaki amaç ise insanoğlunun her zaman daha fazlasını isteyip, en sonunda kendini yok etme evresine getirmesi olarak gösteriyor. Belki de bu yüzden tüm ilerlemeler durdu, hatta gerilemeye başladı ve zamanla yok olup gitti.”

Başkanın huzursuzluğu henüz geçmemişti ancak kafasından hesaplamalar yapıyor gibi üye Ross’ u dinlemekteydi. Üst dudağını işaret ve orta parmağının arasında sıkıştırıp bırakarak sabırsızca beklerken konuşmaya dâhil oldu:

“Evet Bay Ross, lütfen geleceğiniz sonucu açıklayın.”

“Elbette sayın başkan. Altı asır önce, yani İsa’dan sonra 16. yüzyılda atomun varlığından haberdar bir medeniyetten bahsediyorum. Teoride modern atomun keşfi ve tanımlanması tarihimizde 20. yy. olarak kayıtlara geçmiş. Hatta bu el yazmasının bazı sayfalarında farklı sistemlerle çalışan uzay gemilerinden bahsedilmiş. Uzunca zamandır konu hakkında araştırmalarda bulunmama rağmen kitapta anlatılan teknolojiler hakkında hiçbir bulguya rastlamadım. Belki ileri seviyedeki o zamanki insanoğlu galaksiler arası seyahatlerde bulundu. Ya da bizimki gibi kurulmuş olan bilimsel örgüt hâlâ gizli olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Her ne olursa olsun o zamanki bilgi birikiminin sorunumuzun çözümüne katkı sağlayacağını umuyorum.”

Toplantı salonunda tekrar gürültüler yükselmeye başlamıştı. Bazı üyeler gülümseyerek yanındakine bir şeyler anlatıyordu. Başkan Lazere tekrar kaşlarını çatıp masayı yumruklarıyla susturmaya çalışıyordu.

“Sayın üyeler lütfen… Profesör Ross, bahsettiğiniz yüzyıldaki toplumlar bırakın bilimsel birikimi, okuma yazma oranında bile bir hayli zayıftı. Söyler misiniz acaba böyle bir şeyi nasıl kabul etmemizi istersiniz?”

“Elbette size hak veriyorum sayın başkan ancak başka bir fikri olan varsa lütfen belirtsin ve onu tartışalım”

Konsey başkanı parmaklarını traşlı yüzünde gezdirerek bir müddet düşündükten sonra cevap verdi:

“Peki, varsayalım dedikleriniz gerçek ne yapmamızı istiyorsunuz bu konuda?”

Ross üyelere göz gezdirdikten sonra Prof. Pamir’ e doğru konuşmaya başladı:

“Sayın başkan, ben bu konunun araştırılmasını istiyorum. Eğer aynı dilde yazılmış başka kitaplar veya kanıtlar…”
Başkan Lazere, Ross ’un konuşmasını yarıda keserek müdahale etti:

“Ne yani sayın üye, gelecekteki bir sorun için geçmişi mi araştırmayı teklif edeceksiniz? Konsey üyelerine göz gezdirip söyler misiniz acaba aramızda hiç tarih uzmanı veya edebiyatçı bulunuyor mu?”

Konsey başkanı elleriyle oturan üyeleri işaret ederek kendisine yanıt beklerken Ross konuşmaya başlamıştı.

“Elbette bunun farkındayım sayın başkan. Ancak hak vermelisiniz ki şu anda çaresiz durumdayız ve benim aklıma başka bir çıkar yol gelmiyor. Edebiyat ve tarih hakkındaki konsey görüşünden de haberdarım. Konseye göre bu alanlar sanatsal nitelik taşıdığından bilimsel gelişmemize katkı sağlamayacaktır. Fakat belki de gözden kaçırdığımız bir nokta vardır. Belki konseyin tarihsel araştırmalarının olmaması nedeniyle böyle bir uygarlıktan yıllarca haberdar olamadık”

“Konuşmanız paradoksa dönüyor sayın üye bu şekilde bir sonuca varmamız mümkün gözükmüyor”

“Efendim ancak önümüzde başka çıkar yol gözükmüyor”

Toplantı salonundaki üyelerin bakışları bir Prof. Ross’ a bir matematikçi başkan Lazere’ ye dönüyordu ve başkanın karar vermesi gerekti. O an için bir süre sessizlik meydana geldi, tüm üyeler başkanın fikrini açıklamasını bekliyordu. Ancak Ross sonucun ne olacağın önceden kestirebiliyordu çünkü başkanın duruma şüpheci yaklaşacağından emindi ve bu şüphesi konuya odaklanmasına yetecekti. Başkan konuşmaya başlayınca tüm üyeler merakla dinlemeye başladılar.

“Sanırım şuanda elimizde olan tek hareket noktası sizin fikriniz profesör. Söylediklerinizi elimin tersiyle bir kenara atmayacağımı sizlerde tahmin ediyorsunuzdur. Eğer bugüne kadar tersi bir tutum sergilemiş olsaydım, belki üye Pamir’ in belirttiği asteroit fırtınası meselesini de kapatırdım. Peki, bahsettiğiniz konuyu açıklığa kavuşturmak için nasıl bir yol izlememizi istiyorsunuz?”

“Teşekkür ederim sayın başkan. Ben bu el yazmasını Türkiye’den edindiğimi daha önce belirtmiştim. Eğer izin verirseniz Türkiye’de araştırma yapmayı öneriyorum. Hatta Profesör Pamir’ in bu konuda bizlere yardımı dokunacağından eminim.”

Genetik mühendisi Bayan Clonet beklenmedik bir şekilde konuşmaya katılmıştı:
“Söyler misiniz sayın üye acaba kitabınız hangi dille yazılmış?”

“Şuanda hangi dilde yazıldığını belirtebileceğim ya da yapı itibariyle buna benzer herhangi bir dil bulunmuyor maalesef. Yani bu eser üzerinde dört yıl çalışmalar yaptım ancak söz konusu dille ilgili herhangi bir toplum ya da kalıntısına rastlamadım”

“Yani bu dilin Türkçe ile hiçbir bağlantısı yok?”

“Evet, yok sayın üye”

“Peki, söyler misiniz araştırmalara Türkiye’den başlamanızın tek nedeni, o kitabın Türkiye’den alınmış olması mıdır?”

“Evet sayın üye”

Bayan Clonet konuşmasını devam etmeden önce başkana doğru dönmüştü

“Sayın başkan bu şekildeki bir belirsizlik ortamında araştırmanın Türkiye’de başlamasını yanlış buluyorum. Üstelik o ülkenin nasıl bir bilimsel birikime sahip olduğu ortadayken”

Pamir’ e dönerek Bayan Clonet konuşmasını sürdürdü:

“Söyler misiniz sayın üye tarih boyunca yetiştirmiş olduğunuz bilim adamları (özellikle de 16. yy barbarlığında) sizlere kâfi geliyor mu? Sadece bu durum bile araştırmanın Türkiye’den başlamasını engellemelidir bence.”
Bay Pamir kendisine bir anda yöneltilen iddia karşısında afallamışa benziyordu. Hemen toparlanarak yanıt vermesi gerektiğini düşündü.

“Bunu bir İngiliz’in söylemesini yadırgadım doğrusu Bayan Clonet. Acaba siz kendi medeniyetiniz hakkında ne tür bir tarih inancına sahipsiniz? Bahsettiğiniz yıllarda sanırım topraklarınızda skolastik anlayış hâkimdi üstelik 17. Yüzyıla kadar lazımlıkla idare etmiş bir medeniyetin varisisiniz”

Üye Clonet kızarmış ve karşılık vermek için hazırlanıyordu. Pamir ise sinirlenmiş ve aynı derecede kızarmıştı ancak çok geçmeden başkanın yumrukları masadaki tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Yüksek sesle etrafındaki üyelere haykırmaya başladı:

“Sayın üyeler, sayın üyeler… Bu konseyde en son yapılacak şey ırkçılıktır. Üstelik şuan ki mevkiinizi düşünmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Bay Ross’ un fikrine gelince, o konuda kendisine hak veriyorum, çalışmalarına Türkiye’den başlaması en doğru karar olacaktır. Kitabın ilk o ülkede ortaya çıkması bu kararın alınması için zaten yeterli bir sebep. Aynı zamanda Prof. Ross’ un öncülüğünde bir çalışma grubu oluşturmayı önerilerinize sunmak isterim. Ve onun başkanlığındaki bu çalışmada yer alması için üyelerimiz Bay Pamir ve Bayan Clonet’ in de araştırma grubuna dâhil olması için oylama yapmak istiyorum.”

Oylamanın sonucunda Prof. Ross Edelman başkanlığındaki Pamir ve Clonet’ in yer aldığı araştırma grubu konsey tarafından kabul edilmişti. Toplantı sonrasında Ross ve Pamir ellerindeki evrak çantalarıyla sessizce binadan çıkıyordu. Pamir bu sessizliği bozarak Ross’ a sitem dolu bir şeyler mırıldanmaya başladı.

“Profesör sonunda dediğiniz oldu, konsey görüşlerinizi kabullendiği gibi beni de yanınıza çekmeyi başardınız kutlarım sizi”

“Evet Pamir, bundan hoşnut olmadığının farkındayım ancak hem akademik bilgilerin gereği hem de yaşadığın ülkeden dolayı bana en çok yardım edecek kişi sensin”

Pamir asık suratıyla soğuk havadaki adımlarını sürdürüyordu ki o sırada Ross ’un telefonunun çaldığını duydu. Ross kulaklıklarını çıkartıp telefonun çevirisini aktif etti ve kısa bir görüşmeden sonra telefonu kapattı. Pamir’ a gülümsüyordu.

“Arayan bayan Clonet’ ti bizimle bir araya gelmek için sabırsızlandığını belirtti”

“Maalesef mizah anlayışınızın yeterli olduğunu söyleyemeyeceğim profesör”

Ross gülümsemeye devam ederek ekledi:

“Türkiye’ ye gelmeden önce kendi ülkesine uğraması gerektiğini söyledi, en kısa zamanda bizimle iletişime geçecekmiş. Aklıma gelmişken sormak isterim Pamir. Konsey ve üyeleri her ne kadar tarih alanını bir kenara bıraktığını söylemiş olsa da, bugünkü toplantıda Clonet’ le birbirinize sarf ettiğiniz yargılar bunun tersini kanıtlıyor. Meğer tarihle ilgilenen üyelerimiz de varmış”

“Profesör, Bayan Clonet’ i bilemeyeceğim ancak bizim ülkemizde cumhuriyet rejiminin kurulduğu asırdan beri tarih dersleri her akademik kariyerin ilk basamağında verilir. İster matematikçi olun ister nükleer uzman, her eğitimin temelinde tarihin varlığından haberdar oluruz ve bunun önemini şimdi daha net anlayabiliyorum.”
“Elbette” diyerek ekledi Ross.



***





Yaklaşık 2 saat süren hava yolculuğundan sonra kendilerini Türkiye’deki Ankara Esenboğa havaalanında bulmuşlardı. Pamir havaalanından çıkınca araç çağırı istasyonundaki butona tuşladı. Çok geçmeden insansız taksi önlerinde duruyordu. Şoför koltuğuna geçen Pamir’ in yanındaki koltuğa ise Ross geçmişti. Pamir bileğinin iç kısmını, aracın ön konsoluna uzatarak para bandının tanınmasını sağladı.

Para bantları yani payment wristband cihazları ülkeye yurt dışından ithal edilmiştir ve Türkler kendi dillerinde bu cihazı tanımlarken pay-band şeklinde çevirmişlerdir. Daha sonraki yıllarda tamamıyla cihazın adı Türkçeye dönüştürülmüş, para bandı olarak kabul edilmiştir. Bu bantlar çıplak gözle fark edilemeyecek şekilde takıldığı dokunun görünümüne göre renk alıp şekillenir ve her türlü alışveriş esnasında kullanılabilecek cinsten aletlerdir. Gprs sistemi ile bankayla bağlantısını sürekli kılan bu bantlar, bakiyeleri tüm para birimine çevirebilecek kur hafızasına sahiptir. Aynı zamanda istem dışı hareketlerde alışverişleri reddedebilecek güvenliği bulunmaktadır. Çalınma ve dolandırılma gibi hususlarda en güvenilir ve kullanışlı alışveriş tekniği olduğu için hemen hemen tüm ülkelerde kullanılmaktadır.

Pamir pay-bandını ve gideceği adresi sesli olarak tanımladıktan sonra ödeme yapıldığına dair araçtaki onay sesini duyunca gaz pedalına bastı. Araç hareket eder etmez kendiliğinden klimasını çalıştırmıştı. İçerde oluşan nemden dolayı Ross gözlüklerini çıkartarak camlarda oluşan buğuyu temizlemeye başladı. Fransa’ya nazaran Türkiye’deki bu şehir daha soğuktu. Fizikçi gözlüğündeki camları temizledikten sonra üşüdüğünü belirtircesine, paltosunun yakasını boynuna kadar birleştirmeye çabalıyordu. Gecenin soğuk olması nedeniyle yoldaki buz çözücü solüsyon fıskiyeleri ara ara faaliyet gösteriyordu. Tüm soğuğa ve trafiğe rağmen yirmi beş dakika sonra Pamir’ in evine vardılar.

Pamir ve Ross paltolarını çıkardıktan sonra evrak çantalarını oturma odasına bırakıp odadaki koltuklarda dinlenmeye başlamıştı.

“Profesör dağınıklığımı mazur görün”

“Rica ederim” diye karşılık verdi Ross.

“Nereden başlıyoruz profesör? Nasıl bir yol izleyeceğimizi düşündünüz mü acaba?”

“Tabi ki Bay Pamir, elimizde kitabın benden önceki sahibi olan üniversite öğrencisinin adresi bulunuyor. İlk etapta bu kişiyle iletişime geçmek yerinde bir karar olacaktır. Kitabı postalarken vermiş olduğu adresin doğru olmasını umuyorum”

“Adresi öğrenebilir miyim acaba?”

“Elbette…”

Fizikçi getirmiş olduğu, yerde duran evrak çantasına uzanarak içinden çıkardığı not defterini Pamir’ e uzattı.

“Hımm. Burada kitabı almış olduğunuz kişinin Sivas’ta olduğu yazılı, kitabı ne zaman aldığınızı söylemiştiniz?”

“Üzerinden yaklaşık beş sene geçti”

“Bu çok uzun bir süre Bay Ross, umarım o kişi hâlâ aynı adreste yaşıyordur”

“Umarım” diye ekledi fizikçi. “Aynı zamanda şimdiki imkânlarla, öğrencinin izini sürebilmemiz için bu süre çok kısa sayılır”

“Peki Bay Ross… İzninizle çalışma odamda bu öğrenci hakkında biraz araştırma yapmak isterim. Bakalım şuanda nerede, ne işle meşgul. Mutfaktan herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa arzu ettiğiniz gibi davranabilirsiniz, kendi evinizdeymiş gibi rahat ediniz lütfen”

Prof. Ross teşekkür ederek gözlüklerini çıkarıp koltukların önündeki masanın üzerine koydu. Pamir ise elindeki not defteriyle çalışma odasına doğru yürümeye başlamıştı.

Çalışma odasındaki koltuğuna oturduktan sonra bilgisayarını çalıştırmak için düğmesine bastı. Elindeki adreste yazılı olan isim hakkında araştırmaya başladı. Sivas nüfus bürosunun internet adresine erişim sağladıktan sonra kâğıtta yazılı olan ismi arama kutusuna yazdı. Sıralanan listede içerisinden eğitim durumu kriterlerinden ön lisans, lisans ve lisansüstü kutucuklarını işaretledi. Şansı yaver gitmiş olacak ki yüzündeki gülümsemeye bakılınca aradığı şeyi bulmuş gözüküyordu. Çalışma masasından kalkarak oturma odasına tekrar döndü. İçeri girdiğinde Prof. Ross’ un telefon görüşmesi yaptığını gördü. Pamir’ in geldiğini fark eden profesör konuşmasını fazla uzatmadan sonlandırdı. Telefonunu kapattıktan sonra masanın üzerine bıraktığı kulaklığını aldı. Pamir hâlâ oturma odasının kapısında dikiliyordu.

“Profesör, kitabı aldığınız kişi hâlâ aynı adreste ikamet ediyor. Üstelik hâlâ üniversite öğrencisi. Şansa bakın ki çocuk bir tarihçi”

Ross gülümseyerek sanırım başarısız bir tarihçi diye mırıldandı. Pamir’ e boş koltuğu işaret ederek oturmasını istercesine karşılık verdi.

“Bay Pamir sanırım Bayan Clonet yarın dönmüş olacak. Yarın hep birlikte bu öğrencinin adresini ziyaret ederiz. Clonet gelene kadar izninizle bir otelde dinlenmek isterim”

“Tabi Bay Ross, sizi burada ağırlamaktan şeref duyarım ancak nasıl arzu ederseniz. Hemen yakınımızda bildiğim güzel bir otel mevcut dilerseniz sizi oraya bırakabilirim”

“Taksi çağırmanız kâfi Bay Pamir, zahmet etmeyin”

Oturduğu koltuktan ayağa kalkarken “tabi” diye cevap verdi Pamir, kapıdan çıkmak üzereyken Ross’ a döndü.

“Doğrusunu isterseniz artık resmi konuşmayalım sonuçta konseyde değiliz ve bu durum beni biraz sıkmaya başladı profesör”

“Elbette Bay Pamir, arzu ettiğin gibi konuşabiliriz, sorun değil”
Ross o akşam, gelen taksiye atlayarak bir otele yerleşti.






Ertesi günün sabahında Bay Pamir, Prof. Ross’ un çağrısıyla uyanmıştı. Kahvaltısını profesörün kaldığı otelde yapabileceğini umuduyla hızlıca giyinmeye başladı. Evinin bahçesinde duran aracını çalıştırdıktan sonra otele doğru ilerlemeye başladı.

Otelden içeri girdiğinde Bayan Clonet ve Ross Edelman’ ın lobide kendisini beklediklerini fark etti. Masaya yaklaşıp günaydın dedikten sonra boş sandalyeye geçti. Bayan Clonet yüzündeki asık ifadeyle Ross’ a bakmaktaydı. Prof. Pamir ortamı yumuşatmak için doktora döndü:

“Bayan Clonet, dünkü tatsız tartışmamız için üzgünüm ancak meseleyi daha fazla uzatmamız için bir neden göremiyorum. Arzu ederseniz dünkü yaşananları unutalım, sanırım böylesi her ikimiz için daha iyi olacaktır.”
“Bence de” diye cevap verdi Clonet. Ross Edelman her iki masadaki üyeye gülümsüyordu.

“Sorun hallolduğuna göre arkadaşlar, şu üniversite öğrencisini bulmak için biran önce yola çıkmak isterim”
Masadan kalkan üçlü Sivas’a gitmeleri için en uygun yolun Bay Pamir’in aracı olduğuna kanaat getirdiler. Otelden çıkarken Pamir midesinden gelen sesleri fark etti. Ankara – Sivas şehirlerarası kara yoluna girmeden açlığını yatıştıracak bir şeyler almaya karar verdi.

Ross ve Clonet’ in ısrarına rağmen Pamir, karayolu ile yolculuk fikrini kabul ettirmişti arkadaşlarına. Araçları Sivas yoluna girdiğinde şoför koltuğunda Prof. Ross, yanında Bay Pamir ve arka koltukta ise Bayan Clonet oturmaktaydı. Bir şeyler atıştırmak için aracın kontrolünü Ross’ a devretmişti. Kahvaltısını yaparken arkadan gelen Clonet’ in sesini işitti.

“Peki Bay Ross, sizce öğrencinin evine bu şekilde çat kapı gitmemiz garip karşılanmaz mı?”

“Sanmıyorum Bayan Clonet. Bizi kapı dışarı edecek halleri yoktur sanırım” Ross konuşurken tasvip etmesini istercesine Pamir’ e göz attı, ardından devam etti.

“Herhangi bir terslik çıkacağını sanmam, eğer bir sorun olursa da gerekirse Türk hükümetini devreye sokarız bundan kuşkunuz olmasın doktor.”

Ross kullandığı araca odaklanarak yoluna devam etti. Arka tarafta oturan Clonet ’in aklına biranda konsey başkanı ve dünkü konuşması geldi. Eğer dün toplantıda çıkışmasaydım şimdi belki bu anlamsız araştırmada yer almayacaktım diye geçirdi içinden.

Aracın camından çıplak arazi hızla akıyordu, çantasından çıkardığı elektronik derginin sayfalarına göz gezdirmeye başladı. Pamir ise kahvaltısını tamamlamıştı.

Kuantum teknolojisiyle üretilen otomobiller, son yüzyılın en önemli buluşlarındandı. Hidrojen motorları sayesinde çevre kirliliğine neden olmayan bu araçlar, insanlara süratli ve güvenli seyahat ortamı sağlıyordu.
Birkaç saatlik yolculuğun ardından Clonet şehir merkezine vardıklarını anladı. Şehir planını, aracın konsoldaki ekranda görünce gidecekleri yeri merak edip incelemeye başladı. Geldikleri şehir doğu – batı, kuzey – güney doğrultularında istimlak edilmişti. Pencereden dışarı baktığında birkaç küçük gökdelenin arasında kalmış tarihi yapıların olduğunu fark etti. Araç daha sonra merkezden çıkıp gidecekleri semt yoluna saptığında müstakil evlerin yapısını incelemeye başladı. Rengârenk evlerin farklı farklı mimari anlayışı bulunuyordu, evler arasındaki tek benzerlik hepsinin de çatı döşemesinin oluklu güneş panelleriyle kaplanmış olmasıydı. Bunların bir elektrik enerjisi üretme yöntemi olduğunu biliyordu, ancak oldukça eski ve gereksiz şekilde şimdiki zamanda maliyeti yüksek olan bir yöntem olduğundan da haberdardı. Üstelik mevsimin bu zamandaki şartları düşünülürse haksızda sayılmazdı.


Aracın varış noktasına ulaştıklarını belirtmesiyle Clonet düşüncelerinden uzaklaşmaya başladı. Prof. Pamir ve Ross Edelman evrak çantalarını alıp, araçtan inmek için kapıyı açtıklarında Clonet’ te aynısını tekrarladı. Evin bahçe kapısında dikilen 3 arkadaş sessizce etrafa bakınıyordu. Köksal Pamir önderliğinde bahçe kapısından girip zile bastılar. Çok geçmeden orta yaşlı bir bayan kapıyı açtı.

“Buyurun kime bakmıştınız?”

Bay Pamir kadına Kayra Alptekin adında bir öğrenciyi aradıklarını sordu. Ev sahibesi aradıkları kişinin annesi olduğunu ve doğru adrese geldiklerini belirtince, Pamir üniversiteden ziyaret maksadıyla geldikleri yalanını ayaküstü uydurmak zorunda kaldı.

“Kendisi acaba şuanda evde mi hanım efendi?”

“Tabi içeri buyurun, Kayra şuanda üst kattaki simülatör odasında”

Salona geçtiklerinde yoldan gelen üçlüyü koltuklara davet eden kadın, Bayan Clonet’ in yanına oturmuştu. Önce yolunda gitmeyen bir şey olup olmadığı merakını giderdi ve daha sonra misafirlerine bir şeyler ikram etmek istediyse de gerek duymadıklarını işitti.

“Dilerseniz yukarıya çıkabilirsiniz” diye konuklarına mahcup şekilde seslendi evin hanımı.

Ross ve Pamir bu teklifin ardından iki bayanı yalnız bırakıp üst kattaki simülatör odasına doğru çıkmaya başladı.
Simülatör odaları genellikle 3 boyutlu seyahatler, derslik ortamı, oyun alanları ve daha birçok alanda faydalanılan odalardır. Özellikle son dönemde oyun dünyasındaki gelişmelerle birlikte simülatör kostümleri de bu odalara uygun olarak tasarlanmıştır. Oyun esnasında dövüşme, kapışma, vurulma vs. gibi birçok alanda sağlamış olduğu basınç ve titreşimlerle oyunculara gerçeklik hissi vermektedir.

Basamakları tırmandıklarında gürültülü odanın kapısına doğru yöneldiler. Pamir kapıyı tıklattıktan sonra ses alamayınca Prof. Ross’ la birlikte içeri girdiler. İçerisi yaklaşık 50 m2 alanından ibaretti ve simülasyonla dekore edilmiş bir ortaçağ savaş alanını andırıyordu. Odanın ortasında yapay ama kokulu bataklık bulunuyordu. Zıt köşelerde ise siperlerin arkasında 3 boyutlu askerler ile diğer taraftaki kostümlü genç birbirlerine saldırıyordu. Kapının açıldığını gören genç “misafirlerimiz var baylar” der demez sanal okları aniden Ross ve Pamir’e doğru fırlatmaya başladı. Ross, simülasyonla gerçeği ayırt edememiş olacak ki üzerine gelen okları görünce “dikkat et” diye bağırıp elindeki evrak çantasını kafasına siper ederek bekledi. Ancak Pamir istifini bozmadan kendisine doğru gelen ışıklı oklarından birisini havada yakalamayı başardı. Genç adam dikkatini davetsiz misafirlere vermişti.

“Kayra Alptekin sizinle biraz konuşmamız gerekiyor” diyen Prof. Pamir, sesindeki tonda ciddi olduğunu belirtiyordu. Genç adam üzerindeki kıyafetleri çıkarmadan simülatörü durdurup kapıda bekleyenlerin yanına ulaştı.

“Buyurun?”

“Merhaba, ben Ankara’da yaşayan bir öğretim üyesiyim ismim Köksal Pamir. Keza arkadaşımda öğretim üyesi ve yaklaşık 5 yıl önce internetteki bir açık arttırma sitesinden senin aracılığın ile el yazması almış.”

“Evet bayım uzun zaman oldu. Umarım iade istemeye falan gelmediniz” dedi gülümseyerek.

“Ebetteki öyle bir amacımız yok. Ancak üzerinde tez yazdığımız konu için merak ettiğimiz birkaç soru var.

Buraya biraz bilgi almak amacıyla geldik anlayacağın. Rica etsem bu kitabı nereden aldığını bizlere söyleyebilir misin?”

“Yıllar öncesine ait bir kitaptı o. Yaşadığım köyde büyük büyükbabamın el yazmalarının arasında çıkmıştı. Onun el yazısına benzemiyordu bunu fark etmiştim ama kime ait olduğu ve nereden geldiği hakkında hiçbir bilgi edinememiştim. Daha sonrada internet üzerinden açık arttırmaya koydum ve satıldı.”

“Peki, kitap hakkında başka bir fikrin var mı, sonuçta ne olduğunu bilmeden satışa çıkarmayı düşünmemişsindir?”

“Biraz araştırma yaptıktan sonra hikâye kitabı olduğuna karar verdim” dedi genç adam. Bu cevabın üzerine Pamir ve Ross göz göze geldi. Pamir tekrar gence doğru yöneldi.

“Peki buna nasıl kanaat getirdin?”

“Satışa çıkarmadan önce el yazmasını üniversitedeki tarih hocalarım ne olduklarını bilir düşüncesiyle araştırmaya çalıştım. Ancak bırakın içindekileri tercüme etmeyi ne olduğu hakkında fikir bile üretemediler.”

“Eee..”

“Daha sonra el yazmasını bizim şehirdeki antikacıya götürdüm. Önceleri aklımdaki düşünce kitabın değeri hakkında bilgi sahibi olmaktı hatta iyi bir fiyat verirse kitabı ona satmayı da düşünüyordum. Ancak biran kitabın belki de daha fazla edebileceği aklıma geldi, antikacıya ödevim için araştırma yaptığımı ve el yazmasını tercüme edebilecek birini aradığımı söyledim. Şans eseri yazılan dili tercüme edebilecek birini bulmuştum ve yarım aylık bursuma mâl olsa da birkaç sayfasını Türkçeye çevirtebildim. Anlayacağınız o dükkândan bırakın para almayı üzerine para ödeyerek çıktım. Her neyse sonra, birkaç gün içerisinde antikacıdan tercüme edilmiş kopyaları aldım, okuyunca yazarın tuttuğu günlük tarzında bir eser olduğunu anladım. Bir delinin hatıra defteri diye klasik roman vardır bilirsiniz adeta onun bilimkurgu versiyonuydu kitap, daha sonrasını da biliyorsunuz zaten.”

“Yani kitabı tercüme etmek için birkaç gün mü uğraştı antikacı?”

“Evet bayım”

Bay Pamir tekrar Ross Edelman ile göz göze geldikten sonra kartını genç adama uzattı. İletişim için gencin telefonunu ve antikacı dükkanının bilgilerini aldıktan sonra genci orada bırakıp simülatör odasının kapısından aşağıya doğru merdivenleri inmeye başladılar.

Alt kattaki salonda ev sahibesi Dr. Clonet’ e çay ikram etmişti. Gencin annesi güleç yüzlü tavırlarıyla, yarım yamalak Türkçe mırıldanan Clonet’ le sohbet etme tutkusundaydı. Doktorun aslında “teşekkür ederim” kelimesinden başka bir Türkçe bilgisi yoktu, yanında taşıdığı kulaklığı sadece söylenenleri anlamasını sağlıyordu ancak bu da konuşması için yeterli değildi. Tüm bu olanlar ev sahibesinin karşısındaki bayanla dedikodu yapmasını engellemişe benzemiyordu.  Pamir ve arkadaşı salona girdiklerinde izin isteyerek evden ayrıldılar.

Bahçe kapısından ayrılıp araçlarına bindiklerinde araç hareket etmeden Dr. Clonet önemli bir şey bulup bulmadıklarını sordu. Pamir araçta sohbet ederek daha fazla dikkat çekmek istemediğinden konuşacakları uygun bir kafe aramak için aracını çalıştırıp ilerlemeye başladı. Fazla sürmeden caddenin sonundaki sakin bir kafenin önünde durdular.  Kafenin arka taraflarındaki masalardan birine oturduklarında ilk önce söze Pamir girmişti.
“Profesör sizin dört yıldır tercüme etmeye çalıştığınız el yazması için antikacı işi birkaç günde halledivermiş. Bunda tezat bir durum yok mu acaba?”

“Benim bir fizikçi olduğumu unutuyorsun dostum dil bilimci değil. Ayrıca yazılı dil hakkında o kadar araştırma yapmama rağmen dişe dokunur hiçbir bilgi bulamamıştım. Büyük bir olasılıkla antikacı söz konusu kitaptaki dilden haberdardı. Gencin büyük büyükbabasını araştırmadan önce antikacıya uğramak bana daha mantıklı geliyor.”

Bayan Clonet konuşmaları dinlerken oturdukları camdan masanın üzerindeki dokunmatik ekrandan içeceğini seçiyordu. Birkaç seçenek araştırdıktan sonra masadaki kızılötesi ışınlara pay-band ödemesi yaparak istediği içeceği tuşladı. Ardından sipariş ettiği içkisi masanın ortasındaki hava kalınından çıkarak önüne ulaştı.
“Bay Ross o zaman içeceklerimizi bitirdikten sonra şu antikacıyla görüşelim. Canan Yurdakul adında Atatürk Caddesinde dükkânı olan bir esnafmış. Beni uyarmamış olsanız da, gencin büyükbabasından kalmış o kitapları da görmek isterdim doğrusu. Çocuk, onların elinizdekinden farklı olduğunu söylese de yine de bakmakta fayda sağlayacağını düşünüyorum.”

Prof. Ross, Clonet’ in ısmarladığı sıcak içeceği yudumladıktan sonra başını öne eğip kısa bir süre düşündü. Ardından Bay Pamir’ e bakmaya başladı.

“Dostum benim aklımda biran önce şu antikacı bayanı görmek var. Az önce bir tezat oluştuğunu sen kendin belirttin. Önceki amacımız bu tezatı ortadan kaldırmak ya da kabullenmek olmalı. Bu durumu açıklamadan bir yığın el yazması bulmuş olsam da hiçbir çabamız işe yaramayacaktır.”

Dr. Clonet, profesörlerin konuşmasına mırıldanarak girmeye çalıştı. Sanki masadakileri kızdırmak istemiyormuş gibi tavrı vardı.

“Uzayda oluşacak bir sorun için antikacıya gittiğimize inanamıyorum. Bay Ross umarım tahminlerinizde haklısınızdır. Öyle olmasa sanırım oldukça gülünç duruma düşeceğiz. Bana göre şuanda konseyin diğer üyeleriyle asteroitleri bloke edebileceğimiz bir sistem araştırmalıydık. Nükleer füzeler, koruma kalkanları ne bileyim koruma uyduları gibi birçok şey... Ama tüm konsey 16. asırdan kalma haberler bekliyor. Şuanda olanları normal insanlara anlatsak eminim bizle dalga geçeceklerdir.”

Pamir karşılık vermeye çalıştıysa da Ross ondan önce davranmıştı. Başını iki yana sallayarak cevap vermeye başladı.

“Clonet… Clonet… Clonet… Bu söylediklerin üyelerin veya başkanın aklına gelmedi mi sanıyorsun. Şuanda eminim başkan başka bir araştırma içerisinde üyeleri görevlendirmiştir. Onun bir septik olduğunu unutuyorsun, tabi ki bu durum başkanın tutarsız olduğu anlamına da gelmez. Ayrıca nükleer füze fikrini son derece saçma bulduğumu söylemeliyim. Birincisi nükleer bir silahla ya da bombayla onları havada vurmak felaketin boyutlarını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. İkinci durum ise çok sayıda asteroidi durduramayız. Yani bu ne bilgisayar oyunlarındaki senaryolara benzer, ne de Armageddon adlı sinema filmine. Kalkan fikrine gelince…”

Prof. Ross Edelman konuşmasını tamamlayamadan telefonunun çaldığını fark etti. Masada oturan arkadaşlarından izin aldıktan sonra kısa bir görüşme yaptı. Bay Pamir konuşmalara kulak misafiri olunca kendini tutamadı.

“Ross arayan kimdi?”

“Kızım.”

“Öyle mi! Sevindim senin adına, kaç yaşında acaba?”

“Henüz 6 yaşında, şuan annesiyle birlikte ve beni merak etmişler”

Prof. Ross cümlesini tamamlarken telefonun ekranına bakıp gülümsüyordu. Kızının sesini ve varlığını hissetmek onu neşelendirmişti.


Uğur Aslan









Çevrimdışı u.aslan

  • **
  • 101
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öte Dünyaların Hikayesi
« Yanıtla #1 : 18 Ocak 2015, 12:47:19 »
2.  Bölüm
Antikacı

“Kalıtsal açıdan bilgi birikiminin gelecek nesle aktarılması konusunda yapılan son çalışmalarla bir adım daha ilerideyiz. Bunun gerçekleşebilmesi için DNA ve RNA yapılarının değişime uğraması yeterli olacaktır. Kaba bir tabirle mutasyon dediğimiz olayda en yetkili kişi, aynı zamanda samimi ahbabım olan Bay Frederick bu konudaki çalışmalarıyla ünlüdür. Germsel ve somatik yapıdaki dokularda incelemelerde bulunmuştur. Somatik anlamdaki mutasyonlar geçici bir çözümdür ve organizmanın ölümü ile sona erer, sınırlıdır, nesilden nesile aktarılmada yetersizdir. Ancak germsel değişiklikler bilgilerimizin gelecek kuşaklara aktarılması konusunda önemlidir. Bu açıdan Bay Frederick’ in çalışmalarında…”
El yazması sayfa 58


Alman fizikçi profesör, yani Ross Edelman uzun süre konseye hizmet etmiş bir bilim adamıydı. Saçları beyazlamaya başlamış orta boylu 41 yaşında olan fizikçi, evli ve bir kız çocuğuna sahipti. Elbette ki konseyin evlilik, inanç ve ilişkiler açısından hiçbir takıntısı olmazdı. Konsey, üyelerin yaptıkları bilimle ilgilenirdi. Üye seçimlerinde ise bazı özellikler aranırdı sadece. Bu aranan özellikleri belirlemek için adaylara çeşitli testler uygulanırdı. Sözgelimi bunlardan biri Freud testidir. Bu testte idin, ego ve süper egodan baskın olup olmadığı araştırılırdı. İdlerine yenik düşen her insan tehlikelidir, ancak bilim adamları daha tehlikelidir.
Bayan Clonet ise henüz 30 yaşında mesleğinin gözde isimlerinden bir genetik mühendisiydi. Prof. Köksal Pamir gibi o da bekâr, yani kendini bilime adayan akademisyenlerden biri olmayı yeğlemişti. Yaptığı çalışmalarla konseyin ilgisini toplayıp 25 yaşında birliğe girmeyi başarmıştı.

Ancak Bayan Clonet, el yazması araştırmasını son derece gereksiz bulan bir üyeydi. Belki de konsey başkanının, Clonet i bu araştırma grubuna dâhil etmesinin en büyük nedeni de buydu. Ne de olsa, gaz pedalının olduğu bir araçta fren de yer almazsa çarpışma kaçınılmazdır.

Üç araştırmacı kafeden çıktıktan sonra, Kayra Alptekin adlı öğrencinin söylemiş olduğu antikacının bulunduğu adrese gittiler. Atatürk Caddesi’ndeki dar sokağa sapıp araçlarını park ettiler. Ancak dükkânı bulmak için gittikleri adreste giyim mağazasını görünce afalladılar. Mağazadan içeri girip adresi teyit ettirdiklerinde yanlış adrese gelmedikleri anlamışlardı. Yaklaşık üç sene önce mağaza sahibi burayı satın almış ve o tarihten beri işlettiğini belirtmişti. Mağazadan önce ise antikacı değil sahaf (eski kitap dükkânı) olduğunu öğrendiklerinde kafaları daha da karıştı. Üstelik ne mağaza sahibi ne de civar esnaflar Canan Yurdakul adında bir antikacı tanımadıklarını belirtmişti. Pamir, arkadaşlarını mağazaya bırakarak caddedeki eski yeni fark etmeksizin bütün esnafları tek tek dolaştı. Dört sene evveline kadar o adreste sahafın yer aldığını ve işletme sahibinin Canan Yurdakul değil Kazım Dinçer adlı esnaf olduğunu öğrendiğinde cebindeki telefondan genç öğrenciyi aradı. Kayra ile görüşmesinde, genç adam Canan Yurdakul adlı isimde ısrar etmişti.
Daha sonra Clonet ve Ross’ u mağazadan alarak, hep birlikte araca doğru yürümeye başladılar. Pamir olanları otomobilin içerisinde durumu arkadaşlarına anlatırken, Sivas Hilton Otel’inde o akşam konaklamalarının iyi bir fikir olacağını düşünüyordu.

“Ne yani şimdi, bu kadın veya adam (artık her neyse) bulunamayacak mı?”

“Bilmiyorum Ross, Canan Yurdakul’ un varlığından haberdar olan tek kişi o üniversiteli çocuk. Civardaki esnaf o adreste sahaf olduğundan ısrarcı. Antika işleriyle de uğraşmıyorlarmış. Adamın adı Kazım Dinçer dediler.”

“Belki o kadın, dükkân sahibinin bir çalışanıdır veya eşi falandır. Belki sadece eski antika kitap alıp sattığından dolayı, Kayra antikacı demiştir.”

“Belki de yalan söylüyordur” diye ekledi Clonet konuşmaya girerek.

Otelin kapısında durduklarında görevli bellboy yanlarına gelerek aracın otoparka çekilmesini sağladı. Görevlinin yaptığı iş aslında son derece gereksizdi. Çünkü sadece eski bir geleneği sürdürmek isteyen otel sahipleri bellboy bulundururdu.

Konsey üyeleri Hilton’a girişlerini yaptırdıktan sonra etraftakilerden habersizce otelin lobisinde tartışmaya devam ettiler. Kısa bir sessizliğin ardından Canan Yurdakul ve Kazım Dinçer isimlerini araştırmak için topluca Pamir’in dairesine gittiler. Taşınabilir bilgisayarında on - on beş dakika uğraşan Pamir, pes etmişçesine oflamaya başlamıştı.

“Yok, yok, yok… Canan Yurdakul’ da yok, Kazım Dinçer’de yok kayıtlarda!”

Clonet otelin camından dışarı caddedeki kalabalığı seyrediyordu. Ross ise salondaki koltuğa uzanmıştı. Pamir’ in öfkeyle iç çektiğini görünce, Ross oturduğu koltuktan doğruldu.

“Emin misin Pamir” dedi ve ekledi

“Nüfus bürosunda da mı yok?”

“Yok” dedi Köksal Pamir. “ Ne nüfus bürosunda,  ne esnaflar odasında, ne de kira sözleşmelerinde… Hiçbirinde bu isimler çıkmıyor”

“İş yeri ruhsatı, vergi ödemeleri veya ceza tutanakları?”

Pamir kafasını iki yana sallayarak Ross’ un karşısındaki koltuğa oturmadan bir kadeh içki doldurdu kendisine.  Clonet olduğu yerde konuşmaları dinliyordu. Ross ise gözlüğünü masaya koymuş, sağ eliyle alnını ovalıyordu. Olan bitenleri anlamlandırmak, onda baş ağrılarına neden oluyordu.

“Galiba en iyisi o gençle tekrar görüşmek” dedi Ross.

Pamir bunun doğru fikir olmadığını ve ertesi güne kadar ellerinden bir şey gelmeyeceğini anlattı. Genç adam durumdan fazla işkillenmeden veya onu bıktırmadan bu meseleyi halletmenin iyi fikir olacağını belirtti.
Bayan Clonet bulunduğu yerden ayrılmamış ve camdan dışarıyı seyretmeye devam ediyordu. Arkasını dönerek Ross’ a doğru konuşmaya başladı.

“İsterseniz hükümetten veya ulusal güvenlikten yardım alabiliriz Bay Ross?”

Clonet kendisine cevap verilmesini bekledi ancak o an koltuklarda düşünen ikiliden hiçbir ses çıkmadı. Prof. Ross yine başını aşağı eğmiş, işaret ve başparmağı ile şakaklarını ovalıyordu. Kafasını bir anda kaldırdı:

“Sanırım uluslararası istihbarat teşkilatlarından bile yardım istesek, bu konuda yine bir sonuç alamayacağız.”
Ancak bu cümlesini söylerken kendinden oldukça emindi.



***

Ertesi sabah Prof. Ross ve Dr. Clonet, otelden erkenden çıkmış olan Bay Pamir’ i aradılar. Telefon görüşmelerinden sonra olağan bir şey yaşamadan, sessizce dairelerinde Pamir’in gelmesini beklediler.
Bay Pamir, 4 Eylül Üniversitesi fen edebiyat fakültesinde soluğu almıştı.  Alihan Daroğlu adlı tarih profesörünün odasında çayını yudumlayıp sohbet etmekteydi.

“Köksal Bey, tarihçi olmama rağmen her zaman uzay ve gezegenlerle alakadar olmuşumdur. Sizin sıkı bir takipçiniz olduğumu belirtmek isterim. Hatta son yazdığınız galaktik hareketler adlı makalenizi hayranlıkla okumuştum.”

“Teşekkür ederim sayın profesör, sizi bir konu için rahatsız ettim aslına bakarsanız. Kendisi Alman olan akademisyen bir ahbabım Türkiye’ye gelmek istedi. Israrlarına dayanamayıp onu kıramadım açıkçası. Kendisi şuanda Sivas’ta ve tarihsel bir araştırma yapıyor.  Aynı zamanda 4. sınıfta olan öğrencilerinizden biriyle ilgileniyor. Sanırım büyükbabasından kalma eski hatıra defterlerini görmek ve birazda gençle sohbet etmek niyetinde. Eğer rica edersem öğrenci ile yabancı arkadaşımın buluşmasını sağlayabilir misiniz? Yani en azından sizin referansınızla araştırma yaptığımızı bilmesi, öğrencide oluşacak tereddütlerin giderilmesini sağlar diye düşünüyorum.”

“Elbette ki Köksal Hocam, size ve arkadaşınıza yardım edebilmek benim için büyük bir mutluluktur. Akademik camiada böyle şeyler her zaman olur. Ayrıca bu şekilde ince düşünmenizi takdir ediyorum doğrusu. Öğrencinin ismi neydi acaba?”

“Kayra Alptekin, dördüncü sınıf tarih öncesi”

“Peki hocam, ben kendisi ile bugün bizzat görüşüp durumu anlatacağım. Benim öğrencim olur, uysal bir yapısı vardır. Öyle sanıyorum ki size elinden geldiği kadar yardım edecektir.”

“Çok teşekkür ederim Alihan Bey”

“Rica ederim, ne demek hocam”

Pamir oluşturabileceği en güzel ortamı oluşturmuştu. Önceki gece otel odasında çalışırken Kayra Pekdemir adlı öğrenci hakkında birçok bilgi topladı. Dersine giren hocalarını, hatta hocalarının ilgi alanlarına varana kadar araştırma yaptı. Yani görüşmek için Alihan Daroğlu’yu seçmesinde rastlantısal bir olay yoktu. Üniversiteye gidip öğrencinin akademik bir araştırmaya katkıda bulunacağını açıklaması dikkatleri üzerine çekmeyecekti. Kayra elinden geldiği kadar (en azından hocasının hatırı için) yardım edecek, üstelik kendisine sorulacak sorular için de hiçbir kuşkuda bulunmayacaktı.

Hilton’a döndüğünde olup biteni arkadaşlarına anlattı ve Prof. Alihan Daroğlu’dan haber alıncaya kadar yemek saatleri hariç hiçbir işe uğraşmadılar.

Kayra’nın hocası o günün akşamında Bay Pamir’le iletişime geçti. Ertesi sabahsa genç öğrenciyle Mavi Nokta adlı nostaljik kafede buluştular. Alihan Daroğlu’nun dediği gibi olmuştu her şey. Kayra kafenin masasında, kendisine yöneltilen sorulara cevap veriyordu.

“Büyük büyükbabam, Asitane Nizamiye Medrese’sinde ders almış zamanında. Yani bildiğimiz o zamanki İstanbul üniversitelerinde. Galiba ciddi derecede ilmi-heyet (yıldız bilimi) dersleri de görmüş. Sonra ne olmuşsa köyüne dönmüş.”

Genç adam bir an kendine soru sorulmasını beklercesine durakladı. Ancak hiçbir tepki almayınca devam etti.
“Her neyse… Ben ilk sınıftayken, sömestr tatilinde köyde yaşayan amcamın yanına gitmiştim. Bir sabah, sobayı yakmak için çuval dolusu gazete ve kâğıdı tutuşturduklarını gördüm. Şans eseri o çuvalda el yazması eserler görünce tabi ki fıttırdım. Çoğu rutubetten küflenmişti, kimisi onlarca parçaya ayrılmış ve okunamaz hale gelmişti. Kaybettiklerim için elimden bir şey gelmezdi ancak üç dört tane el yazmasını o evden kurtarabildim. Size satmış olduğum el yazması bu kurtardığım kitaplardan biri yani. Diğer el yazmaları ise Osmanlıca yazılmış günlüklerden ibaret. Açıkçası maddi bir değeri, ya da edebi bir yönü yok.”

Kayra Alptekin, sandalyeye asılı sırt çantasından çıkardığı üç adet yıpranmış el yazmasını masanın üzerine bıraktı.

“İsterseniz gösterebilirim”

El yazmalarından birini açıp rastgele bir sayfa çevirdi ve durakladı.

“Bir tarih öğrencisi olarak Osmanlıcayla aram pekiyi değildir ama yine de size tercüme edeyim.”

İşaret parmağını sayfanın üzerinde gezdirerek kesik kesik okumaya başladı:

“Bugün bahçeye üç karış kar yağdı. Agom (amcam) üşütmüş, yataktan dışarı ayağını çıkarmak istemiyor. Yengem, agomun yatağını toplayıp yüklüğe koymak istese de agom buna izin vermedi.”

Başka bir sayfa çevirip aynı şekilde parmağını koydu.

“Bu gece ayaz var ortalıkta. Rençber (çiftçi) olmak ne kadar zor zanaat! Bazen tarlayı tumbu bırakıp buralardan gidesim geliyor”

Genç adam daha sonra elindeki kitabı kapattı ve masadaki diğer el yazmalarının üzerine koydu. Ross ve Pamir duygusuzca gencin masadaki kitaplarına bakıyordu. Bir süre sessizlik meydana geldi.

“Gördüğünüz gibi hocam, bu el yazmaları büyükbabamdan kalmalar. Ancak size verdiğim kitap, bunlardan çok farklı. Başkası tarafından yazıldığı hem yazılan alfabeden, hem anlatılan konulardan ortaya çıkıyor. Onun da birkaç tercümesini okumuştum, yani en azından sizde olanı edebi yönden daha kaliteli duruyor.”

Bay Pamir mahcup bir şekilde:

“Acaba bunları kısa bir süreliğine incelemek için almamız uygun olur mu?” dedi. Hatta cevabın gelmesini beklemeden ücret teklif etmeyi de düşünüyordu ancak Kayra beklemeden “Elbette hocam” dedi.

“Pek değerli olmasa da, sonuçta bize miras kalmış bir hatıra, geri getirirseniz neden olmasın hocam” deyip kitapları uzattı.

Bay Pamir, genç adama teşekkür ederek neşeyle el yazmalarını aldı. Belki dişe dokunur bir bilgi barındırmasalar da, bu el yazmaları işimize yarayabilir diye düşünüyordu.

“Gerçekten çok yararınız oldu bize Kayra. Peki, büyük büyükbaban hakkında bilgi toplamak istesek, bize nasıl bir yöntem izlememizi önerirsin? Bu konuda bir fikrin vardır sanırım?”

“Hocam işin açığı araştıracağın tek kaynak galiba bizim köydeki yaşlılar ve koca karılar” dedi gülümseyerek.

“Onlar da işinize yarar mı bilmem ama büyükbabamın adı Musa, köyde Topal Musa diye anılırmış. Başka bir adı, lakabı veya unvanı var mı bilmiyorum açıkçası. Yani araştırsanız dahi, onun hakkında benim söylediklerimden başka işinize yarar fazla bir şey bulabileceğinizi zannetmiyorum”

Anlıyorum dedi Köksal Pamir üzüntüyle. Sandalyeden kalkıp Kayra’yla tokalaşmak için elini uzattı.
“Tekrar tanıştığıma memnun oldum. Bize zaman ayırdığın için çok teşekkür ederiz, en kısa zamanda bunları sana geri ulaştıracağım gözün arkada kalmasın” dedi.

Genç adam öyle bir tereddüdünün olmadığını, yardımcı olabildiyse kendisinin teşekkür ettiğini belirterek kafeden ayrıldı.

Ross ve Pamir baş başa kalmış, kafede içeceklerini yudumluyordu. Önlerinde bulunan el yazmaları, konuşmaları için yeterli bir sebepti. Ross düşünceli düşünceli mırıldandı:

“O genç adam, kitabın yazarı medrese okumuş deyince çok heyecanlandım Pamir. Ancak yazdığı şeyleri dinlediğim zaman tüm heyecanım kaçıverdi.”

“Bilmiyorum Ross. Ben hâlâ bunların işimize yarayacağını umuyorum.”

“Umarım” dedi Ross el yazmalarına bakarak. Gözlüğünün camında, üst üste konulmuş üç eski kitabın yansıması vardı.





Ross Edelman, Hilton’daki dairesinde sabırsızca el yazmalarını karıştırıyordu. El yazmalarının Osmanlıcadan kendi diline uyarlanması için kullanacakları bilgisayar yazılımı üzerinde Bay Pamir’le gün boyunca çalıştı. Tüm kitaplarının tercümesini yapmak ve anlamlı bir sıraya koymak için iki gece uğraştılar. Bayan Clonet her seferinde, tüm bu çırpınışların saçmalıktan öteye gitmediğini söylüyordu. “Fizik profesörünün uğraştığı işlere bak” deyip hayıflanıyordu. Haksız da sayılmazdı aslında. Osmanlıca üç el yazması, epeyce basit bir üslupla yazılmış, sıradan olayları anlatmaktaydı. Ancak Ross, medrese eğitimi almış bir adamdan böylesine basit ve anlamsız cümleler ifade etmesine akıl erdiremiyordu. Astronomi eğitimi almış bir insan, nasıl olurda bu kadar saçma olayları kayıt altına tutabilir diye Bay Pamir’e çıkışıyordu.

Sonunda Ross Edelman, odasında kitaplarla 2 gün boyunca tek başına kalmış, çalışmalarına ara vermeden incelemelerde bulunuyordu. Pamir ve Clonet ise can sıkıntısından kurtulmak için, ulusal kurtuluş müzesinde gezintiye çıkmıştı.

Ross’un odası darmadağınık vaziyetteydi. Bir yanda el yazmaları ve tercüme edilmiş kopyalar, diğer tarafta orijinal dilin büyütülmüş ve çok daha ufaltılmış örnekleri her tarafa dağıtılmıştı. Aradığı şey (artık her neyse) yazılanlardan çok farklı olmalıydı. Osmanlıca cümleleri tersten tercüme edip okumaya çalıştı, bazı sayfaların aynalarda yansıyan şekliyle okudu. Kimi cümleler için farklı kombinasyonlar denedi. Ancak sonuç, anlamsız bütünlerden ibaretti. Midesi daha fazla dayanamayacağının sinyallerini gönderiyordu. Daireden çıkıp, otel lokantasında bir şeyler atıştırmanın iyi olacağına kanaat getirdikten sonra paltosunu alıp odadan çıktı. Otel odasının kapısında bayan görevliyi görünce biran duraksadı ve yanından geçip aşağı kata indi.


Uğur Aslan

Çevrimdışı u.aslan

  • **
  • 101
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öte Dünyaların Hikayesi
« Yanıtla #2 : 18 Ocak 2015, 12:53:28 »
3. Bölüm
Seçilmişler


“Germsel denemeler ilk olarak maddi durumu zayıf ailelerde gerçekleştirildi. Bay Frederick, deneklerin bu zaafından yararlanıp onları çalışmalarına katılabilmek için her aileye düzenli olarak ödeme teklifinde bulunmuştu. Ancak ilk deneklerde bazı komplikeler meydana geldi. Genç çiftlerin yeni doğmuş bebeklerinde 1 yaşından sonra bazı uzuvlar ortaya çıktı. Boyun ve sırt kısmındaki bu uzuvlar, bebekleri adeta yaratığa dönüştürüyordu. Zihinsel açıdan büyük ilerleme kaydedilmesine rağmen, Bay Frederick bu beklenmeyen durumu, denekleri yakarak ortadan kaldırmaya çalıştı. Olanlar yüzden Frederick’le olan tüm samimiyetimi ve iletişimimi kopardım. O ise, bizlerin karşı çıkmasına aldırmayıp, gizli gizli çalışmalarını sürdürmeyi tercih etti. ”
El yazması sayfa 61






16. yüzyıl dünyasında gözle görülür gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak bu ilerlemeler, her zaman aynı hızla gitmeyip yer yer sekteye uğramalar yaşamıştır. Dünya tarihi incelendiği zaman, özellikle Avrupa’daki cadı avı ve büyücü katliamlarının bu yıllara denk geldiği görülmektedir. Yeryüzünde yaklaşık yirmi bin seçilmiş insan, cadılık veya büyücü gibi çeşitli suçlamalarla idam edilmiştir.


Seçilmiş insanlar basık bir odada tartışıyordu. Hararetli tartışma yaşanan oda içerisinde zayıf, bakımlı bir kadın konuşmasını yapıyordu.

“Size söylemiştim arkadaşlar. O üçlü, araştırmasından vazgeçmeyecek ve sonuna kadar gidecekler.”
Kısa boylu, minyon tipli bir adam cevap verdi:

“Geri zekâlı insanlar, atalarımızın 5-6 asır önce kestirebildiği asteroit fırtınasından yeni haberdar oldular, bunlardan mı korkuyorsun Valeria?”

“Senin geri zekâlı dediğin insanlar şuanda buraya kadar gelmeyi başardılar. Noyan’ın günlüğündeki yazıları çözüp peşinden gittiler. Gelecekte yaşanacak bir felaketi engelleyebilmek için geçmişin izini süren bu insanlar mı geri zekâlı?”

“Bunlar senin yüzünden oldu Valeria, ben sana o kitapları ortadan kaldıralım dedikçe, sen karşı çıktın. Şimdide olanlar karşısında çaresiziz diyorsun. Hâlâ gidip onları engelleme şansımız var”

Olmaz diye haykırdı kadın.

“Olmaz diyorum sana! Eskilerin yaptığı hataya düşmemizi mi istiyorsun. Kaderi değiştirmek bizlere kesinlikle yasaklandı. Baksana şuradaki seçilmişlere, sayımız onu geçmiyor. Atalarımız neden katledildi sanıyorsun veya gidenler boşuna mı terk etti yuvasını?”

Kısa boylu genç adam, konuşmacı topluluğunun ortasına gelerek volta atmaya başladı. Adım attıkça yerdeki tahta döşemeler gıcırdıyordu. Eliyle çenesini sıvazlayıp sıkıntılı sıkıntılı dolaştı odada. Valeria’ya dönüp bir süre bekledi.

“Ne yapmamızı bekliyorsun peki? O yok bu yok, ne yapalım sen söyle?”

“Gidip konuşalım bence Pavel. Zorla bizlerden bir şey alacak halleri yok ya! En fazla gidenlerin varlığını anlarlar. Bu da onlara bir şey kazandırmaz ve geri dönmeye karar verirler.”

Bu seferde genç adam olmaz diye sesini yükseltti.

“Bunu nasıl düşünebilirsin Valeria?”

“Başka çaremiz yok gibi görünüyor” dedi kadın.

Tartışma yaşanırken birden bire odanın kapısı sonuna kadar açılıverdi. Davetsiz bir misafir kaşlarını çatmış, odada toplanan seçilmişlere göz gezdiriyordu. Üzerindeki mavi paltonun kemer tokası göz alırcasına ışıldıyordu.
“Sizi şapşallar sizi, bu kadar beceriksiz olduğunuzu tahmin etseydim çok daha önceden önlemimi alırdım. Sizler birer ahmaktan öteye gidemezsiniz” dedi.

Kadın İngilizce konuşuyordu. Seçilmişler hayretle kadına bakıp neler olduğunu tahmin etmeye çalışırken, Valeria yüzündeki şaşırmış ifadeyle aynı dilde karşılık verdi:

“Kime baktınız hanım efendi? Neden söz ediyorsunuz?”

“Neden söz ettiğimi anlamamışmış, iki uyduruktan adamı durduramadınız, varlığımızı öğrenmeleri an meselesi!”

“Varlığımızı derken?”

“Siz ve benden söz ediyorum. Siz seçilmişler… Ve ben, Frederick’in varisi Dr. Clonet.”

Odadaki seçilmişler bir anda ayağa fırladı. Hep bir ağızdan Frederick’in yadigârı bir kadın mıymış diye mırıldandılar. O anda Pavel bir an bile tereddüt etmeden, duvarda süs amaçlı asılı duran çift ağızlı baltayı kaparak Clonet’e doğru fırlattı. Pavel’in bağırtısıyla birlikte havadaki balta süzülürken, Bayan Clonet gözlerini bir anlığına kapatıp açtı. Ama o anlık olay Clonet için uzun bir süre demekti. Zamanı bükme gücünü kullanan kadın, balta yüzüne doğru ağır çekimde yaklaştığını görünce kirpiklerini biran bile kırpmadan üzerine gelen uğultulu baltayı seyretti.  İyice yaklaşan baltanın sapına eliyle ters bir hareket yapıp, geldiği yöne doğru gitmesini sağladı. Ve o sırada zamanın akışını serbest bırakınca, balta süratle Pavel’in kolunu sıyırıp duvara saplandı.
Odadakiler olan biteni şaşkınlıkla seyrediyordu. Valeria tam karşılık vermek üzereyken Dr. Clonet işaret parmağını kaldırdı:

“Sakın!” dedi. “Sakın karşılık vermeyin yoksa tüm güvenlik güçlerini buraya toplarım!”

Seçilmişler ve Clonet bir anda olduğu yerde sessizce bekledi. Pavel öfkeyle, yerdeki tahta döşemeye damlayan kanı seyrediyordu.










Seçilmişler, uzunca yıllar varlığını sürdürebilmiş bir gruptu. Telekinetik yeteneği olan bu insanlar, maddeye hükmedebilme güçlerini kullanmakta ustaydı. 16. yydan beri varlığını yeryüzünde koruyabilen kişi sayısı Bayan Clonet’le beraber sadece 9 kişiydi.

Clonet seçilmişlerden haberdar olmasına rağmen, onların bu kadın hakkında bilgisi yoktu. Frederick’in torunlarından olan Bayan Clonet, hem seçilmiş hem de bir konsey üyesiydi.

Bay Frederick ise 16. yy katliamlarından kurtulmuş bir bilim adamıydı. Aslına bakarsanız bu katliamlardaki baş neden kendisidir. Yaptığı deneyler insanlar arasında birçok tartışmaya neden oldu. Seçilmişler duruma ne kadar karşı çıkarsa çıksın, genetik uğraşmalarına tek başına devam etti. En sonunda bu çalışmalarında başarılı olunca, buluşunu kendi üzerine uyguladı. Ardından haberleri olmadan diğer seçilmişlere…

Clonet onun mirasçısıdır ve oda amacını babasından, dedesinden, büyük büyük dedelerinden, en nihayetinde Bay Frederick’ten almıştır. Bayan Clonet’in erken yaşta konseyin gözüne girmesindeki etken budur. Yani onu başarılı bir genetik mühendisi yapan şey, öğrenim gördüğü okullar değil, Bay Frederick’tir.

Doğal olarak katliamlardan kaçmayı başarabilmiş her seçilmiş insan, zihinsel varlığını dünyaya getirdiği ilk çocuğuna devretti. Asırlar boyu süren bu genetik ilerleme durumu, gizlice varlığını korumuştur.

Evet dedi Clonet. “Artık varlığımı sizden saklamak için hiçbir neden yok. Frederick’ten ve onun buluşlarından gurur duyuyorum. Bana kalırsa sizlerde gurur duymalısınız. O olmasaydı, şuan hiçbir yeteneği bulunmayan sıradan insanlardan ibarettiniz.”

Yaralanan Pavel, kanayan kolunu tutarken, başını kaldırıp konuşmaya başladı.

“Eğer senin o Frederick dediğin günahkâr olmasaydı, binlerce insan hayatını kaybetmeyecekti. Böyle bir adamdan mı gurur duyacakmışız?”

“Atalarınızın nankörlüğü de sizlere miras kalmış anlaşılan. Bende Frederick gibi yapıp sizleri kurtarmak için buralara geliyorum” dedi Clonet. Herkes kaşlarını çatmış, davetsiz misafiri seyrediyordu. Clonet devam etti:
“Eğer sizin gibi fareler yakalanırsa, konsey üzerinizde her tür deneyi yapmaktan çekinmez. O zavallı beyinlerinizin her hücresini ayrıştırıp parçalara bölerler! Ama siz hâlâ…”

Valeria konuşma devam ederken usulca sağ elinin içini yukarı doğru açmıştı. Ani bir hareketle avcunu havaya kaldırdıktan sonra parmaklarıyla sıkı bir yumruk oluşturdu. O anda yerdeki tahta döşemeler büyük bir gürültü eşliğinde ansızın parçalara ayrıldı. Zemindeki toprak, iri kollar görünümünde Clonet’in bacaklarını kavramıştı. Doktor, zamana müdahale edebilse de, geç kaldığının farkına varmıştı. Toprak ve çakıldan oluşmuş eller, bacaklarını koparacakmış gibi sıkıyordu.

Odadaki seçilmişler (Valeria hariç) şaşkınlık içerisinde yaşananları seyretmekteydi.

Valeria herkese haykırarak arkadaşlarının odadan uzaklaşmalarını sağladı. Evin kapısından koşarak çıkarlarken, Pavel yaralı kolunu tutuyordu. Seçilmiş sekiz insan koşar adımlarla gözden uzaklaştı.

Dr. Clonet ise olduğu yerde kıvranıyor, kendisini saran korkunç ellerden kurtulmak için çaba sarf ediyordu.




***





Ross Edelman o saatlerde sinir küpünden farksızdı. Ellerini kırlaşmış saçlarına götürerek Pamir’i seyretti.

“Kim yapmış olabilir bunu Pamir? Getirdiğimiz el yazmaları, irili ufaklı bütün kopyaları dâhil çalmışlar. Tanrıya şükürler olsun ki en azından benim el yazmam paltomdaydı”

“Bilmiyorum” dedi Pamir. Bir ara duraksadıktan sonra devam etti:

“Demek ki o kitaplarda önemli bir şeyler vardı Ross. Sana söylemişim, önemsiz olsalar neden kopyalarına varana dek alıp götürsünler. Bazılarının bizlerden gizlediği bir şeyler var ve biz bunları çözemiyoruz.”

O anda Ross düşünceli bakışlarla bir dakika dedi. Oturduğu yerden ayağa fırlayıp, bilgisayarına doğru yöneldi. Bıraktığı yerde bilgisayarını göremeyince sıkıntılı bakışlarla yanağını ovaladı.

“Ahmak hırsızlar! El yazmalarını taradıktan sonra bazı kombinasyonlar üzerinde çalışmak için bilgisayarıma yüklemiştim. Onu da götürmüşler” dedi.

Pamir’e yaklaşıp heyecanla “Gel benimle” diye arkadaşının kolundan çekiştirmeye başladı. Pamir ne olduğunu anlamak istese de yanıt alamıyordu.

Kolundan tuttuğu arkadaşını odasına kadar geldikten sonra Ross, telaşlı tavırla söylenmeye devam etti:

“Haydi çabuk ol Pamir, bilgisayarını almam lazım”

Pamir, kendi dairesinin kapısını sesli tanımlamayla açar açmaz, Ross koşar adımlarla içerideki bilgisayara kavuştu. İnternet ağına eriştikten sonra, bazı işlemler yapmaya başladı. Bilgisayarın hassas dokunmatik yüzeyindeki parmakları, adeta ritim tutmuş bir piyanistinkini andırıyordu. Ross’un göz bebekleri irileşmişti, bir an yüzü gerildikten sonra kahkaha atmaya başladı.

“Hah hah… Ahmak hırsızlar” dedi. Pamir’e döndü.

“El yazmalarını taradıktan sonra, orijinal ve tercüme edilmiş sayfalarda bazı kombinasyon denemeleri için bilgisayara yüklediğimi söylemiştim sana”

Pamir ayakta dikilmiş Ross’u seyrediyordu.

“İyi ama Ross, bilgisayarını da çalmışlar”

Ross bir kahkaha daha atarak konuşmaya çalıştı.

“Farkındayım elbette Pamir. Benim bilgisayarım, kendisine yüklenen her türde girdiyi, aynı anda evimdeki diğer bilgisayara da yükleyen bir ağ iletişime sahip. Bilgisayarımı çalan hırsızın bu durumdan haberdar olup, uzaktaki sunucuyu resetlemesinden veya ona virüs yollamasından korktum. Neyse ki durumu fark etmemişler, tüm dosyalar sağlam. Az önce iki bilgisayar arasındaki ağı kopardım. Şimdiyse tüm verileri senin bilgisayarına indiriyorum.”

Birkaç tuşa daha bastıktan sonra çalışma masasındaki koltuktan Pamir’e döndü.
 
“Ve işte tamam, tüm kayıtlar senin bilgisayarında şuanda. Bağlantıyı da her ihtimale karşı kapattım.”

Pamir neşeli bir ifadeyle, iki kadeh içki doldurup birini Ross’a uzattı.

“Bu kutlamaya değer dostum”

Ross yüzündeki gülümsemeyle bardaktan bir yudum aldı.

“Sahi Clonet nerede? Seninle birlikte çıkmamış mıydı oda?”

“Evet ama müze gezisinden sıkıldığını belirterek yanımdan ayrıldı. Zaten bu araştırmanın onu heyecanlandırmadığı ortada.”

“Neyse Pamir, Clonet’i kendi halinde bırakalım da, şu hırsızlık olayını inceleyelim. Daireme ya otel yönetiminden, ya da sesime daha önceden vâkıf biri erişmeyi başardı. Sanırım bu kişinin kimliğini ortaya çıkarabilirsek, ortadaki sır perdesini de aralamış olacağız.”

“Bu şehirde ses kriptonu çözebilecek sadece ben ve Clonet var. Yani buraya geleli çok olmadı, bu da şüpheleri otel görevlilerine çekiyor. İstersen sen burada bekle ben otel yönetimiyle bu konuyu bir araştırayım” dedi.

Ross arkadaşını onaylayarak bilgisayara döndü. Eriştiği dosyaları kâğıt üzerinde yazdırmaya başladığı zaman, Pamir alt kata inmekteydi.

Köksal Pamir, Hilton yönetimine durumu bildirdikten sonra oteldeki görüntü kayıtlarını izlemeye başladı. Ancak öğrendikleri karşısında çaresizdi. Prof. Ross Edelman, kendi dairesinden çıktıktan sonra bırakın birinin içeri girmesini, kimse oraya yaklaşmamıştı bile. Sadece kapının önünden geçen süratli bir gölge belirmişti. Pamir çaresizce görüntü kayıtlarının birer kopyasını alarak Ross’un yanına çıkmaya karar verdi.

Yukarıdaki odada bir süre tartışma devam etti. İkili, görüntü kayıtlarını en ince ayrıntısına kadar tekrar tekrar izledi. Görüntülerde hiçbir oynama izine rastlamayınca, kayıtların incelenmesi için bilişim bürosuna yolladılar. Ross Edelman, Pamir’e bir anda aklına gelen şeyi sordu:

“Bu arada el yazmalarının sahibine durumu nasıl açıklamayı düşünüyorsun? Onları geri vereceğimize söz vermiştik, ne yapacağız?”

“Farkındayım Ross, ancak elimizden bir şey gelmezse ne yapabiliriz ki? Çocuk, kitapların sadece manevi değeri olduğunu söylemişti. Sanırım özrümüzle birlikte bir miktar para teklif edersek sorunu halledeceğimizi düşünüyorum.”

“Peki”

Ross tekrar kendisini çalışmaya verdi. Elindeki kalemle sanki matematik problemi çözüyormuş gibi harıl harıl uğraşıyordu. Pamir sessizce odada oturup onu izledi.



Uğur Aslan


Not: Bu hikaye Büyükbabamın el yazmaları adlı öyküden hareketle yazdığım bir kurgudur.
http://www.kayiprihtim.org/forum/buyukbabamyn-el-yazmalary-t16021.0.html

Çevrimdışı okanakinci

  • **
  • 202
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öte Dünyaların Hikayesi
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2015, 18:14:36 »
Bir solukta okudum üç bölümü de. Çok güzel bir öykü dizisi. Bilimkurgu olarak başladı ama biraz fantastiğe de evrildi. Çok güzel bir konu kurgulamışsınız. İlk iki bölümde gördüğüm kadarıyla yavaş yavaş örmeye çalışmışsınız öyküyü ve bu çok güzel olmuş, fakat 3. bölüm hakkında bir eleştirim olacak. İlk iki bölümün hızı düşünüldüğünde 3. bölümde bazı şeylerin ortaya çıkması çok erken olmuş. Devamını merakla bekliyorum.

Çevrimdışı u.aslan

  • **
  • 101
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öte Dünyaların Hikayesi
« Yanıtla #4 : 29 Ocak 2015, 21:35:16 »
Bir solukta okudum üç bölümü de. Çok güzel bir öykü dizisi. Bilimkurgu olarak başladı ama biraz fantastiğe de evrildi. Çok güzel bir konu kurgulamışsınız. İlk iki bölümde gördüğüm kadarıyla yavaş yavaş örmeye çalışmışsınız öyküyü ve bu çok güzel olmuş, fakat 3. bölüm hakkında bir eleştirim olacak. İlk iki bölümün hızı düşünüldüğünde 3. bölümde bazı şeylerin ortaya çıkması çok erken olmuş. Devamını merakla bekliyorum.


Yorumunuz için teşekkür ederim bilim kurgu ile başlamıştım haklısınız ancak genetiği değiştirilmiş bir grubun yapısı hikayeyi fantazyaya dönüştürdü. Bundan rahatsız da olmadım. Spontane ilerlemenin meydana getirdiği bir durum açıkçası.