Kayıt Ol

Alice Cooper // Galaxie

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #15 : 24 Temmuz 2012, 17:33:04 »
"İyi de ben kimseyi sevmiyorum ki.  Yani seviyorum elbette, mesela ailemi, ama çok sevmiyorum. Yani kimseye bir düşkünlüğüm yok. Kimse benim için üzülmesin. Eh üzülürlerse de... Bunun beni pek etkileyeceğini sanmıyorum."

Doktor sakin bir ifade takınıyor. Alice’in bu düşüncesi, onu kayda değer bir şekilde üzüyor tabi. “Nankör bir evlat daha…” diye düşünüyor, fakat dile getirmiyor. Hafif bir gülümseme takınıp konuşmasına devam ediyor.

"Bildiğim kadarıyla bir durum, travmatik bir olay yok. Lise hayatım normal denebilecek gibiydi. Eh işte biraz arkadaşım vardı. Onlarla gezerdim, ders çalışırdım. Arada sırada bir kitap alırdım elime. Bol bol uyurdum. Erkek arkadaşım oldu bir tane. Bir de platonik aşkım oldu. Aklımdan çıkmadı hatta yıllarca...  Hatta yeni yeni fark ediyorum aklımdan çıktığını. Neyse... Öyle işte, klasik bir lise hayatı. Kayda değecek bir şey olmadı."

Doktor, bir – iki dakikalık bir düşünme sürecinden sonra, tatmin olmamış bir ifadeyle Alice’e bakıyor. Fazla tecrübeli değildi, ama insanların durup dururken veya sıradan bir hayat sürüyorken obsesif olamayacağını da iyi bilirdi. Alice’in kesinlikle ona anlatmadığı trajedik bir olay olmalıydı. Belki de Alice’in üstünkörü bir şekilde bahsettiği o lise aşkının ardında başka bir şeyler daha dönmüştü. Ya da tamamen bambaşka bir şey vardı. Ancak bunu öğrenmek için, önümüzdeki haftaya kadar beklemesi gerekiyordu. Zira, seansın bitmesine beş dakika kalmıştı.

“Peki” diyor doktor bu kez daha az içten bir gülümsemeyle. “Daha fazla konuşmak isterdim, ama bu haftalık bu kadar sanırım. Haftaya yine aynı saatte buluşacağız.” Derin bir nefes daha alıyor. “Sizden istediğim bir şey var. Bir A4 sayfası alın. Şu andan itibaren, yarın bu saate kadar, yaşadığınız tüm mutluluk verici olayları bu kağıda yazın." Masanın üzerinden bir kağıt uzatıyor. "Çok fazla madde çıkarsa, ertesi gün maddeleri okuduğunuzda, ne de çok şeye mutlu olduğunuzu anlayacaksınız. Pek çoğu da size saçma gelecektir. Ama bu gerçeği değiştirmez, o maddeler sizi o an mutlu etmiştir. Eğer maddelerin sayısı pek azsa, o halde bana anlattığınız kadar mutlu değilsiniz demektir.” Elini havada şöyle bir sallayarak, yüzüne çelimsiz bir mimik yerleştiriyor. Masadaki birkaç kağıdı toparlayarak, koltuğundan kalkıyor. Bu sırada Alice de kalkıyor tabi. Doktor yavaş adımlarla Alice’in yanına geliyor ve elini uzatarak, onunla toka ediyor.

“San Hugh kilisesinin önünde, Ford model bir arabayla, büyük bir kamyonun altına girdiğimde henüz 23 yaşındaydım. Eczacılık bölümünde okuyan bir de kız arkadaşım vardı o zamanlar. Birlikte büyükannemi ziyarete gidiyorduk ve ben o zamanlar o kızla evleneceğime inanıyordum.” Yüzünde hoş bir gülümseme var. “Sonuç olarak bir süre hastanede kalmam gerekmişti ve yanımda bir tek o pek az sevdiğim ailem vardı. Akşamları annem, öğlenleri babam. Tuvalete bile kalkamıyordum ve beni onlar temizliyorlardı.” Yüzünde bir utanma ifadesi beliriyor birden ve hemen konuyu değiştiriyor:

“Çoğu hep gider. Pek çok zaman yanımızda kalan, hep ailemizdir.” Yüzünde hala aynı tebessüm var. “Çıktığını sekretere haber verir misin? Sonraki hastayı göndersin.” diyor ve yüzünü masasındaki başka kağıtlara daldırıyor.

Saat 13:00. Alice için ayrılma vakti. Daha bir ton boş zamanı var ve ne yapacağına kendisinin karar vermesi gerekiyor.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #16 : 29 Temmuz 2012, 03:41:37 »
Ben konuşurken doktor yüzünde kamuflaj gülümsemesiyle beni dinliyor. Anlattıklarımdan istediği anlamı çıkaramadığı belli, ama onun da açıklayamadığı şeyler olabilir. Doktorların bu bilmiş tavırlarından nefret ederim. Samimiyetle anlatıyorum ona, ama anlattıklarımda bir şey olmadığı için eksik anlattığımı sanıyor. Ne dersem diyeyim bana inanmayacak. Hayatımda beni derinden etkileyen bir olay yok. Bir şey beni derinden etkilemez ki pek... Önceden de böyleydi.

“Peki. Daha fazla konuşmak isterdim, ama bu haftalık bu kadar sanırım. Haftaya yine aynı saatte buluşacağız. Sizden istediğim bir şey var. Bir A4 sayfası alın. Şu andan itibaren, yarın bu saate kadar, yaşadığınız tüm mutluluk verici olayları bu kağıda yazın. Çok fazla madde çıkarsa, ertesi gün maddeleri okuduğunuzda, ne de çok şeye mutlu olduğunuzu anlayacaksınız. Pek çoğu da size saçma gelecektir. Ama bu gerçeği değiştirmez, o maddeler sizi o an mutlu etmiştir. Eğer maddelerin sayısı pek azsa, o halde bana anlattığınız kadar mutlu değilsiniz demektir.”

Uzattığı kağıdı elimle itiyorum. "Teşekkür ederim," yüzümde yapay bir tebessümle "Bende kağıt var," diyorum. Elini uzattığında gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadan karşılık veriyorum zorlama tokalaşmasına. "Dediğiniz gibi yapacağım. Ama çok dürüst olacağım. O yüzden o kağıtta garip maddeler görürseniz şaşırmayın."


“San Hugh kilisesinin önünde, Ford model bir arabayla, büyük bir kamyonun altına girdiğimde henüz 23 yaşındaydım. Eczacılık bölümünde okuyan bir de kız arkadaşım vardı o zamanlar. Birlikte büyükannemi ziyarete gidiyorduk ve ben o zamanlar o kızla evleneceğime inanıyordum. Sonuç olarak bir süre hastanede kalmam gerekmişti ve yanımda bir tek o pek az sevdiğim ailem vardı. Akşamları annem, öğlenleri babam. Tuvalete bile kalkamıyordum ve beni onlar temizliyorlardı.”

Bunu anlatırken önce gülümsüyor sonra utanarak kızarıyor. Aslında çok tatlı adam. Ama küçük bakması hoşuma gitmiyor. Belki daha geniş bir doktor olsaydı ona sempati duyabilirdim. Ama her zaman sözlerimin altında başka şeyler arıyor, anlattıklarıma inanmıyor gibi geliyor. Yine de utana sıkıla kendi tecrübesini anlatması garip bir biçimde hoşuma gidiyor. Beni yakın gördüğü için değil, zayıflıklarını anlatmaktan çekinmediği için.

“Çoğu hep gider. Pek çok zaman yanımızda kalan, hep ailemizdir.”

"Elbette," diyorum. "Bu yüzden onları herkesten çok seviyorum ve değer veriyorum zaten. Sahip olduğum en büyük duygu da yeterli olmasa bile onlara karşı hissettiklerim."

“Çıktığını sekretere haber verir misin? Sonraki hastayı göndersin.”

Kapıyı ardımdan kapatıp Hannah'ya baş parmağımla odanın boş olduğunu işaret ediyorum. Sevimli kadını selamlayıp kendimi daha da kalabalıklaşmış caddeye atıyorum.

Normalde direk eve gider, güzel bir kahve yapar ve elime bir kitap alırdım. Ama biraz doktorun etkisiyle biraz da "Dışarıya çıkmışken" düşüncesiyle çoğu zaman ihmal ettiğim okuluma gitmeye karar veriyorum. Mütevazi arabama bindikten sonra telefon rehberinden çok da yakın olmadığım sınıf arkadaşlarımdan birini seçip ders olup olmadığını, varsa hangi dersin olduğunu soruyorum mesajla. Sonra da arabayı çalıştırıp şehrin kirli ve gürültülü trafiğine giriyorum.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #17 : 10 Ağustos 2012, 16:10:20 »
Yeterince yakın olduğunu söyleyemeyeceğin fakat okulundaki sayılı dostlarından biri olan Madison’ın sesi bu kez oldukça kötü geliyor. Yarım saat sonra iki blok dersinizin olduğunu; ancak başka işin yoksa ders bitiminde biraz konuşmak için kendisiyle kantine gelip gelemeyeceğini soruyor. Genel arkadaşlık düsturunda birer ‘ritüel’ niteliği taşıyan sosyal olaylara olan uzaklıklarınız bakımından Madison’ın bu isteği sana ilk etapta şüphe uyandırıcı gelse de, kısa bir sohbete gerçekten ihtiyacı olduğu izlenimini veriyor.

Telefon konuşmanız kısa sürüyor.

Trafiğe kapılıp bir süredir yollarını ihmal ettiğin şehrin daha sakin kesimine doğru kısa bir sürüş daha yapıyorsun. Arabanı okulun park yerindeki bir noktada sabitleyip motoru söndürdüğün anda Madison kapını açarak seni karşılıyor. Bu, sana sıradan günlerde gösterdiği seviyede bir ilgi değil tabi ki.

“Ben derse girmeyeceğim ama, dediğim gibi, kantinde olacağım. İstersen ders bitiminde görüşürüz.” diyor oyalanmadan. Suratında tedirgin, üzüntülü ya da yorgun bir ifadenin izi yok. Ardından gülümseyerek uzaklaşıyor.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #18 : 12 Ağustos 2012, 22:21:07 »
Telefonum çalınca arabayı hemen sağa çekiyorum. Baktığımda ekranda Madison yazısını görünce şaşırıyorum, ben ona mesaj atmıştım neden mesajla cevap vermek yerine arıyor ki?

Sesini duyduğumdaysa en azından tahmin yürütebiliyorum bu beklenmedik aramasının sebebi hakkında. Genelde mutlu olan Madison'un ses tonu beni biraz şaşırtıyor biraz da merakta bırakıyor. Dersimizin olduğunu ancak dersten sonra benimle özel olarak görüşmek istediğini söylüyor. Benden yardım isteyeceği veya dert yanacağı düşüncesiyle bu durumdan hoşnut olmayabilirdim, ama Madison'ı severim. "Tabi ki." deyip kapatıyorum telefonu ve arabayı tekrar çalıştırıyorum.

Kısa süre sonra varıyorum okulun otoparkına. Boş bulduğum çoğu yere park edemiyorum (arabayı iyi kullandığımı düşünsem de park konusunda hala sıkıntılarım var). Çoğu kişinin rahatlıkla girebileceği ama bana çok dar gelen yerleri atladıktan sonra kapıya biraz da uzak olan bir yere acemice park ediyorum.

Arabadan indiğimde Madison'ı yanımda buluyorum. Buraya geldiğine göre gerçekten önemli bir şey olmuş olmalı. O kadar samimi olmadığımızı düşünürsek problemin sadece onu değil de beni de ilgilendiren bir şey olma olasılığı da geliyor aklıma.

“Ben derse girmeyeceğim ama, dediğim gibi, kantinde olacağım. İstersen ders bitiminde görüşürüz.” diyor ve ifadesiz yüzüne bir tebessüm yerleştirerek cevabımı beklemeden arkasını dönüp yürümeye başlıyor. İhtimaller üzerine birkaç saniye düşündükten sonra arkasından sesleniyorum.

"Hey Madison! Biraz bekle. Çok derse giresim yok aslında, eğer sen de girmeyeceksen şimdi de konuşabiliriz. Çok ders dinleyen bir tip değilim bilirsin." diyorum ve muzipçe göz kırpıyorum. "Hem blok ders boyunca beni beklemene ne gerek var ki?"


Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #19 : 15 Ağustos 2012, 16:17:08 »
Madison bir kez daha gülümsüyor ve kantine doğru yürümeniz için sana işaret veriyor. “Teşekkür ederim Alice, minnettarım.”

Madison aslında içe kapanık biri sayılabilen ancak başkalarıyla etkileşime girdiğinde samimi ve içten konuşabilen nazik kızlardan. Abartılı giyimden ve yapmacık her şeyden uzak durur, hatta zaman zaman kendiyle ilgili olaylar karşısında bile gereğinden fazla pasif kalır. Bütün gün müzik dinleyerek kendi halinde dolaşsa da sosyal ortamlarda sergilediği yürekli ve açık tavır senin arkadaş seçimlerinden biri olma sebebi. Şu an ise beklediğinden daha çekimser davranıyor.

Boş masalardan birine yerleştiğiniz süre içerisinde sükûnetini hala koruyor olsa da, kendinize sıcak birer kahve söyleyip havadan sudan konuşarak rahatlamaya başladığınızda asıl meseleye giriyor Madison.

“Biliyorsun Alice, ben Heath’le ayrılalı kısa bir süre oldu ama güvendiğim az sayıdaki insanlardan birini daha kaybetmenin getirdiği huzursuzluk şimdiden içimi kapladı. Kendimi beklediğimden çok daha kötü hissetmeye başladım. Son birkaç haftadır sık sık kâbus görüyorum ve ne yapacağımı şaşırmış durumdayım, işin açığı. Öncelikle senden psikiyatristinin -eğer ki öneriyorsan- numarasını isteyecektim. Düzenli olarak gitmeyi düşünmüyorum ama bir görüşmenin yararı olur. Bir de Pazar günü benimle kiliseye gelir misin diye soracaktım. Şey, evet biraz garip ama pederle konuşmaya ihtiyacım varmış gibi geliyor. Denemekten zarar gelmez düşüncesindeyim tamamen. Böyle şeylere önyargılı yaklaşmıyorum; ama sanırım bana eşlik edecek bir dosta ihtiyacım var. Biliyorsun biraz garip bir durum.”

Kahvesini yudumluyor ve bulunduğu dünyaya geri dönmek istermiş gibi çevresinde olup bitenlere şöyle bir göz gezdiriyor. Etraf sakin ve öğrenciler kendi halinde. Bu ıssızlık ikinize de tuhaf bir güven verdiyse de Madison belli ki söylediklerini garipseyip garipsemediğin konusunda kaygılı. Onu anladığından emin olmak için kendini konuşmak zorunda hissediyor: “Seni herhangi bir şekilde yönlendirmek filan istediğimden değil biliyorsun değil mi? Durup sana dinle ilgili nutuklar çekecek değilim, beni tanıyorsun zaten. Ama bu yaşıma kadar adım atmadığım kiliselerden birine gidip pederle konuşmak zor geliyor ve kısmen de olsa tedirgin ediyor. Anlayacağın yanımda olmanı tercih ederim.”

Sıkıntıdan ya da bu anın çabuk geçmesini dilediğinden olsa gerek ayaklarını yere vurup duruyor ve kahvesini yudumlamaya çalıştığında bardağının boş olduğunu fark edip gözlerini deviriyor. Neden sonra kıkırdamaya başlıyor.

“Tamam tamam: Beni evimden alırsan benzini de ödeyeceğim.”

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #20 : 16 Ağustos 2012, 00:29:03 »
“Teşekkür ederim Alice, minnettarım.”

Kantine gidene kadar hiç konuşmuyor. Ben de konuşmuyorum. Sanki masaya oturmadan problemiyle ilgili herhangi bir ön bilgi alış-verişi yapmamakta hemfikir gibiyiz. Bana herhangi bir ipucu verebilecek rutin hal-hatır sorularına bile girişmiyoruz. Adım adım konunun başlayacağı yere yaklaşmaya çalışıyoruz sadece. Meraklanmıyor değilim, bunun sebebi de kesinlikle zihnimi meşgul edecek dedikodu mahiyetinde yeni bir şey öğrenecek olmam değil. Böyle şeylerden hiç hoşlanmam zaten. Sadece bu davranışlar Madison'a göre değil. Konuşamıyor, utangaç ve fazla heyecanlı gibi. Madison'ı böylesine etkileyecek bir şey gerçekten kayda değer bir şey olmalı diye düşünüyorum. İnsanlar sağda solda basit aşk problemleri veya (bir derece daha iyi olabilenler) basit ders problemleri ile kafayı yiyor. Aşk ve ders problem olabilecek şeyler, ama sadece gerçekten ortada bir problem olduğunda. Canınız sıkılıp da kendinize dert arayarak çevrenizin ilgisini çekmeye çalıştığınızda veya herhangi bir duygu hissetmek isteyip bu kez de bunun üzüntü olması gerektiğine karar verdiğinizde değil.

Kantinin mütevazi masalarından birine oturduğumuzda hala söze girecek gibi durmuyor Madison. Bir süre sipariş vermek ve klişe cümleler kurmakla oyalanıyoruz. Sonunda konuya girdiğinde kahvemi çoktan yarılamış oluyorum.


“Biliyorsun Alice, ben Heath’le ayrılalı kısa bir süre oldu ama güvendiğim az sayıdaki insanlardan birini daha kaybetmenin getirdiği huzursuzluk şimdiden içimi kapladı. Kendimi beklediğimden çok daha kötü hissetmeye başladım."

Ah, olamaz...

"Son birkaç haftadır sık sık kâbus görüyorum ve ne yapacağımı şaşırmış durumdayım, işin açığı."

"Kabus mu? Ne gibi kabuslar görüyorsun? Heath ile durumunuzu biliyorum Madison ama üzerinde bu kadar düşünmek ve kendini yıpratmak zorunda mısın? Hem o aynı derecede zarar görüyor mu bakalım?" Gözlerimi deviriyorum, "Hiç sanmam. Kaç yıl olmuştu sizin ilişkiniz başlayalı?"

"Öncelikle senden psikiyatristinin -eğer ki öneriyorsan- numarasını isteyecektim. Düzenli olarak gitmeyi düşünmüyorum ama bir görüşmenin yararı olur."

Ah, harika bir soru. Öneriyor muyum? Aslında Heath'i unutmak için zihnini meşgul edebilecek kadar çekici olan doktorumu bu noktada kesinlikle tavsiye ediyorum. Tabi kızın bana sormak istediği bu değil. Fakat doktorun, duygusal açıdan düştüğü boşlukta fikirlerini doldurabilitesi gayet yüksek.

Ama onun dışında daha doktorum hakkında ne düşündüğümü ben bile bilmiyorum ki? Adam gerçekten bana yardım etmek istiyor gibi, ama bazen hızlı olması için baştan savma önerilerde bulunduğunu düşünmüyor da değilim. Beni ve davranışlarımı etkiliyor, en basitinden bugün onun sayesinde gelmedim mi okula? Yine de görüştüğümüzde saatimizi doldurmak için bir şeyler gevelemeye çalıştığını ve bazen topu bana atmaya çalıştığını düşünüyorum...

"Doktorumdan memnun gibiyim Madison. Yani henüz tam bilemiyorum gerçi... Adamı çok iyi tanıyamadım ama genç olmasına rağmen çok başarılı olduğunu söylüyorlar. Ondan memnun olmayanı duymadım hiç. Ben de ardı arkası kesilmek bilmeyen tavsiyeler üzerine başladım zaten. Bu söylediğimi yanlış anlamanı istemem ama basit problemlere bakmayacak kadar da yoğun olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok kötü müsün? Kabusların gerçekten seni rahatsız ediyor mu? Ne derece yani? Biliyorsun ben ona görünüyorum ama bildiğin hastayım ben." Bunu söylerken sırıtıyorum. Nedense kabulleniyor olmak sanki bana artı sağlıyormuş gibime geliyor.

"Bir de Pazar günü benimle kiliseye gelir misin diye soracaktım. Şey, evet biraz garip ama pederle konuşmaya ihtiyacım varmış gibi geliyor. Denemekten zarar gelmez düşüncesindeyim tamamen. Böyle şeylere önyargılı yaklaşmıyorum; ama sanırım bana eşlik edecek bir dosta ihtiyacım var. Biliyorsun biraz garip bir durum.”

Normalde kiliseyle hiç işi olmadığı için şaşırıyorum. Yani kilise ayrılık acısına ne kadar iyi gelebilir ki? Duyan da bir yakının öldüğünü düşünür... Bunları dile getiremem tabi. Az önce problemini küçümseyerek yeterince ileri gitmiş olabilirim. O yüzden şimdi arkadaşlık vazifemi yerine getirmem gerekiyor.

"Tabi ki gelirim. Seni yalnız bırakmam."

Hala tedirgin olduğunu belli edecek bir takım jestler yapıyor. Acaba daha söyleyecekleri bitmedi mi diye düşünüyorum. Bu söylediğim çok garip ve çirkin olabilir ama bundan başka problemleri olduğunu duysam kıza karşı -son beş dakika içinde düşüşe geçmiş olan- sempatim artacak. Tabi ki bu onun üzülmesini istediğimden falan değil, böyle bir şeyi hiç istemem. Tam tersi, basit şeylere üzülmesini istemediğimden. İnsanlar bazı acıları kendi kendine atlatabilmeli. Her sevgilisinden ayrılan bunalımlara girip doktor peşinde koşunca, ve bu "her"e benim sevdiğim biri de eklenince gerçekten sinirlerim bozuluyor.

“Seni herhangi bir şekilde yönlendirmek filan istediğimden değil biliyorsun değil mi? Durup sana dinle ilgili nutuklar çekecek değilim, beni tanıyorsun zaten. Ama bu yaşıma kadar adım atmadığım kiliselerden birine gidip pederle konuşmak zor geliyor ve kısmen de olsa tedirgin ediyor. Anlayacağın yanımda olmanı tercih ederim.”

"Böyle düşünme. Elbette kendini tedirgin hissettiğin bir durumda yanında olmak isterim. Bana nutuk çekeceğini falan da sanmıyorum. Sen çekinme yeter." Biraz rahatlayabilmesi için gülümsüyorum. O da rahatlamış olacak ki kıkırdamaya başlıyor.

“Tamam tamam: Beni evimden alırsan benzini de ödeyeceğim.”

"Aah anlaşıldı, senin şoföre ihtiyacın var." Sırıtıp göz kırpıyorum. "Benzin sendense neden olmasın?"




Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #21 : 16 Ağustos 2012, 16:16:12 »
İkinci kahvelerinizin bittiği sırada ilk anlara nazaran daha neşeli geçen sohbetiniz de sona ermişe benziyor. Böylece Madison’la Pazar günü için anlaşıyor, vedalaşıp kantinden çıkıyor ve okulundan bir kez daha hiçbir derse girmemiş olarak ayrılıyorsun. Akşamüstü olmasına rağmen yollarda küfredilecek daha az şoföre rastlıyor ve rahat bir geri dönüş yapıyorsun.

Eve yakın bir yerde park edip dairene yürürken aklına psikiyatristin için yazman gereken ‘mutluluk listesi’ geliyor. Evet neler yazacağın hakkında hiçbir fikrin yok ve büyük ihtimalle önündeki bir hafta boyunca da yazacak hiçbir şey bulamayacaksın o yüzden Bay Nelson’a boş bir kağıt parçası sunmamak adına şimdiden biraz efor sarf etsen iyi olur.

Düşüncelerden sıyrılıp mahallene bu kez de farklı bir gözle bakıyorsun; seni mutlu eden olguları çevrene bakarak bulacakmışsın gibi… Fakat gördüğün tek şey monotonluk maratonunda ilerleyen kısır bir döngünün insanları. Gerçi şu an sabah olduğundan çok daha az insan var sokaklarda. Belki de eğlenceden yorgun düşüp evlerine kapanmışlardır diye geçiriyorsun içinden. Senin de planın şimdilik bundan farklı değil.

Kapı kilidiyle verdiğin savaştan galip çıkıp yorgun bir savaşçı gibi kendini odana atıyorsun. Yine de bu Alice’in kendine acıması için yeterli bir sebep değil. Çünkü kısa vadeli hedeflerin arasında sabah yarım bıraktığın dolapları toparlama işi var. Belki de günü yeterince değerlendiremediğine inandığından kendini orta yaşlı bir ev kadını gibi ufak çapta bir temizliğe veriyorsun. Daha fazla uzun kollu kıyafeti dolaba yerleştirip kışlık olmayanlardan sıyrılıyorsun. Yatak yorganlarını silkeliyor, kirli çamaşırları sepete atıyor, çanta ve ceketleri askı-

Fermuarı açık olan çantanı çekiştirdiğin sırada çantanın içinden yatağa doğru kar kürelerinden biri pervasızca yuvarlanıveriyor. Kar kürelerini toplama işini biraz abartmışa benziyorsun çünkü dokunduğun her noktadan ayrı bir tanesi fırlıyor ve bu gidişle onları satın almak için harcadığın kadar küçük bir serveti daha onları saklamak için bir depo satın almaya yatırman gerekecek gibi görünüyor.

Çantandan ‘ruh’ kartını çıkartıp küreyle beraber çekmecene atıyorsun. Psikiyatristler, falcılar ve papazlarla dolu günün sonunda gerçekten yorgun düştüğünü hissettiğin bir an.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #22 : 22 Ağustos 2012, 19:13:35 »
Arabamı park edip sonunda evime girdiğimde daha bir huzurlu oluyorum. Sanki kimliğimi sadece evimde bulabiliyormuşum gibi, evde benden büyük bir parça varmış da onunla tamamlanmadan eksikmişim gibi garip fikirlere kapılmaya başlamışken evden çıkarken yarım bıraktığım işler aklıma geliyor. Yüzümü buruşturuyorum ama saat çok geçmeden onları bitirip kendime güzel bir yorgunluk kahvesi yapabilmem için hemen başlamam gerekiyor.

Bir saat gibi bir sürenin ardından yatağa kar küresinin düşmesi temizliğe resmi bir "Finish" veriyor. Elime alıp kürenin ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum. Çok ince ve narin bu kürelerden tüm çantalarımın içinde birer tane küçük, evimin çeşitli yerlerinde de büyüklerinden olması biraz garip tabi. Ama onların yanımda olması bana gerçekten huzur veriyor, yatıştırıyor. Bu nesnelerde bir masumluk var.

Küreyi çantanın içine tekrar yerleştirdikten sonra bugün kullandığım çantanın içindeki fazlalıkları boşaltıyorum. Tabi içinden doktorumun verdiği kağıt ve ruh kartı da çıkıyor. İkisini de alıp oturma odasındaki sehpaya bıraktıktan sonra kendime güzel bir kahve yapıp koltuğuma gömülüyorum.

Kahvenin kokusu ve tadı büyük bir istekle yorgunluğumu alıp götürürken kartı elime alıp tekrar inceliyorum. Ama nafile, çünkü üzerindeki sembole yine bir anlam veremiyorum. Birçok şeye benzetmeme rağmen aslında tam da benzemiyor; tepedeki yuvarlak kar küresini çağrıştırırken altındaki üç kol da haçı çağrıştırıyor. Ama hiçbir anlam ifade etmiyor, ben de sıkılıp onu tekrar sehpaya bırakıyorum ve boş kağıdı alıyorum elime.

Sanki bende kağıt yoktu...

Gün içinde neler olduğunu düşünüyorum sonra. Garip bir kadınla karşılaştım, bana fal baktı... Tuhaf bir durum olsa da beni mutlu eden bir şey değil. Sonra doktorla konuştum. Bu da değil. Çıkıp okula gittim ve arkadaşım benden doktor hakkında bilgi alıp onunla kiliseye gitmemi istedi. Bunun da mutlulukla pek alakası yok. Eve geldim ve ortalığı toparlayıp kendime bir kahve yaptım. İşte bu mutluluktu. Evim temiz, ben temizim, yapacak bir işim kalmadı ve birazdan kitap okuyup yatacağım. Kalemi elime alıp kağıda özenle "Evimi temizledikten sonra kahve içerek kitap okudum." yazıyorum.

Eh, ben böyle basit bir durumdan mutlu olabilen biriyim. Mutlu olmak için sadece dudaklarımı kıvırmama sebep olacak şeyler gerekmiyor. Gülümsemeden de gayet mutlu olunabilir. Bunlar doktorun hoşuna gitmezse, o zaman cehenneme kadar yolu var.

Kahvem bittiği an kitap okuma sürem de dolmuş demek oluyordu. Kitabı kapatıp sehpaya bırakıyorum bu yüzden. Daha sonra da rahat bir şeyler giyip yatağıma uzanıyorum. Akşam yemek yemediğimi farkediyorum karnımdan sesler gelmeye başlayınca. Ama üşengeçliğim açlığıma açtığı savaşta galip geliyor. Kalkıp bir sandviç hazırlamak yerine saatimi yarın için kurup gözlerimi kapatıyorum.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #23 : 24 Ağustos 2012, 00:14:17 »

Gözlerini açtığında mistik bir hülyayı yaşamakta olduğunu fark ediyorsun. Hayatın bütün sıradanlığıyla akıp gittiği günlerden birinin ayazında kendini böyle büyülü bir rüyaya uyanmış bulmaktan da memnuniyet duyuyorsun bir an için. Etrafının çevrili olduğu estetik güzelliğin seyrine daldığın birkaç dakika sonrası ise, biraz endişeli bir hal bürüyor seni. İpekten kumaşlar yukarıdan beri, uzandığın yatağın kenarlarına iliştirilmiş bir şekilde duruyor. Evet, bu senin yatağın değil. Bulunduğun şaşaalı oda da öyle. Çünkü dolaplarının, makyaj masanın ve dahasının yerinde kalın sütunlar, büyük heykeller, hatta geniş basamaklı döner bir merdiven dahi var.

Biraz düşündükten sonra bütün bunların gerçeküstü bir sanrıya ait olma ihtimali diğer tüm seçeneklere oranla daha akla yatkın görünüyor gözüne. Kulağına çalınan puslu melodinin giderek derinleştiği ve irtifa kazandığı an, sen de kendini bilinçaltının yarattığı yönlendirimin akışına bırakıyorsun. Mekân incelemeni bitirmenin hemen ardından, müziğin dışarıdan geldiğini fark edebiliyorsun zaten. Hemen sağında duran devasa kapının aralığından görebildiğin kadarıyla da, odan, saraylara layık bir koridora uzanıyor ve sesler koridordan yankılanarak sana ulaşıyor.

İşte ‘spirit’ kartının simgesini üzerinde taşıyan o kapı, seni güvenli yatağından dışarı çıkmaya davet ediyor.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #24 : 24 Ağustos 2012, 00:58:23 »
Gözlerimi kendi odamdan farklı bir yerde açtığımda şaşırıyorum önce. Rüyada mıyım değil miyim diye düşünüp etrafı incelediğimde kesinlikle rüyada olduğuma karar veriyorum. Kulağıma zarifçe dolan mistik müzik ve bulunduğum masalsı oda da bunu destekliyor. Birbirinden güzel ve benim olmakla uzaktan yakından alakası olmayan nesnelere bakmaktan alamıyorum kendimi. Prenses gibi ipekli kumaşların çevrelediği bir yatakta uzanırken rüyada olduğumun farkındalığını da garipsiyorum. Acaba Lucid mi yapıyorum diye düşünüyorum. Bir ara kafamı takmama ve alıştırmaları uygulamama rağmen başaramadığım için bu ihtimal gülümsememe sebep oluyor. Ama yalnızca bu değil, bulunduğum odanın gösterişi, hatta açık kapıdan bir kısmını göstererek sakladığı muhteşem bütünü merak ettiren koridor da şaşkın ruh halimin, yerini rahat ve gevşek bir tatmine bırakmasına yardım ediyor.

Yataktan kalkıyor ve kendimi çok hafif hissediyorum. Müzik de sanki beni çekiyor, zaten hafif olan varlığımı sürükleyerek yükümü benden daha da bir alıyor. Melodiyi duyabildiğim gibi sanki görebiliyorum hatta kokusunu bile alabiliyorum. Bulunduğum mekanı çok güzel tamamladığından mı yoksa çok hoşuma gittiğinden mi bilmem, tüm hislerimde fark ediyorum varlığını. Garip bir müzikaldeymişim gibi hissediyorum, geniş ve görkemli bir salona benzeyen odada usulca gezdiriyor adımlarım beni. Gözlerim bağlarını benden koparmışçasına bir köşeye doyamadan diğer bir köşeye atlıyor. En son da bana tanıdık gelen bir simgede takılıp kalıyorlar.

Kapıya kazınmış bu şık simgeye daha dikkatli bakınca bunun falcı kadının bana verdiği karttaki simge olduğunu hatırlıyorum ve içime ince bir korku sızıyor. Burada ne işinin olduğunu anlayamıyorum. Sadece bir rüya olduğunu kendime hatırlatarak rahatlamaya çalışıyorum. İşe yarıyor. Merak korkuyu hevesle alıp uzaklaştırıyor.

Simge karttaki gibi yıpranmış ve lekeli değil bu kez. Çok daha güzel, çok daha gizemli görünüyor gözüme. Melodinin çekimini de aşarak beni davet ediyor, sanki görünmeyen bir nabız gibi atıp duruyor orada.

Kendimi serbest bırakıyor ve simgeye doğru süzülüyorum. Karşısına geldiğimde sanki olabilecek tuhaf bir şeyi bekliyormuş gibi elimi tedirgin bir şekilde uzatıp simgenin girintili çıkıntılı yüzeyinde gezdiriyorum parmaklarımı.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #25 : 24 Ağustos 2012, 16:59:25 »
+2 RP Bonus

Odadan dışarı çıktığında uzun bir koridor karşılıyor seni. Koridorun parlak bir zemini ve camekândan yapılma bir dış cephesi var. Bu da koridora iki yüksek yapıyı birbirine bağlayan, havada asılı bir tünel görünümü veriyor. Camdan sınırın arkasında ise enfes bir manzara yatıyor. Sağ tarafını kaplayan görüntü dev bir bayan figürüne ait. Altın parlaklığına sahip bu heykelin uzun saçları uçuşuyor, elbisesi dalgalanıyor gibi. Üzerinde bedeninin yarısını açıkta bırakan bir parça pejmürde kıyafet; elinde ise bir kolunda üzüm salkımı, diğer kolunda kitap bulunan bir mizan var. Maalesef kitabın üzerine işlenmiş kelimelerden seçebildiklerin yalnızca ‘zimen’ ile sınırlı.

Sol yanında serin sahillerin sütliman gelgitleri içinde yoğrulduğu bir deniz ve onun gerisinde bin bir nezih çiçeğin rengiyle bezenmiş sarp dağ sıraları yatıyor. İpek beyazı bir toprak üzerine kurulu olan bu tabiat seni pek bahtiyar ediyor tabi; ancak müziğin dokusuna katılan arpın sakin tınıları hissettiğin o nabzın atışını yavaşlatıyor, seni kendine getiriyor.

Koridorda biraz ilerliyor ve parkelerin üzerindeki kirli görüntüyü yok etmek için zeminin üzerine beyaz boyadan yamalar yapmakla meşgul olan, bu uğraşından dolayı da şimdilik seni görmezden gelen bir ihtiyarla rastlaşıyorsun. İlk bakışta yabancı gibi dursa da, yüzünü biraz daha dikkatli incelediğin zaman birkaç tanıdık simanın sentezinden oluşmuş bir eşkâle sahip olduğu hissine kapılman uzun sürmüyor. Aklına birkaç farklı isim geliyor, fakat yaşlı adam daha önce gördüğün biri mi, bunu hala kestiremiyorsun.

Fark edildiğin zaman aklındaki soru işaretlerinin bazılara açıklık getirecek bir selam alıyorsun ihtiyardan: “Ah! Alice, kurumamış boyaların üzerine basmamaya özen göstererek yanıma gel hadi.”

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #26 : 26 Ağustos 2012, 01:24:48 »
Simgeyi ve ev sahipliğini yapan kapıyı geride bıraktıktan sonra karşıma çıkanlar bulunduğum bu yere olan hayranlığımı bir kat daha artırıyor. Beynim sağ tarafımdaki heykelin görkemine mi, kadın figürünün güzelliğine mi yoksa devasa boyutuna mı şaşıracağına karar veremiyorken gözlerim sabırsızca ve güzelliği tüketmek istercesine diğer tarafa kayıyor. Zaten doğallığı seven ben, gördüğüm manzara ile büyüleniyorum. Ama heykel daha ağır basıyor, tekrar o tarafa döndüğümde gördüğüm üzüm salkımı ve üzerinde anlamadığım şeyler yazan kitap bana rüyada olduğumu hatırlatıyor. Ne var ki rüya olmasını hiç de istemediğim bu mekanda sürekli kalıp bu nefis manzaraya karşı kahve içtiğimin ve kitap okuduğumun hayalini kurmaktan kendimi alamıyorum.

Üzerinde yürüdüğüm köprü mü koridor mu yoksa tünel mi olduğunu anlayamadığım yapı da gözlerimi kamaştırıyor. Taş zeminin ve cam cephelerin birleşimi daha önce aklıma getiremeyeceğim bir şekilde uyumlu geliyor bana. Ancak daha dikkatli baktığımda ileride birini farkediyorum. Adam bir şeye uğraşıyor yere çömelmiş halde. Bir şeyler beni anın büyüsünden koparmaya çalışıyor ama ben hep o büyüye geri dönüyormuşum gibi hissediyorum ve bu kez gerçekten kopuyorum. Adamı garip bir şekilde hem tanıyorum hem tanımıyorum. Tam yüzünü nerden çıkardığım dilimin ucuna geliyorken birden aslında hiçkimseyle alakası olmadığını farkediyorum. Ve bu bir paradoksmuş gibi kendini tekrarlıyor sürekli. Taa ki...

“Ah! Alice," diyor adam ve irkiliyorum beklemediğim bu sesi duyunca. Adımı nereden biliyor ki?

"Kurumamış boyaların üzerine basmamaya özen göstererek yanıma gel hadi.”

Bu cana yakın tavrı karşısında ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum. Hala adamı tanıyıp tanımadığıma karar vermeye çalışıyorum bir taraftan. Öteki taraftan ise tamamen savunmasız görünmesine rağmen ve hatta rüyada olduğumun farkında olmama rağmen yanına gitmeye çekiniyorum, hatta korkuyorum biraz. Beni korkutan biraz da ortamın mistik havası aslında. Kendimi Harikalar Diyarında kapana kısılmış bir Alice gibi hissediyorum.

Ben kafamda koşuşturup duran düşüncelere yetişmeye çalışıyorken, kurumamış boya hakkında söylediklerini sanki hiç duymamış gibi özensiz bir şekilde götürüyor ayaklarım beni adamın yanına.


Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #27 : 27 Ağustos 2012, 17:53:14 »
Yanına vardığında yaşlı adam elini dizlerine bastırarak kalkıyor ve hoşnutsuz bir ifadeyle ayaklarına bakıyor. “Kendini kirletmişsin Alice…” Üzerine sürdüğü boyalarının bozulduğunu görünce iyice kaşları çatılıyor. “Yazgını merak ediyordun değil mi? Şimdi sadece görmen icap edenleri göreceksin.”

İhtiyar ihtiyaç duyduğun açıklamaları yapamadan evvel büyük bir patlama sesiyle yankılanıyor her yer. Bulunduğunuz koridor titremeye başlıyor, iki yanınızı saran camekân platform tuzla buz oluveriyor. Ağzın yüreğine gelirken bu kez de sağ tarafında kalan bayan heykeli yıkılıyor gürültüyle. Gözlerinin önünde terazideki üzüm taneleri birer yanar top gibi etrafa saçılıp o güçlü yapılara ve güzelim tabiata zarar veriyor. Göğün rengi kızıla çalarken keşmekeş giderek artıyor.

“Beni takip et.” diye bağırıyor ihtiyar.

Koridorun sonundaki merdivenlerden aşağı nefes nefese iniyorsunuz. Yeşillikli meydana çıktığınızda ise kendinizi tahripkâr bir çatışmanın ortasında buluyorsunuz. Civarındaki dehşetengiz sahnede beyazlara bürünmüş bir grupla karşılarındaki cüppeli askerler muharebe etmekteler. Zaman zaman yere kör edici bir ışık çakılıyor, zaman zamansa göğe kulakları yırtan bir ses dalgası yayılıyor. Bu hengâmenin ve gürültünün içinde doğru dürüst ayırabildiğin tek ses de yine yanındaki ihtiyara ait.

“Soldakiler, kazıklılar oluyor. Sağdakiler ise farklı kollardan oluşuyor: Azaplar, Akıncılar, Sarı kavuklular, Işık getirenler…" Sonra devam ediyor: “Ama korkma, bu sembolik bir savaş. Sana zarar gelmeyecek. Zarar gören tek şey, cennetteki köşkün.”

Parmağıyla işaret ettiği noktanın önünden duman kalkıp da harikulade köşkünün alevler içinde kaldığına şahitlik ettiğin zaman için burkuluyor. Bütün bunlara mana arayıp da bulamazken, yanı başında biri daha beliriveriyor. Suratında insanın içine işleyen silik bir tebessüm, üzerinde ise saman rengi bir urba var. "İzin ver de ben açıklayayım."

"Bir kimsenin cennetini hak etmesi için iki yolu vardır Alice. Cennet... Evet, yaşadığın bu beyaz rüya, bunun için. Bir; mantık ilkelerinin ve vicdanın çatışmaksızın sunduğu yasaklara uymak. İki; yapılan hatalarla yüzleşip, onlardan arınmak. Kabullenişin getirdiği sıkıntı, işlediğin günahların kefareti sayılabilecek bir bedeldir. Aynı cehennem gibi. Tabi kendinle yüzleşmek istemezsen yok oluşu da yeğleyebiliyorsun.”

Konuşmana izin vermeden: “Bir tercih yapacaksın.” diye ekliyor. “Ne yaşayacağına karar vermen gerek.”

Sonra uyanıyorsun.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #28 : 28 Ağustos 2012, 03:23:03 »
“Kendini kirletmişsin Alice…”

Bunun üzerine eğilip ayaklarıma bakıyorum ve gerçekten adamın az önce söylediklerine dikkat etmemiş olduğumu görüyorum.

“Yazgını merak ediyordun değil mi? Şimdi sadece görmen icap edenleri göreceksin.”

Daha ben adama vereceğim yanıtı kafamda oluşturmadan ani bir gümleme ve titremeyle sarsılıyorum. Deprem oluyormuş gibi sallanıyor her şey ve bağlı olduğu iki nokta dışında havada duran köprünün yıkılacağından korkarken cam cephe korkumu tasdiklercesine yıkılıp dökülüyor. Heykelin parçalandığını görüyorum sonra. Sanki tüm mekan, yapıldıktan sonra yere düşen yapboz parçaları gibi dağılıyor.

Adam “Beni takip et.” diye bağırınca peşinden gidiyorum çünkü rüya olduğunu bilsem de bu dağılan ortamda daha fazla kalmaya içgüdülerim izin vermiyor. Merdivenlerden inince karşılaştığımız manzara ise maalesef daha iyi olmuyor, savaş meydanı gibi bir yere geliyoruz ve burada kendi içlerinde aynı elemanlardan oluşan ama birbirlerinden tamamen farklı iki grup ölesiye çatışıyor.

“Soldakiler, kazıklılar oluyor. Sağdakiler ise farklı kollardan oluşuyor: Azaplar, Akıncılar, Sarı kavuklular, Işık getirenler… Ama korkma, bu sembolik bir savaş. Sana zarar gelmeyecek. Zarar gören tek şey, cennetteki köşkün.”

Anlattığı şeylerden hiçbir şey anlamıyorum çünkü telaffuz ettiği kelimelerin çoğunun anlamını bile bilmiyorum. Ayrıca bu can pazarının ortasında korkmamamı, bana bir zarar gelmeyeceğini söylemesi pek de yardımcı olmuyor doğrusu. Hem sembolik olan bu savaş ve tarafları neyin sembolü? Bunun benimle ve cennetteki sözde köşkümle ne ilgisi var? Ki cennetteki köşkün tam anlamıyla biraz önce içinde uyandığım yer olabileceğini düşünüyorum o an. Rüya benim için git gide içinden çıkılmaz bir hal alıyor ve ne yazık ki artık atlayarak uyanıp kurtulabileceğim bir yerde değilim. Az önce büyüsüne kapıldığım muhteşem yapı gözlerimin önünde yerle bir olurken, bu mükemmelliğin bozulmasından önce uyanmış olmayı gerçekten diliyorum. Sonra henüz fark ettiğim biri konuşmayı devralıyor:

"Bir kimsenin cennetini hak etmesi için iki yolu vardır Alice. Cennet... Evet, yaşadığın bu beyaz rüya, bunun için. Bir; mantık ilkelerinin ve vicdanın çatışmaksızın sunduğu yasaklara uymak. İki; yapılan hatalarla yüzleşip, onlardan arınmak. Kabullenişin getirdiği sıkıntı, işlediğin günahların kefareti sayılabilecek bir bedeldir. Aynı cehennem gibi. Tabi kendinle yüzleşmek istemezsen yok oluşu da yeğleyebiliyorsun.”


Rüyanın en başından beri açık olan ağzımla dünyanın en şapşalı gibi görünürken beliren bu yeni adamın anlattıklarına anlam vermeye çalışıyorum. Neden cennet ve cehennemden bahsediyoruz? Acaba bu bana bir tür uyarı mı? Büyük bir hata mı yaptım? Veya yapmak mı üzereyim? Gerçekten sıradan bir şekilde seyreden hayatımda bana böyle bir işaret gönderilmesini gerektirecek veya bu denli bilinçaltıma işleyecek sıradışı bir olay veya durum arasam da bulamıyorum. Kendimle yüzleşmek hep yapmaya çalıştığım şey, ama acaba kendimi kandırıyor muyum sadece?

“Bir tercih yapacaksın. Ne yaşayacağına karar vermen gerek.”

Kaşlarımı çatıp ilk kez konuşmaya, soru sormaya yeltenirken sadece mekan değil rüya da yıkılmaya başlıyor ve zaten açık olan gözlerimi açtığımda kendimi bana ait olan odada bana ait olan yatakta buluyorum. Tercih... Ne tercihi? Acaba az önce gördüğüm rüyanın beni böylee etkileyecek kadar bir önemi var mı?

Şimdilik tercih edebileceğim ilk şey olan yataktan çıkmama hakkımı seçip bir süre beynimi kendi haline bırakıyorum, bırakıyorum ki serbestçe at koşturarak benim anlam veremediğim ve öngöremediğim şeyleri gizli çekmecelerden çekip çıkarabilsin. Ama yine de bunun pek faydası olacağını sanmıyorum.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #29 : 30 Ağustos 2012, 19:04:09 »
Zihninin az önceye kadar süregelen rüyanın yarattığı bulanıklıktan kurtulmasını ve biraz olsun durulmasını sağlamak için kendine zaman tanıman pek bir işe yaramış gibi görünmüyor. Bu yüzden ki bu kez zihnini dinlendirmek için onu kendi haline bırakmaktansa, zihnini dağıtmak için bir oyalantı bulmak daha makul geliyor.  Neyle uğraşabileceğini düşünürken eskilerde yapmaktan zevk aldığın bir şeyin aklına gelmesiyle o an sana en yakın olan kitabı kapıyor ve rastgele seçtiğin sayfalardan birinde gözüne takılan ilk paragrafı okumaya başlıyorsun.

“Bir insan kısacık bir saniyede, neleri düşünebilir bir hayal et. Ne kurtuluş fikirleri yaratabilir, ne gerçeklerin keşfine erebilir ve ne vazgeçilmezlerin katili olabilir. Bir saniye çok fazladır. Bir dakika, daha da fazla. Bir dakikada ne hisler geçip gider insanın içinden insanın asli var olma sebebi; neler, neleri düşler. Bazen, korku dolu geçirdiğin o bir dakika, bir ömre bedeldir. Kocaman bir ömre… Aynı sevdiğinle geçirdiğin, o sonsuz bir dakika gibi. O şarkıyı dinlemek de, yalnızca 3 dakikanı almıştı hatırlarsan. O 3 dakika boyunca, karşı koyamayacağın en güçlü hezeyana kapıldın, en coşkulu anı yaşadın değil mi? Seni sen yapan da, o 3 dakikada yaşadıkların işte. Seni sen yapan o 3 dakika. Ve diğer 6 dakika. Ve diğer dakikalar. Evet, hatta intihar etme düşüncesinin bir kazık gibi zihnine saplandığı, ardından ise kanlar içinde ölümü beklediğin o son bir saat. Ve sen; her saniyesi algılamak, hissetmek, sorgulamak ve üretmekle geçen bir insanı tanımanın, bu kadar kolay olduğunu düşünüyorsun öyle mi? Saniyelerden, dakikalardan, aylardan ve yıllardan oluşan bir insanı?

Yanılıyorsun. Bilinç öyle bir şey değil. Biz bu değiliz.”


Bu sözler seni hem etkiliyor hem de şüphede bırakıyor, zira daha önce içinde böyle bir paragrafın yer aldığı bir kitap okuduğunu bile hatırlamıyorsun. Kitabı çevirip kapağa, adına bakıyorsun.

“Purgatorio.”

Biraz daha inceledikten sonra ezoterizm ve büyük misterlerle ile ilgili bu kitabın Abel Pierrel kod adındaki biri tarafından kaleme alındığını öğreniyorsun. Okudukça hatırlıyor, neden sonra hevesini yitiriyorsun; çünkü kitap gösterişli bir maneviyat ve kişisel gelişim çalışması olarak yer etmiş hatırında.

Sıkılgan bir ruhaniyet içinde yerinden kalkıyorsun.