Kayıt Ol

Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Hepinizin bildiği gibi Rıhtım Okuma Etkinliği uzun bir aradan sonra yeniden başladı. Etkinlik sürecinde yedinci kitaba kadar gelinmiş olsa da pek çoğumuz bu kitapla birlikte etkinliğe ilk kez katılmış olacak.

Okuyup tartışacağımız kitabın türünü "bilimkurgu" olarak belirlemiştik. Türün en güçlü temsilcilerinden biri olan Ursula K. Le Guin'in yazdığı Karanlığın Sol Eli'ni tartışıyoruz şimdi de. Pek çok yönden okuyucuyu zorlayan bir kitap olmasına rağmen birlikte en iyi şekilde çözümleyeceğimize inanıyorum.

Mesajlarınızı bu başlığın altına göndermeye başlayabilirsiniz.

Herkese iyi tartışmalar.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #1 : 04 Mayıs 2015, 13:29:30 »
Hadi "Bismillah" diyerek, her ne kadar; Ataist olduğunu söyleyen bir yazarın kitabını eleştirmeye Tanrı adıyla başlamak ne kadar doğruysa ilk taşı, pardon ilk lafı atıyorum...
Öncelikle yapacağımız tartışmayı ciddiye aldığımı söylemeliyim. Öyle, "Valla çok güzeldi... Fena değildi" tarzından bir kaç kelamla sıramı savuşturmak istemiyorum. Kitabı yirmi gün önce falan bitirdim. İstediğim önce bir okuma yapmak, daha sonra dikkatli bir şekilde ve alışkanlığım olmadığı halde önemli kısımların altını çizerek okumaktı. Kitabın bende bıraktığı ilk etki bu romanın benim tarzım olmayışıydı. Bilim Kurguyu sevdiğimi her zaman her yerde söylemişimdir. Bir kaç yıldır da Fantastik Kurgu okumaya başladım. Karanlığın Sol Eli beklediğim ve daha önceleri okuduğum bilim kurgulara benzemiyordu. Maalesef okumakta zorlandım ve inanın -Ursula Hanım hayranları beni bağışlasın- okumaya tekrar başlayamadım. İşyerim ile evim arası uzun sayılabilecek bir yol. Genellikle bir kitap olur yanımda, yolda, minibüslerde okumak için. Karanlığın Sol Eli kaç gündür yanımda ve açıp tekrar okumak içimden gelmiyor.
Bu yazdıklarım sonucunda tartışmalara katılmayacağım anlamı çıksın istemiyorum. Bu nedenle Mayıs ayının dördü olduğu halde hala birşeyler yazılmamış, tartışmalar başlamamış olduğunu gördüğüm için bir yerden başlamak için yazıyorum.
hadi bakalım sıra sizde...


Edit: Arkadaşımızın başka bir konuya attığı mesajını olduğu konudan alıp buraya taşıyınca ilk mesaj onunki oluyor. Oysa konunun ilk mesajı Sayhh'ın açtığı olmalı. Sayhh'tan önce atılan bir mesaj olunca zaman şeysi sorun çıkartıyor.
Her neyse, tartışmamızın ilk mesajı azizhayri'den geldi :). O nedenle bu konuda bu şekilde paylaşıyorum.

Çevrimdışı Aerndal

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #2 : 04 Mayıs 2015, 18:49:40 »
İlk defa böyle bir etkinliğe katılıyorum o yüzden ne yazmam gerektiği hakkında biraz tereddütlüyüm ama bir yerden başlamak lazım. 
Uzun zamandır Le Guin in kitaplarından birini okumak istiyordum. Kendisinin ismi hep büyük isimlerle beraber anıldığı için ilgimi çekmişti. Ben Yerdeniz serisiyle başlarım diyordum ama etkinlik sayesinde bir yerden başlamış oldum.
Açıkçası kitabı okurken zorlandım. Okunması zor yada ağır bir kitap olduğu için değil. Ne kadar uğraşsam da bir türlü kitabın içine girmeyi başaramadım. Bunun en büyük nedenini her zaman fantastik kurguyu daha fazla sevmeme bağlıyorum.
Her şeye rağmen kitabın konusu oldukça ilginç. Cinsiyetsiz insanların dünyası ve uzaydan onu kendi birliğine katmaya gelen elçi.Bizim için normal olanın kitap boyunca ucube ve sapıkça görünmesi de oldukça ilginçti.
Asıl ilgimi çeken nokta  cinsiyetin ve şehvet eksikliğinin toplum üzerine etkisiydi. Bir çok alanda daha iyiymiş gibi duruyorlardı.Ama kitabı kapattığımda ne olursa olsun insanın ne yazık ki insan olmaya devam ettiğini düşündüm.
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar herhalde,tartışma devam ettikçe görüşürüz.

Çevrimdışı Rosemary

  • **
  • 282
  • Rom: 12
  • With tired eyes, tired minds, tired souls we slept
    • Profili Görüntüle
    • last.fm
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #3 : 04 Mayıs 2015, 19:07:02 »
Kitabın başlarında içerisine girmekte bayağı zorlansam da okuyarak bunu biraz olsun aşabildim.

Dünyaya iki karakterin gözünden bakıyoruz, Ai ve Estraven. En çok hoşuma giden ise iki cinsin dışarıya ve birbirine bakış şekli. İkilik durumunun olmamasını ideal olarak görmek sanırım etik duruyor. Fakat ne ölçüde faydalı ve ilerlemeye açık olduğu ise tartışılabilir. Bence cinsel kimlik kişinin yürümek istediği yolda göze alabileceği tüm risklerdir, dünyalılar açısından. Cinsel kimliğin bir anlamda yok olması ise risklerin ve bununla birlikte makul getirilerin ortadan kalkmasıdır.

Çift cinsiyetliliğin yaşamın her alanına sirayet etmesi hayatı daha mı yaşanılır kılmış ya da tekdüzeliğin monoton ritmi bireyleri hissizleştirip mekanik bir doğrultuya oturtarak varoluşsal bir anlamsızlığa mı sürüklemiş? Bilemedim.

Yanıtlanması zor olan fazla sayıda soru var. Fakat bu soruların cevaplanma isteği dışında asıl olarak kişiyi rahatsız etme amacıyla sorulduğunu düşünüyorum.

Kitabı fazlasıyla karanlık ve kışkırtıcı buldum. Güzel fikirlerle takla attım. Gerçi hâlâ tam olarak çözemediğimi düşünüyorum bu yüzden pek fazla şey söyleyemeyeceğim. Bir daha okursam daha iyi anlayabilirim gibi. Ama bir daha okumaya da pek isteğim yok gibi, okuma olarak sıkıcı bir deneyim sunduğundan dolayı.

Bir de nasıl karşılarsınız bilmiyorum ama, dile getireyim. Kitap fikir ve kurgudan oluşuyor. Fikir güzel, kurgu güzel. Ama ikisi bir potada bence tam olmamış. Yani bence bu kitap ya kurguya odaklanmalıydı ya da bir fikir kitabı olarak çıkmalıydı, belki o zaman daha çok özümseyebilirdim. Kitaba bilimkurgu demek pek içimden gelmiyor. Belki de ilk defa böyle bir kitap okuduğum için ben duvara toslamış olabilirim. Ama bence fikirler kurgunun çok da önüne geçmemeli aksi halde pek lezzeti kaldığını düşünmüyorum.

Alıntı
“Hode yanıtladı, ‘burası tipinin içindeki yer. Biz, kendi canına kıyanlar burada kalırız’”

Burada aklıma direkt 2006 yapımı Wristcutters: A Love Story adlı film geldi. Filmde intihar edenler sadece intihar ederek ölen kişilerin yaşadığı bir dünyaya gidiyor. Filmle kitaptan önce tanıştığım için çok etkileyici bulmuştum. Kim bilir belki de film yukarıdaki cümleden az da olsa esinlenmiştir.

Ayrıca mil yerine kilometre kullanılsaydı daha güzel olurdu diye düşünüyorum. İkide bir kafa hesabına başvurdum bu yüzden.

Son olarak. Bi ekmekelması olsa nasıl yerdik ya!

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #4 : 04 Mayıs 2015, 19:48:03 »
Merhaba arkadaşlar, öcelikle mazeret kısmımız geliyor.

Spoiler: Göster
Okulumdaki sınavların düzensizliğinden dolayı kitabı okumuş olsamda üzerine uzun uzun düşünme fırsatım olmadı maalesef. Ve haziranın başına kadar da olamayacak. Ah şu finaller. Halbuki kitapta tartışmaya açık tonla yer var. :) neyse devam edelim.


Başlaycağım nokta için Machevelli’nin yazmış olduğu “Prens” kitabından iki kavramın tanımını almam lazım. Bunlar hali hazırda olan ama Machevelli tarafından yeniden tanımlanmış kavramlar. “Fortuna” ve “virtue”. Fortuna, İngilizcede “fortune” olarak kader, talih, şans, kısmet gibi anlamlara gelir ki “kader” dışındaki anlamların aydınlanma döneminden sonra dile girdiğini varsaymak pekala doğrudur. Çünkü o devirde olan şey ilahi olan kaynakların dünyevi olanlar ile değiştirildiği bilinen bir şeydir. Machevelli fortune derken sosyal ilişkileri ve bunların getirdiği olanakları, kısaca “şans” diyebileceğimiz ve şans minvalindeki herşeyi ifade ediyor. Yani kaderi değil insanın yaşadığı hayattan doğan olanakları. Virtue ise İngilizceden erdem diye çevrilebilecekken Machevelli’nin kullandığı anlam daha farklıdır. Bu tanımı Estrave’nin bir cümlesiyle belirtmek sanırım daha iyi olacak. Tek bir yeteneğim vardır benim; talih çarkının ne zaman dönmeye başladığını bilmek ve harekete geçmek. Machevelli’nin tanımı  tam olarak budur. Bir nevi fortunayı kullanabilme becerisi.

Bu tanımı kullanarak iki karakteri; Genli Ai ile Estraven’i inceleyelim. Ai maalesef sadece fortuna ile iş gören bir karakter. Ona sağlanan yardımlar ile ayakta kalıyor ve işlerini yoluna koyuyor. Estraven ise tam anlamıyla (Günümüzde kullandığımız anlamda.*) bir Machevelyenist. (doğru mu yazdım emin değilim ama siz anladınız :)) Kendi hedefleri uğruna her türlü yolu deniyor. Uğraşıyor didiniyor. Ai farkında olmadan hayatını kurtarıyor mesela burada Machevelyenist tanımından çıktığını düşünebilirsiniz maalesef çıkmıyor. Çünkü onun yaşayıp gezegene davasını anlatması ve Ekumen’e Kış’ı üye yapması aslında Estraven’in hedefi. Kitabın sonunda
Spoiler: Göster
kendi canını vermesi bile bunu değiştirmiyor. Zira her ne kadar aşkı (?) uğruna ölsede, ölümünün hedeflediği şeye katkıda bulunacağını biliyor.


Tanımlar üzerinden gideceğim kısım bu kadar aslında şu anda kafamda toparlaya bildiğim kısım sadece bu kadar. Üzerinde konuşmak istediğim konular: “Nusuth” kelimesi ve onun altında yatan felsefenin nasıl bir şey olduğu, Kış taki “Hinddharta” (Sanıyorum doğru yazdım) inanışı, Estraven’in ülke sevgisi anlayışı, tabiki iki toplumun yaşayış farkı ve bunun devlet sisteminlerine etkisi yada tam tersi. Son olarak millet kültürünün olmayışıyla birlikte farklı iki devlet sisteminin yaşamını devam ettirebiliyor oluşu.
Spoiler: Göster
Demem o ki ben yazamıyorum. Siz tartışın ben okuyayayım araya girerim artık :D


*Günümüzde Machevelyenist, daha çok siyasi düzlemde kullanılan bir kavram. Hedefleği şey uğruna insanın herşeyi yapabilecek olaması herşeyi.[/i] Bunun sebebi ise örneğin “Prens” kitabında Machevel’in prenslere prensliğin nasıl olması gerektiğinin anlattığı ve bunu yaparkende acımasız yöntemleri kullanma cevazı veren inanıştır. Russo’ya göre ise Machevel’in Prens’i prenslere “Nasıl Prenslik Kurulur 101” olmaktan öte halka “Bak bu prensler böyle iş görüyor, inanma, kanma  bu bit yavrularına uyanık ol” çağrısı.

Alıntılar
+ Ulaşılacak bir sonu olan bir yolculuk yapmak iyidir, ama asıl önemli olan yolculuktur.

+ Ülkesini sevmek nedir; başka ülkeleri sevmemek mi? Öyleyse iyi bir şey değil bu. Yoksa sadece kendini sevmekten mi ibaret.
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #5 : 04 Mayıs 2015, 23:45:12 »
Spoiler uyarısını baştan ekleyelim önce :D

Kitabı bitireli yaklaşık bir hafta oldu. Aslında şu an bu yazıda nelerden bahsedeceğimi bilmiyorum o yüzden dağınık bir şey çıkabilir ortaya, kusura bakmayın :D

Bu etkinlik aracılığıyla Rıhtım'a da ufak bir geri dönüş yapmış oldum böylelikle. İzmir Kitap Fuarı zamanlarında Denaro Forbin'le konuşurken "Le Guin okumak istiyorum sence ne okuyayım?" gibi bir şey demiştim o da okuma etkinliğinden bahsetmişti ve bu şekilde gidip kitabı almıştım.Fuardan döner dönmez de başladım okumaya.

Kitapta ilk olarak şu gözünüze çarpıyor, başlarda her iki kelimeden birinin anlamını bilmiyorsunuz ve yer adları, tuhaf kişi adları ve değişik kavramlar arasında kafanız karışıyor. Okudukça oturuyor yavaş yavaş.

Aslında kitap hakkında en sevdiğim ve bahsetmek istediğim şey de buydu: kitaptaki bize yabancı gelen her şey iki yüz küsür sayfada o kadar güzel işlenmiş ki, cidden hayran oluyorsunuz bitirdiğiniz zaman. Kemmer diye bir şey var mesela. Kitabın ilk seksen sayfasında defalarca görüyorsunuz bu kelimeyi ama anlamını tam olarak kavrayamıyorsunuz hiç. Sonra hop Le Guin oraya bir tür ara bölüm koyuyor, kemmer kavramı oturuyor. Dünyayı tam tanıyamıyorsunuz diyelim, kendinizi yabancı hissediyorsunuz hala, korkmayın. Her şey oturacak. Hem de öyle güzel oturacak ki, ne olduğunu anlamadan hem kitabı bitirmiş hem de her şeyi anlamış olacaksınız. Bahsetmek istediğim ilk şey bu.

İkincisi ise tabi ki kitapta işlenen cinsiyetsiz (ya da çift cinsiyetli) toplum fikriydi. Hele ki son zamanlarda bu tür konularla ilgilendiğim de düşünülürse, kitap çok iyi geldi üstüne. Başta Genli Ai ile birlikte bize de tuhaf geliyor, hayal etmekte zorlanıyoruz. Canlandıramıyoruz tam o insanları. Ama kitabın sonunda biz de Ai gibi erkek-kadın gördüğümüzde garipsiyoruz, "...bir adama ya da bir kadına değil de bir insana ait olan yüzü beni rahatlattı, tanıdık ve doğru geldi.." derken ne demek istediğini çok iyi anlıyoruz. Bu da iyi kitapların bir özelliği sanırım, insan üzerinde böylesine güçlü etkiler bırakabilmek.

Son olarak bahsetmek istediğim şey de hikayenin anlatılış biçimi. Başta Ai'nin ağzından dinliyoruz, sonra araya efsaneler, mitler vs. giriyor, sonra bir anda Estraven'in (hayır Therem'in :D ) gözünden görüyoruz olayları, sonra tekrar Ai tekrar Therem. Bu da aslında ilk bahsettiğim şeye giriyor biraz, hikayenin işlenilişi.

Sonuç olarak beni etkileyen yazarlar listesine bir kişi daha eklenmiş oldu ve elimde bulunan Mülksüzler'i okuma sıramda öne çektim. Rıhtım bana bir taşla iki kuş vurdurttu.

Ve bir alıntıyla bitirmek istiyorum, benim çok hoşuma gitmişti: Bir çocuk doğduğunda onun hakkında sorduğumuz ilk şey nedir?

not: alıntıyı internetten aldım, kitapta nerede geçiyordu hatırlayamadığım için. belki de eski baskıdaki halidir, farklı olabilir.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #6 : 05 Mayıs 2015, 22:46:58 »
Herkes kitap hakkındaki görüşlerini ve fikirlerini kısaca yazacak sanıyorum ama ben ufak bir tartışma başlatmak niyetindeyim ve kitapta dikkatimi çeken iki noktaya değinip fikirlerinizi soracağım. (Kitabı okuyalı epeyce zaman geçti, yanlışım olursa affedin lütfen.)

Öncelikle Le Guin'in ufak bir çakallığı olduğunu düşündüğüm bir etken var kitapta; Kış gezegeninin iklimi. Kış gezegeni adından da anlaşılabileceği gibi oldukça çetin koşulları olan ve çok soğuk bir gezegen. Yazar, Mülksüzler kitabında da benzerini gördüğümüz üzere, farklı bir sistemi ele almayı denediği eserlerinde normal şartları esnetmeyi tercih ediyor. Kış gezegeninin sakinleri sürekli olarak çetin hava koşullarına alışmış durumdalar ama doğa şartları onlar için her zaman bir engel teşkil ediyor, bir nevi birbirlerine destek olmalarını gerektiren ortak bir düşman görevi görüyor. Sizce Le Guin'in kurmuş olduğu sistem daha ılıman, doğa şartlarının daha elverişli olduğu bir ekosistem içerisinde de burada olduğu gibi işler miydi? Cinsiyet farklarının olmadığı bir dünyada insanları birbirine döndürecek başka şeylerin türemesi burada olduğuna oranla daha kolay mu olurdu yoksa insan her yerde her şekilde insanlığını yapar mıydı?

İkinci değinmek istediğim nokta cinsiyet ayrımının olmadığı bir sistemi ne kadar iyi anlatırsa anlatsın bizim bunu algılama şeklimizin hiç de kitaptaki karakterler gibi olmadığı. Tamam, Ai'nin olaylara bakış açısı bizim bakış açımıza oldukça yakın, fakat bir noktadan sonra (doğal bir süreç içerisinde) o bu duruma ayak uydurmaya başlıyor. Peki biz de onunla birlikte bu çift cinsiyetli topluluğa alışabiliyor muyuz? Estraven'i kitabın son sayfalarına kadar bir kadın ya da erkek olarak düşünmeye devam ettiniz mi? Yoksa Le Guin'in anlatımı, fikirleri ve dünyası sizi içine çekerek tıpkı Ai gibi Kış halkını sadece insan kimlikleriyle görmenizi sağladı mı?

Kitabı okuduk ve bir şeyler kazandık, belki birtakım fikirlerimiz değişti. Bunların üzerine tartışmak çok tatlı olacaktır.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #7 : 05 Mayıs 2015, 22:59:57 »
Kitabı okuduk ve bir şeyler kazandık, belki birtakım fikirlerimiz değişti. Bunların üzerine tartışmak çok tatlı olacaktır.

Ya bir zamanını bulsam, tartışmaya açmak istediğim çok şey var; ama bir türlü vaktini bulup da uzun uzun yazamadım. Şimdilik sadece şunu şuraya bırakıp kaçacağım ki,

galiba 1987'da Le Guin, bir röportajında kitapta cinsiyet konusunu "aslında gerçekten de o kadar iyi işleyemediğini itiraf etti" gibi bir bilgi var elimizde.

Dolayısıyla ben özellikle bizlerin, kitapta cinsiyet/cinsellik konusunu nasıl gördüğümüz, ne düşündüğümüz, Le Guin'in işleyişine nasıl baktığımızı pek merak ediyorum.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı VeRMiNaaRD

  • ***
  • 461
  • Rom: 1
  • Star-Lord
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #8 : 05 Mayıs 2015, 23:54:43 »
Birkaç hafta önceki Kahramanın Yol Türküsü yayınında chatte Ursula'yı beğenmediğimi söylediğimde seni öldürür buraya gömeriz demiştiniz. Ben yazarın 3 kitabını okuma yeltendim ancak üçünde de ortalarında dayanamayıp bıraktım. Bu sefer bu etkinlik için dişimi sıkıp okuyayım dedim ama yok vallahi okuyamıyorum. Ursula K. Leguin bana hitabeden bir yazar değil. Gerçi ben distopya eserleri genelde pek beğenmiyorum. Belki de ondan kaynaklanıyor ama bilmiyorum işte beni sıkan birşey var  :D

Çevrimdışı Aerndal

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #9 : 06 Mayıs 2015, 00:16:23 »
Bence her ne kadar iklimin yaşayış biçimleri üzerindeki etkisi büyük olsa da düşünce yapılarında bir farklılık oluşturacağını sanmıyorum. Çünkü Kış gezegenindeki insanlar farklılıklarını tamamen cinsiyetsiz oluşlarından alıyorlar.Yani ilk soruna cevap bence insan her yerde insan olmaya devam ediyor.

İkinci soruna cevabım ise hayır. Ben kitap boyunca kış gezegeni halkına alışamadım. Düşüncesi garip geldi. Tıpkı onların Ai için sapkın demeleri ve alışamamaları gibi. Bende onları garipsedim. Ama insanoğlunun yeterince süre verilirse herşeye alışabilme ve adapte olabilme özelliği var. Yani eninde sonunda normal gelmeye başlardı.

Çevrimdışı TheWalkingIdeas

  • **
  • 348
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #10 : 06 Mayıs 2015, 01:18:31 »
     Kitabı okumayanların etkinlik sayfasına girmeyeceğini düşünerek yazıyorum. Böylece spoiler uyarısında da bulunmuş oldum.
     
     Uzun zamandır ha okudum ha okuyacağım deyip, araya sürekli başka kitaplar girmesi sureti ile ertelenmekten kurtulamayan bir kitaptı Karanlığın Sol Eli. Etkinlik sayesinde okumuş oldum. İyi de oldu, sevdim kitabı. Zaten Le Guin ninemizi sevmemek mümkün mü? Kendim yanıtlıyorum, hayır.

     Sanıyorumki Le Guin bilinmeyen gezegenlere yabancılar göndermeyi çok seviyor. Okuyanlar bilir Mülksüzler’de de böyledir. Karakterimiz bilmediği bir gezegene gider, gezegeni tanımaya çalışır. Farklılıklara alışması kolay olmaz. Garipsediği onlarca şeyle karşılaşır, sorgular, zamanla alışır falan filan…

     Mülksüzler, en özet haliyle iki ayrı gezegendeki siyasi ve sosyolojik yapıyı inceler ve kimse bahsetmese de vicdan kavramı üzerinde fazlasıyla durur ; içsel bir sorgulama yapmamızı da ister. Karanlığın Sol Eli’nde ise yine benzer metodlarla cinsiyet kavramının insan yaşayışı üzerinde etkisinden bahseder. Sadece ikili ilişkilerde oluşan farklılıklardan bahsetmez tabiki de, cinsiyet farkının olmadığı bir toplumun sosyolojik yapısını gözümüzde canlandırmamızı hedef edinir. Bunu yaparken de ince ayrıntıları bile atlamaz. Halkın gözünden androjen bir kral nasıl görünür, soy ilişkisi ataerkil olmayan bir toplumda nasıl sağlanır gibi sorular üzerinde de durur.

     Le Guin, uzak diyarlardan gelen gezginin gözünden olayları en iyi şekilde kavrayıp sorgulamamız için de harika bir yol seçer. Nedir o harika yol? Soruyu sorarken cevabı verdim bile. Cevabımız “yol” sözcüğüdür. Birini tanımanın en iyi yolu o kişi ile yolculuk etmektir derler. Le Guin de aynen bunu yapıyor. Gezginimizi iki yıl kadar görüşmüş olmasına rağmen bir türlü tanıyamadığı başka bir karakterle çok çok uzun bir yola çıkarıyor. Bence hikayeye kaymak kıvamını ve tadını veren öğe budur.

     Kitabın asıl amacı bizlere cinsiyet kavramını “gerçekten” kavratmak ve tabularımızı yıkmamızı sağlamak olsa da diplomasi konusunda da diplomatlara giydirmiyor değil. İki farklı ülkenin de yönetim birimlerinin -meclis ve kral - danışman ya da dış etkenlerden nasıl etkilendikleri az da olsa gösteriliyor. Biraz da yönetimin halkı gerçekten düşünmediğini söylenmeye çalışılıyor. Le Guin, her ne kadar anarşişt gösterilse de ben tamamen anarşist olduğunu düşünmüyorum. Bunun da Amerikalı olmasından kaynaklandığı düşüncesindeyim, sizler ne düşünürsünüz bilemiyorum.

     Yolculuk kısmı en hoşuma giden kısım oldu. En basitinden sadece macera kısmı bile tüm harika şeyler atılsa dahi okunur. Kitabı içim buruk bitirdim. Bunun nedeni de malum ölüm yüzünden oldu.

     Bahsedilecek onlarca şey var ancak söylemek istediklerimin devamını önemli görüp not aldığım alıntıları yorumlayarak yapacağım. Atladığım şeyler varsa kusura bakmayın, yazmaktan ellerim uyuştu.

“İnsanlar arasında yerim yok. Kimse beni görmüyor. Konuşuyorum ama duymuyorlar. Geliyorum ama karşılamıyorlar. Ateşin yanında benim için bir yer, sofrada benim için bir tabak, uzanıp yatacağım bir döşek yok. Ama hala bir adım var. Benim adım Getheren. Bu adı Ocak üzerine bir lanet olarak bırakıyorum ve yanında da bu utancı. Benim için saklayın bunu. Artık adım olmaksızın ölümümü aramaya gideceğim.” ( Sayfa 32)

     Açıkça görüldüğü gibi bahsedilen kavram toplumsal baskı, bizdeki adı ile “mahalle baskısı”. Buna kendi toplumumuzdan onlarca örnek verebiliriz. Hangimiz ailesine sevgilisi olduğunu söylerken çekinmedi ya da hangimiz bu nedenlerden ötürü yalan söylemek zorunda kalmadı? Bizim toplumumuzda -belirgin şekilde- bu baskı daha çok kızların üzerinde. Sevgilisiyle görüştü diye dayak yiyen kimseyi tanımıyor muyuz? Töre cinayetleri, insanların kardeşlerini öldürmek zorunda bırakılmaları…
     Eşcinsel insanlara kötü gözle bakılmıyor mu? Eşcinsel insanlar toplum tarafından dışlanıyor ve varlıkları görmezden geliniyor. Şiddete maruz kalıyorlar. Bazen ise daha kötüsü öldürülüyorlar. Sıradan heteroseksüsel ilişkilerin bile normal görülmediği bir toplumda bunlar çok da garip olmasa gerek, bunu üzülerek söylüyorum. Ayrıca sanmayın bunlar yalnızca bizim ülkemizde var, dünyanın her yerinde var. Ben sadece kendi yaşadığım toplumu diğerlerinden daha iyi tanıdığım için bu örnekleri veriyorum.
Utanması gereken ne eşçinsel olandır ne de sevgilisi olduğu için aşağılanan bir kızdır. Utanması gereken toplumun kendisi ve aşağılık zihniyetleridir. Toplum tabularını yıkmayı başaramadıkça da bu böyle olmaya devam edecektir.

“Yanlış soruların cevabını bilmenin ne kadar yararsız olduğunu göstermek için.” (Sayfa 69)

“ ‘Bilimmeyen’ dedi Faxe’nin ormanda çınlayan yumuşak sesi, ‘önceden görülmeyen, kanıtlanmayan, hayat bunlar üzerine kuruludur. Cehalet düşüncenin temelidir. Kanıtsızlık eylemin temelidir. Tanrı’nın olmadığı kanıtlansaydı dinler olmazdı, ne Handdara, ne Yomeshta, ne de Ocak-tanrıları, hiçbiri. Ama Tanrı’nın olduğu kanıtlansaydı da gene dinler olmazdı… Söylesenize, Genri, nedir bilinen? Kesin, tahmin edilen, kaçınılmaz olan sizin ve benim geleceğimize dair bildiğimiz tek kesin şey nedir?’
‘İkimizin de öleceği.’
‘Evet, işte, cevabı olan tek bir soru var, Genri ve o yanıtı da zaten biliyoruz. Hayatı mümkün kılan şey, sürekli, dayanılmaz belirsizliktir; yani bir sonra ne olacağını bilememek.’ “ (Sayfa 69)

     Ne zaman öleceğimizi bilseydik hayatımız bu kadar renkli ve değişken olabilir miydi? Sanmıyorum. Ama en çok merak ettiğimiz soruların başında da bu gelir. Hep geleceği merak ederiz. İleride neler olacak, hayatımızda neler değişecek gibi soruların yanıtlarını arar dururuz. Saçma bulduğum yöntemlerle bu soruların cevaplarına ulaşmaya çalışan onlarca insan görebilirsiniz. Saçma bulduklarımızı soracak olursanız, falcılık, medyumluk, büyücülük vs. cevabını veririm.

     Hayatımızı anlamlı kılan içinde sürekli olarak barındırdığı bilinmezliktir. Bilinmezlik umut doğurur, hayal kurmamızın önünü açar. Hayatımızın en kötü döneminde bile ileride iyi şeyler olabileceğini düşünerek pes etmek düşüncesinden vazgeçeriz. Belki iyi olur, belki de kötü günler silsilesi son bulmaz. Kim bilebilir ki. Düşüncenin esası da budur.


“Toplumsal-cinsel etkileşim kalıplarımızın hiçbiri yok burada. Onlar bu oyunu oynayamazlar. Onlar birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmezler. Bizler için tahayyül edilemez bir şey bu. Yeni doğmuş bir bebek hakkında ilk sorduğumuz soru nedir?” ( Sayfa 88)

     Hemen cevap vereyim. Hepimizin bildiği gibi ilk soru bebeğin cinsiyetidir. Çünkü bu kavram o kadar önemlidir ki tüm yaşantımız cinsiyetimize göre yön değiştirir. Din ve milliyet gibi kavramlarda ayrım yapılınca hemen fark ediyoruz da bu iş cinsiyete gelince biraz daha gözardı ediliyor gibi. Oysa ki cinsiyet kavramı da dünyada büyük bir ayrım oluşturur. Le Guin, o kadar adaletli ve eşitlikçi bir insandır ki bunu gözardı etmez. Başkalarının da gözardı etmemesi için uğraş verir. Bakınız kitap yazmış.

“ Bir insan sadece insan olarak dikkate alınır ve değerlendirilir, ürkütücü bir deneyim bu.” (Sayfa 89)

     Ne kadar harika bir ifadedir, insanın yalnızca insan olarak dikkate alınıp değerlendirilmesi. Hep bunu savunmuşumdur. İnsanı yalnızca insan olarak görebilirsek hiçbir sorunumuz olmayacağını iddia ederim. Gezginin bunu “ürkütücü” olarak değerlendirmesi oldukça normaldır. Zira böyle bir dünya ile karşılaşmış olması bahsettiği gezegen düşünülünce fazlasıyla zor.

“Marjinal halklar, zorlukla ayakta kalabilen ırklar savaşçı olmazlar çoğu kez.” ( Sayfa 90)

     Keşke tüm nesneler dünyaya eşit şekilde dağılsa da kıtkanaat geçinebilen antimilitarist toplumlar olsak. Bunun en büyük nedeni de dünyadaki büyük adaletsizliktir.
Marjinal halklar demişken, farklı olmaktan bu kadar korkulmasını anlamsız buluyorum. İnsan kavramını güzel yapan içinde barındırdığı on milyonlarca fonksiyondur, farklılıklardır.

“Hipotetik deneyin amacına dair bir diğer tahmin: Savaşın ortadan kaldırılması. Eski Hainliler insan dışında hiçbir memelide rastlanmayan sürekli cinsel kapasite ve örgütlü toplumsal saldırganlık özelliklerinin birer neden ve sonuç olduğunu mu düşünmüşlerdi? Yoksa, Tumass Song Angot gibi savaşın tamamen eril bir yerdeğiştirme etkinliği, muazzam bir ırza geçme olduğunu düşünerek deneylerinde ırza geçen erkekliği ve ırzına geçilen kadınlığı mı yok etmeye çalıştılar? Tanrı bilir. Gerçek şu ki Gethenliler rekabete son derece yatkın olsalar da (prestij rekabeti, vs. için sağlanan gelişkin toplumsal kanallarda görülüyor bu) çok saldırgan görünmüyorlar; en azından savaş adını verdiğimiz şeyi hiç yaşamamışlar şimdiye kadar. Birbirlerini birer ikişer öldürebiliyorlar, nadiren onar yirmişer olabiliyor ama asla yüzlerce, bınlerce öldürme yok, neden?” (Sayfa 89)

     Savaş kavramı belki de gerçekten yalnızca erkeklik denilen kavramdan çıkagelmiştir. Belki de bahsedilen savaşsızlık durumu androjen psikolojileriyle alakasız. Le Guin de bu konu da kararsız. Belli ki yalnızca sorgulamamızı istemiş. Sizce neden?

“Karhide’de bir yabancı düşman, işgalci değildir. Bilinmeyen yabancı bir konuktur. Asıl düşmanınız komşunuzdur.”

     Bizler genel olarak bilinmeyenden korkarız. Filmlerimizde ve müziklerimizde korku öğesi olarak kullandığımız şeyler çoğunlukla bilinmeyen varlıklardır veyahut olgular. Tanımadığımız birine temkinli yaklaşırız, tanımadığımız birine kapımızı açmayız. Karhide’de bu durum farklı, toplumun sosyolojik yapısından kaynaklı bu da tamamen.

“Analık ve babalık içgüdüsü arasında sözünü etmeye değer bir fark olduğundan kuşkuluyum: Anababalık içgüdüsü, koruma, kollama isteği cinsiyete bağlı bir özellik değil…” (Sayfa 92)

     Ben de bu konuda farklı düşünmüyorum. Bu kavramı genelde analık içgüdüsüne indirgiyor “babalık” kavramını biraz daha dışarıda bırakıyoruz. Bu da çocuğu doğurup büyüten ve -genelde klasik- babanın evde daha az bulunması dolayısıyla annenin bu içgüdüye yakınlığı olarak yorumlanıyor. Düşününce çok da mantıksız sayılmaz ancak kavramları birbirinden ayıracak kadar da farklılaştırmak doğru değil.

“Ateist olmak da Tanrı’yı sürdürmektir. Varlığı da yokluğu da aynı anlama gelir kanıtlama düzleminde.” (Sayfa 134)

     Varlığını tartışmak kanıtlama düzleminde sonuçları teke indiriyor. Olasılığın “1” den büyük olamaması gibi.

“Karhide’de kral ve kiorremi, insanların yaptıklarını gayet iyi denetleyebilir ama işittiklerini pek az, söylediklerini ise hiç denetleyemezler. Burada devlet sadece eylemi değil, düşünceyi de kontrol edebiliyor. Hiç kimsenin başkaları üzerinde böylesi bir güce sahip olmaması gerek.” (Sayfa 135)

     Torba değil ki ağzını büzesin ama burada o torba olmayan ağzı da büzüyorlar demek istemiş sanırım ninemiz. Alıntının son cümlesi muazzam güzel. Böylesine bir güce sahip olunmaması gerek ama gayet sahipler. Yaşadığımız ülkede de ağız büzen, kulakları tıkayan ve gözleri kapayan biri var, onu tanıyorsunuz.

“Ve bu merkezde geçmil zaman yoktur, gelecek zaman yoktur. Olmuş değildir, olacak değildir. Olmaktır. Hepsi budur.” (Sayfa 142)

“Ülkesini sevmek nedir; başka ülkeleri sevmemek mi? Öyleyse iyi bir şey değil bu. Yoksa sadece kendini sevmekten mi ibaret? O zaman iyi bir şey olabilir, ama bunu bir erdem bir meslek haline getirmemek gerek.” (Sayfa 181)

     Le Guin’in bu sözü milliyetçiliğin faşizan hale gelmemesi için ders niyetine okutulur. Milliyetçilik kavramını harika özetlemiş. Başka diyecek bir şeyim yok. Söz gayet açık ve fazlasıyla yeterli.

“Cahil, Handdara anlamında, soyutlamaları reddetmek, nesnenin kendisine sıkı sıkı yapışmak anlamına gelir. Bu tavurda biraz kadınsı bir şeyler, soyutun, idealin reddir ve verili olana boyun eğme vardı ki bu beni rahatsız ediyordu.” (Sayfa 182)

     Soyutlamaları reddetmek kavramını maddesel varlığı bulunmayan olguları reddetmek diye ele alırsak. Bilimsellikten uzaklaşmak olarak görebiliriz. Ama Le Guin’in bunu söylemek istediğini sanmıyorum. Materyalizm’e karşı söylemiş olsa gerek. “Nesnenin kendisine sıkı sıkı yapışmak.” cümlesi de alıntının özeti olur herhalde.

“Kötü bir yönetimden nefret etmeyen adam aptalın tekidir. Ve yeryüzünde iyi yönetim diye bir şey varsa ona hizmet etmek büyük zevk olurdu.” (Sayfa 182)

     Bu söze tribün ağzıyla “yürü be kim tutar seni” tarzı bir tepki verdim. İyi yönetim denen kavramın varlığına inanmıyorum. Bu da demek olur ki tüm yönetimlere karşıyız. Ellerinden öpüyorum Le Guin.

“Bir arakadaş. Her arkadaşın ayın yeni bir evresinde sevgili olabileceği bir düzende arkadaş kimdir? Ben değilim, erkekliğim içine hapsolmuş olan ben. Ne Therem Hart’ın, ne de ikisi birden, çevrimsel aya göre değişken, bir anda başkalaşan, insanlığın bu değişkenleri, benim kanımdan değillerdi ; aramızda sevgi olamazdı.” (Sayfa 182)

“Açık sözlüydü ve karşılığında benden de, elimden gelmeyen bir açık sözlülük bekliyordu. Ne de olsa gurur meselesi yapacağı hiçbir erkeklik, erkeksilik standardı yoktu.” (Sayfa 187)

“Öte yandan, benimleyken yaptığı gibi o da şifgretor standartlarını indirse, onun benim şifgretoru anlamadığım gibi anlayamadığı erkeksi özsaygımın rekabetçi yönlerini denetleyebilirdim ben de.” (Sayfa 187)

“...Ai bitkin ve öfkeliydi. Ağlayacak gibi duruyordu ama ağlamadı. Sanırım ağlamanın kötü ya da utanılacak bir şey olduğunu düşünüyor.”  (Sayfa 195)

     Gayette oldu sevgi, kendini kandırma sevgili gezgin dostum. Alıntının girizgahı kitabın kilit noktalarından biri bence. Gezgin dostumuz da çok güzel sorguluyor kendini ve erkeksiliğini. Ağlamayı utanç olarak görmesinin yadırganması gibi.Gururdan yoksun insanın saklayacağı utanacağı bir şeyi olmaz sanıyorum. Herhalde bu gurur, onur, utanç, özsaygı, rekabet gibi kavramları cinsiyet farklılıkları yaratıyor.
Le Guin, “erkeksilik” ve “kadınsılık” kavramını gerçekten muazzam şekilde aktarmış ve eleştirmiş, hayran olmamak imkansız.

“Ateş ile korku iyi birer uşak, kötü birer efendidir.” (Sayfa 194)

     Aklıma ilk gelen Star Wars felsefesi oldu. Güç bizimle olsun değerli forum üyeleri.

“Ne de olsa artım cinsel yönden benden daha tuhaf bir yaratık, bir cinsel sapkın değil ; burada, Buz’un üzerinde her birimiz tekiliz, yalıtılmış durumdayız. Ben kendim gibilerden, toplumumdan ve kurallarından ayrıyım o da kendisininkinden. Burada benim varoluşumu açıklayacak başka Gethenlilerle dolu bir dünya yok. Sonunda eşitiz işte, eşit, yabancı ve yalnızız.” (Sayfa 198)

     Yalıtılmış, dış etkilerden arınmış olmak herhalde özgürlüğe en yakın olunan durumdur. İki farklı gezegenin insanını alıp ikisinin de bilmediği bir gezegene tüm etkenlerden bağımsız olarak bıraksak aralarındaki tüm farkları yok etmiş oluruz. İşte eşitlik, işte özgürlük, işte bağımsızlık.

“Işık karanlığın sol edilir
karanlık da ışığın sağ eli.
ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yanyana
yatarlar kemmerdeki sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi.” (Sayfa 199)

“Söylesene ırkınızın öteki cinsiyeti sizden ne kadar farklı?” ( Sayfa 199)

     Bunu sorulunca gezgin cevap veremez. Şaşırır, düşünür. O an bulunduğu gezegendeki farklılığı düşünür ve bence aslında bir fark olmadığı sonucuna varır.


“Tek başıma dünyanızı değiştiremem. Ama o beni değiştirebilir.” (Sayfa 219)

     Değiştirir de. Bir kişinin bir gezegeni etkilemesi mi daha kolaydır yoksa tek kişinin o gezegenden etkilenmesi mi? Tabi bir de bulunduğu gezegendeki duruma alıştıkça bunu sevip kabullenmesi var. Hepimize çok ufak gibi görünen cinsiyet farklılığı aslında ne kadar da değişikliği yol açar tek başına. Bunu görmek ve yaşamak etkileyici olsa gerek. Hak veriyorum.

“Bizler gibi bir seçim olarak görmüyor onlar intiharı. Onlara göre seçimi reddetmek, başlı başına bir intihar eylemi.” (Sayfa 240)

     İntihar seçim değil, seçim hakkını kendi elinle yok etmektir. Le Guin’in bu konudaki tavrı da açıkça ortada. Fikirlerini kitalarına serpiştirme becerisi mükemmel.

KoyuBeyaz'a Not: Kış halkını yalnızca insan kimlikleri ile görmeyi başardım. Estraven'i de cinsiyetsiz olarak görmeyi malum uzun yolculuk başladıktan sonra tam anlamıyla başarabildim ve bu kitap bitene kadar sürdü.
"Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir."

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #11 : 07 Mayıs 2015, 01:52:38 »
Hedefim tartışma başlangıcından birkaç gün önce kitabı edinip okumaktı ama İdefix'in kargomu geciktirmesi sonucu kitabı henüz yeni edinebildim.

Yorumlar gelmeye başlamış yavaş yavaş. Ben de henüz sadece önsözü okuyabildim. Ve daha fazla gecikmek istemediğim için ilk yorumumu önsözü baz alarak yapacağım. Elimdeki kitap 8.baskı, farklı bir baskıdan okuyup da "önsöz nerede?" diyen olabilir. Eski baskılarda var mı yok mu bilmiyorum.

Le Guin, kısaca sevdiğim bir yazar. Kendisinin Yerdeniz'i ile tanışmıştım ve Yerdeniz Büyücüsü hayran olduğum bir kitap. Onu okuduğum birkaç gece hala aklımdadır ve kitabın da tadı damağımdadır. Bunun haricinde Yaban Kızlar'ı okumuş ve pek ısınamamıştım açıkçası. Bir de Rıhtım Okuma Etkinliği'nin 2. ayağında Rüyanın Öte Yakası'nı okumuş ve yorumumu da şurada paylaşmıştım.

Şimdi sıra Karanlığın Sol Eli'nde. Yani Le Guin'in başyapıtlarından birinde. Önsözde çok önemli birkaç cümle yakaladım. Le Guin'in ne kadar usta bir yazar olduğunu, çok önemli konulara dokundurduğu ince mesajlar aracılığıyla daha iyi fark etmiş oldum. Şimdi buraya önsözden birkaç alıntı bırakacağım.

"Bilimkurgu ön bilici değil, betimleyicidir." diyor Le Guin. Bilimkurguya bakışı çok farklı ve ben bu bakış açısını sevdim. En azından Le Guin okurken böyle düşünüp de okumak gerek.

"Kehanetleri peygamberler (bedavaya); falcılar (bunlar genellikle belli bir ücret isterler, bu yüzden de peygamberlerden daha çok saygı görürler) ve fütürologlar (bu işten maaş alırlar) yaparlar. Kehanet peygamberlerin, falcıların ve fütürologların işidir. Romancıların işi değildir. Bir romancının işi yalan söylemektir." diyor Le Guin. Ateist olduğunu bildiğimiz Le Guin'in dinlere karşı öfkeli oluşuna şaşmamak gerek. Bu cümle, Le Guin'in dinleri yayma görevi edinen peygamberlere ve yaymayı amaçladıkları dinlerine karşı tavrını açıkça ortaya koyuyor. İnce bir dokunduruş yapıyor. Ve yazarların asıl yaptığı şeyin "yalan söylemek" olduğu fikrini çok beğendim. Haklı bu konuda.

"Sanatçıların özel bir görme gücüne sahip olamayacaklarını, esinle dolup ötelere uzanamayacaklarını, Tanrı'nın onlar aracılığıyla konuşamayacağını söylemiyorum. Bütün bunların olduğuna inanmasalardı, kim sanatçı olurdu ki? Tanrı'nın kendi dillerini, kendi ellerini kullandığını hissettikleri için bunların olduğunu bilmeselerdi? Belki sadece bir kere, bütün hayatları içinde bir kere yapar Tanrı bunu. Ama bir kere yeter." diyor Le Guin ve üstünde çok fazla düşünülmesi gereken bir cümleye imza atıyor. Nitekim düşündüm de.

Le Guin burada sizce ne demek istiyor? Eğer bu cümle bir çeviri kurbanı değilse, Le Guin tam olarak "bir" yazarı işaret ediyor. Bu güce sahip tek bir yazar olduğunu söylüyor. Düşündüm ve ben bu sonuca vardım. Bu yazar kim peki? Le Guin kendini mi işaret ediyor? Le Guin gibi büyük bir yazar, kendini herkesten üstün olarak görebilir mi gerçekten? Kendini kast etmiyorsa kimi kast ediyor peki? Kim bu yazar?

Kitabı okuyup bitirdiğimde geniş yorumum ve onlarca sorumla yine burada olacağım. İyi bir tartışma olsun.

Not: Kitabı bitirmediğim için henüz gelen yorumları da okuyamadım ne yazık ki. Kısa sürede bitirip geri geleceğim buraya!

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #12 : 08 Mayıs 2015, 18:44:44 »
Şu ana kadar katılan herkese teşekkür ederim. Eşzamanlı okuduğumuz bir kitabın farklı bakış açılarıyla değerlendirildiğini görmek, okurken gözden kaçırdığım noktalara dikkatimin çekilmesi bana çok keyif verdi.

Benim için kitabın ilgi çekici kısmı cinsiyet kavramının ele alınış biçimiydi. Genel olarak bunun üzerine konuşaracağım ve bir yandan da şu soruları cevaplamayı deneyeceğim.

Dolayısıyla ben özellikle bizlerin, kitapta cinsiyet/cinsellik konusunu nasıl gördüğümüz, ne düşündüğümüz, Le Guin'in işleyişine nasıl baktığımızı pek merak ediyorum.

Çift cinsiyetli (androjen) insanların yaşadığı bir gezegende olan bitenlere bir erkeğin gözünden bakarak androjenliğin toplumsal ve bireysel anlamda nasıl bir yaşayışa sebep olacağını anlamaya çalışıyoruz.

Le Guin, Kış insanlarını tasvir ederken çekik gözlü, koyu tenli ve çalı saçlı olduklarını söylüyor, böylece cinsiyetler arası fiziksel görünümde farkların az olduğu Eskimoları gözümüzde canlandırmamızı sağlayarak işimizi kolaylaştırıyor. İklim de zaten onlarınkiyle hemen hemen aynı. İklim, görünüm ve cinsiyet arasında güzel bir üçlü bağ kurulmuş bu noktada.

Bazı okuyucularda, çift cinsiyetli olmanın, cinsiyet kaynaklı tüm sorunları çözebileceğine dair bir inanç oluştuğunu düşünüyorum. Le Guin’in bunu savunmak istediğini sanmıyorum. Hatta bence sırf bu yüzden iki ayrı toplum üzerinden anlatmış gezegen halkını. Bu iki toplumun birine diğerinden daha iyi demek mümkün değil. Her ikisinin de artıları ve eksileri var. Cinsiyet konusunda da böyle bakabiliriz. Kusursuz olan anlatılmıyor, bize sunulan bir olasılık sadece.
 
İki ayrı toplum konusu üzerinden devam edeceğim. Arka kapakta şunlar yazıyor:

Alıntı
"Arkadaşlık" ve "sevgililik" arasındaki "boşluk" anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan... ve benzeri ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamış gibidir. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış.

Bu görüşler aynı zamanda, kitapta 7. Kısımda, Cinsiyet Sorunu başlığı altında yer alıyor. Genli Ai’den önce Gethen’e giden ve araştırma yapan bir ekip var. Araştırmacılardan Ong Tot Oppong, Karhide’ye; Otie Nim ise Orgoreyn’e giderek bilgi topluyor ve bu bilgileri birbirleriyle paylaşıyorlar. Ong Tot Oppong, yorumlarını Gethen üzerine yapıyor, ama aslında daha çok Karhide hakkında bilgisi var. Ben onun yorumunu bütüncül bulmuyorum ve haliyle kabul edemiyorum. Okuyucu olarak kitaptaki bir karakterin söylediklerini doğru olarak kabul etmeme de gerek yok zaten.
  
Bana göre kurgu neredeyse tamamen düalizm üzerine kurulu. Yazarın bu tercihi yapmış olması bana çok ilginç geldi.  Nedenini merak ediyorum. Eşitliği sağlamak için denge gerçekten gerekli midir? Dengeyi iki ayrı kutbun varlığı mı, yoksa kutupsuzlaşarak sıfırlanmak olarak mı tanımlayabiliriz?

Kitaba dair ilk izlenimde sanki bu sıfırlanma yoluna gidilmiş gibi algılanıyor. Ben kutupların korunduğunu düşünüyorum, değişiklik kutuplaşmanın yerleştirildiği dinamikler üzerinde yapılmış.

İnsanlar çift cinsiyetli olduğu için bir ayrım yokmuş gibi duruyor. Oysa daha yukarıdan bakıldığında biri kadınlardan, diğeri de erkeklerden oluşan iki ülke görüyorum ben. Cinsiyet kavramı bireyden alınıp topluma verilmiş gibi.

Okuduğumuz ilk bölümler Karhide’de, kadınlar ülkesinde, geçiyor. Karhide insanları edilgen ve içe dönükler. Yazarın kişilerden bahsederken, insan veya muadili olabilecek başka bir kelime kullanmak yerine adam kelimesini kullanmasını da buna bağlıyorum. Anlatımına kadınlarla başladığı için dengeleyici bir tedbir almış.
 
Orgoreyn insanları ise hem etken, hem de dışa dönük ve rasyoneller. Çift cinsiyetli insanlardan oluşan bu eril toplum, bana biraz günümüz Batı Ülkeleri’ni hatırlattı.

Karhide’den Orgoreyn’e ilk geçişte sanki Karhide yeriliyor ve Orgoreyn övülüyor gibiydi. İlerleyen sayfalarda bu durum değişti ve aralarından birinin diğerinden üstün olamayacağını anladık.

Spoiler: Göster
Işık karanlığın sol elidir
karanlık da ışığın sağ eli.
ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yan yana
yatarlar kemerdeki sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi.

s. 198


İki ülke arasındaki farklara karşın pek çok ortak nokta da bulunuyor. Çocuklar konusundaki benzer tutum beni biraz düşündürdü. İki toplumda da, farklı şekillerde olsa bile çocuklar sahiplenilmiyor ve ortak bakımla sürü halinde büyüyor. Bu bana biraz kolaya kaçmak gibi geldi. Çocuk ve doğum konuları önemliydi, en az cinsel evreler gibi ciddiye alınarak işlenmeliydi bana göre.

Cinsiyet ayrımını konuşacaksak eğer doğurganlık kilit bir nokta olmalı. Bizim dünyamızda, binlerce yıl boyunca kadının lanetlenmesi de, kutsallaştırılması da temelde doğurganlığı nedeniyle oldu. Dolayısıyla kadın ve erkek arasındaki fark ortadan kaldırılırken doğurganlığın ya tüm bireyler için mümkün kılınması, ya da dünyaya gelme hali için insan bedeni dışında bir yol bulunması zorunluluk olarak görünüyor. Le Guin birincisini seçmiş, ama bu handikapları olan bir seçim. Ben böyle bir varoluş halinde, kadınlık ve erkeklik önemli olmasa da anne-babalığın önemli olduğunu ve kişiye bu doğrultuda bir kimlik kazandırabileceğini düşünüyorum.

Gethen insanları birden fazla kez bebek sahibi olabiliyor, bir kez anne olup, bir sonrakinde baba olmaları ya da tam tersi mümkün. Çocuk sahibi oldukları halde hiç anne veya baba olmamış olanlar da var elbette aralarında.  Aynı anda hem anne hem de baba olmanın birbirlerini sıfırlayamayacağına inanıyorum. Anne ve baba olmak birbirlerine denk deneyimler değiller. Dölleme anı iki kişi için bir paylaşım olsa da, takip eden gebeliği sadece bir kişi yaşıyor. Doğurmak, öldürmekten daha ciddi bir karar, bunu bir üstünlük olarak görmüyorum ama gebelik esnasında bir bedeni iki ayrı ruh paylaştığı için çok güçlü bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bir insan hem anne, hem de babaysa annelik yanı ağır basarmış gibi geliyor bana.
Bu konuda kitap bize şunları söylüyor:

Alıntı
Çocuklarına, onları hemen hiç sahiplenmeksizin büyük ve etkili bir şefkatle davrandıklarına tanık oldum. Herhalde “analık içgüdüsü” dediğimiz içgüdüden farklı olan, bir tek bu sahiplenmeme tavrı. Analık ve babalık içgüdüsü arasında sözünü etmeye değer bir fark olduğundan kuşkuluyum: Anababalık içgüdüsü, koruma, kollama isteği cinsiyete bağlı bir özellik değil…
s.92

Bu açıklama beni tatmin etmedi. Kadın ve anne kavramları arasındaki ilişki daha fazla irdelenmeliydi. Anneliğin ne olduğu, nasıl algılandığı ve annelikle birlikte gelen kadınsı özelliklerden onları neyin koruduğu konusunda daha çok şey bilmek isterdim. Kitabı bu yönden eksik buldum.

İkinci değinmek istediğim nokta cinsiyet ayrımının olmadığı bir sistemi ne kadar iyi anlatırsa anlatsın bizim bunu algılama şeklimizin hiç de kitaptaki karakterler gibi olmadığı. Tamam, Ai'nin olaylara bakış açısı bizim bakış açımıza oldukça yakın, fakat bir noktadan sonra (doğal bir süreç içerisinde) o bu duruma ayak uydurmaya başlıyor. Peki biz de onunla birlikte bu çift cinsiyetli topluluğa alışabiliyor muyuz? Estraven'i kitabın son sayfalarına kadar bir kadın ya da erkek olarak düşünmeye devam ettiniz mi? Yoksa Le Guin'in anlatımı, fikirleri ve dünyası sizi içine çekerek tıpkı Ai gibi Kış halkını sadece insan kimlikleriyle görmenizi sağladı mı?

Kitap boyunca Estraven benim için kadındı. Onu öyle algılamaktan kendimi alamadım.

Okuduğum karakterleri gözümde canlandırırken fiziksel olarak onlara cinsiyet atamadım ama davranış bazında ya kadın, ya da erkektiler. Bu seçimleri de yukarıda değindiğim gibi, baskınlığı değişen cinsel durumlarına göre değil doğdukları ülkeye göre yaptım.

Ben de şunu sormak istiyorum:

Estraven'i benden başka kadın olarak gören var mı?

Spoiler: Göster
KoyuBeyaz'ın sorusuna şu ana kadar cevap vermiş kişiler insan olarak gördüğünü söylediği için gerçekten şaşkınım.


"Sanatçıların özel bir görme gücüne sahip olamayacaklarını, esinle dolup ötelere uzanamayacaklarını, Tanrı'nın onlar aracılığıyla konuşamayacağını söylemiyorum. Bütün bunların olduğuna inanmasalardı, kim sanatçı olurdu ki? Tanrı'nın kendi dillerini, kendi ellerini kullandığını hissettikleri için bunların olduğunu bilmeselerdi? Belki sadece bir kere, bütün hayatları içinde bir kere yapar Tanrı bunu. Ama bir kere yeter." diyor Le Guin ve üstünde çok fazla düşünülmesi gereken bir cümleye imza atıyor. Nitekim düşündüm de.

Le Guin burada sizce ne demek istiyor? Eğer bu cümle bir çeviri kurbanı değilse, Le Guin tam olarak "bir" yazarı işaret ediyor. Bu güce sahip tek bir yazar olduğunu söylüyor. Düşündüm ve ben bu sonuca vardım. Bu yazar kim peki? Le Guin kendini mi işaret ediyor? Le Guin gibi büyük bir yazar, kendini herkesten üstün olarak görebilir mi gerçekten? Kendini kast etmiyorsa kimi kast ediyor peki? Kim bu yazar?

Bu noktada bir yanlış anlama olmuş. Tek bir yazar işaret edilmiyor, her bir yazar bunu yaşayabilir ama sadece bir kez diyor. Bu olayı tek bir yazar yaşayabilir, o da benim dese buna da inananilirdim gerçi, Le Guin'i biraz kibirli buluyorum.

Çevrimdışı TheWalkingIdeas

  • **
  • 348
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #13 : 08 Mayıs 2015, 20:41:11 »
     Estraven benim için hikayenin başında erkekti. Sonrasında ise kadınsılığı arttı. İki ülke arası uzun yolculuğa çıkıldığı zaman ise kavramlar benim için eşitlendi. Cinsiyetsiz görmek bu kadar zor olmasa gerek ki Le Guin'in anlatımını yeterli buldum.

     Eğer insanı yalnızca insan olarak, tüm etnik ve cinsi farklılıklardan ayrıştırarak göremiyorsak bu bizim hümanist yanımızın eksikliğindendir sanıyorum.

     Ayrıca önceki yorumlarda belirtildiği gibi Le Guin kesin bir iyi-kötü sunmaz. Bir fikri vardır bunu sunar ancak fikirleri düşündürme odaklıdır, kesinlik sunmak için hikayeye yedirilmemiştir. Okuyanlar bunun Mülksüzler'de de böyle olduğunu görmüştür. İki gezegen vardır; eksik ve tam yönleri değerlendirilir. Ancak bütün bir üstünlük yoktur gezegenlerin birbiri üzerinde.

     Ve belirtmek gerekir ki Le Guin kitaplarında kesin yargılar vermiyor olsa da fikirleri anlaşılır ve nettir. Hikaye ve karakterlerde kesinlik belirtmez ama bu belirtmediği kesinliklerden fikirleri ve istedikleri kesin olarak ortaya çıkar.
"Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir."

Çevrimdışı Sayhh

  • **
  • 189
  • Rom: 15
  • Her şey başladığı yere döner.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
« Yanıtla #14 : 08 Mayıs 2015, 21:23:17 »
     Eğer insanı yalnızca insan olarak, tüm etnik ve cinsi farklılıklardan ayrıştırarak göremiyorsak bu bizim hümanist yanımızın eksikliğindendir sanıyorum.

Yaptığınız tespite katılıyorum. Hümanist değilim gerçekten. Hümanist olmayı bir gereklilik olarak görmüyorum.

Bir insanı etnik ve cinsi farklılıklarına göre değerlendirmeyi ayıp-yanlış bir şeymiş gibi yansıtmışsınız, bu noktada ayrılıyoruz. İnsanı tüm sıfatlarından sıyırınca geriye kalan bir şey görmüyorum ben, sırf insan olarak var olma hali ortak diye insanın putlaştırılmasını anlamsız buluyorum.