Tüh, en son ben yazmışım. Flood olacak, kusuruma bakmayın.
Öncelikle şundan bahsedeyim, kitabın arka kapağını okuduğumda benim de aklımda canlanan eser bu değildi. Tuhaf kurgu tanımlasının her harfine sığan bir kitaptı, çünkü gariplikler koca kitap boyunca bizi bırakmıyor. Özellikle 2. kısımda artık olayın boyutlarının gittiği yerler karşısında ağzım açık kaldı.
Öte yandan sembolizmi bol bir kitaptı. Hepsini yakalayamadığım aşikar. Üzgünüm. Mutsuzum. Muhtemelen çok azını yakaladım, tabii bu biraz yorumlama işi. Fakat sembolleriyle hepimizi zorlayan bir eser olması hoşuma gitti

. Hodri meydan

.
Ben geçen defaki gibi altbaşlıklarla yorumumu yapacağım.
Elit Kesim ve Çektikleri Acılar[*]ehe[/*]Kitap boyunca, özellikle sanat dünyasının başına birbirinden tuhaf ve acımasız olaylar geliyor. Şeytan Woland Moskova'ya ayak bastığındanberi hiçbirine rahat yüzü vermediği gibi bazı masumlar da bundan nasibini aldı. Ben başta elit kesim bu hışma uğrayınca Sovyetler öncesi Rusya'sı olduğunu düşündüm, fakat birbirlerine "Yoldaş" diye hitap ettiklerini görünce bir daha durup düşündüm.
Bulgakov'un işi tekelleştirmiş sanat camiasına bir tepkisi olduğunu düşünüyorum. Oturdukları koltuklarda kalıcı olmayacaklarına dair alaycı ve fantastik bir üslupla hepsini taşladığına inanıyorum. Sonuçta kendisi ve onun gibi birçok yazar (mesela Biz'in yazarı Yevgeni Zamyatin) Sovyetler zamanında sansürlenmiş, yasaklanmış, hatta sürgün edilmişti. Ancak burada önemli olan cezayı şeytanın vermesi. Neyse ona sonra değineceğim. Ben kitabın ana konusunun başlara atılan en büyük taş olduğunu düşünüyorum. Hatta halka dair de iğnelemeler mevcut. Woland'ın gösterisinden sonra ortalık yerde çıplak kalan zavallıların halini düşünürsek Sovyet Rusyasının hiç de o kadar komünist olmadığına dair bir eleştiri gibi geldi bana.
Bir de şu var: Hayvan Çiftliğini okuyanlar bilir, tüm hayvanlar eşitti ama bazıları daha eşitti. Komünist Rusya'yı eleştiren bu kitaptaki durumu Bulgakov sanatçılar üzerinden ele almış bence.
Toplum İçin Sanat?Sanatın toplumu eğitmekten çok yine bir kuruluşun tekelinde kalarak ona göre yön alması da söz konusu. Mesela Kitabın başındaki (daha sonra ölen) başkanın yazdırmak istediği şiiri ele alalım. Konuşmalarından halkı bilinçlendirme isteği akıyordu, fakat gerçekten öyle mi? Yaşayış tarzları ve derneklerindeki düze, sanatçı adaylarına tutumları göz önüne alındığında ben bundan çok şüphe ettim doğrusu.
Ayna Ayna Söyle BanaYukarıdaki bölümden devam edecek olursam, bir şeyin çok dikkatimi çektiğini söylemem lazım. Woland merhumun dairesine yerleştikten sonra diğer adamları aynadan çıkıp geldiler. Bunun neresine takıldın, diyorsunuz muhtemelen. Aslında çok masalsı, değil mi? Ama bence arkasında bir anlam var, o da şu: Aynanın burada kendini topluma damış sanatçı rolündeki sanatkarların kötü iç yüzünü yansıttığını düşünüyorum. Hatta aynı sahnede Woland'ın bu konuyla ilgili bir sözü de var. Aynaya dikkat çekmiyor ama içlerinin hiç de o oynadıkları masum rolündeki kadar saf olmadığına dikkat çekiyordu. O sahnede bu sözlerin geçmesi de düşüncemi kuvvetlendirdi.
Aynaların gerçekleri yansıtan mecazi anlamına başvurulduğunu düşünüyorum. Böylelikle kendi kararmış kişilikleri aynalarda yansıyan sanatçılar gibi, kötülüğün devamı da aynalardan geldi.
Burayı felaket karışık anlattım yalnız -_-, öff.
"Müsveddeler Yanmaz" - WolandSanırım kitabın en önemli kısmı. Usta'nın yakmış olduğu Pontius Platus müsveddelerinin şeytanın elinde belirip ona teslim ederken söylediği sözü (başlıktaki) hatırlıyorsunuz. Peki Bulgakov'un Usta ile Margarita'nın ilk müsveddesini Usta ile benzer nedenlerden yaktığını biliyor muydunuz? Sovyet rejiminden saklamak ve kendi üzerindeki etkiyi yok etmek. Burada yazar kendine ve eserine de hoş bir gönderme yapmış.
Zaman zaman Usta'nın kendisi olduğunu düşünmeme de yol açtı. Neyse oraya da geleceğim.
Dinsiz-İmansız (mı?)Başta İsa peygambere saldırmak ve onun hiç doğmadığını savunmak isteyen elit kesimin başlarına kötü şeyler geldikçe dine sarılması dikkatlerini çekmiştir mutlaka. Ben burada da yazarın toplumun zora gelince hemen eski inançlarına döndüğüne dikkat çektiğini düşünüyorum. Rusya bugün bile (Hristiyan olarak bilinseler de) dünyanın en büyük ateist ülkelerinden sayılıyor. Hatta büyücülüğün en yaygın olduğu ülke olarak da adı geçiyor. Özellikle Margarita'nın sonradan cadı oluşu ve şeytanın da ona yardım etmesi beni bu konuda epey düşündürdü. Acaba o dönemde de insanların büyüyle haşır neşirliği var mıydı, meraktayım.
Bunları bir kenara bıraktığımızdaysa huylu huyundan vazgeçme gibi bir tablo mu çıkıyor dersiniz? Her şey normalken ateistlikleriyle övünen Ruslar birden başlarına felaketler gelmeye başlayınca dini sembollre tutunmaya çalışır oldular.
"Şeytan bilir"- AnonimKitapta en çok duyduğumuz söz. Hem lanet etmek hem de ürperildiğinde kullanılan bu sözün de kitap içinde tuhaf bir uyumu var. İşin kötüsü gerçekten de her şeyi şeytan biliyor. Lafın gelişi söylenen, dile yerleşmiş sözlerden biri olarka geçse de kitata her geçtiğinde sırıtmama neden oldu. Acaba diyorum Woland'In halk üzerinde böyle bir etkisi mi oldu? Şeytanın ta kendisi Moskova sokaklarına arşınladı ve bilinçaltlarına (onlar daha farkında değilken) böyle bir yansıma mı oluşturdu? Sonuçta kendisi hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi inkar etmiyordu biliyorsunuz. Yukarıdaki mesajlarda bu durum tartışılmıştı da. Bulgakov bu sözü kitapta sık geçirerek bence çok hoş düşünmüş.
Karakterlerin KimlikleriGeldik en büyük karmaşaya. Kitaptaki karakterler kimleri temsil ediyordu?
En başta değindiğim nedenlreden ötürü başta Woland'ın Stalin olduğunu düşündüm. Fakat kendisinin daha sonra kurtarıcı rolü de oynadığını (sonlara doğru) görünce bu fikrimden vazçgetim. Kendi fikrimden önce araştırmalarım sonucu bulduğum bir incelemedne alıntı yapmak istiyorum:
Kim, Kimdir ?
Pek çok eleştirmene göre Şeytan Woland Stalin ile parellellikler taşımaktadır. Fagot tiplemesi Viacheslav Molotov’a, Behemoth ise Mareşal Klement Voroshilov’a atfedilmektedir. Kitapta Lavrovitch olarak adı geçen Vsevolod Vishnevsky, tiyatro dehası Vsevolod Meyerhold’un öldürülme olayına karışmıştır. Diğer bir görüş ise Bulgakov’un romanının bir “Menippeah” -örtük taşlama- örneği olduğu; o dönemde Yazarlar Birliğinin başına getirilen Maksim Gork’nin i “Usta” sevgilisi Margarita’nın ise Stalin tarafından Gorki’yi ikna etmek üzere görevlendirilen Maria Andreyeva olduğu doğrultusundadır.
KaynakÖrtük taşlama örneği olduğuna can-ı gönülden katılıyorum. Usta'nın şuradaki açıklama üzerine Maksim Gorki olması da bana mantıklı geldi açıkçası. Ancak Woland'ın Stalin olduğunu düşünmüyorum. Diğer verilen isimler için yorum yapacak kadar Rus tarihine hakim değilim. Ancak ben Usta'nın belli yerlerde Bulgakov'un kendisi olduğuna inanıyorum. Müsvedde olayında olduğu gibi mesela.
Margarita içinse çılgın bir fikrim var. Usta'yı Bulgakov olarak kabul ettiğimiz noktalarda Margarita'nın onun "yazma aşkı" olduğunu düşündüm. Çünkü o bırakmak istediğinde hep onu destekleyen, yakılan müsveddeleri bile geri getirmek için delie şeyler yapan Margarita'ydı. Bu nedenle bu kadının (kadın olarak tasvir edilmesi de çok hoş aslında) Bulgakov'un kendi yazarlığı, yaratma, kaleme dökme hislerinin somutlaşmış hali olduğuna dair bir yorumum var. Eğer bu doğruysa (tekrar olacak ama) onu bir kadın şeklinde canlandırması tatlı olmuş.
Masumlar da Payına Düşeni AlırKitapta daha çok haklı cezalandırmalar görürken kurunun yanında yanan yaşlar da var. Bu bilindik şeytana yakışan bir durumdu. Ben burada yazarın kendi halinde yaşayıp gidenlerin de başkalarının ya da sistemin kurbanı olduğuna dair bir mesajını gördüm (bence). Margarita'nın onu seven, hiçbir kötülüğü olmayan (kadın bunu hep diyordu) kocası kitabın sonlarına doğru resmen binek hayvanı olarak kullanıldı. Kendi işinde gücünde olan insanların başkaları tarafından kullanılmasına bir gönderme olarka kabul ediyorum bunu. Aynı şekilde dindar bir kantin görevlisi de nasıl öleceğini öğrenmiş ve psikolojik olarak krize girmişti.
Bunun bir başka örneği ise (bundan üstteki mesajda bahsetmiştim gerçi) Woland ve Margarita'nın partisinde oldu. Çocuğunu boğarak öldüren kadının dinmeyen işkencesi Margarita'ya anlatılırken çocuğun tecavüz sonucu oluştuğu söyleniyordu. Margarita adamın neden burada olduğunu sorduğundaysa "Çocuk öldüren o değil ki?" gibi şaşkınlıkla karşılanan bir cevap alıyordu. Bu da adaletin işleyişine dair bence hem mizahi hem de rahatsız edici bir gösterim. Bu nokta beni çok düşündürmüştü.
Kalemin Gücüyle Özgür KılmakKitabın en anlamlı kısmı sanırım sonuydu. Usta sonunda kitabı tamamladığında şeytan da Potius Platus'un işkencesine son verip onu özgür bıraktı. Buradaki mana çok hoşuma gitti. Kitabın tamamlanmadığı, vazgeçildiği, yakıldığı vb. durumlarda Pontius karakteri hala o işkencedeydi. Çünkü yarımdı, eksikti. Ama sonunda onun hikayesi de anlatıldı, tamamlandı ve bir bütün olarak işkencesi sona erdirilmiş oldu. Bir nevi yaratılmış bir karakterin (bunu tamamen Usta'nın eserindeki karakter diye diyorum) belirsizliğinin ortadan kalkarak huzura erdirilmesi olarak görüyorum. Ayrıca Usta ile Margarita'nın da huzura kavuşmak yerine tam da istedikleri türden bir şeye kavuşmaları da gayet hoştu. Şeytanın onları cennete göndermesi iyice garip olurdu. Ama onlar sonsuza kadar yazabilecekleri ve birlikte olabilecekleri bir yere gittiler.
Bitiririken,Bulgakov'un şeytana hem cezalandırıcı hem de yer yer kurtarıcı rolü yüklemesini bir şeylere yormak çok zor geliyor. Ben kendisinin dindar olduğunu hiç sanmıyorum bu arada. Bilgisi olan var mı? Hayır da şer de aynı kişiden geldi, fakat kitap sonlarında Woland'a aktarılan mesaj Tanrı'nın kendisinden geliyordu. O da çok ilginç.
Ve bu kitap okuduğum en ilginç kitap olarak rafımdaki yerini aldı.
Kitabın esin kaynağı olduğu birkaç şeye de değinip bitireyim ben artık, çok konuştum.
Kitap Pearl Jam‘den Franz Ferdinand‘a kadar birçok müzik gurubunu ve sanatçıyı etkilemiş, albümlerde kitaba dair referanslar yer almıştır.
Aslında söylemek istediğim birkaç şey daha vardı, fakat resmen cümlelere dökemedim

. Bu uzun yazıyı okuyanlara, ama en çok da bu kitap üzerine tartışanlara teşekkürler ^^.