Kayıt Ol

Sessizlik

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Sessizlik
« : 01 Mayıs 2011, 20:46:42 »
Sessizlik
‘‘Benden zaaf göstermemi beklemeyin.
İntikamımı aldım. Ölmeyi hak ettim, işte karşınızdayım.
Ruhum için dua edin.’’
Schiller

(1957- İstanbul)

İstihbarat Şefi, ‘‘Ben istersem, o çocuğu senin yanına takarım.’’ Dedi. ‘‘Tutup elinden bu işi öğretirsin!’’
Adamın başı zonkladı birden. Hep böyle olurdu. Herhangi bir şeye birden bozulduğu zaman, kafasının bir ucundan, burgu gibi bir ağrı sanki döne döne girip öte yandan çıkardı. Ellerini istihbarat şefinin masasına dayadı.

‘‘Arkadaşım’’ dedi, ‘‘Ben o dediğin işi yapmam. Ben gazeteciyim, çoban değilim!’’ Sonra ellerinin üstünde doğruldu. Arkadaşım dediği insanın yüzüne baktı. Karşısında duran, sanki yıllarca aynı yırtık pırtık duvarların içinde, aynı camı kırık masaya dirsek dayayarak,  birlikte çalıştığı o insan değildi. Omuzları geriye kaymış, alt dudağı hafifçe aşağı düşmüş bir adam vardı karşısında.

Duvarların, siyahlaşmış badanası örtünsün diye, astığı haritalara baktı. Kırmızı tren yolları, koyu mavi deniz hudutlarına; sararmış stepler, zeytin yeşili ovalara karışıp duruyordu. Kapıdan geçen kahveci İbrahim, ikisini bir arada görünce her zamanki gibi, ‘‘Çay getireyim mi?’’ dedi. İstihbarat Şefinin sesi çıkmadı. Adam güldü. ‘‘İstemez!’’ dedi. Hırsla odadan çıkıp, bitişikteki İstihbarat odadan çıkıp, bitişikteki İstihbarat odasına geçti. Kapıda, ‘‘İçeri girmek yasaktır!’’ levhası sırıtıyordu. Camın altına şiirlerini yerleştirdiği büyük masadaki köşesine geçti. Tam karşısında ‘‘Yüksek sesle konuşmayınız!’’ yazılıydı. Oysaki adam bağırmak, her şeyi yerle bir etmek istiyordu. Topuklarının takırtısı ile Beyoğlu muhabiri Türkan geldi. ‘‘Solgun görünüyorsun.’’  Dedi. ‘‘Bir şeyi mi sıkıldın?’ sustu. İstihbarat Şefi hızla odaya girdi. Masanın üstüne, kırmızı kaplı büyük İstihbarat defterini attı.

Defterin açtı. İçinde ki yazılar karma karışıktı. ‘‘CHP il kongresi yaklaşıyor. Kulis faaliyeti. İnönü Ankara’dan geliyor. Yeşil köyde izahat alalım. Hür parti ve köylü partisi arasındaki birleşme çalışmaları ne yolda? Yeni gelen stajyer arkadaşı, sahanızdaki haber kaynakları ile tanıştırınız!.’’ Kalemini çıkartıp işlerini aldığını bildiren imzasını attı. Bir ara durakladı. En sondaki işi karalamak geçti içinden. ‘‘Sahanızdaki haber kaynaklarıyla tanıştırınız!:’’ Birden durdu. Onu karaladığı vakit istifasını da cebine koyması gerekirdi.

Oysaki; bu stajyer muhabirin elinden tutulacak durumu yoktu. Kıçını patrona dayamış, itin önde gideniydi. Yalnız bu gazetenin İstihbarat bölümünde çalıştığı beş yıl içinde böylelerinden yüzlerce gelmişti.

Bu sefer başkaydı. İşler karışıktı. Memleket haberlerini alan çocuğu kovmuşlardı. Servis şimdi boştu. Kim bilir, daha da kaç ay boş kalırdı. Patronlara her söylendiğinde, ‘‘Muhabirler idare ediversin.’’ Demişlerdi. Her nöbet bir muhabire, dışarıda yediği yemek için, gece yarısı evine dönerken bulduğu vasıtaya vereceği parayı bile vermiyorlardı. Gece nöbetçisi Selami desen, kaytarıcılık üzerine kitap yazacak duruma gelmişti. Yıllık iznine bir aylık allı pullu raporu eklemişti. Hergelenin kaçıncı rapor alışıydı bu? İşte İstihbarat Şefinin ‘‘Elinden tutup dadılığını yap.’’ Dediği züppe, böyle bir akşamda gelecekti. Hayır, bu kadarını kaldıramazdı.

Hızla Masadan kalkarken oturduğu sandalyeyi ve ona bağlı birkaç harita yere yuvarlandı. Kararını vermişti.
İstihbarat Şefinin odasına çat kapı girdi. Adam şaşkın bir şekilde yüzüne bakıyordu.
Artık geri dönüş yoktu. ‘‘Ya o stajyer gider ya da ben!’’ deyivermişti işte. Karşısındakinden üstün olduğunu düşündü. O küçük bir insandı. Küçük hesaplar, küçük insanların işiydi. Olan gazeteye olacaktı. Çark nasıl olsa dönerdi. Güç olan iktidar partisinin hoşuna gidecek sekiz sütunluk manşetleri  çekecek müdür mü bulmaktı?

İstihbarat Şefinin cevabını beklemeden odadan çıktı. Ne oluyordu? Her zaman akıllı bir insan olduğunu düşünürdü. Duygularıyla değil, mantığıyla hareket ederdi. Ya şimdi?

Odasına geçti. Masasının camındaki yansımasına takıldı gözleri. Bu adam huysuzdu, mutsuzdu ve yorgundu. Hep asık suratlı olduğunu fark etti. En son ne zaman gülmüştü?

Tabi ya, düşünmeden hareket etmesinin nedeni gürültüydü. Kulakları sağır eden rotatiflerin gürültüsü, iç tırmalayan entertipler, birbirlerine bağıran, küfür eden mürettipler, kapıdan, haberi olmadan yukarıya kuş uçurtmayan kapıcı Hasan efendi, aşağıdaki gazete dağıtan çocukların bağırışları hepsi birleşince ortaya karmaşa ve gürültü çıkıyordu. Hepsi sussun istiyordu.

Gürültü yüzünden tam üç gündür doğru dürüst uyuyamamıştı. Evde karısının horlamaları yüzünden uyuyamıyor, işte de bu sağır edici gürültü yüzünden uyuyamıyordu. Öyle ağır bir uykusu hiç olmamıştı. Uykusu hafif olanlardandı o. Gece karısı bir bardak su içmeye kalktığı zaman, ayak seslerine uyanıyordu. Bunun yanında geçim derdi vardı tabi. Karısının dırdırlarından bıkmıştı. Artık yorulmuştu. 

Artık gerçek hayatta mutlu olamıyordu. Gerçekler acıydı. Ona kalan tek şeyse düşleriydi. Tek dileği gerçekleşmesiydi düşlerinin.
Koyu bir yeşillik tasarlıyordu adam. Alabildiğine katmerli bir yeşillik. Deniz kenarı mı olurdu, Anadoluya giden yoların kenarında mı olurdu, yoksa dağlarda kıvrılıp kaybolan yolların ardında mı? Bunun üstüne hiçbir kaygısı, hiçbir dileği yoktu. Yalnız ve yalnız zeytin yeşili, insan eli değmemiş, gemi pervanesi dönmemiş ve üstüne martı pisliği düşmemiş bir deniz yeşili ile kıvranan bir çayırlık istiyordu. Huzur ve sessizlik…

Piposuna dolan nikotini temizlerken, ‘‘Bir gün sadece bir gün o dilediğim yerde olabilsem.’’ Dedi adam. ‘‘Yalnızca bir gün’’ Nikotinin karanlığında, İnönü’nün vapur köpüğü kadar beyaz saçlarını hatırladı. Bir basın toplantısında ikram ettiği sigara için, ‘‘İçmiyorum.’’ Diyince yüzü aydınlık içinde, nurlar içinde ışıldayan ihtiyar politikacı, ‘‘ Biliyorum sen pipo içiyorsun, haydi şunu da iç!’’ demişti. Öyle bir hayatın içindeydiler ki, piposuna tütün yerine nikotin koyup içebilirdi.

Odasına giren, İstihbarat Şefi kovulduğunu bildiren mektubu masaya fırlattı. Ukala bir tavırla burnunun ucuna düşen gözlüklerini düzeltti. Arkasını dönüp hızla odadan çıktı.

Bu kadarı fazlaydı. Düşlerini bile engellemişti.
Artık kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Mektubu açmaya bile gereksinim duymadı. İçinde ki azıcık para ve kovulduğunu bildiren belgeyi görmesine bile gerek yoktu. Hızla odasından çıktı. Pis koridorlardan geçerken aklında tek bir şey vardı. Sessizlik.

Tüm binanın elektriği birden bire kesildi. Makine gibi çalışan işçiler elektrik gidince fırsatı değerlendirip çil yavrusu gibi dağıldılar.
Koca bina bir anda bomboş kalıverdi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan İstihbarat Şefi çekmecelerini karıştırıyordu. Evrakların arasında ki çakmağını bulmaya çalışıyordu.  Kapıda duran az önce kovduğu eski arkadaşını fark etmedi. Ta ki yüzüne yumruğu yiyene kadar. Savaşmaya çalıştı. Adam ondan iki kat daha güçlüydü. Kafası art arda cilalı cam kaplı masaya çarptı.  İstihbarat şefini duvara fırlattı.
Elini masaya vurdu. Defalarca. Ta ki cam parçalara ayrılana kadar. Büyük keskin sivri bir cam parçasını eline aldı. Elinin acısını hissetmiyordu. Büyük bir ihtimalle parçalanmıştı avucu. Gülümsedi.

İstihbarat Şefinin tam önünde durdu. Adam korkudan çakmak çakmak parlayan gözleriyle ona bakıyordu.
‘‘Delirdin mi sen? Ne yaptığını sanıyorsun? Dedi. Korkudan gözünü bile kırpmıyordu.

Adam gülümsedi. ‘‘ Eski dostum. Bugün çok kötü bir günümdeyim. Çok kötü bir gün! Lanet olasıca sesini kes! Yeteri kadar başımı ağrıttın. Tek istediğim biraz saygı ve sessizlik.’’

‘‘Lütfen! İstediğin her şeyi yaparım. Seni geri işe alırım. Maaşına zam yaparım. Lütfen!’’ Çığlıkları tüm binada yankılandı.

Adam bir şey demedi. Sadece biran önce bitsin istiyordu bu iş. İstihbarat Şefini kollarından tutup ayağa kaldırdı. Adam artık yalvarmaktan vazgeçmiş, ümitsiz bir şekilde avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Çam parçası boğazını kesinceye kadar haykırışları devam etti…

Sesler kesilmişti. Geriye sadece karanlığı delmeye çalışan yıldızlar ve gecenin sessizliğini bozmaya yeminli rüzgarın uğultusundan başka bir şey kalmamıştı.



Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe