Evet arkadaşlar hikayemizin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu son hikayeyle beraber bazı soru işaretleri yok olurken bazıları ne yazık ki kalacak. =) O da hikayenin gizemi olsun, onlar da sizin hayal gücünüz de gelişsin. =) Ayrıca hiç sıkılmadan bu hikayemi okuyup yorumlayan MeLanKo'ya teşekkür ederim. =)
Hayal
Rüyaların bilinç altımıza yerleştirdiğimiz bilgilerin uyku sırasında açığa çıkması sonucu oluştuğu söylenir. Bazıları öyle gerçek, öyle inandırıcıdır ki… Ve yine söylenenlere göre rüyalarımızda öldüğümüzde eğer gerçekten buna inanırsak, hayatla bağılarımız kopar ve biz de ölürüz… Peki ama ya her şey bize zihnimizin bir oyunuysa?
Bembeyaz bir odada ve oda kadar beyaz bir yatakta yatan kız çevresinden gelen sesleri işitti bir anda. Gözlerini açmak istedi ama bir an düşündükten sonra bundan vazgeçti ve nedenini bilmediği bir şekilde beklemeye başladı. Ona doğru yaklaşan ayak sesleri duydu, yavaşça açılan bir kapının sesiniz işitti ve en sonunda bir kağıdın hışırdayışını dinledi. Neler olduğunu anlamak isterken bir ses duydu;
“Ne zaman geldi doktor bey?”
“Dün değil bir önceki gece”
“Neymiş sorun?”
“Kendi kendini vurmuş, ailesi öyle söyledi. Geldiğinde çok kan kaybetmişti hemen ameliyata aldık ama işin garibi vücudundan kurşun çıkartamadık… Kurşunun girdiği çok bariz yaradan fakat içinde kurşun yoktu”
Doktorun yanındaki genç çocuk gözlerini heyecanla açtı:
“İki günlüğüne izin aldım ve şimdi inanın çok pişmanım”
Loren tepkisiz bir şekilde konuşmaları dinledi. İki gündür orada yatıyor olması hiç mantıklı değildi, o orada bile değildi… Doktorunda kurşunu bulamayışına hiç şaşırmamıştı çünkü kurşun kendisine değil diğer Loren’e girmişti. Loren şimdilik sadece mezarı ve o aynalı odayı hatırlıyordu.
“Bugün yarın uyanır diyorsunuz yani doktor bey?”
Doktor sessizce başını salladı ve yavaşça odadan çıktılar. Loren hafif hafif göz kapaklarını araladı. Bu hastaneye nasıl geldiği konusunda en ufak bir fikri olmayışı onu deli ediyordu. Hafızasını yokladı ve huzurlu bir uykuyla buluştuğunu hatırladı, hem o gizemli kişide yanındaydı… Birden irkildi, kendisi eğer buradaysa o neredeydi? Odanın kapısı tekrar açıldı, bu sefer gelen ayak sesleri daha yüksek ve toktu, içeri bir kadın girmişti. Loren kafasını yavaşça kapıya doğru çevirdi ve annesiyle göz göze buldu kendini, kadın kızının kendine geldiğini görünce olduğu yerde donup kaldı önce, elinde bir buket çiçek vardı, çiçekleri yavaşça yere düşürdü ve gözlerinde yaşlarla koşarak Loren’e sarıldı. Hiç konuşmuyor öylece ağlıyordu, sonra bir an kızına bir kez daha baktı, saçlarını düzeltti ve odadan koşarak çıktı. Nereye gittiğini, neler olduğunu anlamayan Loren öylece şaşkın şaşkın arkasından bakabildi sadece. Bir dakika ya geçti ya geçmedi içeri doktor girdi. Loren doktora şöyle bir baktı, ne çok genç ne de çok yaşlıydı, yüzünde insana güven veren bir gülümseme vardı. Üzerine giydiği beyaz önlüğünün cep tarafına biraz mürekkep bulaşmıştı, kalemlerini hep oraya koyuyor olmalıydı. Doktor Loren’in yanına yaklaşarak;
“Bayağı güçlüymüşsünüz” dedi. Loren de bir şeyler söylemek istedi ama yapamadı, sessizce doktora baktı.
“Tamamen düzeldiğinize ikna olana kadar sizi burada tutacağız, bu da bir iki gün daha buradasınız demek oluyor. Daha sonra evde istirahatınıza devam edebilirsiniz.”
Kafasını eğip elindeki kağıda notlar aldıktan sonra
“Unutmadan” dedi “Size söylemem gereken bir şey daha var”
Loren kaşlarını çattı, şimdi ne vardı?
“Kendi kendinizi vurmuşsunuz, bu sebeple psikolojik yardım almanız gerektiğini düşünüyorum çünkü kendinize ve diğerlerine zarar verebilirsiniz. Konuyu ailenizle görüşeceğim”
Loren boş boş doktora baktı. Onun bir sorunu yoktu ki… Neler olduğunu bilmiyordu doktor, eğer bilseydi böyle demezdi, hiçbir şeyi sebepsiz yapmamıştı ki, odadan çıkması gerekiyordu. Hem kendini vurduğunun farkında bile değildi. Doktor yine yüzüne o güven veren gülücüğünü yerleştirip odadan çıktı. Loren yalnız başına kalmıştı, gözlerini tavana dikip uzun uzun düşündü. Neydi sorunu? Gerçekten de psikolojik yardım mı alması gerekiyordu? Tamam kabul ediyordu bazen çok agresif, bazense korkutucu olabiliyordu ama bunları bilerek yapmıyordu ki… Bilerek yapmamak… Loren irkildi, sorunda buradaydı, bunları bilerek yapmayışındaydı. Düşüncelerinden korkarak gözlerini yumdu, şu an tek istediği huzurlu ve sessiz bir uykuydu. Loren o gün ve gece deliksiz ve rüyasız bir uyku çekti, sabahsa güneşin ışıkları odasının camından girip onun gözlerini rahatsız edinceye kadar da uyanmadı. Sabah kalktığında annesi başucunda oturmuş uyuya kalmıştı. Kadıncağızın her yeri tutulmuş olmalıydı. Loren uyanında sanki o da sezmiş gibi hemen uyandı, sanki hiçbir şey olmamışçasına gülümsedi. Odada saatlerce sessizce oturdular, en sonunda annesi yavaşça odadan çıktı geri geldiğindeyse Loren’e yarın çıkabileceğini müjdeledi. Loren buna sevinmek istedi ama çıktığında neler olacağı konusunda hiçbir fikri olmadığı için sevinemedi, aksine korktu. Bu hastane tarafsız bir bölge gibiydi ama dışarısı… O gün öylece sessiz sakin geçti ve ertesi sabah hastaneden ayrıldılar. Annesi Loren’i yavaş yavaş arabaya götürdü, Loren arka koltuğa oturdu, babası arabayı çalıştırmıştı bile… Eve doğru yol aldılar, Loren pencereden bakıyor dışarısını seyrediyordu, annesi ve babası ise arada ona endişeli ve kaçamak bakışlar atıyor ama kimse konuşmuyordu. İkisinin de merak ettikleri şeyler vardı ama sormaya cesaretleri yoktu. En sonunda eve geldiklerinde Loren hemen odasına çekildi. Küçücük odasına şöyle bir baktı, kafasını duvara çevirdi ve sonrada yere baktı. Gözleri buruşturup attığı kağıt parçasını ve içindeki resmi aradı ama bulamadı onu. Annesi çöpe atmıştı beklide.
“İyi olmuş zaten yeri de orasıydı” diye düşündü ve yatağına uzandı. Sırt üstü uzanmış tavanı seyrediyordu, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan hava karardı ve Loren gözlerini tavandan hiç ayırmadı. Arada annesi onu kontrol etmek için koridordan geçiyor, kızını üzgün ve bir o kadar da endişeli bakışlarla süzüyordu. Loren içerideki odada annesi ve babasının fısıldanmalarını duyuyor, kendi hakkında konuştuklarını biliyor gene de merak edip gitmiyordu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı hem de her şeyden daha çok… Ay yavaş yavaş göğe yükseldi ve ışığıyla Loren’in odasını aydınlattı. Loren uyuya kalana dek ayı seyretti sessizce, ne kadar yakındı ona ve bir o kadar da uzaktı aslında. Loren içinin burkulduğunu hissetti, bu hissi biliyordu zaten. Göz kapaklarının ağırlığına dayanamayarak o gece onlara teslim oldu ve uyudu. Sabah uyandığında annesi yatağının başında onu bekliyordu, Loren soru soran gözlerle annesine baktı ve kadın derin bir nefes alarak konuştu;
“Hadi kızım hazırlan, gidiyoruz”
Loren tek kelime etmedi, nereye gidiyoruz demek isterdi ama zaten cevabı biliyordu. Yavaşça doğruldu yatağından ve ağır ağır hazırlandı. Bir saat kadar sonra ailecek arabaya binmiş ve yola koyulmuşlardı bile. Loren tekrar dışarı baktı, yanından geçen ağaçları, evleri, hayatları seyretti. Araba ilerledikçe hava kararmaya başladı, ne kadardır yoldaydılar? Neden bu kadar uzak bir yere gidiliyordu? Loren aldırmadı, umurunda değildi. Havanın kararmasıyla beraber dışarıyı seyreden Loren arada aynada kendi yansımasını görüyor ve gözünü hemen dışarı çeviriyordu. Hava çok soğuktu, Loren hafifçe titrediğini hissetti, elleri buz kesmişti. Araba hiç durmadan, iç ara vermeden yoluna devam etti ve bir yerlerde bir kırmızı ışıkta durdu. Loren birden durunca çok şaşırmış ve yolculuğun bittiğini düşünmüştü ama bu sadece bir kırmızı ışıktı. İşin ilginç tarafıysa yol boyunca takıldıkları tek kırmızı ışıktı… Loren dışarıyı seyretmeye devam etti ve birden karşısındaki kaldırımda tanıdık bir yüz gördü. Kalbi deli gibi atmaya başladı, Loren oğlana bakıyordu… Gözleri doldu, elini ona doğru uzattı ama aralarında arabanın camı vardı. Camın soğukluğu parmaklarından vücuduna yayıldı ve onu ürpertti. Bu kısacık aradan sonra yeşil ışık yandı ve araba hareket etmeye başladığında oğlan yavaş yavaş silikleşti ve yok oldu… Loren gördüğünü kafasından atmaya uğraşıyor, zihnini meşgul etmeye çabalıyordu. Gidecekleri yerin nasıl bir yer olduğunu düşündü bir süre. Çok uzakta olmalıydı çünkü saatlerdir yoldaydılar. Araba ilk kırmızı ışıktan sonra ışıkların olduğu her yerde kırmızı ışığa takıldı, Loren zihnini meşgul etmeye çalışırken araba her durduğunda ister istemez dışarı bakıyor, oğlanı görmeyi umuyordu fakat kimseyi göremiyordu. Saatler sonra araba ,en sonunda, yavaşlayarak durdu. Loren yavaşça arabadan indi, hava karaltısından hiçbir şey kaybetmemişti. Geldikleri yere şöyle bir baktı ve eski püskü, yıkılmaya yüz tutmuş, ahşap bir bina gördü karşısında. Karanlıkta daha da korkunç gözüken bu yere Loren ölümü beklesin diye getirildiğini düşünüyordu. Yavaş yavaş yürüyüp içeri girdiler, dışarısının aksine içerisi inanılmaz sağlam ve modern duruyordu. Loren aynı binadan içeri girdiklerine inanamadı, kocaman olmuş gözleri hızla etrafı tarıyordu. Yanında babasının kıpırdandığını hissetti, adam yavaşça ürüyerek ilerde oldukça yaşlı bir adama doğru yürümeye başladı. Adamla tokalaştıktan sonra oldukça sessiz bir şekilde ve oldukça seri olarak bir şeyler anlatmaya başladı. Yaşlı adam ara sıra kafasını sallıyor ve Loren’e kaçamak bakışlar atarak babasını dinliyordu. Uzun süre konuştular, Loren artık hiç bitmeyecek diye düşünürken yaşlı adam yürüyerek yanına geldi:
“Bir süre misafirimiz olacaksınız küçük hanım”
Misafir olmak mı? Bu orada kalacağı anlamına geliyordu. Loren hiçbir şey söylemedi ama bu durumdan hiç hoşnut olmadığı her halinden belliydi. Onu küçük bir odaya götürdüler, oda sinir bozucu bir biçimde beyazdı. Loren sinirle odadaki yatağına uzanarak hemen uyudu. Uyuyana kadar bu kadar yorulduğunun farkına varamamıştı. Loren uyurken sabah kalkmamayı diliyordu, sonsuz bir uykuya uyumuş olmayı… Ama sabah onu itinayla kaldırdılar. Bukle bukle olmuş saçları omuzlarından dökülüyordu, yatağının kenarındaki sandalyeye oturmuş olan yaşlı adama şöyle bir baktı, daha sonra gözlerini kapısında duran, beyaz önlükler giymiş, iki görevliye kaydırdı. Yavaşça yatağında doğruldu ve sırtını duvara yaslayarak oturdu.
“Evet?” dedi Loren
“Vakit kaybetmek istemedik, durumuzun ciddi olabilir Bayan Summers”
Loren hiç tepki vermedi, yüzü oldukça ifadesizdi.
“Sizinde bildiğiniz gibi buraya gelişinizin bir sebebi var. Siz hastasınız ve size öncelikle bunu kabullendirmemiz gerek” Loren yüzünü alaycı bir gülümseme yerleştirerek doktora baktı;
“Buraya daha yeni geldim, hasta olduğumu nereden anladınız? Fazla zekisiniz sanırım?”
Adam hiç bozulmadan konuşmaya devam etti
“Hayır Bayan Summers, elimdeki rapora göre kendinizi vurmuşsunuz ki bu da zaten başlı başına bir sebep teşkil ediyor. Fakat sanırım daha fazlası var ve bunu hemen öğrenmek istediğim için buradayım”
Loren başını çevirdi, doktora bakmak istemiyordu. Doktor dikkatle ona bakarak;
“Bakın” dedi “Size yardım edebilirim”
Loren elinde olmadan güldü ve yavaş yavaş sol avucunun içiyle oynamaya başladı. Ne yaptığını merak eden doktor yavaşça kafasını uzattığında Loren elini yumruk yaparak avucunu gizledi ve sonra doktora gülümseyerek yavaş yavaş parmaklarını açtı. Tırnaklarıyla bir kelime kazımıştı avucuna;
“Yapamazsın”
Doktor önce irkildi ama çabuk toparlandı. Loren bunun neden yaptığını bilmiyordu ama içinden bunu yapması gerektiğini hissetmişti.
“Bakın Bayan Summers, eğer siz bana yardımcı olmazsanız ben de size yardım edemem. Şimdi lütfen bana izin verin”
Loren doktora şöyle bir baktı, ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama sonra ona bütün bu olayları anlatması gerektiğine karar verdi ve resimle başlayan macerasını anlattı. Doktor onu hiç kesmeden hikayeleri en ufak ayrıntısına kadar dinledi. Bazen heyecanlanıyor bazen de sinirli sinirli bakıyor ama mütemadiyen not alıyordu. Ve en sonunda Loren tüm hikayeleri bitirdiğinde doktor şöyle bir notlarına baktı ve;
“Bunların hepsinin size zihninizin bir oyunu olduğunu düşünmüş müydünüz?” dedi.
Loren kaşlarını çatarak doktora baktı;
“Ne yani bunların bir rüya olduğunu mu ima ediyorsun? Saçmalık!”
“Hayır Bayan Summers rüyalardan bahsetmiyordum, hem rüyaları fazla hafife alıyorsunuz, ben zihninizin size oyunlar oynayabileceğinden bahsediyordum”
Loren bir sinir dalgasının vücudundan geçerek yayıldığını hissetti, dişlerini sıkarak
“Bunların hiç birini ben uydurmadım!” dedi “Hepsi gerçekti, yaşadım hepsini!” sinirlenerek arkasındaki duvara bir yumruk attı. Kapıdaki adamlar kıpırdanacak oldular ama doktor onları durdurdu.
“Sizin aynı zamanda bir sinir sorununuz var bu çok açık” dedi doktor. Loren adam saldırıp onu oracıkta öldürmemek için zor tuttu kendini, derin nefesler alarak sakinleştirmeye çalıştı kendini ve birden hiç beklemediği bir şey oldu bir müzik duydu. Bir an her şeyi unutarak müziğin geldiği yeri anlamaya çalıştı ama başaramadı. Doktor şaşkın bir halde ona bakıyor ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Tanıdık notalar Loren’in kulağını doldurdu;
“Müzik…” dedi “Duyuyor musunuz? Nereden geliyor?”
Doktor kaşlarını çattı: “Müzik çalmıyor” dedi.
Bu sırada şarkı ilerlemişti, Loren bu şarkıyı hemen tanıdı, yüreği acıyla doldu, ağlamamak için zor tuttu kendini ve yutkunarak
“Kapat” dedi. Bunu öyle sessiz bir biçimde söylemişti ki doktor zar zor duyabilmişti.
“Müzik çalmıyor” diye yineledi
“Kapat şu Allahın cezası müziği dedim sana!” Loren doktorun yakasına yapışmış onu sarsıyordu artık. Doktor paniğe kapılmış bir şekilde
“İlacı verin!” diye bağırdı.
Adamlardan biri Loren’i doktordan ayırırken diğeri de ona iğneyi vurdu. Loren başının döndüğünü, etrafının karardığını hissetti ve doktorun koluna yapışarak, zorlukla
“Bana yardım et…” dedi ve halsizce o tanıdık karanlığa bıraktı kendini. Ama ona yardım edemediler, Loren oraad kaldığı sürece hayaller görmeye devam etti ve o hayaller gördükçe ona yeni iğneler vuruldu. Aldığı ilaçlar hayallerini daha da kötüleştiriyor, ona daha çok acı veriyordu ve artık en sonunda Loren gerçekle hayal arasındaki farkı yitirdi. Hangisinin hayal hangisinin gerçek olduğunu bir türlü anlayamıyordu, zaten o ilaçlarda onun düşünmesini önlüyorlar, zihnini kapatıyorlardı. Ve en sonunda bir gün, bir şekilde elde ettiği cam parçasıyla, kendisini yavaş yavaş öldürürken, vücudunda geri dönüşü olmayan yaralar açarken, aklında tek bir düşünce vardı, o da gerçekten ölüp ölmeyeceğiydi…