Kayıt Ol

Therion

Çevrimdışı Jejune

  • ***
  • 658
  • Rom: 1
  • *LucillaClarté'm. ~
    • Profili Görüntüle
Therion
« : 11 Haziran 2008, 20:57:45 »

Bu grup aslında tek bir kişinin grubu denebilir, grubun kurucusu ve en başından beri dahil olan tek üyesi, Christopher Johansson. Bu adam şu an Dragon Rouge denen bir topluluğun üyesi. Bu topluluk kara büyü ve doğaüstü güçleri keşfetmeyi amaçlayan insanlardan oluşuyor. Kurucusu Thomas Karlsson, son bikaç albümde şarkıların sözlerinin yazarı aynı zamanda. Therion'un müziğinin ve şarkıların sözlerinin gidişatına bakıldığında, Christopher Johansson'un bu adamla tanışıp gruba girdiğini varsayarak, bu tanışmanın ikinci albüm civarlarına denk geldiğini tahmin edebiliriz. İlk albümde emperyalizm karşıtı tamamen düz müzik ve üzerine döşeli düz sözlerden oluşan, sözlerin anlamına dayalı bir müzik varken, üçüncü ve dördüncü albümde Lilith ve Naamah ile ilgili şarkılar var.

Bununla paralel olarak yine - alakalı mı bilemiyorum - ilk albümde brutal vokal yapan Chris zamanla kenara çekiliyor ve gitarıyla ilgileniyor. Ayrıca gitardan ve sadece gitardan olşan Heavy Metal erasıyla yetişmiş olan Chris biraz farklı şeyler yapmak istiyor. Bunlar da müziğin daha çeşitli bir hal almasında katkılı oluyor tabii, zaten grubun iyi veya kötü her albümünde bir deneysellik seziliyor. İlk albüm tam anlamıyla death metalken, sonraki tarzlarını senfonik/operatik metal olarak tanımlıyor Chris.

1987 yılında kuruluyor grup, o zamanki adı Blitzkrieg. 1988'de isim Therion olarak değişiyor ve 1991'e kadar olan süre zarfında birkaç demo çıkarıyorlar, iki tane kendi imkanlarıyla ve bir tane de küçük bir şirketin yardımıyla. Bunlardan sonuncusu, Time Shall Tell dikkat çekmeyi başarıyor sonunda ve 1991 yılında ...Of Darkness'ı çıkarıyor grup.

OF DARKNESS


Tamamen death metal; melodik olmayan bir death albümü bu. Öne çıkan - ya da çıkması istenen şeyler sözlerin anlattıkları. Coca Cola'ya, McDonalds'a, Amerika'yı hedef alan sözler var, dünyanın ve doğanın kötüye gidişinden bahseden liriklerle dolu albüm. Müziklerin çoğu güzel bir temel melodiye oturtulmuş ama bunlar çok basit ve hiç değişmeyen şeyler olduğu için bir yerden sonra sıkıyor ve hatta zaman zaman saf gürültü gibi geliyor kulağa. İlk şarkı olan The Return'ün girişi hoş, Megalomaniac'ın bazı yerlerde tatlı bir ritmi var; ama albüm böyle küçük şeylerden öteye gidemiyor. İlla ki bir şarkı söylemek gerekirse The Return diyebilirim sırf o girişin hatrına, ama dinlemeseniz de olur. Sözlerin isyankar içeriği bir yana, vokalin başarısızlığı da kötü bir etki yapıyor. Yine de dinlenemeyecek bir albüm değil, sadece tercih edilmeyecek bir albüm.

Of Darkness'ın çıkışı uzun sürünce daha albüm çıkmadan bir sonrakinin şarkılarını yazmaya başlıyor grup, ve bunun da yardımıyla aynı yıl içinde, 1991'de çıkıyor Beyond Sanctorum...
BEYOND SANCTORUM


Of Darkness'a göre daha iyi bir albüm. Müzik yine death ama araya serpiştirilimiş klavye tonları, clean vokaller ve şarkıların konularının farklılığı bunu sağlıyor. Ve müzik bir önceki albüm kadar tekdüze değil, güzel değişimler ve geçişler var. Daha sonra A'arab Zaraq Lucid Dreaming'de enstrümantal halini dinleyeceğimiz Symphony of the Dead'in ilk versiyonu var bu albümde ve hiç de fena değil, onun yanında grubun ilk yavaş ritmli şarkısı Paths güzel denebilir. İlk şarkı Future Consciousness'ın 2:50'den itibaren başlayan uzun ve güzel bir bitişi var. Cthulhu pek bir gaz, ve The Way ise 11 dakikalık - Therion'un son haline göre daha gürültülü de olsa - bir şaheser (vokallerin olduğu kısımlar hariç). Of Darkness gibi kaçılması gerekmeyen, ilerleme kaydedilmiş bir albüm olmuş bu, farklı elementlerin de mevcut oluşunun bunda payı var. Fakat albüme adını veren şarkı Beyond Sanctorum'u dinlemeden geçebilirsiniz.

Beyond Sanctorum'dan sonra senfoniye kafayı takan Chris bu yönde götürmek istedi grubu ve Symphony Masses - Ho Drakon Ho Megas 1993'te çıktı.
SYMPHONY MASSES - HO DRAKON HO MEGAS


Chris'in kendi deyişiyle, Therion'un "en deneysel albümü". Gerçekten de birçok farklı element ve esinlenme barındıran bir albüm bu, Arap/İran esintilerinden 80'lerin heavy metaline ve tabii ki klasik müziğe kadar. Klavyenin yardımlarıyla klasik müzik enstrümanlarının death metal'e katılmasıyla oluşan çok güzel kısımlar var, mesela Ho Drakon Ho Megas ikilemesi - özellikle ikinci kısmın başı. Bu albümdeki deneysellik, daha öncekilerden farklılık ve senfoniye olan eğilim bir çok death metal fanını gruptan uzaklaştırıyor. Bu da gruptaki değişikliği hazmedebilen ve beğenen, küçük ama sağlam bir hayran kitlesi yaratıyor grup için. Albüm için konuşmak gerekirse, bu albümdeki vokal daha önceki albümlerdekinden nisbeten daha iyi. Bu da Baal Reginon ve A Black Rose gibi şarkıları dinlenebilir kılıyor, çünkü sağlam müziklere sahipler. Klavyenin payı daha da artmış bu albümde, Symphoni Drakonis Inferni'de görüldüğü gibi. The Ritual Dance of Yezidis isimli enstrümantal şarkı da kötü değil, Procreation of Eternity yine dinlenebilir şarkılardan.

Bunun ardından klasik müziği kendi müziğine katmak isteyen grup iki opera vokaliyle birlikte çalışıyor ve Lepaca Kliffoth'u çıkarıyor 1995'te.
LEPACA KLIFFOTH


Bu albümle birlikte grup Nuclear Blast'a geçiyor, fakat hala yeterince senfonik bir albüm yapacak bütçe yok ortada. Klavyenin artık gitar kadar söz sahibi olduğu bu albümde artık müziğin death metalden oldukça uzaklaştığını söylemek yanlış olmaz, fakat yine de - ve hep olacağı gibi - gitarın kullanılış şekli asıl özünden hiçbir şey kaybetmiyor. Brutal vokalde ısrarcı davranmayan Chris çok fazla böğürmüyor bu albümde, bazı şarkılarda fısıldıyor ve bazılarında sesi çıkmıyor bile. Müzikteki melodiklik olduğu gibi hissediliyor. Bu albüm bize Arrival of the Darkest Queen girişiyle The Beauty in Black diye bir şarkı sunuyor, ki bu şarkının daha sonraki bir çok şarkılarından daha iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun yanında Evocation of Vovin, Black ve Darkness Eve gibi şarkılar da grubun geleceğini anlatıyor bize. Dinlenilebilir ve dinlenilesi bir albüm.
İlginç bir nokta daha var ki, bu ve bundan sonraki albüm olan Theli'da grubun bateristliğini yapan Piotr Wawrzeniuk, Theli'da ve daha sonra diğer albümlerde konuk şarkıcı olarak bulunuyor.


Uzun süredir kafasındakini yapmak için gereken bütçeyi bu albümden sonra bulan Christopher Johansson, sonunda gerçek enstrümanlar kullanarak bir senfonik metal albümü yapıyor. Theli 1996'da çıkıyor.
THELI

Sonunda gerçek keman seslerini duyabildiğimiz albüm. Kısık bütçeyle elindeki bestelerin ortaya çıkamayacağını anlayan Chris, Nuclear Blast'ın patronu Markus Steiger'le konuşuyor ve Therion'un müziğini takdir eden Steiger ona daha büyük bir bütçe sağlıyor. Bu faydasını büyük ölçüde gösteriyor ve Chris yapmak istediğini gerçekten iyi yapıyor; ortaya grubun o ana kadarki açık ara farkla en iyi albümü çıkıyor. Klasik müziğin yanında gitar kuvvetini kaybetmiyor, hatta gitar ağırlıklı bir albüm Theli. Şarkı sözlerinde, Ho Drakon Ho Megas ve Lepaca Kliffoth'ta oturmaya başlayan gelenek bu albümden itibaren şeklini buluyor ve çok az değişikliğe uğruyor: çeşitli mitoloji ve doğaüstü efsanelere göndermelerle dolu, ilgi çekici ve karanlık bir atmosfer. Şarkı ismi vermeye başladığım an tüm albümü saymam gerekebilir, ama özellikle belirtmek gerekirse Cults of the Shadow ve The Siren of the Woods kesinlikle dinlenmesi gereken, ne türlü olursa olsun ucundan metal dinleyen herkesin elinde bulundurması farz olan şarkılar. Opus Eclipse de senfonik metalde enstrümantal bir şarkının nasıl olması gerektiğini gösteriyor gibi. Ayrıca metal piyasasında önemli yeri olan Dan Swanö de Cults of the Shadow'un vokallerinde pay sahibi.

Bu güzel albümün ardından grubun kuruluşunun onuncu yılında bir albüm çıkarmaya karar veriyor grup. A'arab Zaraq Lucid Dreaming, 1997.
A'ARAB ZARAQ LUCID DREAMING


Theli'ya sığmayan şarkıların single CD'si olarak çıkması fikrinin geldiği son nokta böyle toplama bir albüm oluyor. Albümin ilk iki şarkısı grubun kendisinin, onların ardından birer tane Scorpions (Fly to the Rainbow), Iron Maiden (Children of the Damned), Running Wild (Under Jolly Roger) ve Judas Priest (Here Come the Tears) coverı var. Beyond Sanctorum'daki Symphony of the Dead'in kısa ve enstrümantal versiyonu, ve Christopher Johansson'un "The Golden Embrace" isimli bir film için hazırladığı soundtrack parçalarının orjinal ve Therion versiyonları bulunuyor albümde ayrıca. Dinlenmesi gereken yegane şarkı ise Fly to the Rainbow coverı. Bir bakınız vermek gerekirse; (bkz: orjinalinden iyi coverlar).

Theli'ın ardından klasik müzikle devam eden grup 1998'de en iyi albümleri Vovin'i çıkartıyor.
VOVIN


İşte grubun en iyi albümü. Güzel olmayan şarkı yok, güzel olan şarkı da yok. Şarkıların tümü muhteşem ve mükemmel. Theli ve sonrasındaki tüm şarkıları gibi birbirinden farklı bir çok duyguya aynı anda sürükleyen, korolarıyla insanı yükseltip kemanla uçururken gitarla yere vuran müziklerin kalitenin üst noktasına dayanması bu albümde gerçekleşiyor. Gitar ve klasik müzik arasındaki denge inanılmaz; ne Theli'daki gibi gitarların ağırlığı, ne de Deggial'daki klasik müzikteki yoğunluk mevcut. Yine tüm şarkıları saymadan duramam başlarsam, fakat bu albümde dinlenmesi sevap olan şarkıları söylemek gerekirse The Wine of Aluqah ve Clavicula Nox derim. The Rise of Sodom and Gomorrah'ı ise dinlemezseniz günahtır. Vovin, Theli'ın satışlarının iki katının üstüne çıkarak Therion adına bir rekora ulaşıyor. Siz en iyisi alın tamamen dinleyin bu albümü, sonra gelir elimi öpersiniz.

Bu albümün ardından bir Mini-CD çıkartmaya karar veren grup, yapımcının isteği üzerine buna bir kaç şarkı daha ekleyerek tam bir kayıt haline getirir. Crowning of Atlantis 1999'da çıkıyor.
CROWNING OF ATLANTIS


Vovin'e girmeyen iki şarkı ve Deggial'e girecek bir şarkı, üç tane cover (Manowar - Thor, Loudness - Crazy Nights, Accept - Seawinds) ve üç tane de live kayıttan oluşan, grubun tesadüfen bir asıl albüm olmuş bir albümü Crowning of Atlantis. Bir de Clavicula Nox'un orjinali kadar güzel, female yerine male vokalli, piyanoyla desteklenmiş yeni bir versiyonu vardır ki, o da dinlenmelidir. Bunun dışında çok da üstünde durulası bir albüm değil, özellikle Deggial yoldayken.

Vovin'den sonra klasik müzik iyice ön plana çıkar grubun müziğinde ve Deggial çıkar ortaya 2000 yılında.
DEGGIAL


Kemanların yanında üflemeli çalgıların da bulunduğu bu albüm Therion'un klasik müzik açısından en zengin albümü. Gitar albüm boyunca çok az yerde bir orkestranın yanında çalıyor izleniminden kurtulup kontrolü eline alıyor. Fakat bunun kötü bir etkisi var mı? Kesinlikle hayır. Tersine, daha önceki albümlerden bir farkı olmasını sağlıyor bu, tarzdan uzaklaşmadan. Ayrıca kemanların flütlerin müziği yönettiği şarkılarda gitarı da duymak farklı bir tat. Bütün şarkıların dinlenmesi gerektiği bir albüm yine, özellikle Via Nocturna, Eternal Return ve O Fortuna. Eternal Return de, Via Nocturna da uzunca girişleriyle insanı mest eden, albümün geneline uygun bir şekilde klasik ağırlıklı hoş şarkılar. O Fortuna ise Therion'un yorumuyla farklı ve güzel olmuş.

Bu kadar zamandan sonra bir konsept albüm yapmak istemiş olmalı ki Chris, İskandinav Mitolojisi'ni konu alan Secret of the Runes 2001'de çıkıyor.
SECRET OF THE RUNES


İskandinav Mitolojisi'nin başlangıcı olan, evrenin yaratılmasından önceki boşluk anlamına gelen Ginnungagap'la başlıyor albüm. Onun ardından 9 ayrı dünyayı anlatan birer şarkı ve kapanışta albümle aynı isimli şarkıyla sonra eriyor. Bonus olarak bir Abba (Summernight City) bir de Scorpions (Crying Days) coverı var. Genel olarak Therion sevenler tarafından beğenilen bir albüm değil, sonuçta 3 tane birbirinden farklı ve güzel albümden sonra böyle bir albüm çok da güzel gelmiyor. Fakat konsept albüm olmanın getirdiği sıkışıklığı çok güzel bir şekilde bertaraf ederek güzel müzik yapmayı beceriyor grup ve elindeki her türlü malzemeyi paylaşıyor bizimle. Ljusalfheim, Vanaheim ve Muspelheim özellikle tavsiye ettiğim şarkılar, ama konsep albüm baştan sonra dinlenmedikçe zevki çıkmaz. Dinleyiniz.

Bu albümden sonra 2002'de bir live albüm çıkartıyor grup ve zorlu bir işe soyunuyor. Ellerinde bulunan oldukça fazla malzemeyi dolu dolu kullandıkları Sirius B ve Lemuria, çift albüm olarak 2004'te beraber çıkıyorlar.
LEMURIA


Lemuria, kayıp Mu kıtasının diğer adı, fakat bu Secret of the Runes gibi bir konsept albüm değil. Yine farklı mitolojik ve efsanevi konular üzerine şarkılar ve garip duygular içine sokan müzikler var. Typhon ve The Ships of Berik Part I: Calling to Arms'da Chris'in tekrar brutal vokale döndüğünü ve bu sefer gerçekten iyi döndüğünü görüyoruz. İlk albümlerdeki gibi kulağı rahatsız eden değil, olması gerektiği gibi bir tona sahip. Şarkıların hepsi güzel ve albüm genel olarak Vovin'le yarışabilecek düzeyde. An Arrow from the Sun, Lemuria ve Abraxas çok yerinde ve çok güzel müziklerle bezeli iyi şarkılar. Özellikle Lemuria'nın "when the sailman's sailing away" diye başlayan melodisi çok güzel.

SIRIUS B


Lemuria'dan farklı, birbirinden ayrı albümler olduğu anlaşılabilecek kadar farklı bir albüm Sirius B. Lemuria'nın Vovin'dekine benzer dengesinin tersine, Sirius B bu yönden biraz daha Theli'a benziyor. Fakat bu onu Vovin'den daha iyi bir yere getiriyor. Lemuria'daki gibi bu albüm de Therion'un bir süredir (iki albümdür) sadece koro türü vokaller kullanmasından sonra solo vokale dönüş yaptığı bir albüm. Mats Leven, Piotr Wawrzeniuk ve Chris'in kendisi bol bol şarkı söyleyerek bunu sağlamışlar bu iki albümde. Sirius B'de dinlenmezse ayıp olacak şarkılar ise, Voyage of Gurdjieff, The Khlysti Evangelist, The Wondrous World of Punt ve Dark Venus Persephone. Özellikle Voyage of Gurdjieff çok güzel, senfoni orkestrasıyla birlikte çalınışını canlı dinlemek istiyorsunuz.

Bir de şu var ki, grup biraz da işi abartıp bu son çift albümde toplam 171 müzisyenle çalışmış. Ciddi ve büyük bütçeli bir uğraşı söz konusu yani.

Gothic Kabbalah

Therion'un önceki albümlerinden çok farklı olarak Gothic Kabbalah'ta bass gitar öne çıkarken , neredeyse hiç senfonik enstrümana veya koroya rastlamıyoruz . Bir önceki albümlerinde yüze yakın solistle çalışan grup bu albümde sadece 4 vokalist ile çalışmış ve bayan vokalistler bu albümde çok iyi bir performans sergilememiş gibi görünüyor . Mats Leven üstün vokaller yaparken albüm Snowy Shaw gibi bir insanı kazandırıyor dinleyiciye . Albüm genel olarak can sıkmayan kendine has güzel parçalarla dolu ama tek fark Theli-Vovin-Deggial dönemindeki ritmler kendini progressive ritmlere bırakmış ve semfonik ögeler azalmış . Öne çıkan parçalar Son of the Staves of Time , TOF - The Trinity , Perennial Sophia , Wisdom and the Cage ve Adulruna Rediviva denebilir .

alıntıdır.

Çevrimdışı Slyffindor

  • **
  • 218
  • Rom: 0
  • Entrigiue?.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Therion!*
« Yanıtla #1 : 23 Ağustos 2008, 13:35:32 »
Therion iyidir, Gothic Kabbalah aşırı başarılıdır ortalığı yıkar felan falan filam..Evet evet son albümünü para kıyıp orijisini alın



                 I'll be your water. I'll be yours

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Therion
« Yanıtla #2 : 22 Aralık 2010, 13:50:09 »
Aşina olduğumuz çoğu şarkının yorumcularıdır ayrıca, gerek enstrüman gerekse ses kalitesi inanılmazdır. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da konser vermiştir, başlığı geç gördüm ne yazık ki. Haber vereydik iyiydi.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Therion
« Yanıtla #3 : 23 Aralık 2010, 19:55:53 »
Çevremde pek de tanınan bir grup olmadığı için ben de geç keşfettim kendilerini. Kaliteli müzik yapmalarına rağmen hitap ettiği kitle pek de geniş sayılmaz. Şahsen Vovin albümü (benim bile) dinlediğim tek albümleri oldu. Hatta içinden bir kaç parçayı da Kayıp Rıhtım radyosunda dinletmişliğim var. Yine de keşfetmeye devam edeceğim şarkılarını...

Çevrimdışı Hathor

  • *
  • 14
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Therion
« Yanıtla #4 : 05 Ocak 2011, 05:15:24 »
Gothic Kabbalah'ı hayatımdan bir türlü çıkaramıyorum. Sümük gibi yapıştı bu albüm bana. Her gün bir kere dinliyorum... : )