Kayıt Ol

Tholl Vadok

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Tholl Vadok
« : 25 Eylül 2009, 19:55:06 »
.

Tholl Vadok

Gece yarısını üç saat geçe, Kuru Döşek Hanı artık sessizleşmişti. Sabah erkenden yola çıkacak müşteriler çoktan odalarına çekilip yatmışlardı. Kasabalılardan kılıbık olamayanlar bile iki saat önce koşar adım evlerine dönmüş, sızıp kalanlar ise son bir saatte garson çocuklar tarafından at arabasına istif edilerek teker teker evlerine, elinde oklavayla bekleyen karılarına teslim edilmişlerdi.

Şimdi ışıklarının yarısı söndürülmüş salonda iki delikanlı yerleri süpürüp paspas yapıyordu. Hancı Bergun de hala ayaktaydı. Geri kalan bütün çalışanlar istirahate çekildiği halde o hala tezgahın ardında oturuyor, elinde -tarifi kendine özel- içkisini yudumluyordu. Bergun Pastaci hem Kuru Döşek Hanı’nın sahibi, hem de Mavitaş Kasabası’nın valisi olması nedeniyle bütün gün çalışır, gecede üç dört saatten fazla uyumazdı. Buna rağmen daima dinç görünmesi ilginçti.

Salonun öbür tarafından birisi “Sayın Vali, masamıza buyurmaz mıydınız!” diye bağırdı. Konuşan, şömineye yakın bir masada oturan son üç müşteriden biriydi. Bu masadaki üçlünün ertesi gün yola çıkmak gibi bir kaygısı yoktu. 

Serüvenciler... Kuru Döşek Hanı’nda daima birkaç maceraperest ya da yeteneklerini altın karşılığında kiralayan gözükara adam bulunur. Bu üçü de kendilerini kiralayacak paralı birini bekliyordu. Aslında önceden tanışmıyorlardı, burada karşılaşmışlardı ama müşteri beklerken beraber vakit geçirmekten pek şikayetçi değildiler.

İlk göze çarpan özellikleri; üçünün de siyah tonlarda giyinmiş olmalarıydı. Genelde gecenin koynunda gizli işler çevirenlerin tercih ettiği bir renkti bu. Ama bu adamların bakışlarında kötücüllük yoktu.

Bergun’u masaya davet edenin adı Bıçkın’dı. Tabii ki bu gerçek ismi değil, lakabıydı. Tıpkı diğer ikisi gibi Bıçkın da gerçek adını unutmaya özen gösteriyordu. Boylu boslu, yanık tenli, yakışıklıydı. İncecik sakalı ve beyaz dişleri şeytansı bir çekicilik yaratıyordu. Üzerindeki siyah deriden yelek kaslı kollarını açıkta bırakıyordu. Atletikti. Biri normal, biri de kısa olmak üzere iki kılıç birden taşıyordu ve fiyakalı çizmelerinden hançer kabzaları, pervasızca gösteriyorlardı kendilerini.

Bıçkın’ın yanındaki geniş suratlı adam Avcı’ydı. Ceketinin hemen her yanında yuvalarında yan yana sıralanmış küçük oklar dikkati çekiyordu. Avcı’nın çeşit çeşit tatar yayları vardı. Büyük yaylı tüfeklerini odasında bırakmış olsa da, tek elle kullanılabilen yaylı tabancalarını yanında tutuyordu. Sol bileğinin dış kısmında bile -kendi icadı olan- minik oklar atan bir yaylı mekanizma vardı. Büyüklü küçüklü yaylı silahlar hakkında oldukça zengin bir mekanik bilgisi vardı. Soranlara geyik avcısı olduğunu söylüyordu. Elbette geyik avlamışlığı da vardı ama sadaklar dolusu yedek ok, geyik avı için abartılıydı.

Üçlünün en ufak tefek olanı Klik’ti. Hanın azaltılmış loş ışıklandırması altında belirsiz bir gölge gibi duruyordu. Gözleri fıldır fıldırdı ve sivri kepçe kulakları bir tilkininki gibi sağa sola hareket ediyordu sanki. Yanında taşıdığı gösterişli ve kaliteli bir asma kilidi daima masanın üzerine koyar, arada sırada minik bir maymuncukla bu kilidi kurcalardı. Böylece artık herkes onun bir “çilingir” olduğunu anlamıştı. Hatta anahtarını kaybeden saf bir kasabalı kapısını açtırmak için Klik’i tutmuştu. Üstünde herhangi bir silah taşımıyor, daha doğrusu taşımıyormuş gibi gözüküyordu. Ancak adam aslında göründüğü gibi değildi. Bergun bu grupla birkaç kere -özellikle sabaha karşı- oturup bir şeyler içtikten, muhabbet ettikten sonra Klik’in kızıla çalan saçlarının boyama, küçük keçi sakalının takma ve burnunun üzerindeki kemerin de makyaj hilesi olduğunu anlamaya başlamıştı. Hele hele yarı-elf olduğunu vurgulayan sivri kulak uçları kesinlikle sahteydi. Ama Bergun tabii ki bunları görmezden gelmişti. Kuru Döşek Hanı’nda arananlar listesindekilere de yer vardı; parasını ödediği ve olay çıkarmadığı müddetçe müşterinin kim olduğu önemsenmezdi.

“Arkadaşlar geç oldu, kapatıyoruz!” diye seslendi Bergun masadakilere. Ancak diğerlerinin pes etmeğe niyeti yoktu. “Aman Vali Bey, Kuru Döşek Hanı’nın kapandığı nerde duyulmuş?” diye laf attı Klik. Bıçkın da “hadi Sayın Bergun, bir kadehçik daha!” diye üsteledi. Bergun sırıtarak pos bıyıklarını burdu. İki haftadan beri sabaha karşı hep aynı senaryoyu oynuyorlardı. Hancı, yer paspaslayan gençlerden birine “çocuk, bize dört bira kap çabucak,” diye seslendi. Diğerleri masalarından neşe içinde tezahürat yaptılar.

Ancak Bergun henüz bir iki adım atmıştı ki salonun ortasından gelen ürkütücü bir çıtırtı ile durdu. Ses diğerleriyle kendi arasında, salonun ortasındaki bir noktadan geliyordu. Bergun’un pos bıyıkları ve saçları elektriklenmiş gibi havaya dikildi ve hafif bir yanık kokusu duyumsadı. Sesin geldiği yerde, -serap görür gibi- havada dalgalanmalar başlamıştı. Masadaki üç kişi de ayağa fırlamış, neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bergun “büyü bu!” diye düşündü. Yoksa aralarında görünmez biri ya da bir şey mi dolaşıyordu? Sonra dalgalanan hava yoğunlaşarak elips biçiminde büyük bir boy aynasına dönüştü, öyle ki Bergun karşıdaki müşterileri araya giren “şey” yüzünden göremez hale geldi.

“Boyut kapısı!” diye inledi Bergun. Daha önce hiç boyut kapısı açıldığını görmemişti ama anlatılanlardan, tarif edilenlerden dolayı, kesinlikle birazdan salonun ortasına kimbilir evrenin hangi köşesinden gelen, ne idiği belirsiz bir yaratığın düşeceğinden emin gibiydi. Garson çocuklar kendilerini masaların altına çoktan atmışlardı. Bergun de tabanları yağlayıp kaçmak için içinde dayanılmaz bir istek duyuyor ama gururuna yediremiyordu. Heyecanını bastırmaya çalışarak gelenin bir iblis olmaması için dua etti.

Bir an boyut kapısı karanlığa dönüştü ve hemen ardından içinden meşhur büyücü Tiq Otally çıkıverdi. Yaşlı büyücünün üzerinde toprak rengi uzun bir cübbe, kafasında da aynı renkte kocaman kenarlı, uzun, sivri kukuletalı bir şapka ve elinde de ucunda ışık parlayan, neredeyse kendi boyunda bir asa vardı.

Tiq Otally çıkar çıkmaz boyut kapısı kapandı. Büyücünün asasındaki ışık bir an salondakilerin gözünü kamaştırdı. Otally sinirli bir şekilde, sanki diğer tarafta başladığı bir konuşmayı devam ettiriyor, daha doğrusu öfkeyle söyleniyordu. “Aptallaar! Beyinsiz amatörler!!..” diye kendi kendine yüksek sesle konuşuyordu. Öfkesinin ardına gizleyemediği bir telaş, bir nefes nefese kalma durumu da kendini belli ediyordu.

Bergun eskiden beri tanıdığı hatırlı müşterisi, hatta arkadaşı -bir büyücüyle ne kadar arkadaş olunabilirse artık- Tiq Otally’nin yüzünü görünce içi rahatladı. Ancak bir an sonra büyücünün göbeğine kadar uzanan beyaz sakallarına tırmanan yumruk iriliğinde örümceği farkedince dehşete kapılmakta gecikmedi. Aslında büyücünün üzerinde bu iri yarı örümceklerden bir sürü vardı.

Bergun gözlerini faltaşı gibi açarak titreyen parmağıyla adamın üzerini işaret etti ve “Bay Otally! Böce... örümcek!..” diye yüksek sesle kekeledi.

Otally sol elini uzun beyaz saçlarının arasına daldırarak sol kulağını buldu ve tılsımlı küpesini tutarak kadim “Arcane” dilinde birkaç sözcük mırıldandı. Büyücü bir anda kardan adam gibi bembeyaz olmuştu. Üzerindeki örümceklerin de çoğu buz mavisi heykelciklere dönüşerek döküldüler ve yere çarptıklarında kristal vazolar gibi tuzla buz oldular.

Birkaç örümcek donmadan kendini yere atabilmişti ama onlar da pek fazla uzaklaşamadılar; birini Bıçkın çizmesinin topuğuyla ezdi, Avcı ise iki elinde tuttuğu yaylı tabancalardan gönderdiği oklarla iki örümceği ahşap döşemeye zımbaladı ve son olarak Klik’in ceketinin yeninden çıkıveren küçük bir fırlatma hançeri hızla hedefini bularak kalan tek örümceği de halletti.

Bergun şaşkınlıktan donakalmıştı. Tiq Otally de normale döndüğünde çevresine şöyle bir göz gezdirdi. Bakışlarını ayağının dibindeki kırık buz parçalarından yere zımbalanmış anormal örümceklere çevirdiğinde, kuş kanadına benzeyen beyaz kaşlarını havaya kaldırarak “etkileyici!” dedi. Bu iltifat diğerlerinin şımarmasına yol açmıştı, hepsinin ağzı kulaklarındaydı. Üstelik biraz önce yaşadıkları ufak heyecan, özledikleri macera duygusunun tadını, az da olsa damaklarında hissetmelerine sebep olmuştu.

“Merhaba ben Bıçkın, bunlar da Avcı ve Klik...” diye söze başladı Bıçkın ama Tiq Otally gruba ilgisini kaybetmişti bile. Büyücü artık ilk geldiğindeki gibi öfkeyle burnundan solumuyordu ama yeterince huysuzdu. Her zaman oturduğu, köşedeki masasına doğru hızlı hızlı yürürken “Bergun bana içecek bir şeyler yolla, dilim damağım kurudu,” dedi.

Hancı derhal masaların altından çekingence başını uzatan gençlere bir işaret çaktı, garsonlar içkileri getirmeye koştular. Bu arada Bergun yerdeki örümcek cesetlerine dikkat çekerek, -ok saplananlardan biri hala kıpırdamaktaydı- serüvenci grubuna “bravo arkadaşlar, çok nişancısınız doğrusu. İçkileriniz benden,” dedi. Büyücünün ilgisizliğinden morali bozulan grubu nazikçe iteleyerek masalarına geri yönlendirdi. Kendisi de derhal Meşhur Büyücü Tiq Otally’nin masasına seyirtti.

Büyücü masasına kurulmuş, yorgunluk atarken “Bergun sana zahmet bana bir pipo buluver, benimki orada kaldı,” diye seslendi.

Siyah giyen üçlü kendi masalarına otururken Bıçkın “arkamda böyle bir büyücü olsa sırtım yere gelmez,” dedi. Avcı da bu sözü onaylarcasına başını sallamıştı. Klik dudak büktü: “Ben büyücüleri pek sevmiyorum, kendini beğenmiş oluyorlar. Baksana adam kendini tanıtmadı bile. En iyisi rahipler bence, üstelik şifacı oluyorlar,” dedi.

İçecekler ve tütün de geldikten sonra Bergun, büyücünün piposundan bir nefes çekmesini bekleyerek “Usta Otally bizi çok korkuttunuz. Nereden geliyordunuz?” diye sordu.

“Pafund Çölü’nden geliyordum.”

“Pafund Çölü mü! Ama orası cehennemin dibi, uzak ülke!”

“Abartma Bergun, kıtanın güneyi sadece.”

“Yani oraya kimse gitmez anlamında söyledim.”

“Bergun o kızgın çöle gitmemin sebebi gezintiye çıkmak değildi elbette. Zaten az daha postu deldiriyordum... Tholl Vadok Piramidi’ni bulmak için gittim oraya.”

“Tholl Vadok mu? Ben onu efsane zannediyordum, masallar için uydurulmuş...”

“Sen öyle san! İnsanlar ulaşamadığı şeylerin varlığını inkâr etmeye pek meyillidir. Tholl Vadok Piramidi var, ve ben onun 9.Koridor’una kadar girdim. Hesaplarıma göre sadece üç koridor kalmıştı, 12.Koridor’un ardında Vadok’un mezar odası olmalıydı.”

Bu arada siyah giyen üçlü masalarında güya içkilerini yudumlarken pek sessizdiler. Aslında hepsinin kadehleri boşalmıştı ama dikkatleri dağılmasın diye kıpırdamaya bile korkuyorlardı. Bıçkın, deniz böceği kabuğuna benzeyen küpesinin dar ucunu kulağına dayamış, geniş ucunu ise Bergun ile Tiq’in oturduğu masaya yönlendirmeye çalışıyordu. Tılsımlı olan küpenin sesleri toplama özelliği vardı. Klik’in ise normalin iki katı büyüklükteki -sahte- kulakları yardıma ihtiyaç duymayacak kadar keskindi. Avını gözleyen bir tilki gibi dikkatle odaklanmış, en ufak bir fısıltıyı bile kaçırmıyordu. Avcı konuşulanları duyamıyordu ama gözleri adamların dudaklarını okuyacak kadar keskindi. Üçü de maceranın kokusunu almaya başlamışlardı.

“Peki ne oldu Usta Otally, üzerinizde yaratıklarla alelacele gelmiş gibiydiniz?” diye sordu Bergun.

“Ne olacak Bergun; yanımda götürdüğüm salaklardan biri korkunç bir tuzağı harekete geçirdi, bütün koridor zehirli saldırgan yaratıklarla dolmaya başladı. Her taraftan sürüler halinde çıkıyorlardı. Örümcekler, çıyanlar, devasa egzotik böcekler duvarlardaki deliklerden adeta fışkırıyor, hatta tavandan tepemize yağmur gibi yağıyordu.”

“Öbürleri... Yani adamlarınıza ne oldu?”

“Ah beyinsiz amatörler, kaz kafalılar! Lafa gelince bol keseden atarlar; yok açamadığı kilit, çözemediği mekanizma yokmuş, hiçbir tuzak gözünden kaçmazmış!.. Ne olacak Bergun?.. Onların başına ne geldiğini düşünüyorsun? Ben kıçımı zor kurtardım, gördün işte nasıl son anda geldiğimi. Yaratıklar üzerime hücum etmişlerdi bile, koruyucu büyülerim olmasaydı çoktan zehirli dişlerini bana da geçireceklerdi... Üzüldüm tabii... Ama onlar için yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Çıkmadan önce koridordaki bütün yaratıkları öldürecek bir ateş topu bıraktım. İyi bir büyücü görevini tamamlamak uğruna -kendi canı olmasa bile- gerekirse bütün ekibini feda edebilmelidir Bergun, anlıyormusun?”

“Eee evet tabii... galiba... Neyse ki siz son anda kurtulabilip buraya geldiniz... Sahi Usta Otally neden buraya geldiniz? Yani hoş geldiniz tabii ama Zaphir’e de gidebilirdiniz değil mi?”

“Evet Bergun, boyut kapısını daha önce görmüş olduğum herhangi bir yere açabilirim, rahatlıkla Zaphir’deki kuleme de dönebilirdim. Ama insan cehennem çölündeki kadim bir piramidin karanlık küflü labirentlerinde ölümle burun buruna gelince bir dost yüzü görmeyi özlüyor.”

“Ah!.. Çok duygulandım...”

“Bir de üstümde lanetli çölün tozları ile dönüp evime hastalık filan bulaşsın istemedim.”

“Anlıyorum.”

Tiq Otally’nin aklı başka yerdeydi. Piposunu tüttürürken kendi kendine konuşur gibi “çok yaklaşmıştım, sadece üç koridor kalmıştı,” diyordu.

“Afedersiniz Usta Otally ama nedir bu kadar önemli olan, Vadok’un mezar odasında büyük hazineler mi var?” diye sordu Bergun.

“Hazine mi?.. Hazine kelimesi orada olanı tarif etmekte hafif kalır Bergun. Vadok’un mezar odasında...”

Tam bu sırada gözlerinden uyku akan garson çocuk, siyah giyen üçlünün masasına geldi ve boş kadehleri toplamaya başladı. Üstelik sakarlık yaparak masadakileri devirdi ve diğer üçünün konsantrasyonunu bozacak kadar patırtı yaptı. Delikanlı özür diledikten sonra kendini affettirmek istermiş gibi başka bir istekleri olup olmadığını sormuştu ama diğer üçünün karanlık bakışlarını görünce kaçar gibi uzaklaştı.

“Çocuğun zamanlaması harika doğrusu. Siz duyabildiniz mi?..” diye fısıldayarak konuşan Avcı’ya, diğer ikisi sert bakışlar atmakla yetindiler. Tiq Otally’nin konuşmasını dinlemeye çalışıyorlardı.

“İşte böyle Bergun. Şimdi yeni bir serüvenci grubu bulup tekrar Pafund Çölü’ne dönmem gerekiyor. Ama piramidin tılsımı öyle güçlü ki bir dahaki ay doğumunda bütün büyüler ve tuzaklar tekrar kurulacak, koridorların bütün mekaniği ve şifreleri değişecek. Anlayacağın her şeye baştan başlamam gerekecek. Tek tesellim: Artık boyut kapısı açarak piramidin yanına kısa sürede gidebileceğim. Çünkü çölü gördüm Bergun. Issızlığın cehenneminde haftalarca yolculuk ettim. Sıcaktı. Çöle kum denizi diyorlar biliyor musun? Gerçekten de bir deniz kadar uçsuz bucaksız. Kum tepeleri denizdeki dalgalar gibi sonsuzluğa uzanıyorlar. Ve kum fırtınalarının şiddeti, deniz fırtınalarından da beter. Göz gözü görmediği gibi, eğer hemen siper almazsan muazzam bir süratle üzerine çarpan sonsuz sayıdaki kum taneciğinin hışmına uğrarsın. Gece ise aksine dondurucu bir soğuk olur, taş olsan çatlarsın.”

Tiq Otally birden bir şey hatırlamış gibi “Ah! Evcilimi salayım da biraz dolaşsın, olur mu Bergun?” dedi.

“Tabii, elbette!” dedi Bergun ama büyücünün ne söylediğini tam olarak anlamamıştı aslında.

Otally uzun sivri kukuletalı şapkasını çıkararak havaya doğru tuttu ve içine doğru konuştu: “Hadi dolaş biraz!” Şapkanın içinden ufak bir yarasa fırladı ve özgürlüğün tadını çıkarırcasına uçmaya başladı.

Bergun hancılık kariyeri boyunca öyle şeyler görmüştü ki bu onu şaşırtmadı. Yine de yarasanın şapkadan çıkış hızı ürkütmüştü biraz.

Bu arada siyah giyen üçlü Tiq Otally’nin masasına yanaştı. Bıçkın söze girdi: “Bayım konuştuklarınıza kulak misafiri olduk; Vadok Piramidi’nde başladığınız işi bitirmeniz için size yardım edebiliriz. Ben Bıçkın. Kılıç ustalığıma güvenebilirsiniz, ayrıca akrobatlık gerektiren görevlerin altından kalkabilirim,” dedi. Yanındaki öne çıktı: “Ben de Avcı. İyi atıcıyımdır.” En son yanlarındaki gölge de kendini tanıttı: “Ben de Klik. Açamayacağım kilit, çözemeyeceğim mekanizma, fark edemeyeceğim tuzak yoktur!” dedi.

Bergun bir an büyücünün “ben bu lafları daha önce de duymuştum,” gibisinden bir şey söyleyeceğini sandı ama öyle olmadı. Tiq Otally piposundan bir fırt çekti ve ayağa kalkarak “gidelim o zaman!” dedi.

***

Tholl Vadok Piramidi – 9.Koridor

Etrafta yanmış kavrulmuş çeşitli yaratık cesetleri doluydu. Koridorun sonuna geldiklerinde Tiq Otally’nin eski ekibinden arta kalanları gördüler. Diğerleri endişeli bakışlarını büyücüye çevirdiğinde Tiq Otally “ben ateş topunu attığımda onlar çoktan ölmüştü zaten,” diye izahat verdi. 10.Koridor’un kapısına vardıklarında Klik kapıyı inceledi ve ukala bir sırıtışla “çocuk oyuncağı,” dedi. Yine de kilidi açması için maymuncuk setiyle birkaç dakika üzerinde çalışması gerekmişti. Sonunda bir “klik!” sesiyle kilit açıldı. Ardından yavaşça kapıyı iterek ardına kadar açtılar.

10.Koridor, girişin sağına doğru uzanıyordu. Aslında bütün koridorlar birbirine doksan derece açıyla birleşiyordu. Her kapıdan geçişte sağa dönerek yollarına devam ediyorlardı. Aynı zamanda hafifçe aşağıya doğru eğimli koridorlar piramidin merkez ekseni etrafında dönerek diplerdeki mezar odasına doğru gidiyorlardı.

Hemen girişte iki heykel göze çarpıyordu. Ama üçüncü bir heykelin olması gerektiğini düşündüren üzeri boş beyaz mermerden bir kaide vardı. Yanında kahverengi mermerden kaidenin üstünde gerçek ölçülerine yakın yine kahverengi bir kurt heykeli bulunuyordu. Kurt dişlerini gösteriyor, korkunç görünüyordu. Onun yanında da yeşil mermer kaidenin üzerinde yine yeşil renkte küçük bir ağaç heykeli vardı. Üzerinde yüzlerce minik yaprak işlenmişti.

10.Koridor yaklaşık dört metre kadar genişlikte ve yükseklikteydi ama çok uzundu. Öyle uzundu ki diğer ucu zar zor gözüküyordu. Girişten birkaç metre ötede düz desenli zemin bitiyor, yere döşenmiş rengarenk parke taşlar başlıyordu. Yerdeki taşların her biri yaklaşık kırk santim genişliğinde ve altıgen şeklindeydi. Asıl ilginç özellikleri ise tıpkı heykeller ve kaideleri gibi kahverengi, yeşil ve beyaz renklerde olmalarıydı.

Yan duvarlar ise karmaşık desenlerle boyanmıştı ama dikkatli bir göz desenlerin arasındaki yüzlerce deliği fark edebilirdi. Nitekim fark edildi de! “Bu delikler havalandırma için olmasa gerek,” dedi Klik. Bıçkın ekledi: “Eminim şu yerdeki parke taşlardan tuzaklı olanına basıldığında deliklerin içinden mızraklar fırlıyor ve geçeni delik deşik ediyor; ne kadar klişe bir tuzak!” dedi. Tiq Otally ise tereddütlü bir şekilde sakalını sıvazladı: “O dediğin tuzaktan 3.Koridor’da vardı; burası 10.Koridor, aynı tuzağı kullandıklarını sanmıyorum,” dedi.

Avcı gözüne tuttuğu tılsımlı kristalin ardından koridorun uzak, çok uzaktaki diğer ucuna bakıyordu. “Eksik olan beyaz heykel karşı tarafta. Sanırım bu... bir koyun!” dedi.

Tiq Otally heyecanlanmıştı. “Koyun heykeli mi! Peki kahverengi ve yeşil mermer kaidelerden karşıda da var mı?” diye sordu.

“Evet, buradaki kaidelerin aynısından orada da var,” dedi Avcı yakınlaştırıcı kristalini gözüne tutarak.

“Hımmm, bu heykeller bir işe yarıyor olmalı,” dedi Tiq. “Ama önce şu koridoru bir test edelim. Bıçkın!..” Kafasıyla görevi Bıçkın’a verdiğini işaret etmişti Büyücü Otally.

Bıçkın bir an şaşırdı. “Nasıl yani?.. Geçeyim mi?”

Diğer herkes geriye çekilirken Tiq Otally gevrek gevrek gülümseyerek “ister kendin geç, istersen öteye doğru bir şey fırlat,” dedi.

Bıçkın cesetlerin üzerinden aldığı ufak bir gürzü parke taşların üzerine doğru fırlattı. Gürz yere çarptığı anda, o bölgede, yan duvarlardaki deliklerden bir sürü sivri uçlu metal şiş fırladı. Hareket o kadar ani ve şiddetli olmuştu ki, adamlar bunu bekledikleri halde yine de ürktüler. Ejderhanın kapanan dişleri gibiydi. Mızrakların sap kısımları hala duvarın içindeydi ve birkaç saniye sonra bütün mızraklar mekanik tıkırtılar eşliğinde yavaş yavaş yuvalarına geri döndüler.

“Vay canına!” dedi Avcı. “Kalkanları, zırhları bile deler bunlar.”

“Gördünüz mü tam tahmin ettiğim gibiymiş,” dedi Bıçkın.

“Öyle mi, o zaman nasıl geçeceğimizi de tahmin et bakalım çok bilmiş!” diye laf attı Klik.

“Aslında basit,” dedi Büyücü Tiq Otally. “Heykellerden birini yanına alırsan ve heykel ile aynı renkte taşlara basarsan bir şey olmaz!”

Diğerleri itiraz etmedilerse de ikna da olmamışlardı.

“Bıçkın!” dedi Tiq Otally başıyla heykelleri işaret ederek.

Bıçkın yutkundu. “Yani ben mi?..”

“Endişelenme sana koruyucu büyü yapacağım.”

Korsan eskisi adam istemeye istemeye heykellere yanaştı. “Hangisi?”

“Farketmez.”

Bıçkın bitki heykelini kucakladı. Pek de ağır sayılmazdı.

Tiq Otally adamın suratına bir fiske yarasa pisliği atarak, kadim “Arcane” dilinde bir şeyler söyledi. Ardından “ tamam, şimdi efsun ile korunuyorsun, bıçaklar sana bir şey yapamaz,” dedi ve Bıçkın koridora adım atarken “en azından bir iki vuruştan korur seni,” diye hızlıca mırıldandı.

Bıçkın kucağında bitki heykeli ile koridorda ilerlemeye başladı. Klik adamın ardından “unutma yeşil taşlara basacaksın! Renk körlüğü filan yoktu sende değil mi?” diye dalga geçerek konuştu. Ancak Bıçkın ilk taşın üzerine ürkek bir adım attığında hiçbir şey olmadı. Yeşil taşlara basarak biraz daha ilerledi ve tuzaklar harekete geçmedi. Bıçkın yavaşça geriye dönerek ekibe doğru sıtrıttı. “İşe yarıyor!”

Avcı, “peki ama hepimiz nasıl geçeceğiz karşıya,” diye sordu.

Tiq Otally Bıçkın’a geri dönmesini işaret etti. “Bir sorunumuz daha var; üç heykeli yan yana bırakamayız. Bırakırsak kimbilir ne olur ama riske girip öğrenmek istemiyorum doğrusu,” dedi.

“Neden bırakamayız ki?” dedi yanlarına dönüp kucağındaki heykeli kaidesine geri koyan Bıçkın.

Tiq vevap verdi: “Kurt koyunu yer, koyun da bitkiyi. Anladınız mı heykellerin neden koridorun ayrı uçlarında durduğunu?”

“Bu durumda,” dedi Klik, “Bıçkın sen Sayın Otally’yi, Avcı sen de beni taşımalısın, biz de heykelleri kucağımızda tutarız.”

“Sen delirdin mi?” dedi Avcı, “hem seni, hem malzemeleri, hem de heykeli taşıyacağım ve doğru taşlara basarak sek sek zıplayacağım öyle mi?”

“Evet evet imkansız! Bir de dengemizi kaybedersek anında ölürüz,” diyerek Bıçkın da destekledi Avcı’yı. Klik’e çatık kaşlı bir bakış fırlattı.

Üçü dönüp yaşlı büyücü Tiq Otally’e baktılar. Otally çantasından piposunu çıkartırken “kimse kimseyi sırtında taşımayacak,” dedi. “Koridor çok uzun buradan geçmek biraz zaman alacak. Önce kurt ve bitki heykelini alan iki kişi karşıya geçecek, daha sonra karşıya geçenlerden biri iki heykeli birden alıp geri dönecek. Bıçkın sen iki heykeli de kolaylıkla taşıyabilirsin herhalde?”

“Evet taşıyabilirim; ikisi en fazla kırk kilo gelir.”

“Güzel. Tamam o halde geri dönüşlerde heykelleri sen getireceksin ve hepimize karşıya geçişlerde eşlik edeceksin.”

“Anlaşıldı.”

Önce Bıçkın’la beraber Klik geçiyordu karşıya. Tiq Otally piposunu adamların peşlerinden sallayarak “ben gelmeden karşı taraftaki hiçbir şeye dokunmayın sakın!” diye uyarmayı ihmal etmedi.

“Tamam, tamam!” diye cevaplayan Klik, kucağında kurt heykeli ile sadece kahverengi taşlara basmaya özen gösterirken “bu adam da bizi iyice çocuk yerine koyuyor yahu!” diye biraz arkasından gelen Bıçkın’ın duyabileceği kadar bir ses tonuyla mırıldandı.

Koridor çok uzun olduğundan ikisi 11.Koridor’un kapısının olduğu uca varana kadar birkaç dakika geçti. Tam tahmin ettikleri gibi burada da heykelleri üzerine koymak için mermer kaideler vardı. Beyaz kaidenin üzerinde çok sevimli bir koyun heykeli vardı. Klik “kurt heykelini koyunun yanındaki bölüme koysam ne olur acaba?” diye sesli düşündü.

Bıçkın ise kurt heykelini adamın elinden kapar gibi alarak, ters bir bakış attı. “Şimdi deney yapmanın sırası değil!” dedi.

Bıçkın iki heykel iki koltuğunun altında koridorun başına dönerken pek zorlanmadı. Güçlü ve atletikti. Daha sonra bu sefer Avcı ile birlikte geçtiler koridordan. Tiq Otally ise piposunu tüttürüp çantasından çıkardığı bir takım parşömenleri incelemekle meşguldü. Bıçkın Avcıyı da karşıya bıraktı ve Büyücü’yü almak üzere döndü.

Avcı 11.Koridor’un metal kapısı önünde durmakta olan Klik’e yanaştı. “Nasıl, bu kapıyı da açabilecek misin?” dedi.

“Çok kolay! Sen gelmeden önce inceledim kapıyı; bilmeceli kilit koymuşlar.”

“Bilmeceli kilit mi?”

“Evet, bak üzerindeki sayıları görüyor musun?” diye işaret etti Klik. Kapının üzerinde yanyana küçük çerçeveler içinde kabartma sayılar gözüküyordu. Sayılar 11, 13, 17, 19, 23 diye dizilmişti ve bunların ardından gelen son kutucuğun içinde ise soru işareti anlamına gelen bir rün bulunmaktaydı. Hemen biraz aşağıdaki küçük bir diski çevirince soru işaretinin yerine 00 ile 99 arasındaki sayılar getirilebiliyordu. “Aslında çok basit,” dedi Klik, “bu serinin sonuna gelecek doğru sayıyı bulacaksın, ardından kapının mandalını bastırdığında kapı açılır.

“Peki yanlış sayıyı getirip kapının mandalına basarsan ne olur?”

“Açılmaz.”

“Tuzak yok mu peki?”

“Olmaz olur mu, tabii ki var! Aksi takdirde bütün sayıları denemek mümkün olurdu. Yanlış sayıyı girersen, eminim ölümcül bir tuzak harekete geçecektir... Ama bunun çözümü basit; baksana 11’den 13’e iki sayı artıyor, 13’den 17’ye dört sayı, 17’den 19’a iki, 19’dan 23’e yine dört sayı artıyor. Yani bu sayılar sırayla önce iki sonra dört artıyor; önce iki, sonra dört ve bu böylece tekrarlanıp duruyor. O zaman en son sayı olan 23’ten sonra gelecek sayı iki fazlası yani 25 olmalı!”

***

Bu sırada binlerce kilometre kuzeyde Mavitaş Kasabası’nın valisi Bergun Pastaci, kasabanın güvenlik sorumlusu olan oğlu Hardel ile geç kalmış bir kahvaltı yapmaktaydı. Gece hiç uyumamıştı. Tiq Otally ve ekibi başka bir boyut kapısından Pafund Çölü’ne gider gitmez hemen kasabanın büyücü ve rahiplerini yataklarından kaldırtmış, acilen hana çağırtmıştı. Zehirli örümceklerin kalıntılarını temizletmiş, olası  lanet ve hastalıklara karşı koruyucu büyüler yaptırmış, adamlarına bütün salonu ilaçlı sularla temizletmişti. Ayrıca rahipler yıldızlara bakıp, Kuru Döşek Hanı’nın ana salonunda zırt pırt boyut kapısı açılmasının, zaman ve kader örgüsü üzerinde eksantrik değişimlere yol açıp açmadığı konusunda araştırma yapmışlar, neyse ki korkulacak bir sorun bulmamışlardı.

Bergun ancak yeni oturup dinlenecek fırsat bulabilmişti ve zil çalan karnını doyururken oğluna gece olanları anlatıyordu. Güvenlik teşkilatı her nasılsa olaylardan habersizdi.

“Ah baba, yine kaçırdım olayları! Aslında ben de gitmek isterdim onlarla,” dedi Hardel. Yirmili yaşlardaki genç savaşçı küçüklüğünden beri serüvenciliğin hayalini kuruyordu ama henüz Zaphir Şehri’nden öteye gidememişti.

“Saçmalama!” dedi babası, “bırak artık bu serüvencilik hayallerini, sana burada ihtiyacımız var. Bir an önce evlensen de başını bağlasan, sakinleşirsin belki. Hem... Tiq Otally Usta ile serüvene çıkmak... çok tehlikelidir.” Bergun oğlunun yüzüne, daha fazla kurcalamamasını tembihleyen bir bakış attı.

Hardel, “en azından şu boyut kapısını görebilseydim, güzel miydi bari?” diye sordu.

Ansızın salon hafifçe titremeye başladı. Tiz bir uğultu duyuldu ve “çıtt!!” diye bir ses geldi. Herkesin saçları elektriklenip dikilmişti. Hardel babasının pos bıyıklarının fırça gibi kabardığını görünce gülmekten kendini alamadı. Ama Bergun gülmüyordu. Ekşimiş bir suratla oğluna “şimdi göreceksin boyut kapısını,” dedi.

Gerçekten de salonun ortasına bir boyut kapısı açıldı ve içinden, üzerine kımıl kımıl, çeşitli renklerde yılanlar sarılmış vaziyette Büyücü Tiq Otally çıkageldi. Büyücünün şapkasından asasına kadar her yerinde yılanlar vardı ve çoğu yaşlı adamı ısırmaya çalışıyordu. Buna rağmen Tiq Otally yılanların farkında değilmiş gibi öfkeyle bağırıyordu: “Aptallaaarr!! Beyinsiz amatörleerr!! SALAKLAAARR!!”



SON
.
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı BerkeB

  • ***
  • 494
  • Rom: 7
  • Onu bulan herşey'i bulur
    • Profili Görüntüle
Ynt: Tholl Vadok
« Yanıtla #1 : 26 Eylül 2009, 03:24:28 »
Güzel yazıyorsun...Ellerine sağLık..
Bakmayın şiir yazdığıma romantik değilim :).

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Tholl Vadok
« Yanıtla #2 : 30 Ekim 2009, 19:55:48 »
Harika olmuş Dwaxer :) Senin öykülerini okurken zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Karakter oluşturmakta üstüne yok doğrusu. Tiq Otally gerçekten de sevdiğim bir karakter haline geldi okuduğum şu son birkaç öykün ile.  Ayrıca Bıçkın ve diğerleri de iyi tasarlanmış karakterlerdi. Sonları çabuk geldi, yazık... Daha iş çıkardı o üçlüden halbuki. Umarım bir gün bu yazdıklarını kitap halinde bastırma imkanı bulursun. Sevgiler...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.