Kayıt Ol

TOP(bu)LANTI

Çevrimdışı alpi

  • *
  • 29
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
    • resmî
TOP(bu)LANTI
« : 24 Ocak 2011, 17:24:29 »
Dıt dıt dıt.


Saatinin alarmını kapatıp karşısındaki adama bakmaya devam etti, süresinin bittiğini söylemeden aklındaki sorunu çözmeliydi. Elindeki kalemi her oynatışında aynı hatıra geliyordu gözlerimin önüne. Gözlerini devirdi.


"Dilenmiyorum! Dilenmiyorum!" diye bağıran saçı sakalı beyaz arasına sarı tonlarla karman çorman olmuş yaşlı adama gülen bir avuç çocuk. O çocukların için de o da var... O zamanlar saçlarını alnında küt kestirir, yazları hep aynı şortu giyerdi. Kışın da abisinin eskiyen pantalonlarını diken annesini üzmez, hiç naz yapmadan giyip giderdi okuluna.


Ama okul yoktu, muhtemelen bir yaz tatiliydi.


Adam ellerini yana açmış, avuç içleri çocuklara dönük ve gözleri kocaman olmuş bir şekilde bakıyordu. "Hayır! Dilenmiyorum! Sadece satıcıyım! Güzel oyuncaklar satıyorum!"


Kalemin kağıdın üstünde gezinirken çıkardığı belli belirsiz ses tüm görüntüleri dağıttı. Nefes nefese kalmıştı. Karşısındaki öksürmüştü, biraz da numaradan bir boğaz temizlemeydi bu. Göz göze geldiklerinde, bu öksürüğün "Toparlan" uyarısı olduğunu anladı, zoraki gülümsedi.


- Efendim... diye toparlamaya çalıştı karşısındaki uzun, beyaz saçlarını at kuyruğu yapmış olan iri kıyım adam.


Satış rakamlarından söze girip, müşteri profilinden çıkıyordu ki; parmağındaki yüzüğün devasa pencereden içeri süzülerek giren güneş ışığında parlamasıyla tüm konu adamın beyninde dağıldı ve tekrar o eski puslu hatıraya döndü...


Ceketinin kolunun sallanan yamaları, küf kokusunu sokağa saçıyordu adeta... Diğer çocukların birer ikişer gerilediklerini görünce, tarifsiz bir büyüklük hissi kaplamıştı içini... Aralarına en son katılan o olmuştu. Eski yaşadıkları şehirde, öğretmeniyle yaşadığı sürtüşmeler despotluğun canlı modeli olan annesinin canını sıkmış ve yeni bir şehre -anneciğinin deyimiyle "Yeni bir başlangıca!"- adım atmışlardı.


Geldiği günden beri soğuk karşılandığı yetmezmiş gibi bir de hep ikincil olmuştu oyunlarda... Neredeyse ondan başka tüm çocuklar -hepsi ama!- kenetlenmiş ve Voltran misali yek vücut olmuşçasına oyun oynarken hep itilip dışlanmıştı. Yani, annesinden korkan bastı bacaklar bunu apaçık yapmasa da bir alt mesaj olarak bu ikincilliği vurgulamıyor değillerdi.


Mesela, hırsız polis oyununda hırsızın öldüreceği bakkal hep o çocuk oluyordu. Veya perili köşke giren hayalet avcılarının ilk yakaladığı -dolayısıyla üstüne olanca güçleriyle çullandığı- hortlak da o çocuk oluyordu...


Artık bıkmıştı. Minik yumruklarını sıkıp neredeyse avuç içi kadar taşı olan yüzüğünün hemen belli oluverdiği elini uzatan adama doğru adım attı.


"Sonra, satış rakamlarının düşmesine engel oldum!" diye böbürlenerek göğsünü şişirdi at kuyruklu adam.


Gözü seyiren beriki, elinin titremesine engel olmaya çalışarak sordu; "Adınız... neydi?"


"Sen onları boşver..." dedi çatlak sesiyle, çok sigara içmekten kupkuru bir toprak hissi yaratıyordu sesi. Arkasına bakmak için çocuk başını çevirmek istiyordu fakat içinden bir şeyler engel oluyordu... Cesur görünme hissi!


Adam öne doğru eğildi, nefesi sigara kokuyordu. Sakalıyla saçının birleştiği yerde ince, çok ince bir şerit halinde bir kızıllık vardı... Kan gibi... Ağzını açtı, sigara kokusu katlanılmaz bir hal almıştı...


- Adım...


"Tarık Koral... Efendim..."


İrkildi adam. Hatırasıyla, gerçekte karşısında oturan adam bir anda üst üste binmişti. Kalabalık toplantı gündeminde isme dikkat edememişti; bu adı nasıl unutabilirdi ki?


Oturduğu zeminin ayakları altından kayıp gittiğini hissederken, iki görüntü arasında fark olduğunu duyumsadı...


"Ve tüm emirlerinize... Amadeyim." diye tısladı nispeten daha yaşlı görünen, 'hayalî' Tarık Koral.


Masanın sallandığını hissediyordu, adamın kalemi daha güçlü vurduğunu hissediyordu masaya. Kalemin masaya her vuruşu beyninde zonkluyor, gözbebeklerini sarsıyordu. Gözlerinin yaşardığını hissetti, midesi bulanıyordu.


"Ve tüm isteklerinize göre yeniden yapılandıracağız..." diye mırıldandı sunumuna beklediği tepkiyi alamamış olmanın moral bozukluğuyla masadaki Tarık Koral.


Başını güç bela hafifçe salladı, minicik bir kıpırtıda bile alt üst olan midesi söz konusuyken bu sallantı çok büyük etki yapmıştı. Midesinin ağzına geldiğini hissediyordu. Ayağa kalkmak için sendeledi, zoraki bir şekilde "Lavaboya gitmeliyim..." diye homurdadı ve başıyla usulca bir selam verip lavaboya gitmek için odadan çıktı.


Koridorda ilerlerken başı dönmeye devam ediyordu, tüm koridor ters dönmüş gibiydi; lavaboya ulaştığında bir duvar görür gibi olunca telaşlandı ama sonra el yordamıyla kapı kolunu bulup aşağı doğru indirdi ve açılan kapıdan kendisini içeri attı...


Hatırladığı kadarıyla lavabonun olması gereken yere hücum etti ve musluğu da el yordamıyla çevirdi... Gelen sesten doğru şeyi yaptığını anladı ve suyun lavaboya çarpmasıyla sıçrayan damlaların yüzüne çarpması bir oldu, hem ferahlamış hem de sersemlemişti.


Birkaç saniye hareketsiz kaldı, gözlerini kırpıştırdı. Suyu avuçlayıp yüzüne çarptı, gözlerinden süzülüp çenesine kadar gittiğini iliklerine kadar hissetti. Bir süre, dudaklarındaki suyun serinliğiyle kalakaldı, neden sonra dilini çıkarıp su damlacıklarına değdirmeyi akıl etti. Boğazına kadar akıttığı minik su zerrecikleri her boğazına değişince sanki ağzından soğuğun sıcakla temasına benzer dumanlar çıkıyor gibi hissediyordu...


Her şey, bir curcuna halinde olup bitiverdiğinde sanki devasa bir deprem olup bitmiş gibi benliğinin tüm vücudundan anlık bir şekilde çıkıp geri girdiğini hissetti. "Deprem" bittiğinde başını kaldırıp ne halde olduğunu görmek için aynaya baktığında saniyenin milyonda biri gibi bir sürede o yüzü gördü... Kendi yüzünün yerinde...


Belli belirsiz bir çığlık koyverdi.


Sonra yavaşça o yüzün silindiğini ve kendi yüzünün tekrar aynada belirdiğini fark edip belli belirsiz bir oh çekti.


Yıllardır bugünü bekliyordu, peki neden bu kadar heyecanlanmıştı? Tanınmış olabilir miydi? Ah, yüzü buruştu... Bu ihtimal bile iğrençti...


"Ama gerçek..." diye bir tıslama duydu, gardını alarak hızlıca arkasına döndü. Tuvalet boştu... Gaipten duymuş olmalıydı... Ama o kadar yakındı ki ses, sanki elini uzatsa tutacak...


"Bir dene..." diye bir fısıltı yayıldı iliklerine, o kadar yakındı ki kulağına fısıldanan bu sözün müsebbibinin nefesini duyuyordu. Bir hışımla sesin geldiği yöne döndü ve kalakaldı.


Oracıktaydı.


Nefesleri birbirine karışırken göz göze geldiler... Eğer ortamda bir üçüncü kişi olsaydı ve kelimelere dökseydi bu anı, yazabileceği tek kelime "nefret" olurdu. Saf, katıksız ve sonsuz nefret... İki adam haykırarak birbirlerinden geriye uzunca birer adım atıp gard aldılar. Büyük bir savaşı başlatacak kadar kararlı bakıyorlardı.


Derin bir sessizlik, akabinde canhıraş iki çığlığın adeta bir film hatası gibi üst üste binmesi küçük tuvaletin kapılarını zangırdattı...


Birden dişlerine kadar titredi, kafası zonkluyordu... Duvara çarpmıştı... Kısa kesilmiş saçlarının arasında elini dolaştırdı: Hayal mi görmüştü?


Yoksa daha fenası, deliriyor muydu? Yere düşmüş olduğunu fark etti, ayağa kalkıp üstünü başını silkeledi. Tekrar aynaya bakıp kravatını düzeltti; musluğu birazcık açıp ip gibi akan suyla ıslattığı eliyle hafif dağılmış saçlarını taradı.


Saçları? Toplantı salonundayken kravat da takmamış olduğuna yemin edebilirdi...


Arkadan, belli belirsiz "Bingo!" diye bir ses duydu. Bakmakta olduğu aynadan yüzünü çeviremiyordu, aynanın önce sağ üstünün çatlayıp döküldüğünü akabinde o noktadan ince bir çizgi halinde aşağı bir çatlağın indiğini ve aynanın paramparça olduğunu gördü... Tüm dünyası sallanıyordu....


Kusacak gibi oldu, elleriyle lavabonun kenarlarına tutunup iki büklüm kalakaldı. Bir süre sonra elleriyle tutunduğu mermerler erimeye ve dağılmaya başladı. Haykırmaya başladı adam; aynada baktığı aksinin dişleri dökülmeye başlamıştı... Sesinin git gide yankı yapmaktan uzak, cılız bir tona büründüğünü duyumsuyordu. Korkmaya başlamıştı, yüzünün eridiğini fark etti. Gözleri yuvalarından fırladı fırlayacak gibi duruyordu, alnı kaşlarının üstüne binmişti ve durmadan aşağı inmeye devam ediyordu...


Bir titreme aldı tüm vücudunu, kussa geçecekti sanki; koyverdi kendisini... Bir süre sonra nefesi kesilmeye başladı, gözlerinin ise iki üç saniye daha görebileceğini biliyordu ama artık dayanamıyordu ve gözlerini kapattı...


Dıt dıt dıt.


- Hayır! diye bağırdı sarışın, toplu saçlarına rağmen hayli olgun görünen kadın


Beyaz önlüklü, gözlüklü ve yer yer kırlaşmış saçlarıyla lüzumundan ciddi görünen adam başını sallayıp kadının hamle yaptığı elini atik bir şekilde ileri uzattı ve fişi çekiverdi. Odayı dolduran dıt'lar da nihayete erdi böylece.


Sarışın kadın, bulduğu ilk koltuğa çöküverdi; elleriyle kapattığı yüzü sarsılmaya ve hıçkırık sesleri boğuk halde duyulmaya başlandı.


Prizin yanında bir yatak, yatakta yatan bir çocuk ve kadın kadar sesli olmasa da ağlayan bir adam vardı ayakta duran... Adamın sağında, duvara dayalı bir monitör vardı ve karıncalı görüntüde sanki bir gizli kameradan çekiliyormuş gibi duran boş bir toplantı salonu görünüyordu.


Doktor elindeki dosyaya kısa bir şeyler karalayıp kapattı, kapıya doğru yöneldi. Son anda geri dönüp dudağını hafif büzdü, alnı kırışmıştı. "En azından, çocuğunuza kimin tecavüz ettiğini bulduk. Ayrıca, koma halinde fiş çekimi sözleşmesine rağmen bunu kabul eden sizdiniz..." Başıyla belli belirsiz bir selam verip odadan çıktı. Arkasında "Seni gidi orospu çocuğu!" diye defalarca bağıran sarışın, kızgın bir kadın bırakarak...


Yasal prosedürler gereği bu tür vakaların dosyalarını polislere teslim etmeliydi ama önce bir telefon görüşmesi yapmak istiyordu. Eliyle odasında yedi gün yirmi dört saat bekleyen polise bir işaret yapıp dışarı çıkmasını bekledikten sonra masaya dokundu, şeffaf bir telefon ahizesi belirdi. Kontrol merkezinde telefon kullanmaları yasaktı ama bağlantılarından birisi olan Rus mucit Kopkarov'un kendisi için ürettiği bu "görünmez" telefonu istediği gibi kullanabiliyordu. Hat kayıtları tutulmadığı için de asla yakalanmayacaktı... Birkaç numara çevirip ahizeyi kulağına götürdü.


Hışırtılı bir şekilde karşı tarafın "Ne var?"ını duyduktan sonra dişlerini sıkarak elini hafifçe yumruk yapıp cevap verdi:


- Ne mi var? Aşağılık köpek! Ben canımı tehlikeye atıp seni arıyorum ve senin söylediğin ilk söz bu mu orospu çocuğu!


Karşıdan kısa bir sessizlikten sonra belli belirsiz bir özür tınısı duyuldu. Biraz olsun sakinleşen doktor, tekrar fısıltıyla konuşmaya devam etti:


- Tarık! Dikkatsizliğin çok oluyor! Bu elimdeki beşinci hastaydı... Artık git buralardan, kıçını korumaktan mesleğimi defalarca tehlikeye attım. Hala da atıyorum!


Ukalaca bir kahkaha telefonu inletti. Gene belli belirsiz bir dikkatli olma sözü verildi, doktor biraz daha sakinleşmişti. Telefonu kapatmak için hamle yaparken karşı tarafın son sözleriyle kapandı telefon.


- Sağol, ağabey.


Telefonu kapatırken tekrar bir küfür savurdu doktor.


SON
- - -

Vesaire, vesaire.