Kayıt Ol

Turkuaz

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #15 : 14 Haziran 2010, 18:25:17 »
Teşekkürler black_helen, doğrusunu söylemek gerekirse hikaye örgüsü kafamda taslak olarak bulunduğu için her teorinin doğru çıkma olasılığı var. Ben bile bilmiyorum henüz bazı şeyleri.  :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #16 : 22 Haziran 2010, 23:57:02 »
                                                                     
Bölüm 3 – Mezuniyet

  Büyük salonun her yeri balonlar ve süslerle kaplanmıştı. Yüksek tavandan aşağıya vuran renk renk ışıklar ve çalan hareketli müzik neşeli bir hava veriyordu ortama. Tabi deli gibi dans edip gülen, birbirleriyle sesli şekilde sohbet eden ve durup dururken sevinç nidaları atan büyük lise son topluluğununda bu atmosfere olan katkısı bayağı büyüktü. Salonun bir başına kurulmuş sahnede pek duyulmamış bir grup canlı müzik çalarken, herkes olabildiğince iyi vakit geçirmeye çalışıyordu. Sonuçta bu hayatta bir kez başa gelen bir olaydı; mezuniyet partisi.

  Selim ve iki arkadaşı salonun uzak köşesinde bir platforma oturmuş muhabbet ediyorlardı. Dans eden gençlerden ilginç hareketler yaparak kalabalığı eğlendiren arkadaşlarına gülerek yorum yaparlarken, yanlarına sınıflarından bazı kızlarda gelince muhabbet uzamıştı. Şimdi lise boyunca birbirleriyle çok iyi arkadaş olan koca bir grup bir arada eski günleri yad ediyor, bolca gülüyorlardı.

  ''Peki siz Selim’in müdür yardımcısının odasında sigara yakma macerasını biliyor musunuz?'' diye çok büyük bir anons yapıyormuş gibi heyecanlı bir şekilde konuştu Ufuk. Selim’in lise 1 den beri sınıfında en iyi anlaştığı arkadaşlarından biriydi kendisi. Sarı saçlarını genelde uzun bırakıp havaya diker, okulun her töreninde mutlaka hocalardan ihtar yerdi. Ela renkli gözleri ve basketboldaki yetenekleriyle okuldaki tüm kızların dikkatlerini üzerinde toplamayı her zaman başarmıştı. Muhabbetlerini dinlemek ve yorum yapmakta hep Selim’e düşerdi.

  Sohbetleri giderek koyulaştı, eğlenceli anılardan bahsettiler uzun uzun. Bir yerde hocalara sardılar muhabbeti. Alınan cezalardan ve kimsenin bilmediği perde arkası olaylardan bahsederken oldukça güldüler. Okuldan kaçma muhabbetleri, ilk günleri, derslerdeki aksiyonları derken en sonunda öyle bir yere geldiler ki kahkahalar gülümsemeye dönüştü, kafalar öne eğildi.

  ''Şaka maka bitti ha.'' Kafasını yere eğip söylemişti Ufuk bunu. ''Lise bitti. Vay be.''
  ''Ya sorun olmaması lazım aslında, liseden sonra da buluşuruz ki?'' diye heyecanlı bir şekilde konuşmaya çalıştı kızlardan biri.
  ''Buluşcaz tabide, aynı olmıcak ki kızım. Derslerde ettiğimiz muhabbetlerin tadını ne vericek ki bi daha?''
  ''Biz sadece lise bitene kadar arkadaş olacağız demedik hiçbir zaman. Okul bitsin bitmesin fark etmez, birbirimizi gene buluruz, gene aynı sohbetleri eder beraber gezeriz. Önemli olan niyet değil mi sonuçta?''
  ''Bak burada alnından öperim senin be!'' deyip platformdan zıplayarak indi Ufuk ve az önce konuşan arkadaşının boynundan tutup gerçektende alnına bir öpücük koydu. Sonra kahkahalar arasında hiçbir şey olmamış gibi kafasını çevirdi ve biraz uzaktaki bir yere baktı.

  ''Şşşt. Şu kız kim lan? Bizim okuldan mı?'' diye sordu gözlerini ayırmadan. 'Dedektörümüz gene devrede' diye düşünerek güldü Selim, bütün kafalar bir anda Ufuk’un baktığı yere dönerken. Kafasını kaldırıp dans eden kalabalığın dışında duran kızlara baktı tanımadığı var mı diye. ''Kim yaa?'' diye sordu kızlardan biri oldukça meraklı bir şekilde. ''Bak şurda dans edenlerin biraz gerisinde, kot pantolonlu.'' Kız kafasını uzattı tekrar bakmak için, Selim’de o tarafa bakıyordu ama kot pantolonla baloya gelen bir kız görebileceğinden emin değildi doğrusu.

  ''Sen hayal görmeye başladın ha'' deyip Ufuk’un kafasına hafifçe vurdu Burcu. Oda en iyi arkadaşlarından biriydi Selim’in, rahat bir kızdı ve bu özelliği Selim’in her zaman hoşuna gitmişti. Ufukla da çok iyi anlaşmaları ve onunla çıkmayan sayılı kızlardan biri olması da Selim’in ona karşı saygısını arttıran bir etmendi tabi.
  ''La valla gördüm, yalan mı söylicez size ya? Kahverengi saçlı bir kızdı orta boylarda. Az önce şurdaydı daha.'' diye itiraz etti Ufuk, ama oda bahsettiği kızı artık göremiyor gibiydi. ''Yavrum mezuniyet balosuna kot pantolonla gelir mi hiçbir kız? Hayal mi görmeye başladın Merve’den ayrıldığından beri?'' diyerek güldü arkadaşlarından birisi. ''Bak şimdi başlarım Mervenden..''

  Konu bu kez Ufuk’un çıktığı kızlara ve son sevgilisine dönmüştü ve muhabbet eski neşeli halini geri kazandı. Selim ise hala Ufuk’un bahsettiği kızı arıyordu gözleriyle. 'Kahverengi saçlı, bir baloya kot pantolonla geliyor.' Aklına tek bir isim geliyordu bunu yapabilecek, onu da çok iyi tanımıyordu gerçi. 'İyide ne yapacak benim mezuniyet partimde?' Kafasını iki yana salladı ve bu düşüncesine olasılık vermeyerek muhabbete döndü. Ufuk’un konuda altta kalmak üzere olduğu anda araya girip arkadaşını kurtardı.

  Mezuniyet partisi oldukça neşeli geçiyordu. Bir zaman sonra canlı müzik yavaşlayıp ışıklar loş bir hale geldi, dans bir anda tempoyu düşürdü. Duygusal anlar başlamıştı mezuniyette, bazıları belki son kez görüyorlardı birbirlerini. Yavaş çalan müzik eşliğinde ağır bir dans başlarken, itiraflar ve hatırlanacak anlar çoğaldı yavaş yavaş. Sessiz konuşmalar başladı aşıklar arasında, lise aşklarının bazıları başlıyor, bazıları bitiyordu. Selim ve Ufuk bir süre oturdukları yerden izlediler partiyi sessizce. Neden sonra Ufuk Selim’in kulağına eğildi.

  ''Aslı’dan bir hamle bekleyebilirsin yakında. Kulağıma bazı söylentiler geldi de.'' diyerek sırıtıp göz kırptı. ''Nerden çıktı bu şimdi?'' diye sordu Selim şaşırarak. ''Duydum abi, mezuniyette senle konuşmak istiyormuş falan. Kulağımız deliktir biliyorsun.'' diyerek küpeli kulağını gösterdi Ufuk. Selim bu ince espriye tepki vermedi, şaşırmıştı.

  Aslı onların sınıf arkadaşıydı. Sarı düz saçları, uzun boyu ve mavi gözleriyle okulun en güzel kızı olduğunu söylerdi herkes. Kendisiyle iyi anlaşırdı ama hiçbir zaman arkadaştan öte düşünmemişti Selim onu. Okuldan birisiyle çıkacak olsaydı teklif edeceği ilk kız o olurdu elbette, yalnızca güzelliğiyle değil birçok hareketiyle de insanların birlikte olmak isteyeceği türden birisiydi. Ama şimdi kendisine karşı bir şeyler beslemesi garip gelmişti.
  ''Hacı iyi daldın ha. Kabul etmemeyi düşünmüyorsun herhalde?''

  'Ne düşündüğümü ben biliyor muyum ki..' ''Bilmiyorum abi. Garip geldi bir anda. Nerden duydun ki sen bunu?''

  ''Ya duydum işte karıştırma orasını, aha ordalar.'' Eliyle gösterdiği yerde Aslı ile Burcu sohbet ediyorlardı. ''Ben, git önce sen bir konuş derim, ondan teklif gelmeden önce. Zaten geliyolar buraya bak. Napçaksın?'' Selim baktı, gerçekten yanlarına geliyorlardı. Aslıyı yukarıdan üzerine vuran ışıkta gördü yürürken. İçinden hafif bir ıslık çaldı istemsizce. Üzerinde yeşil, askılı bir elbise vardı Aslı’nın. Uzun sarı saçları özenle yapılmıştı, elbisesinin omuzlarından aşağıya dalgalı bir şekilde uzanıyordu. Selim’in yüzyılın en saçma icadı olarak adlandırdığı topuklu ayakkabılardan belki de en şık olanın üzerinde, kendisine doğru yavaşça yürüyordu. Ufuk Selim’in bu haline sırıttı, omzuna bir yumruk attı onu dalgınlıktan çıkarmak için. ''Aah. Tamam lan uyandık.'' diyerek omzunu ovuşturdu Selim, bu arada kızlar yanlarına gelmişlerdi bile.

  ''Selam!'' dedi Aslı neşeli bir şekilde. ''Siz niye dans etmiyorsunuz bakiyim?''

  ''Kimse bizimle dans etmek istemedi.'' deyip dudaklarını büzdü Ufuk. ''Selimde kendisiyle dans edecek boyda birini bulamamış zaten, kızların boy ortalaması kısa yahu naapsın tabi.'' Bir cümlede hem Burcu’ya hem de Aslı’ya gönderme yapma başarısı için içinden tebrik etti Selim arkadaşını. Bir kez daha karşısında duran kıza baktı, daha önce hiç bu manada düşünmemiş olsa da şu an onun herhangi bir teklifini kabul etmemek mümkün değildi.

  ''O zaman biz kurtarıyoruz sizi bu vahim dertten.'' diyerek Selim’i kolundan tuttu Aslı. Burcu da Ufuk’a yavaş bir yumruk attı az önceki esprisi için, sonra dans etmek üzere ortaya sürüklediler erkekleri. 

  ''Havada da dolunay var bugün, dışarısı romantiktir baya.'' diye sırıttı Ufuk dans pistine giderlerken. Selim istifini bozmadı. ''Merve gelmedi mi mezuniyete?'' deyip aynı sırıtışla karşılık verdi arkadaşına. Aslı Selim’i sürüklemeyi bırakıp yüzünü dönmüştü bu arada. Ufuk son bir kez ''Hain'' deyip kalabalıkta gözden kayboldu, şimdi kalabalığın içinde yalnızdılar ikisi de. Aslı Selim’in omzuna attı bir elini, diğeriyle de onun elini tuttu. Müzikle uyumlu yavaş bir dansa başladılar yeni parçayla birlikte. Selim karşısındaki kıza bakakaldı bir süre, daha önce bu kadar güzel olduğunu gerçekten fark etmemişti. 'Belki sadece arkadaş olarak gördüğüm için.' diye düşündü. Kendisine gülümseyen kıza bir daha baktı, 'Körmüşüm lan ben.'

  ''Gene ne var aklında düşünen adam?''
  ''Her zamanki gibi. Ne olacak bu dünyanın hali falan.'' dedi Selim gülerek.
  ''Kendini hiç düşünmez misin sen?''
  ''Ufuk genelde onun için vakit bırakmıyor.'' deyip hemen yakınlarında dans eden arkadaşına bir bakış attı. Aslı güldü, ''Mezuniyetteyiz.'' dedi. ''Bari bugün düşün.'' Selim cevap vermedi. Kafası gene dolmuştu bir anda. Karşısındaki kız çok iyi bir arkadaşıydı normalde, eğer çıkarlarsa eninde sonunda ayrılacaklarını da biliyordu. Teklif etsem mi etmesem mi diye çelişkiye düşmüştü. Halbuki normalde aklında böyle bir şey yoktu baloya gelirken. 'Saol Ufuk ya.' diye düşünüp gene pis bir bakış attı en sevdiği arkadaşına.

  ''Yazın bir planın var mı?'' diye sordu Aslı. Düşüncelerinden bir an sıyrılamadı Selim, bazen böyle aşırı yüklenme oluyordu kafasında. Hiçbir endişeye yer vermedi bir an, içinden geleni yaptı.

  ''Senden hoşlanıyorum.'' dedi hiç beklemeden. Aslı durdu, dans etmeyi kesti, kafasını hafif geri çekti.
  ''Birinden mi duydun?'' diye sordu Aslı açık olarak. Selim kaşlarını kaldırdı, ''Neyi?'' dedi şaşırmış gibi yaparak. Aslı tereddüt etti ''Doğruyu söyle.'' dedi biraz alınmış bir şekilde. Selim bir süre sustu. ''Ufuk söyledi.'' Aslı bir off çekti ve Selim’in elini bıraktı. ''Ya rezil oldum şimdi sana.''

  ''Saçmalama.'' dedi Selim. Sonra kendilerini izleyen birkaç kişi gördü. Onlara öldürücü bir bakış attıktan sonra kafasını önüne eğmiş duran Aslının elinden tuttu ''İstersen dışarıda konuşalım bunu.'' Aslı tepki vermedi, sadece yürüdü. Beraber salondan çıkarlarken kendilerine bakanların sayısı bir hayli artmıştı.

  Büyük salondan dışarı, serin geceye çıktılar. Ufuk’un söylediği gibi dolunay vardı bu gece. Açık olan havada her yer ay ışığıyla aydınlamıştı. Salonun dışındaki ufak bahçede müziğin gürültüsü de yoktu, yalnızca gecenin doğal sesleri geliyordu kulağa. Beraber kısa bir süre yürüdüler ve bahçenin sonundaki bir banka oturdular.  Sessiz kaldıkları uzunca bir sürede düşüncelerine geri dönmüştü Selim. 'Yanlış mı yaptım lan acaba?' Aslı’ya kaçamak bir bakış attı. 'Kızgın ya da üzgün görünmüyor ama. Hem birinden mi duydun diye sorduğuna göre işin içinde doğruluk payı da var. Gene de yapmasa mıydım? Ulan Ufuk, ulan Ufuk!'

  ''Söylediğinde ciddi miydin?'' diye sordu Aslı bir anda. Önce afalladı Selim, düşüncelerini bir köşeye attı.
  ''Tabi ki ciddiydim.'' diye cevap verdi. ''Neden yalan söyleyeyim ki bu konuda?''
  ''Bilmem.''

  Bir süre daha sessiz kaldılar. Neden sonra konuşan kişi Selim oldu. ''Bak'' dedi Aslının elinden tutup kendisine çevirerek. Mavi gözlerin kendininkileri bulmasını bekledi kısa bir süre, sonra devam etti. ''Senden hoşlanıyorum tamam mı? Sen bana bunu söyleyecektin diye değil, bunu şimdi söylüyorum çünkü senin bana karşı böyle bir şey hissedip hissetmeyeceğini bilmiyordum ve bugün duymam gerekeni duydum.'' Tabi bunların çoğu yalandı ama Selim’in fark ettiği bir şey varsa o da hoşlanmanın zamanla olduğuydu. Bunu hiç düşünmemiş olsa da Aslı’yla birlikte olmayı kesinlikle isterdi. Hem şu aralar kafa dağıtacak herhangi bir şeye doğrudan meyilliydi. Aslı bir süre tepki vermedi, sonra sadece gülümsedi.
 
  ''Şimdi'' dedi Selim, ''Benimle çıkmaman için bir sebep göremiyorum?'' Aslı güldü, 'gülünce hakikaten daha güzel oluyormuş'
  ''Bu evet mi demek oluyor?''
  Kız başını evet anlamında salladı. Serin bir rüzgar esti küçük bahçede. Aslı hala utanmış görünüyordu bu durumdan dolayı, kafasını gene çevirdi. ‘Doğaldır abi, oluruna bırak şimdilik’ diye düşünerek bir şey yapmadı Selimde. ''İçeriye geçelim mi?'' Aslı bir kez daha kafasını tamam anlamında salladı ve salona ağır adımlarla geri döndüler.

  Salona geri girdiklerinde müziğin tekrar hareketlenmiş olduğu fark ettiler. Bu onlar için iyiydi çünkü okulun en popüler kızlarından birinin son gün biriyle kol kola gezmesi, giderayak bir sürü dedikodunun çıkmasına ve farklı düşüncelerin canlanmasına sebep olabilirdi. Salondaki herkes deli gibi dans ederken Selim ile Aslı’yı da pek fark eden olmamıştı. 'Dedektör' Ufuk hariç tabi. Beraber küçük bara doğru giderlerken Ufuk onları görmüştü, kalabalığın içinden Burcu’yla birlikte yanlarına geldiler. ''Naber?'' diyerek Aslı’nın koluna girdi Burcu hemen. Arkadan gelen Ufuk’un her yeri ter içinde kalmıştı, bezgin bir şekilde Selim’in yanındaki bir sandalyeye bıraktı kendini.

  ''Paslanmışım arkadaş, paslanmışım.'' Selim sırıttı. ''Ağzımızda sigarayla basket oynadığımız günlere say.'' dedi kendisine ve arkadaşlarına kola doldururken. ''Burcu ufak tefek falan ama durmuyor yerinde abi. Sabahtan beri iflahım kurudu dans etmekten.''
  ''Bana meydan okurken düşünecektin onu.'' diyerek sırıttı Burcu.
  ''O değil de, senin bir duman alman lazım Ufuk, belli. Gel senle bi dışarı çıkalım biz.'' deyip arkadaşına kolasını uzattı Selim. ''Hay ağzını öpeyim'' diyerek bir anda kalktı yerinden Ufuk ve ''Müsaadenizle'' diye  yapmacık bir reverans yapıp Selimle beraber salondan çıktılar.

  Rüzgar daha serin esiyordu artık. Az önce Selim ile Aslı’nın oturduğu banka geçtiler. Selim cebinden sigara paketini çıkartıp bir dal Ufuk’a verdi ve bir dalda kendi ağzına aldı, Ufuk’ta sigaralarını yaktı. Derin bir nefes çekti ilk seferde ve dumanı dışarıya verdikten sonra ''Oh be.'' dedi Ufuk. Sonra elini bankın kenarına yaslayıp oturduğu yerde Selim’e döndü. ''Eee, naaptınız? Hoşlandığını söyledi mi sana?''
Selim derin bir nefes daha çekti.
  ''Ben ondan önce davrandım.''
  ''Nasıl lan?''
  ''Senin dediğin gibi, o söylesin istemedim. Dans ederken baktım konu oraya geliyor yavaş yavaş, senden hoşlanıyorum dedim bir anda.''
  ''Tam senden beklenecek hareket.'' deyip güldü Ufuk. ''O ne dedi?''
  ''Utandı biraz, birinden mi duydun falan diye sordu. Bende ispiyonladım seni. Kusura bakmazsın artık.''
  ''Sorun değil abi.'' dedi Ufuk. ''Her şeyden haberimiz olduğunu bilmeyen yok zaten.'' Selim güldü.
  ''Neyse, sonra çıktık Aslı’yla dışarı. Bu banka oturup konuştuk biraz falan, fazla nazda yapmadı. Bu hafta başlarız çıkmaya herhalde.''
  ''Heyt be.'' diyerek  arkadaşının sırtına bir tokat indirdi Ufuk. ''Okulun en güzel kızıyla çıkacaksın ha! Ben bile çıkamamıştım Aslı’yla lan.''
  ''Mütevaziliğine tüküreyim Ufuk'' diye söylenerek izmariti yere attı Selim. Bir süre daha dışarıda oturup muhabbet ettiler. Hava iyice serinlemişti, artık üşümeye başlamışlardı hatta.
  ''O bileğindeki ne lan bu arada? Gördüm de sormayı unutmuşum. Dövme falan yaptırmadın dimi?''
Selim bileğine baktı, siyah ip şeklindeki çizgileri kastediyordu Ufuk. ''Öylesine yaptım ya, geçici'' diye kestirip attı. 'Yani, umarım geçeceği bir zamanı görürüm.'
  ''İçeri geçelim abi artık, g.tüm dondu burada otura otura.'' diyerek ayağa kalktı Ufuk. Selim ağzına yeni bir dal almıştı, içeriye girmeden önce biraz daha oturup kafa toplamak istiyordu. ''Sen geç ben gelirim abi. Az daha oturacam.'' dedi arkadaşına. Ufuk ''Peki madem'' deyip titreyerek salona geri dönerken kutudaki son kibritiyle sigarasını yaktı Selim.

  ''Eğleniyor musun?''

  Selim bir anda karanlıktan gelen sesle şaşırdı, kafasını çevirip baktığında baloya kimin kot pantolonla geldiğini öğrenmiş oldu.
  ''Alacağın bir şey varsa al ve gel. Gidiyoruz.'' dedi Ayça.
  ''Gidiyoruz?''
  ''Seni biriyle tanıştıracağım demiştim. Ayrıca görmen gereken bir çok şey var, tabi hala kararında ısrarlıysan.''
  ''Şimdi mi?'' Bu kadarını da beklemiyordu.
  ''Sigaranı bitirecek kadar vaktin var.'' dedi ve arkasını dönüp gitti bahçenin dışına doğru yürümeye başladı Ayça.
  ''Hey! Bir Dakka dur!'' diye arkasından bağırıp kalktı Selim. Ayça durup kafasını çevirdi. ‘’Bugün olmak zorunda mı?’’
  ''Bugün gitmeyecek olsak karşına çıkmazdım değil mi?''
  ''Nerde olduğumuzun farkındasın değil mi? Mezuniyetteyim! Göstereceğin şey yarına kadar bekleyemez mi?'' Ayça bunun üzerin kaşlarını çatıp Selim’e döndü.
  ''Göstereceğim şey bekleyebilir ama ben bekleyemem! Öğrenmek istiyor musun? O zaman gidiyoruz. Git içeri üstün başın ne varsa al, kapının önündeyim.'' dedi ve arkasına bakmadan bahçenin kapısından çıktı. Selim ise olduğu yerde bakakalmıştı kendisine bağıran kıza. Açık olan çenesini kapattı, elindeki sigarayı yere fırlattı ve içinden küfürler ederek salonun yolunu tuttu.

  'Üzgünüm ama fıstık gibi bir hatun son model motorsikletiyle dışarıda beni bekliyor mu diyeceğim ben şimdi Aslı’ya?'
Salonun kapısından bıkkınca girdi, Ufuk’un hemen kenarda bir arkadaşıyla sohbet ettiğini görerek sevindi ve yanına gitti. ''Ufuk, abi bi gelsene.'' Ufuk arkadaşına selam verip yanına geldi Selim’in. ''Noldu lan?''
  ''Abi acil çıkmam lazım benim. Aslı’yla Burcuya bi selam vereceğimde, akşam sen bırakırsın değil mi onları?''
  ''Bırakırım tabi de, apar topar hayırdır?'' diye sordu Ufuk şüpheyle.
  ''Ben sana sonra anlatırım.'' diye kestirip attı Selim ve kızlara selam verip elinde ceketiyle salondan çıktı. Aslı’nın 'nereye?' sorusunun canını neden bu kadar sıktığını düşünmemeye çalışarak ceketini giydi. Bahçeden çıktığında Ayçayı siyah motorsikletine yaslanmış beklerken buldu. Tek kelime etmeden motorsiklete bindiler.

  ''Nereye gidiyoruz?'' diye bıkkınca sordu Selim motor hareket etmeden önce.
  ''İstanbul'un gecesini keşfetmeye.'' diyerek gaza asıldı Ayça.



-------

Fazla uzun oldu, kusura bakmamanızı rica ediyorum. Bir daha bu kadar uzun tutmayacağım.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #17 : 23 Haziran 2010, 10:45:13 »
Hikayen çok güzel olmuş ellerine sağlık.

Neden güzel:

1-Karakter isimleri türkçe.
2-Bilindik ve herkezin başından geçmiş bir dönemi anlatıyor.
3-İlerlerken kurgusu içinde soru sormamızı ve meraklanmamızı sağlıyor.
4- Anlatımı akıcı ve insanı sıkmıyor. (Kendi kendine düşünce kısımları üzerine basa basa güzel)

Şimdi gelelim ikinci bölümün performans düşüklüğü tezine. Ben buna katılmıyorum. İlk gölümde meraklandırıp ikinci bölümde bilgi kırıntıları vermişsin. Bu her zaman böyledir. İnsan beklemediği bilgiler de alır beklediklerinin yanında ve bu hikayeyi durgun gibi gösterir oysa ki yazar o bölümde temel oluşturuyor dünyayı tanıtıyordur. Bu olması gereken birşey yani.

Kısaca (pek kısa olmadı ama) ellerine sağlık gayet başarılı olmuş devamını bekliyoruz.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #18 : 23 Haziran 2010, 19:04:47 »
Çok teşekkür ederim Malkavian yorumun için.

Bilindik ve herkezin başından geçmiş bir dönemi anlatıyor.
Bu yorumun beni özellikle sevindirdi çünkü yapmaya çalıştığım şeylerden birisi buydu. Karakterlerin bazı yanlarıyla okuyucunun kendini özdeşleştirebilmesi, başından geçen olayların tanıdık gelmesi gibi. Bunu verebildiğimi duymak sevindirdi beni.  :)

Bu arada 3. bölüm hakikaten 3 bölümlük yazı olmuş. Göz korkutuyor.  :blink
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #19 : 06 Temmuz 2010, 18:42:00 »
Bölüm 4 – İstanbul Geceleri

  Siyah hız motorunun sesi Kadıköy sokaklarında yankılanıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Selim geçtikleri sokaklarda kaç kişiyi uyandırdıklarını merak ediyordu artık. Gecenin bir yarısı açık camının gördüğü sokaktan böyle bir ses gelse kalkıp fena halde küfür ederdi herhalde. Gerçi şu an da kızgındı. Ayça’nın kendisini mezuniyetten çıkarma tarzı çok bozmuştu sinirini. 'Üste çıkmaya hakkı var olmasına da, bu kadar abartması gerekli miydi sanki?' diye düşündü motor hızla ilerlerken. Aslı’da endişelenecekti şimdi. 'Alelacele mezuniyet partisinden kaçmak nedir yahu?' dedi kendi kendine. Ayça’ya sinirli bir bakış attı, tabi ki onun bunu görmesi mümkün değildi. 'Neyse' diye düşündü sonra. 'Bari değse erken çıktığıma.'

  5 dakika daha yol aldıktan sonra motor küçük bir kahvenin hemen ilerisinde durdu. Kahve, sokakta hayat olduğunu gösteren tek yerdi. Ayça motoru susturunca içeriden okey taşlarının ve sohbet eden insanların gürültüsü duyulmaya başladı. Anlaşılan evine gitmeye can atmayan insanların muhabbet yeriydi burası. Ayça motordan indi, cep telefonunu çıkarttı ve tek kelime etmeden birini aradı. Selim bu arada cebinden sigarasını çıkartmıştı, son dalını heba edişi geldi yeniden aklına. Kısa bir of çekti ve kahveden yeni çıkmış bir adamdan ateşini isteyerek yaktı sigarasını. Ayça’ya döndü daha sonra, kendisine baktığını gördü kızın. Kısa bir süre birbirlerine baktılar; Selimin bakışları şaşkın, Ayça’nınkiler boştu. ''Ne?'' dedi Selim bir an sonra dayanamayıp. Ayça kafasını salladı, kahveden çıkan gözlüklü adama çevirdi bakışını.

  ''İyi akşamlar gençler.'' diyerek yanlarına geldi adam. Beyaz saçlı, yaşlıca ama dinç görünümlü bir adamdı gelen. Yuvarlak gözlüklerinin altında parlayan gri gözleri önce Ayça’yı sonra da Selim’i buldu. ''Meraklı arkadaş sensin sanırım.'' diyerek gülümsedi ve sıkmak için elini uzattı. Selim sigarasını diğer eline alıp kendisine uzatılan eli sıktı ve ''Sizde tanıştırılacağım kişisiniz sanırım.'' dedi oldukça manalı bir tonda. Ayça hiç bozmadı istifini.

  ''Olabilir.'' dedi adam. ''Ben İhsan Altaylı. Tarih profesörüyüm. Bilinmeyenlerle ilgili bir şeyler öğrenmek istediğini söyledi Ayça.''

  ''Selim. Bilinmeyenler derken?'' Adam bu soru karşısında bir an duraksadı, Ayça’ya döndü şüpheli bakışlarla. ''Henüz hiçbir şey bilmiyor.'' dedi Ayça umursamazca. Adam kafasını yukarı aşağı salladı, artık bakışları şaşkınlıktan sinire doğru kaymaya başlayan Selim’e döndü tekrar. ''Üzgünüm, hepsini açıklayacağım. Aslında açıklamaktan fazlasını yapacağım, göstereceğim.'' dedi yüzünde büyük bir gülümsemeyle. Selimin pek bir şey anladığını söyleyemezdi bu konuşmadan, ama ‘göstereceğim’ kısmı merak uyandırmıştı bir miktar. Sokağın aşağısına doğru yürümeye başlayan adama baktı, Ayça da onu takip etmeye başlayınca peşlerine takıldı bir şey sormadan.
Kısa bir süre sessizce yürüdükten sonra adam uzunca bir apartmanın çelik kapısını tek eliyle iterek açtı, Ayça ve Selim apartmana girene kadar tuttu. Dar apartmanın eski merdivenlerinden yukarı çıkmaya başladılar. Adam önde, Selimle Ayça arkada iki kat merdiven çıktılar ve paslanmış demirden kapısı olan bir dairenin önünde durdular sonunda. Profesör, Selim’e döndü, yüzünde gene ilginç bir gülümseme vardı.

  ''Hazır mısın?'' diye sordu. Selim bir adama bir Ayçaya baktı. ''Neye hazır mıyım?'' Profesörün gülümsemesi büyüdü, kapıyı içeriye doğru itti. İçeri girdiler, gene bir apartman holüydü burası. Aşağıya inen merdivenler vardı tıpkı az önce çıktıklarına benzeyen. Selim ilginç bir şey görmek için dikkatlice etrafına bakınıyordu ama sıradan bir apartmana benziyordu işte. Azıcık ışık veren bir ampulün aydınlattığı koridor, açık mavi olan boyası yer yer atmış duvarlar, sıra sıra daire kapıları… İlginç bir şey yok gibiydi. Gerçi dairenin kapısını açıp da nasıl tekrar apartmana çıktıklarını anlayamamıştı ama bir yan binaya geçmiş olmaları gayet muhtemeldi.  

  Bu kez yalnızca bir kat indiler, koridorun en sonundaki dairenin kapısına geldiklerinde durdular. O sırada merdivenlerden başka bir adamın çıktığını gördü Selim, koridorun loş ışığından mı bilmiyordu ama adam zenci gibi görünüyordu. Bayağı zenci hem de. İri yapılı, üzerinde rengarenk bol bir tişört ve altında bir kapriyle, ıslık çalarak çıkıyordu merdivenleri. Selim’in daha önce duymadığı bir aksanda ''Hayırlı ak-samlar'' dedi başını eğerek. Profesörde gayet nazik bir şekilde ''Size de efendim.'' diye cevap verdi gülümseyerek. Selim bakakalmıştı adama, görünüşünden beklenmeyecek kadar nazik selamı, iki kulağında da parlayan küpeleri, renkli tişörtü ve gayet düzgün Türkçesiyle bir zenci, gecenin bir saati, bilmediği bir yerdeki apartman dairesinde kendilerine 'Hayırlı akşamlar' dilemişti. Adam koridorun öbür ucundaki bir dairenin kapısına bir anahtar sokup açtı ve içeri girdi. Uzun koridorda uzaklardan gelen tiz bir ses duyuldu bir an için, adam girdiği dairenin kapısını kapatır kapatmazda kesildi. Selim tam 'Bu neydi?' diye soracaktı ki, döndüğünde profesörün açmış olduğu kapının arkasını gördü ve tek kelime etmemesine rağmen ağzını bir süre kapatamadı.

  Işıl ışıl bir sokak vardı kapının ardında. Rengarenk tabelalar, farklı mimarilerde yan yana sıkışmış apartman ve evler, ilginç vitrinleriyle bir sürü dükkan, oradan oraya yürüyen onlarca farklı insan.. Sanki Pazar günü Bağdat Caddesine gelmiş gibiydiler. Hem de oldukça dar bir Bağdat caddesine.

  Profesör ve Ayça tereddüt etmeden yürüdüler, uzunca bir apartmanın giriş kapısından çıkmışlardı sokağa. Ayça kafasını çevirip sesini duyurmak için hafif bağırarak ''Yakın dur, burada oldukça ilginç tipler vardır. Yalnız kalmak istemezsin.'' dedi Selime. Selim etrafına baka baka takip ediyordu onları zaten, etraftaki tiplerin ilginç olduğunu çoktan fark etmişti. Bir metreden kısa olduğuna yemin edebileceği bir adam ayağına takılıyordu az kalsın, neyse ki son anda önüne kafasında koca sarığıyla Hintli bir adam geçmişti de yolunu değiştirmişti. Cüssesi neredeyse Selim’in iki katı olan bir adam elinde iki tane bez torbayla kalabalığı yararak ilerliyordu. Pagoda çatılı küçük bir dükkanın önünde kısa boylu bir Çinli sürekli bir şeyler bağırıyordu. Upuzun sokağın üzerinde asılmış olan onlarca ışık geceyi gündüze çevirmişti adeta. Gecenin bu saatinde capcanlı ve yabancı bir sokağa çıkmışlardı resmen.
 
  Selim öylesine dalmıştı ki etrafa bakmaya, bir süre sonra Ayça ile profesörü göremediğini fark etti. Kalabalığın içinde etrafına bakındı bir süre, insan trafiğinden hiçbir şey göremeyince en yakındaki binanın kenarına doğru çekildi. 'Oh ne güzel, ırkçılığa hayır gününde İstiklal Caddesinde kaybolduk sanki.'

  ''Hey, şşşşt. Sen, hey ordaki!''

  Selim etrafına baktı, kısa bir süre sonra kendisine seslenen adamı gördü. Bir deri bir kemik kalmış, dağınık saçlı, yüzü kir içinde bir adamdı seslenen. Hemen yandaki çin lokantasına benzeyen eski dükkanın önünde bağdaş kurmuş ona bakıyordu. ''Heeey! Gelsene be adam! Sana diyorum evet gel gel gel!'' diye bağırmayı sürdürdü tiz sesiyle. Selim adamın üstüne başına baktı, dilenci olduğuna kanaat getirdi ve insan trafiğine diklemesine girerek kısa sürede adamın yanına vardı.

  ''Hah, yenisin değil mi buralarda?'' dedi adam yerinden zar zor kalkarak. 'Aman ne güzel' diye düşündü Selim. 'Deli lan bu.' Adamın ağzında bir dal yamulmuş sigara vardı fakat ağzına ters koymuştu dalı. Filtresi havada duruyordu. Adam ayağa kalkıp eliyle poposundaki tozları temizledi. Kısa bir ''aaah'' çekip kemiklerini kıtlattı ve Selim’e bir adım yaklaştı. ''Evet evet, yenisin belli. Şaşırmışsın sen. Şaşırmışsın evet, ilk kez geliyosun dimi Esâsí Caddesine? Öyle öyle belli zaten.'' Yırtık kumaş pantolonunun cebinden paslı bir zippo çıkardı, sigaranın süngerini yakmaya çalıştı şaşı şaşı bakarak. Selim bir adım geriye çekildi adamı izlerken. Önce 'Müdahale etsem mi' diye düşündü ama sonra 'Deliyse deli abi, bir an önce Ayça’yı bulayım da gerisine bulaşmasam daha iyi olur' dedi kendi kendine.

  Adam süngeri yakmayı kafasına koymuş gibiydi, çakmağı dibine kadar sokmuş derin derin nefes çekiyordu. Selim kısa bir süre adamı izledi, bir an arka cebinde bir şey hissetti ve sol elini oldukça hızlı bir biçimde savurarak arka cebini karıştırmaya çalışan elleri yakaladı. Hızlıca çevirdi kafasını, ufacık bir çocuk çıktı arkasından. Şaşırdı Selim, en fazla 5-6 yaşlarında tatlı mı tatlı bir çocuktu arka cebini karıştıran. Önce ne yapacağını bilemedi, sonra da önündeki deli dilenci ona fırsat bırakmamıştı zaten.

  ''Hay senin ben! Senin ben! Ben senin!'' diye bağırarak söylenmeye başladı adam. ''Beceremiyosun bi işi! Beceremiyosunnn! Alacağın bi cüzdan! Elini sokcan alıp kaçcan! Zor mu bu kadar zor muuu!'' diye bağırdı çocuğa. Selim hala bileğinden tuttuğu çocuğu bıraktı, kaşlarını kaldırıp adama bir bakış attı. ''Bitirdin beni bitirdin! Yapacağın bi işti be! Yapacağın ahan şu kadarcık bi şeydi be!'' diye bağırmaya devam ediyordu adam. Çocuksa kafası yere eğilmiş üzgün bir ifadeyle dinliyordu sadece. Bir süre sonra Selim daha fazla dayanamadı.

  ''Eeh yeter ama.'' dedi adama doğru. Adam bir anda sustu, Selim’e baktı gözbebekleri küçülerek. ''Çocuğa yüklenmeyi kes, eğer ihtiyacın olduğunu söyleseydin para verirdim zaten. Hırsızlık yapmayı öğretiyorsun küçücük çocuğa, utanmıyor musun hiç? Senin gibi mi olsun istiyorsun?'' diye çıkıştı Selim adama. Dilenci adam kafasını hafif yana eğdi, kaşlarını kaldırdı. ''Ne diyosun be?!'' dedi bir an sonra. İkisi de şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar kısa bir süre. Bir an sonra adam ''Tamam sen kazandın anladık vericez karşılığını.'' dedi ve arkasını dönüp duvarın kenarındaki eski çantayı aldı eline. Selim adamı tepkisiz bir şekilde izlerken adam çantayı açtı, önüne koydu.

  ''Tamam hadi seç git, seç git! Paso zarar paso zarar bıktım ya bıktım bıktım!'' diye tekrar söylendi adam.
Selim adamın yapmaya çalıştığı şeyi anlamamıştı ama gözü, önünde açtığı çantaya takılmıştı. Küçük silindirik bir şişe vardı ucunda metal bir eklentiyle, oldukça ilginç görünüyordu. Metal bir kutu vardı üzerinde ejderha kabartmaları olan. Eski bir saat vardı, yelkovanı ya da akrebi yoktu ama sürekli dönen bir ibresi bulunuyordu. Envai çeşit ilginç eşyayla doluydu çanta. Adam ''Hadi be al işte birini kazandın tamam durma burada müşteri kaçırıyosun be adam hadi!'' diye durmaksızın söyleniyordu. Selimin bakışları gene söylenen adamı bulduğunda adam bir anda sustu gene. ''Offfff'' diye bir iç çekti. ''Bilmiyosun tabi. Nerden bilceksin ki yenisin sen. İlk kez geldin tabi. Hep öyle zaten. Açıklama yapmak bizim işimiz ki tabi, doğru.'' dedi ve kendini bırakıp yere oturdu.

  ''Bak, eğer benim ufaklık senin cüzdanı almış olsaydı o cüzdan içindekilerle benim olcaktı. Sen fark etsen de o benimdi tamam mı? Yapabileceğin bişey yoktu. Ama fark ettin, şimdi ben sana borçlandım. Cüzdanında ne kadar vardı bilmem ama şimdi ben borçluyum tamam mı? Borçluysam borcumu öderim. Kimseye borçlu kalmam tamam mı? Kural böyle. Ya sen kazanırsın ya ben. Sen kazandın şimdi ben borçluyum. Tamam mı? Al şimdi şu çantadan bişey. Senindir. Ne seçersen seç al senindir. Git sonrada. Yeter oyalandığın önümü kapatıyosun hadi al git.''

  ''Selim!'' diye bağırdı Ayça kalabalığın arasından çıkarken. Selim döndü, profesörle birlikte yanına geliyorlardı.

  ''Anaaaaaaam. Anam anam anam. Gene o kız gene o kız anaaam.'' diyerek birden panikledi dilenci. Selim adama döndü, ''Demek istediğini çok iyi anlıyorum'' dedi kısık sesle. Çantaya baktı, küçük demir bir çakmak gördü. ''Bunu alıyorum.'' dedi adama ve hızlıca cebine attı çakmağı. Adam kafasını vücuduna gömmüştü sanki. ''Al git al git al git. Bileydim Turkuaz’ın tanıdığısın bulaşır mıydım ben sana. Al git git git.'' dedi adam korku içinde. Selim güldü, ''Çocuğa bir daha sert davranma.'' dedi ve adamın yakınışlarına aldırmadan Ayçayla profesöre doğru ilerledi.

  ''Sana kaybolma diyeli ne kadar oldu?'' dedi Ayça sakince. Kafasını uzatıp Selim’in arkasında kalan dilenciye baktı, kısa bir of çekti daha sonra. ''Cüzdanını kontrol et.'' dedi Selim’e bıkkın bir sesle.

  ''Çalamadı merak etme.'' diye cevap verdi Selim dönüp tekrar adama bakarak. Adam yerde ellerini dizlerine kavuşturmuş tedirgin tedirgin Ayça’ya bakarak bir şeyler söyleniyordu hala. ''Sen naaptın bu adama?'' diye sordu Selim meraklanarak. Ayça cevap vermedi, yalnızca hafif bir gülümseme oluştu dudaklarında.

  ''İsterseniz daha sessiz bir yere geçelim konuşmak için.'' diye araya girdi profesör. Ayça kafasını salladı, hep birlikte tekrar kalabalığın arasına girdiler ve ilerlemeye devam ettiler. Bu kez dip dibe yürüyorlardı kimsenin ayrılmaması için. Kısa bir süre yürüdüler, sonunda 2 katlı geniş bir taş binaya doğru döndüler. Yalnızca ileriye doğru giden uzun cadde envai çeşit binayla doluydu, bu bina da İngiliz mimarisini çağrıştırmıştı Selim’e. Gerçi geniş cam girişin üzerinde asılı 'London’s Cave' yazılı tabela da bu çağrışımı desteklemiş olabilirdi bir miktar. Binanın ön cephesi büyük çoğunlula camla kaplanmıştı, bir çeşit pastane-bar arası dükkan vardı. Geriye yatırılmış sapsarı saçlarıyla uzun boylu bir garson karşıladı onları, İngiliz aksanının oldukça belirgin olduğu Türkçesiyle ''Hos geldiniz efendim.'' dedi. Profesör gene başıyla nazik bir selam verdi, ikinci kata çıktılar oturmak için. Kafenin içi eski tablolarla doluydu, duvarlar vişne rengi boyalıydı ve tarzı oldukça eski görünüyordu. İkinci kata çıktıkları merdiven sonradan eklenmiş gibiydi ama dekorasyona oldukça uyumluydu gene de. Üst kata çıkıp geniş camın yanındaki bir masaya oturdular. Selim etrafa bir kez daha göz gezdirdi, kafenin tarzı 16. yüzyıl meyhanelerini anımsatıyordu bir miktar.

  ''Kahve dediğin işte burada içilir.'' dedi profesör sandalyesinde geriye yaslanarak. Garsona İngilizce bir şeyler söyledi, sonuna bir 'thank you' ekledi ve adam yanlarından ayrıldığında etrafı inceleyen Selim’e döndü.
''Şu an Londra’da olduğumuz bilmeni isterim.'' dedi gözlüklerinin üzerinden bakarak. Selim kafasını hafif geri çekti, fark etti ki bu söz onu gerektiği kadar şoke etmemişti. ''Hala dünya üzerinde olduğumuza bin şükür.'' dedi artık kabullenmiş bir sesle. Profesör güldü, ''Çabuk alışıyorsun, bu iyi.'' dedi.

  ''Esâsí Caddesi Constantinapolis’in en eski caddelerinden birisidir. Yer olarak bu şehirde bulunuyor fakat bu caddeden dünyanın birçok yerine gidebilirsin. Mesela şu kapıyı görüyor musun?'' diyerek bulundukları yerin en uzak köşesindeki ahşap kapıyı gösterdi. ''Oradan Londra’nın Russell Meydanına çıkarsın. Şu karşıdaki binanın arka kapısından ise Khamovnikiye[*]Moskova'da bir cadde[/*] ulaşırsın. Bu caddedeki her bina seni farklı bir yere götürür. Burası bilen bir kişi için dünyanın gerçek merkezidir.'' Daha sonra oturduğu yerde dönerek dışarıya doğru baktı. ''Gel.'' dedi Selim’e. Selim kalkıp cama yaklaştı, profesörün eliyle gösterdiği yere baktı. Sokağın karşısındaki iki katlı bir binanın üzerinde hava aydınlık görünüyordu. Uzunca bir gökdelenin üst katları güneş ışığıyla parlıyordu. Selim saatine baktı şaşırarak. 1:46. Soran bakışlarla profesöre döndü.

  ''Hong Kong.'' dedi oldukça sakin bir biçimde adam. ''Fransız büyükelçiliğine çıkan apartmanın en üst katından Özgürlük Anıtını da görebilirsin.'' diye ekleyerek kocaman gülümsedi.
Selim tepki vermeden oturdu sandalyesine. 'Nereye geldim lan ben' diye geçirdi içinden. Biraz fazla kaçmıştı bu kadarı artık. Büyüler, kahinler falan tamamdı ama bu kadarı…

  ''Fazla şaşırma.'' dedi Ayça suskunluğunu bozarak. ''Daha yarısını bile görmedin.'' Selim ise artık daha fazlasını merak edemez duruma gelmişti..
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #20 : 06 Aralık 2010, 15:40:32 »
E ben bunu okuyodum neden unutuldu bu. Yeni bölüm de yazılmamış.Giriş ve gelişmeden sonra devam etmemek çok yazık olur :)

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #21 : 06 Aralık 2010, 16:09:30 »
Tam da 'buna devam etmem lazım artık' diye düşünmeye başladığım şu hafta içinde böyle bir yorumun gelmesi kaderin bir cilvesi olsa gerek. Çok yaşayasın Malkavian!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #22 : 06 Aralık 2010, 16:13:26 »
İyi tesadüf olmuş gerçekten :) E fazla bekletmeden devam bölümlerini bekliyorum o vakit :)

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #23 : 08 Aralık 2010, 22:34:20 »
Bölüm 5 – O’nun Hikayesi

  Selim kafasını yastığından kaldırarak yatağında doğruldu. Canı sıkılıyordu, son günlerde sürekli içi bunalıyordu sanki. Elini yatağının yanındaki platforma atarak sigara paketine baktı. İki haftadır normalde içtiğinin iki katını tüketmişti; işin sinir bozucu yanı ise bunun sebebini bilmemesiydi. Kaşıyamadığı bir yerinin kaşınması gibiydi bu, her zaman oradaydı ve geçmesi için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Oflayarak paketteki son iki sigara dalı ile çakmağını aldı ve balkona çıktı.

  Sabahın erken saatleriydi, aslında fazla erkendi Selim için. Güneş yeni yeni yükselmeye başlıyordu, sokakta gürültü yoktu ve sessizlik şu an tam aradığı şey olduğundan minnetle oturdu plastik sandalyesine. Yönünü apartmanların arasından gökyüzünün görülebildiği tek yöne doğru çevirerek yaslandı arkasına. Son bir ayda başına gelenleri baştan aşağıya tek tek geçirdi kafasından.

  Sınav bitmişti, fakat hemen sonrasında kendisini hiç beklemediği bir yerde bulmuştu. Bütün gün aylak aylak dolaşıp arkadaşlarıyla gezmeyi düşünürken tanımadığı bir kızın peşinden hala gerçek olmadığını düşündüğü bir dünyaya dalmıştı. En iyi arkadaşlarından birinin kendisinden hoşlandığını öğrenmiş ve aklında hiç olmamasına rağmen ona çıkma teklif etmişti, üstelik içinde bulunduğu gün itibariyle bir aydır çıkıyorlardı. Bunun dışında bir de şu profesör vardı tabi, ve hakkında anlatmaya doyamadığı caddesi; aynı anda dünyanın her yerini görebildiğin dünyanın en ilginç sokağı. 'Gölge' denen adamı da unutmamak gerekiyordu elbette. Başta onu gerçekten merak etmiş olsa da daha sonra fark etmişti ki kendisi için de tehlikeli bir adamdı artık. Olduğu yerde titremesini sabah rüzgârına bağladı Selim, böylesi işine geliyordu.

  Mezuniyet partisinin üzerinden tam bir ay geçmişti. Yani tam bir aydır Aslı ile beraberlerdi. Bu süre zarfında defalarca buluşmuşlardı ve onu daha önce hiç görmediği kadar cana yakın görmeye başlamıştı Selim. Bir ilişkide en nefret ettiği şey cıvıklıktı ve Aslı bunu hiç yapmamıştı şu ana kadar. Ciddiydi fakat aynı zamanda samimiydi de; yeri geldiğinde gülüyor ve şaka yapıyor, yeri geldiğindeyse susmayı veya erken ayrılmayı dert etmiyordu. Hepsinden önemlisi ise kendisine değer verdiğini hissedebiliyordu Selim, onu belki en çok sıkan şey de buydu. Beraber vakit geçirmekten ikisinin de zevk aldığını biliyordu fakat ona karşı yalan söylüyormuş gibi de hissediyordu kendisini. Tam bu noktada aklına Aslı’nın tam zıttı olarak gördüğü Ayça geldi, gelmesiyle de havaya bir küfür savurdu.

  Onu tam olarak tanımıyordu bile, fakat ilk tanıştığı günden beri hayatında çok büyük bir etkisi olmuştu. Her şeye şüpheyle yaklaşıyordu artık, her karanlık sokaktan kendisine saldıracak bir adam çıkmasını bekliyordu. Hepsinden öte, ne zaman ortaya çıksa kendi dediğini harfiyen yaptırıyor ve sürekli kendisine karşı aksi tavırlar sergiliyordu. Kişiliğinin böyle olduğunu düşünmek istiyordu Selim aslında, fakat bu kadar aykırı bir insanın var olabileceğine inanamıyordu. Ayrıca gizlilik konusunda ne kadar hassas olsa da Aslı’nın onun varlığını öğrenmesi durumunda açıklayacak hiçbir şeyi yoktu ve bu ihtimal sürekli olarak aklına gelip onun canını daha da sıkıyordu. 'Tanıştırayım; kuzenim Ayça mı diyeceğim sanki?'

  Canı sıkkın bir şekilde girdi odasına, telefonunun ekranının parladığını fark etti. '1 yeni mesaj' Saate bakmak için telefonunu kaldırdığında mesaj yoktu, yani o balkondayken gelmişti. 'Sabahın altısında bana mesaj atacak tek kişi Turkcelldir.' diye düşünerek açtı mesajı. Yanılıyordu.

'Evden çık, Gölge bugün İstanbulda. 7de Kadıköyde ol, ben seni bulurum.
                                               ~Ayça.'


  'Gölge bugün İstanbulda mı? Bunca zamandır burada değildi ve ben boşuna mı bir aydır paranoyak gibi davranıyorum yani?' Kendini aptal yerine koyulmuş gibi hissediyordu Selim, gene. Fark etti ki Ayça ile tanıştığı ilk günden beri sıklıkla hissediyordu bunu. Lanetler okuyarak üzerini giyindi ağır hareketlerle. 8de Kadıköy de olmak için acele etmesine gerek yoktu, acele etmesi gerekse bile bunu yapmayacağını da çok iyi biliyordu gerçi. O’nun her dediğini harfiyen yerine getirmekten sıkılmıştı ve bugün buna bir son vermeliydi artık.

  Evden çıkmadan önce birlikte yaşadığı annesine bir not yazarak kapının üzerine yapıştırdı. Bir saat içinde işe gitmek üzere çıkacağını biliyordu ve şu anda konuşup onun da canını sıkmak istemiyordu. Canı sıkkın olduğunda bundan çevresindekiler de etkilenirdi Selim’in, bu durum da onun canını daha fazla sıkardı. Annesinin de gününü berbat etmeye hiç niyeti yoktu, özellikle de bugün işte önemli bir toplantıya gireceği düşünülürse. Onun hep çok çalıştığından şikâyet ederdi Selim fakat o her seferinde gülümser ve ‘Ben ev kadını olmaya uygun bir insan değilim, biliyorsun.’ derdi. Maddi durumları yeterince iyi olmasına rağmen her gün geç vakitte gelmesini de başka bir şeye bağlayamıyordu Selim zaten. Babasından ayrıldığından beri bu böyleydi ve böyle devam edeceğe benziyordu.

  Canı sıkkın ve sabah sabah yaptığı bu derin düşünceler yüzünden başı ağrır bir halde sessizce evden çıktı.

---

  İşe gidiş saatinin yoğunluğundan nasibini almış halk otobüsü durağa girip kapılarını açtığında insanlar sonunda yere basabildiklerine şükrediyorlardı. Selim ise yol boyunca cama yapışık halde olmasına rağmen kafası bunu sorun edemeyecek kadar doluydu. Saatine baktı;  6:55. Nerede beklemesi gerektiğini düşünecek oldu başta, sonra 'kendisi arasın bulsun' düşüncesi geldi aklına ve ayaklarının onu götürdüğü yere doğru ilerlemeye başladı. Ne var ki henüz iki adım atmışken yolun karşısındaki bir büfenin yanında Ayça’yı gördü. Üzerinde koyu yeşil bir bluzla gene kot pantolon –onun daima kot giydiğini fark etmişti- ve beyaz spor ayakkabıları vardı. 'Dışarıdan bakan hiç kimse aslında ne cadı olduğunu tahmin edemez.' diye düşündü Selim. Aslında bugün oldukça tatlı görünüyordu, yüzündeki ifadeyi görmezden gelmeniz mümkünse tabi.

  Yayalar için yeşil ışığın yanmasıyla insanlar yolun karşısına doğru akmaya başladı. Selim şimdi Ayça ile yapacağı konuşmayı düşünüyordu, hayatına bu kadar müdahale etmemesini söyleyecekti ona fakat bunu nasıl yapacağı konusunda pek parlak fikirleri olduğu söylenemezdi. Ayça’nın korkutucu bir yanı olduğu gerçekti ve itiraf etmek istemese bile Selim kimseden çekinmediği kadar çekiniyordu ondan. Yanına vardığında tatsız bir ''Günaydın'' dedi. Ne var ki tepki beklediği gibi olmamıştı. Ayça’nın yüzündeki sert ifade gitmiş gibiydi, selamına karşılık verdi ve kafasıyla gel işareti yaparak kalabalığın içinden çıktı. İşin ilginç yanı ise 'takip et' emri vermiş olması değildi, bunu yumuşak bir şekilde ve tek kelime etmemiş olmasına rağmen neredeyse rica edermiş gibi yapmasıydı. Selim kafasını iki yana salladı ve sabahtan beri düşündüğü şeylerin bir nebze de olsa dağıldığını hissetti. Arkasından yürürken aklında yalnızca iki sözcük vardı şimdi; 'Hayırdır inşallah.'

  Fazla kalabalık olmayan bir caddeden yukarı çıkmaya başladılar. Her zamankinin aksine Ayça önden yürümüyordu bu kez, yavaşlayıp onu beklemeşti ve şimdi yan yana yürüyorlardı. Bu bile başlı başına garip bir olaydı. Hatta daha sonra Selim’in imkânsız gibi gördüğü şeylerden biri daha gerçekleşti ve kısa bir süre sohbet ettiler yürürken. Her ne kadar şu ana kadar yapmış olduğu en ilginç konuşmalardan biri olsa da, bir insanla havadan sudan konuşabildiği için bu kadar şaşıracağını hiç düşünmemişti daha önce. Ayça gülmüyor ya da gülümsemiyordu fakat her zamankinden daha farklı bir ruh halinde olduğu aşikârdı; daha rahattı sanki. Uzunca bir süre birlikte yürüdüler ve Selim’i bir kez daha şoka uğratacak bir şekilde acıktığını söyledi Ayça. Kendisi de kahvaltı yapmamıştı ama birlikte kahvaltı yapmayı düşündüğü en son kişi de o olurdu herhalde.

  Bir pastaneden yiyecek bir şeyler aldılar ve gene yürümeye devam ederlerken yediler sessizlik içinde. Arada bir alakasız bir sohbet açılıyor ve azıcık konuşuyorlardı fakat sonrasında gene sessizlik hakim oluyordu aralarında. Tuhaf bir sabahtı, iki taraf için de. Sonunda küçük bir pastanenin caddeye bakan kısmındaki bir masaya oturdular. Ayça sabahtan beri yaptığı gibi kendi standartlarına göre oldukça yumuşak olan bir tonda konuşmaya başladı.

  ''Sabah sabah uyandırdığım için üzgünüm ama bugün evde bulunman riskliydi. Gölge buralarda olacak, gece yarısına kadar. Bugün yalnız vakit geçirmemen gerek.'' Selimin bu noktada kaşları havaya kalkınca ekledi; ''Bu bütün gün benimle gezeceksin anlamına gelmiyor elbette. Ama bu gece evde kalman tehlikeli, Gölge ile baş başa kalmak istiyorsan o başka tabi.''

  ''Bu adam beni de mi bir düşman olarak görüyor yani artık. Hep böyle mi olacak?''

  ''Hayır, sadece bir süre. Ben onun peşimi bırakmasını sağlayana kadar. Bu akşam benim dairemde kalacaksın, tek güvenli yer orası. Bunun dışında, tüm gün yalnız kalmamak şartıyla istediğini yapabilirsin.''

  Selim tam bu noktada gene sabahki sıkıntılı ruh haline geri döndü. Ayça gene karşısındaydı ve gene ne yapıp ne yapmaması gerektiğini kendisine söylüyordu. Bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini hatırladı, kimsenin kendisi üzerinde söz sahibi olmasından hoşlanmıyordu. Tam ''Ayça bak-'' diye söze başlayacaktı ki, kalkan bir el sözünü kesti.

  ''Sana emir vermek gibi bir niyetim yok.'' dedi Ayça aklını okumuş gibi. ''Ne düşündüğünü biliyorum, ne zaman beni görsen bir şeyler yapmanı söylüyorum. Ama bunu sana işkence etmek için ya da her söylediğimin yapılmasını istediğim için falan yapmıyorum. Benim mizacım bu ve güvenliğin için gereken şeyleri söylüyorum sadece. Seni bu işe ben bulaştırdım ve istesem de istemesem de bu dünyada benim himayem altındasın. Ama insanlarla ilişkilerimde sınıfta kaldığımı biliyorum. Üzgünüm.'' Ne var ki son kelimeyi pek de üzgünmüş gibi söylememişti. Daha çok yapmayı istemediği ama mecbur olduğu bir konuşmayı yapmış ve bitirdiği için rahatlamış gibiydi.

  ''Bileziğin nerede?'' diye sordu Selim konudan tamamen bağımsız olarak. Ayça’nın söylediklerine şaşırmıştı ve durumun farkında olmasına sevinmişti fakat kendisine susması için kaldırdığı sağ elinin ardında sallanan mavi bir bilezik olması gerekiyordu.

  ''Evde bıraktım. Gölge’nin onu alması riskini göze alamam.''

  ''Onu evinden alama-'' Ama sözü Ayça’nın oturduğu yerden kalkmasıyla yarım kaldı.

  ''Kahvaltı için teşekkür ederim. Akşam sekizde seni ararım, o zamana kadar hoşça kal.''
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #24 : 09 Aralık 2010, 13:07:53 »
Karakterlerin Türkçe isimleri olmasından mı, mekanların çok güzel tasvirinden mi, yoska günümüzde geçmesinden mi hikayenin bilemiyorum bu yazıyı okurken tam anlamıyla görselleri kafamda oluşturabiliyorum. Selim'in sürekli sigara ihtiyacı duyan bir liseli gibi davranması hoşuma gitmese de karaktere oldukça büyük bir gerçekçilik katıyor. Ergenliğin,merakın ve ilginç kişilerin bir araya geldiği bu hikaye çok güzel devam ediyor gerçekten. Tek lafım bitiş kısmına. Son paragrafta şaşkınlığı ve Ayça'nın ilk cümlesi söylendikten sonra bitirsen daha etkileyici olabilirdi sanki. İkincil ve üçüncül diyaloglar merakı hafif de olsa azaltıyor. Yine ufak bir ayrıntı bu. Bunun dışında hikayenin genelini çok beğeniyorum ben.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #25 : 09 Aralık 2010, 14:41:24 »
Yazının tamamını okudum. Aslında, ilk bölüme önce bir baktım "Off... Ne uzun!" diye de, o kadar da uzun değilmiş aslında.

Okumamın en büyük nedenlerinden biri, Turkuaz renginin en sevdiğim renkler arasında ilk üçte olması. Öykün tek kelimeyle "harika" anlatım, tasvirler, mekanlar, karakterler o kadar içine çekiyor ki insanı anlatamam!

Hele o Ufuk yok mu o Ufuk, bittim o çocuğa ya... :D Ayçayı hiç sevmedim. :hemk Selim'in içinden konuşmaları da çok hoştu. Ne bileyim, neresine yorum yapacağını şaşırdım öykünün, son derece mükemmel! =)

Yalnız, mezuniyette, okulun bitmesini filan öyle anlatmışsın ki, liseye halihazırda devam eden biri olarak hafiften hüzünlendim abi...

Teşekkürler bu öykü için, artık bir takipçin daha var. =)
May the force, be with you.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #26 : 09 Aralık 2010, 14:49:20 »
Teşekkür ederim ikinize de, beğenilmesine sevindim. Biraz daha inişli çıkışlı devam ettirmem gerektiğini düşünüyorum, bakalım artık.

Son cümle konusunda hak veriyorum Malkavian, benim de içime sinmedi şimdi bakınca. Teşekkür ederim ayrıntıları da gösterdiğin için.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #27 : 14 Aralık 2010, 16:57:09 »
Bölüm 6 - Tahammülün Sınırı

  Günü hiç beklemediği bir şekilde başlamış olsa da gayet sıradan geçiyordu Selim’in. Ayça ile yaptığı 'ilginç' konuşmadan sonra arkadaşlarıyla buluşmuş ve aylak aylak gezmişti öğleye kadar. Tuhaf bir şekilde rahatlamış hissediyordu kendini bir nebze, hala canı sıkkındı ve başı ağrıyordu fakat Ayça’nın bazı şeylerin farkında olması iyiye işaret gibiydi. Ayrıca Gölge konusunda da endişelenmemesi gerektiğini biliyordu artık, en azından boğazlanma korkusu olmadan uyuyabilird. Gene de playstation oynarken sürekli yenilmelerini bu dalgınlığa bağladı. Ufuk ise bu konuda pek mutlu değildi.

  ''Abi sende bir şeyler var bu ara bak. 3 metreden kaçırdığın gole bir şey demiyorum ama bu halin biraz can sıkıcı olmaya başladı.''

  Selim sırıttı. İnsanın dostlarıyla takılması gerçekten rahatlatıcı bir şeydi. Telefonunun çalmasıyla cevap verme zorunluluğundan kurtuldu, gerçi cevap bekleyen bir cümle kurmamıştı Ufuk ya neyse. Arayan Aslıydı, telefonu açmadan önce ona sahip olduğu için şanslı olduğunu düşündü Selim. Telefonla konuşmaya başladığı ilk andan itibaren Ufuk’un yana adımlarla kendisinden uzaklaştığını fark etti; 'özel hayata saygı' adını veriyordu o buna. Selim istemsizce güldü, sesi de bu bahaneyle neşeli çıkmıştı telefonla konuşurken.

  Ne var ki onun aksine Aslının sesi pek mutlu değildi. Canı sıkkın gibi konuşuyordu ve kısa kesmişti konuşmayı, yalnızca bugün kendisiyle buluşup buluşamayacağını sordu. Selim ''Bir şey mi oldu?'' diye sorsa da cevap vermekten kaçınmıştı, 6 gibi buluşmayı kararlaştırdılar ve kısa konuşmaları tatsız bir şekilde bitti. Sabahki sıkıntı bir anda geri gelmişti şimdi.

  ''N’oldu abi?'' diyerek yanına geldi Ufuk. Yüz ifadesi çok şey ifade ediyor olmalıydı. ''Bizimkiler bir gitsin de, seninle az konuşalım.'' dedi Selim. İçini boşaltmaya ihtiyacı vardı, her ne kadar bunu tam olarak yapamayacağını bilse de. ''Yollayayım hemen?'' Ufuk bunu söyledikten sonra cevap beklemeden birlikte gezdikleri diğer iki arkadaşının yanına gitti ve ellerini sıkarak kafa tokuşturdu. ''Abi bizim az işimiz var Üsküdar taraflarında, siz takılın, boşuna git gel olmasın şimdi, zaten yarım saat sürer işimiz en az…'' diye bir şeyler uydurdu anında. Beş dakika sonra yalnız kalmışlardı bile…

  ''Şimdi anlat bakayım.'' dedi Ufuk arkadaşına sigara uzatırken. ''Bir aydır niye kelebekleri sayıyorsun etrafta.'' Selim nereden başlayacağını düşünürken ekledi; ''Ha bir de şu mezuniyet olayını hala açıklığa kavuşturamadık. Anlatırım abi sana falan diye geçiştirdin ama pek niyetin yok herhalde.''

  ''Şimdi…'' diye başladı Selim söze, bu dakikadan sonra yapmak istediği şeyse tam olarak ağzını açıp gözünü yummaktı. Ama kendini frenledi, bazı şeyleri hiç kimseyle paylaşmaya izni yoktu. Bileğinki siyah çizgilere kaydı gözü; silikleşmişlerdi ve bu ona güvenildiğini gösterirdi. İçinden bir küfür yolladı havaya, Ufuk ''Eee?'' diyene kadar da konuşmadı.

  ''Daha önce hiç kimseye söyleyemeyeceğin bir sırrın oldu mu?'' Ufuk’un soruya karşı verdiği ilk cevap 'N’oluyor lan?' bakışı dedikleri bakış olmuştu.

  ''Bir düşüneyim.'' dedi Ufuk ve kafasını denize doğru çevirdi, fakat bir saniye bile geçmeden geri döndü arkadaşına. ''Yok abi.'' dedi gayet sakin bir şekilde. ''Ne olup bittiyse ertesi gününde sana anlatıyorum biliyorsun. Lise hayatımda uzun süreli depresyon yaşayamadım senin yüzünden lan.'' Kafasını yana eğerek ciddi bir tonda konuştu sonra; ''Her şeye bir açıklaman vardır senin, o yüzden niye böyle durgun olduğunu anlamıyorum ya zaten.''

  Selim gülümsedi, kendisini gerçekten iyi tanıyan bir dosta sahip olmak harikaydı. Hiçbir güç bundan daha büyük olamazdı herhalde, ayrıca anlatma dediği bir şeyi Ufuk ölecek olsa bile kimseye anlatmazdı. İçini dökebileceği bir kişi varsa o da ancak Ufuk olurdu.

  ''Sınavdan çıktıktan sonra bir kı-''

  Ufuk’un telefonunun çalmasıyla sözü yarıda kesildi. Küfür ederek cebinden çıkardı telefonu Ufuk, yakını göremeyenler gibi telefonu uzakta tutarak baktı kimin aradığını görmek için. ''Burcu'' dedi ve telefonu açtı.  ''He Burcu söyle. Kim kim? Eee, ben güvenlik görevlisi miyim kızım? Tamam be dalga geçiyorum, nerdesiniz şimdi? Tamam, hızlı hızlı yürüyün aşağıya doğru, geliyoruz biz.''

  Telefonu kapatıp cebine koydu, yarısına gelmemiş sigaradan uzun bir nefes çekip yere attı. ''Burcular geçen gittiğimiz kafenin ordalarmış, peşlerinde laf atan iki sapık varmış sanırım.'' Gayet sakin söylemişti bunu, Selim de son bir uzun nefes çekene kadar bekledi. ''Biz aramıyoruz, aksiyon bizi buluyor.'' dedi Selim ve sigarasını topuğuyla ezdikten sonra bir an birbirlerine baktılar.
 
  Aniden sanki bir yarışa start verilmiş gibi aynı yöne doğru koşmaya başladı ikisi birden. Yolda karşılarına çıkan insanların bir sağından bir solundan geçerek deli gibi koştular. Caddenin karşısına geçip yokuş yukarı fırladılar rüzgar gibi. Yanından geçtikleri insanlar kimi zaman 'Önüne bak be!' tarzı tepkiler veriyor, kimi zaman bön bön arkalarından bakıyorlardı fakat onlar bunu umursamadılar. Karşılarına hızlı hızlı yürüyen Burcu ile iki arkadaşı çıkana kadar da hiç duraklamadan koşmaya devam ettiler.

  Nefes nefese Burcu’nun yanında frenledi Selim, Ufuk arkada kalmıştı. Acele bir selamlaşmadan sonra kızların geldiği yola doğru beklemeye başladılar. Burcu ''Koştunuz mu siz buraya kadar?'' diye sorduğunda Ufuk’un yüzünde oluşan ifade de görülmeye değerdi doğrusu. O sokak köşesinde fazla beklemeleri de gerekmedi, muhtemelen üniversite bir veya ikinci sınıf öğrencisi olan iki genç, sokağın başında göründü.

  Kızların yanında dikilen Selim ile Ufuk’u görünce bir an duraklayarak birbirlerine baktılar, geri dönmeyi tartışıyorlarmış gibi gelmişti Selim’e. Ne var ki Ufuk çoktan yürümeye başlamıştı bile, kendisi de kısa sürede ona katılıp yukarı doğru ağır adımlarla çıkmaya başladıklarında iki adam da tartışmayı kesip beklediler. Selim az sonra olacakları adı gibi biliyordu.

  ''Niye durdunuz abi, buyurun devam edin.'' dedi Ufuk sakin bir sesle. Selim daha önceki deneyimlerinden bildiği kadarıyla bundan sonra karşılıklı çok kısa bir konuşma olacaktı ve Ufuk hiç beklenmedik bir anda kafa atarak girecekti olaya. Kendisi de her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih ederek çocukları Ufuk’un elinden almaya çalışacaktı muhtemelen. Ama bu kez, her ne kadar kavga etmeyi son çare olarak görüyor olsa da sinirini boşlatmaya ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Aslında soldakini gözüne kestirmişti bile.

  Çocuklardan biri ''Ne diyosun birader?'' tarzı bir laf etti havalı şekilde konuşmaya çalışarak. Diğeri açık bir şekilde olayın farkına varmış ve Selim’in neresine vurması gerektiğini düşünüyordu. Ufuk, çocuğun dibine kadar girdikten sonra iki arkadaşın da yüzüne baktı dik dik. Kafasını hemen önündeki burna indirmeden önceki son kelimesi ise şu oldu; ''Naber?''

  Kafayı yiyen çocuk iki adım geri sendelediğinde Selim de ileri atıldı. Karşısındaki çocuk, arkadaşının yediği darbeye hiç bakmamıştı bile; doğrudan Selim’in üzerine saldırdı. Fakat daha önce hiç kavgaya girmemiş olduğu öyle belliydi ki, okul çıkışlarında onlarca sorunla uğraşmış olan Selim’in tek yapması gereken alçaktan gelen yumruğu tutup arkadaki ayağa bir çelme takmak oldu. Çocuk iki saniyede tuş olmanın verdiği şaşkınlıkla yere düştüğünde yüzüne gelen iki yumruktan sakınmaya vakti kalmamıştı. Bu esnada Ufuk atmış olduğu kafayı tekmelerle süslüyor, ciddi anlamda karşısındakine yaptığı şeyden dolayı pişmanlık duyurmaya çalışıyordu. Selim yerdeki rakibine fazla yüklenmedi, yirmi saniye içinde iki çocuk da yerdeydi ve Selim Ufuk’un kolundan tutmuş saldırmasını engelliyordu.

  Sokağın esnafı ve yoldan geçenler olayı gördükleri anda müdahale ettiler tabi, fakat bu müdahale iki kafadarın sağlam bir dayak yemesine engel olamamıştı. Araya birkaç kişi girip olay yatışınca Ufuk her zaman yaptığı gibi olaydaki son sözü söylemeyi ihmal etmedi; ''Bir daha olmasın.'' Arkalarını dönmüş, kendilerine ağızları açık bakan kızların yanlarına giderlerken Selim kendini az da olsa rahatlamış hissediyordu.

  Sonraki yarım saat bir yandan yürürken bir yandan da olayın analizini yapmakla geçti. Klasik kavga sonu sohbetleriydi bunlar; kavgaya giren kişi neler olduğunu bir de kendi gözünden anlatıyor, biraz da süslüyordu. Karşılarında her şeyi hayretle dinleyen kızlar olunca Ufuk da susmak bilmezdi zaten. Bu kez fazla abartıya girmiyordu gerçi, normalde olsa uçan tekmeyle girdiğini falan da söyleyebilirdi. Bu sohbet kızların her birinin bindiği otobüsler gelene kadar sürdü. Selim ile Ufuk yeniden yalnız kaldıklarında ise saat oldukça ilerlemişti artık.

  ''Sözün de yarım kaldı gene anasını satayım.'' dedi Ufuk alakasız olarak. Selim kafasını salladı mühim değil dercesine. ''Sonra anlatırım, şimdi Aslıyla bir buluşayım da neyi var onu öğreneyim en iyisi. Yarın gene görüşürüz zaten.'' Böylece selamlaştılar ve ayrıldılar, Selim adı gibi biliyordu ki bugünkü kavga yakında kulağına 'iki kişi beş kişiyi dövdüler' tarzında abartılarak gelecekti.

  Hava kararmaya başlarken Selim sahil yolunda ağır ağır buluşma yerine doğru yürüdü.

---

  Aslı ile buluştuklarında tahmin ettiği gibi asık bir suratla karşılaştı. Yanağına kondurduğu ufak öpücüğün bile formalite icabı olduğu öyle belliydi ki, dışarıdan bakan biri ayrılmak üzere olan bir çift olduklarını sanırdı. Gene de Selim nedenini bilmiyordu ve aklına kötü düşüncelerin gelmesine izin vermedi. Gönülsüz de olsa elini tuttu Aslının sıkı sıkı, ufak bir boş sohbetten sonra yalnız kalabilecekleri bir yere doğru yürüdüler. Rüzgar hızını artırmış olduğu için sahil şeridi olması gerekenden daha boştu, onlar da kayalıkları tercih ettiler oturmak için. Kısa bir süre sessizliğin ardından daha fazla dayanamayarak konuştu Selim.

  ''Neden keyifsizsin?''

  ''Aslında aynısını benim sormam lazım Selim. Neden benimleyken normalde olduğun gibi değilsin? Tam bir aydır çıkıyoruz ve ben ne kadar göz ardı etmeye çalıştıysam da sen hep mutsuz gibisin. Okuldaki halinden eser yok; sessizsin, neşesizsin, durup dururken mazeret belirtmeden kalkıp gidiyorsun. Eğer bir sorunun varsa benimle paylaş.'' Mavi gözlerini doğrudan dikti Selim’in gözlerine üzgün bir şekilde. Bir açıklama yapması gerekiyordu, Aslı haklıydı çünkü. Kim bilir kaç kez telefonuna gelen bir mesaj yüzünden ilginç mazeretler uydurarak apar topar kalktı onun yanından şu bir ay içinde. Kafası hep meşguldü, kendi dünyasına ait olmayan şeyler öğreniyordu ve istese de istemese de başka bir kızla vakit geçirmek zorundaydı. Ama bunu açıklamanın hiçbir yolu da yoktu işte; Ayça’yı nasıl açıklayabilirdi ki?

  ''Haklısın, bu aralar pek kendimde değilim. Özür dilerim ama kafam karışık biraz işte. Sınav sonuçları falan gelecek, o yüzden sanırım.'' Kısa bir sessizlikten sonra Aslı güldü. ''Lise hayatın boyunca sınavla alay ettin, belki en iyi sonucu alacak olan sensin. Seni tanımıyormuşum gibi yalan söyleme lütfen, bari o kadar aşağılama beni.''

  İşte bu cümle Selim’in zorunda gitmişti. Zoruna gitmişti çünkü Aslı haklıydı. Yalan söyleyebileceği insanlar vardı ve bunu yaptığında kimse anlayamazdı fakat yakın gördüğü insanlara karşı her zaman dürüst olmuştu ve öyle de olması gerekiyordu. Aslı yanı başındaydı, bir ay boyunca onu üzmesine rağmen hala burada yanında oturuyordu, bazı şeyleri bilmeye hakkı olmalıydı artık. Aklına bir an Ayça’nın sinirli yüzü gelmiş olsa da bunu da aklından çabucak attı Selim, Aslı gibi o da dayanamıyordu.

  ''Haklısın. Bir aydır aklımı meşgul eden başka bir şey var ve bunu sana anlatacağım. Ama senden tek bir şey istiyorum; sonuna kadar beni dinle ve önyargılarını bir kenara bırak. Çünkü sanıyorum ki bana deli muamelesi yapacaksın, ama sana söylediğim her şeyi ispatlayacağım.''

  Ve sınav gününden itibaren başladı anlatmaya. Ayça’yı görüşünü, takip edişini, ara sokakta meydana gelen kavgayı. Sonraki açıklamaları, mezuniyette onun gelişini, çıkmak zorunda kalışını ve aklına gelen her şeyi. Aslı’nın yüzü ifadesizdi tüm bu konuşma boyunca. Sonunda Selim anlatmayı bitirip kolundaki silik çizgileri gösterdiğinde de ifadesi bozulmadı.

  ''Sana bunu kanıtlayacağım, en yakın zamanda.'' diyerek lafını bitirdi Selim en sonunda. Aslı inanıp inanmamak arasında kalmış gibiydi, bir Selim’e bakıyor, bir kafasını çeviriyordu. Sonunda istemsizce güldü; ''Ciddi misin sen?'' Selim de işte bundan korkuyordu.

  ''Onunla tanışacaksın ve benim gördüklerimi göreceksin. Çok iyi biliyorsun ki şu an sana yalan söylemiyorum.'' Aslı kafasını çevirdi, gene ifadesiz bir yüzle düşüncelere daldı. Soğuk bir rüzgar esti bu arada aniden ortaya çıkarak. İstemsizce titredi ikisi de kayalıklarda otururlarken, Selim Aslı’nın elini tuttu hamle yaparak. Gözleri birbirini buldu ve daha önce hiç olmadığı kadar dürüst bir şekilde konuştu; ''Bir aydır canımın sıkkın olmasının asıl sebebi sana yalan söylemek zorunda olmam. Söylediğim her şeyi kanıtlayacağım, tek istediğim şeyse bana inanman. Kaybedecek bir şeyin yok, ama benim var. Sadece bana güven, en azından bu seferlik.'' Aslı kısa bir süre kararsız kaldı, fakat sonra kendini bırakarak sarıldı Selim’e. ''Yalnızca bu kez.'' diye fısıldadı kulağına.

  'Ufuk bu konuşmayı duysa ayakta alkışlardı.' diye düşünürken gülümsedi Selim. Her şey yoluna girmek üzereydi.


  Soğuk rüzgar tekrar esti bir anda ve onu gördü Aslı’nın arkasından. Fötr şapka, siyah palto ve elinde uzun bir metal. Kayalıkların uzak tarafındaydı ve kendilerine doğru yürüyordu. Selim bir anda vücudunun taş kesildiğini hissetti, Aslı yanındaydı. Gölge’nin kendilerine doğru yavaş fakat rahat adımlarla yürümesini dehşet içinde izledi birkaç saniye, o yürüdükçe yanındaki deniz köpürüyor ve kayalara sertçe vuruyordu. Selim Aslı’dan ayrılarak önüne geçti, ne olursa olsun yapması gereken şey önce onu kurtarmak olmalıydı. Aslı şaşırmış bir şekilde ona bakarken yavaşça ''Arkamda kal.'' diye fısıldadı.

  Gölge sakince geldi yanlarına. Rüzgar deli gibi esiyor ve deniz hiddetle kayalara vuruyordu, beş dakika önceki yaz akşamından eser kalmamıştı sahilde. Adam elini kaldırdı ve sokak lambaları söndü bir bir. Korkudan yerlerinde taş kesilmiş olan Selim ile Aslı’ya baktı kısa bir süre. Ve buz gibi sesiyle konuştu; ''Fazla dikkatsizsiniz.''

  Uzun ve ince kılıcı kaldırıp Selim’e doğru savurdu bir anda, tamamen refleks ile kaçmayı başardı bu saldırıdan Selim. Ayrıca bu hamle onların görünmez ayak bağlarını da çözmüştü, Aslı’nın elinden tutarak yola doğru koşmaya başladı. Aklına gelen şey kalabalık bir mekana kaçmak olmuştu fakat sanki bütün sahil şeridi boşalmış gibiydi ilginç bir şekilde. Kayalıkların sonuna kadar koştular, arkalarına bakmaya cesaret edemiyorlardı. Sonunda nefes nefese yola atlamak üzere oldukları bir anda fötr şapkayı göz ucuyla görür gibi oldu Selim. Ardından gelen çığlık ise bugüne kadar duyduğu açık ara en acı sesti.

  Yavaşça döndü arkasını, dünya durmuş gibiydi o an onunun için. Korku ve şaşkınlıkla açılmış masmavi gözleri buldu arkasında. Üzerindeki mavi tişört kırmızıya bulanmıştı Aslı’nın. Bacakları kendisini daha fazla taşıyamadı ve Selim’in üzerine doğru devrildi vücudu. Selim yere düşmeden yakaladı Aslı’yı, kayalıkların üzerinde, yanlarında Gölge’nin bekliyor olması onun için bir şey ifade etmiyordu artık. Yalnızca olanlara inanamıyordu, ne aklıyla ne de kalbiyle. Aslı kucağındaydı, yerdeydi, ve onun yüzünden belki de…

  Düşünceleri koluna giren soğuk metal yüzünden yarım kaldı. Acıyla haykırdı Selim, fakat hareket etmedi. Olduğu yerde kalmalıydı, tuttuğu eli bırakmayacaktı. Gölge’nin hemen arkasında olduğunu hissedebiliyordu fakat neden hala ölmemiş olduğunu düşünemeyecek kadar doluydu zihni. Kolundaki yara inanılmaz şekilde acı vermeye başlamıştı saniyeler içinde, gözlerinin bulanıklaştığını ve başının döndüğünü hissetti.

  Acı bir fren sesi yankılandı sahil yolunda. Siyah bir motorsiklet yola diklemesine girmişti ve kayalıkların başladığı yere kadar kaydı durmak için. Ne var ki motorun sürücüsünün durmak gibi bir niyeti yoktu. Aracı, kayalıklarla sahil yolunu ayıran ufak beton çıkıntıya çarptığında üzerinden zıpladı ve bulundukları yere tek hamlede ulaştı. Yere bastığı anda elindeki uzun kılıcı Gölge’ye doğru sapladı fakat adam kaşla göz arasında denize doğru sıçramıştı bile. Motordan inen kız elini kaldırdı ve deniz bir anda yükselerek hemen arkalarından sudan bir set oluşturdu. Kılıcını üzerinde durduğu kayaya saplayarak diğer elini de kaldırdığında ise paltolu adam su setinin içine doğru havaya kalkmıştı. Geriye doğru şiddetle sarsılarak uçtu ve sudan oluşmuş duvara çarparak yok oldu.

  Selim’in bayılmadan önce gördüğü son şey etraflarında oluşan küçük mavi çemberdi.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Larien

  • **
  • 133
  • Rom: 0
  • Söyle dost..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #28 : 05 Ocak 2011, 17:53:25 »
Bugün en başından okudum, hikayen inanalımaz derecede güzel gidiyor. Olayları çok rahat bir şekilde aklımda canlandırabiliyorum. Devamını merakla bekliyorum.
Why, the Past should ever be forgot?

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #29 : 18 Şubat 2011, 11:16:34 »
Bugün en başından okudum, hikayen inanalımaz derecede güzel gidiyor. Olayları çok rahat bir şekilde aklımda canlandırabiliyorum. Devamını merakla bekliyorum.

Gerçeğe yakın ve içimizden karakterlerin avantajı. Koyubeyaz son zamanlarda sıkıştırmadan yazı yazmıyor. Küstü mü nedir :) Koyu kitap okumuyorsan kitap oku çok iyi geliyor hemen ilham doruklarına ulaşıyor. Özellikle beğenmediğin yazarları oku. Neden diye soracak olursan onları okuyunca dilbilgisi çok iyi oluyor ama hep kafanda şu cümle oluyor 'Ben daha iyisini yazarım be!' ve sihirli bir şekilde ilham geliyor :) Hadi bu sırrımı da paylaştım daha ne bekliyorsun devam bölümleri yaz...