Kayıt Ol

Ucube

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ucube
« : 11 Ocak 2010, 23:28:06 »
UCUBE

Akşamdan duşunu almış olan çocuk, sabah bir yarım saat kadar fazla uyuyabilmişti bu sayede. Okul formasını giydi ve annesi kahvaltıya çağırmadan mutfağa gitti. Her şey yerli yerindeydi -kahvaltılıklar çıkarılmamıştı. Garip. Annesi evden erken çıksa bile kahvaltıyı hazırlamış olurdu hep. 

Bir yıl kadar önce babasının aylığının son kısmıyla alınan dijital saatine baktı ve kahvaltı etmeden evden çıkması gerektiğini anladı. İçinde bir hüzün, bir minnettarlık yaratmıştı saat ile ilgili bu hatıranın hissi. O, çok istediğini belli etmemeye çalışmıştı halbuki. ‘Keşke o kadar beğenmeseydim bu saati.’

Neyse ki çok uzun sürmedi o hatıranın kafasında yankılanması ve alelacele montunu giydi –dışarısı buz gibiydi ve akşam pencereden izlediği lapa lapa yağan karı düşününce yerler bembeyaz bir örtüyle kaplı olmalıydı. Botlarını da giyip çantası sırtında evden çıkacakken annesinin uykulu bir sesle ona seslenişini duydu. “Oğlum, bugün tatil!”

Bu uyarıyla birlikte, okulun tatil olduğunu öğrenen her çocuğun hissedeceği o sevinçle içeriye, yatmakta olan yarı uykulu annesinin yanına gitti ve sıcacık pembe yanağından öpüp kendi odasına çekildi. Tekrar pijamalarını giyerken dolabındaki aynaya takıldı gözleri. Vücudunun, yaşıtlarınınkilerle kıyasladığında çok kötü olmadığını düşünüyor, bunu aynaya her baktığında kendine tekrar ediyordu. O, sporla ilgileniyordu hem: Basketbol oynuyor, atletizm kulübünde yer alıyordu. Yüzü ise…

Kendi yüzüne bakmak hiçbir zaman hoşuna gitmemişti. Zira ‘aynaya bakma çağı’ geldiğinde, yüzünde irinlenmiş sivilceler, çıbanlar oluşmaya başlamış; başı eğik dolaşır, kışın bile –annesi kızdığı için onun haberi olmadan- şapka takıp gölgesinde yüzünü gizlemeye çalışır olmuştu. Fondöten kullanmak çok riskliydi birinin fark etme olasılığı düşünülünce… Hem o pembe madde kapatamıyordu pek bu engebeli yola dönmüş suratın kırmızı-sarı-beyaz trafiğini. O yoldan devamlı tırnakları geçiyordu…

Yatağına oturmuş, dalmıştı. Gözlerini sımsıkı kapayıp tekrar açtı ve silkindi bu halinden biraz.  Pencereden dışarı bakmak için kalkıp perdeyi araladığında, ona her zaman hoş gelen bir manzarayla karşılaştı. Hava, yağmakta olan kar tanelerinin beyaz benekler gibi süslediği açık bir griydi; yerler ise bembeyaz karla kaplanmıştı tıpkı kafasında canlandırdığı gibi. Böyle bir havada yapılabilecek güzel bir şey bulmayı düşündü. Bu, dışarı çıkıp kardan adam yapmak olabilirdi ama aklındaki diğer seçenek daha cazipti dışarı çıkıp kendini göstermekten rahatsız olan bünyesi için. Sıcak çay eşliğinde, yorganının altına girip kitap okumak… Bunun havayla ne ilgisi vardı ki? Vardı işte… Kitabın her bölümü bittiğinde camdan dışarı bakacaktı ve bundan aldığı hazla yudumlayacaktı çayından. Çayın buharının üşüyen burnunu ısıtması da ziyadesi…

******

Kol saatinin ‘bip’ sesi yeni bir saate girildiğini haber verdi. Çayını bitirdikten sonra kitabı yatar pozisyonda okumaya geçmiş, bu arada da suratını kazımayı ve yatmaktan şekilsizleşmiş saçlarıyla oynayarak onları yağlandırmayı ise es geçmemişti. Aslında bunlar, okurken ona zevk veren uğraşlardı. Yüzündeki her sivilceyi tırnakladığında sanki oradaki deri olması gerektiği seviyeye iniveriyordu. Onlardan kurtulduğunu düşünmek bile güzeldi fakat biliyordu ki çok daha vahim bir görüntüyle karşılaşacaktı aynayla bir sonraki buluşmasında. Annesi hep kızardı zaten ‘Oynama şu suratınla!’ diye.

Kaldığı sayfayı aklında tutup kitabı kapadı ve dinlendirmek için yumdu gözlerini. Gözlerine verdikleri o mayıştıran sıcaklık ile soğuktan koruyan birer kapüşon gibiydi gözkapakları. 

Önce birkaç harf gözlerinin önünde dans etti ve sonra odasının lambasının da katkısıyla kırmızıyla karışık siyah bir renk ele geçirdi kapalı gözlerinin damarlı görüşünü. Erken uyanmıştı ve uyku onu çağırıyordu yavaş yavaş, sakin sakin. Okumayı sürdürmek istiyordu ama biraz uyuduktan sonra da nasılsa devam edebilirdi, öyle değil mi?

******

Yağmur çiseliyordu. Yaşça ve kalıpça büyük iki çocuk bileklerinden sımsıkı tutmuş, onu boş okul bahçesinin en ücra kısmına sürüklüyordu zahmetsizce. Tekme atacak hali kalmamıştı boğuşmaktan. Okul binasının sol tarafında, ne oyun bahçesinin ne de herhangi bir pencerenin görüş alanına giren, iki ağacın da bu duruma katkıda bulunduğu bir yerdi bu.

İki çocuk onu yere ittiler ve kapaklanınca birkaç küfür savurdular. Bu küfürlerin ne anlama geldiğinin -birçok yaşıtına göre- çok az bilincindeydi. Kendisiyle birlikte ebeveynlerine de hitaben söylenen her kötü sözle birlikte karnına ve bacaklarına tekmeler yiyordu.

Aniden durdular. Bu kısa anda sadece biraz dinlenip inleyebildi ve tekmeler daha da yoğun bir şekilde geri döndü. Bu kez iki ya da üç kişi daha katılmıştı eğlencelerine. Eğleniyor olmalıydılar her tekmeyle senkronize gelen kahkahalara bakılırsa. Yalnız… Kahkahaların içinde kızlara ait olabilecek kıkırdamalar da vardı. ‘Hayır! Olamaz!’

Tekmeler birkaç saniye içinde azaldı ama ona dakikalarca dayak yemişmiş gibi geliyordu. Her nedense yüzüne ya da kafasına isabet eden tek bir tekme dahi yoktu. Yerde nefes nefese yatarken yine aynı güçlü eller bileklerine yapıştı ve ayağa kaldırdılar onu. Ağlayamıyordu, bağırmak istiyordu ama bağıramıyordu. Karşısında, ondan en fazla iki yaş büyük olabileceğini tahmin ettiği iki kız ve üç erkek çocuk hem acıyarak hem de çok güzel bir espriye gülüp eğlenmişlercesine takındıkları yüz ifadeleriyle bakmaktaydılar ona.  Bu kadar güçsüz hissetmemişti hiç. Kafasını olabildiğince öne eğdi o eğlenen bakışlar karşısında.

İki bileğini sıkı sıkı kavrayan iki çocuk kafasına şaplaklar atmaya başladı ve biri çenesini tutup başını zorla kaldırdı. “Böyle bir ucube gördünüz mü, he? Şu surata, şu saçlara bakın! Kravata da bak hele! O kadar dayak yedi, hâlâ sımsıkı! Seni doğuran utanmadı mı he…” şeklinde, küfürlerle süslenerek devam eden birkaç söz sarf eden çocuk başlamıştı yine gülmeye. Kızlardan birinin kullandığı ‘yazık’ kelimesi, kullandığı eğlenti dolu ses tonunda yitiyor, ‘ucube’ kelimesi ise tüm grubun dilinde içtenlikle dolaşıyordu. 

Yağmur sağanağa çevirirken onu birkaç kez daha tekmeleyerek bir süre kalkamayacağından emin olan grup hızla oradan uzaklaştı. Fakat yerde inleyerek yatan sanki o değildi de bir başkasıydı. Neden o olsundu ki? Neden oydu? ‘Neden?’

******   

Gözlerini açmasıyla yaşların yanağına süzülmesi bir oldu. Gözlerini tekrar kapadı fakat içten yağan yağmura karşı çaresizdi kapüşonlar. Tekrar gözlerini açtı ve pencerede hala yağmakta olan karı -her nasılsa- sakince izlemeye koyuldu. Gözlerinden akan akmış, kalanlar akamadan donmuştu bile. Vücudunda o günün ağrılarını hissediyordu fakat bu ağrılar o zaman dahi fiziksel değildi. İçi ağrıyordu –eğer tabiri buysa. Bu ağrı da donmaya başladı giderek, yavaşça…

Dijital saati ‘bip’ledi ve yine aklına bir ‘keşke’ getirdi. ‘Keşke saati beğendiğimi o kadar belli etmeseydim.’


                           Elerki TAŞKIN

Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #1 : 11 Ocak 2010, 23:45:43 »
Tipik bir ergenlik çağındaki çocuk -Yemin ederim ben öyle değilim- :)
Duygusal ve birden fazla olayı niteleyen bir öykü olmuş. Bu açıdan başarılı bir yazı. Ama konu itibariyle bir zayıf kalmış sanki. Sanırım bunu da ''Keşke saati beğendiğimi o kadar belli etmeseydim.'' cümlesinin kullanımı ile telafi edebiliriz.
Tebrik ederim...

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #2 : 11 Ocak 2010, 23:51:58 »
berre,

Yorumladığınız için teşekkür ederim. Aslında... İçinde çok fazla şey gizledim sanırım. Belki biraz daha ortaya çıkarmam gerek ama çıkmasa daha iyi dedim bir kere...

Teşekkür ederim tekrar.
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #3 : 12 Ocak 2010, 00:31:17 »
Artık "ellerine sağlık, çok güzel olmuş, tebrik ederim." gibi şeyler yazmak istemiyorum yazılarının altına. Bu çok klişe olmaya başladı çünkü. Ancak nacizane bir yorumum ve sorum olacak.Şöyle ki;

Her insanın yaşadığı bir süreci çok güzel özetlemişsin; dış görünüşün yegane kriter olduğu, kalabalığın yalnızı, güçlünün güçsüzü ezdiği bir süreç.Ve tabi karakteri unutmamak gerek, büyük gibi düşünceli ama okulun tatil olmasına çocuk gibi sevinen "geçiş dönemi" insanı.

Acıların taze olduğu dönemin yağmurla, sonradan bu acıların donuklaşmasının/unutulmasının olduğu dönemin karla bağdaşlaştırılması da hoştu. Kar yağışı, geçmişteki yağmurları hatırlattığı için belki de çocuk güvenli yatağından ayrılmak istemedi. (Yazarken bunları demek istemedin belki de, ben öyle bir çıkarım yaptım .)

Bilmem doğru mudur ama karakterin babası sanırım artık yok?

Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #4 : 12 Ocak 2010, 00:34:42 »
Laughing Madcap,

Analiziniz düşündüğüm şeylerin bir kısmını kapsıyor. İki paragrafınızda da doğru tahminleriniz... Bu şekilde bir yorumda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim.

Karakterin babasına gelince... Bu konuda konuşmak istemiyorum pek... Çok karmaşık benim için bile...

Dikkatiniz, zaman ayırıp okumanız ve aynı şekilde zaman ayırıp yorumlamanızdan dolayı çok teşekkür ederim tekrar.
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #5 : 12 Ocak 2010, 07:31:34 »
Pek çok açıdan harika bir kısa öykü bu. Hissettirdiği duyguları hissetmemek, anlattığı şeyleri anlamamak pek mümkün değil en azından benim açımdan. Ya da tahmin etmek diyeyim.

Aslında çok basit bir anlatımla çok basit bir öykü. Ancak içinde ve arkasında olanlar çok yoğun. Aynı öyküde analtılan gibi. Önemsiz küçük, değersiz ve basit şeylerin yalnızca bir süre için, belirli şartlarda ne akdar önem taşıdığını gösteriyor. İçerikle uyumlu çok iyi bir anlatım.

Tek şeye takıldım. Sonunu çok daha karamsar bekliyordum :) Bir inthiar falan
try again fail again fail better

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #6 : 12 Ocak 2010, 10:06:51 »
Amras Ringeril,

Okuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkür ederim. Daha fazla karamsar yapmak istemedim. Aslında kolaylıkla öyle bir son hazırlayabilirdim çünkü bu benim için 'çok yakn' bir öykü... Bilmem anlatabiliyor muyum.

Sonu öyle olmadı, o derecde karamsar bitmedi en azından ve öykü devam ediyor... :)

Tekrar teşekkürler çokça... :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #7 : 12 Ocak 2010, 17:41:31 »
Bu "geçiş dönemi" insanını gerçekten iyi anlatmışsın. Benzetmeler falan.. Okurken gözümün önünde canlandırabildim.Hissettirdi bana o çocuğun duygularını. Ki bu da bu kısa öykünün iyi olduğunu gösterir.
Fakat mesela çocuğun babası hakkında sorular kalıyor bitince. Sanki birşeylerin üstü kapanmış gibi. Onlar ortaya çıksa daha hoş olurdu.
Tebrik ederim. Oldukça güzel bir öyküydü :)

Alıntı
Tipik bir ergenli çağındaki çocuk -Yemin ederim ben öyle değilim-:)
berre,
Bu yorumu görünce gülümsemeden edemedim :)
Zaten senin öyle olmadığın anlaşılıyor sitedeki tavrınla.

.


Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #8 : 12 Ocak 2010, 17:44:15 »
deanna,

Okuduğunuz için teşekkür ederim. :)

Baba ile ilgili soru kalsın istedim açıkçası... Yani, soru var zaten... Neyse girmeyeyim...

Hem kısa hikayelerin hepsinde her soru yanıtlanmak zorunda değil, amaç başkaysa... :)

Teşekkür ederim.


Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #9 : 12 Ocak 2010, 18:05:48 »
Baba meselesine fazla takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bu kadar içi ve özellikle arkası dolu bir yazıda. Ya da muhtemelen benzer olduğunu tahmin ettiğim bir sepeple takılmıyorum.

Elerki,

Karamsar olmaması bir yandan iyi olmuş tabi, yorumlardan çıkardıklarımdan sonra. Şimdi düşününce biraz daha etkileyici olduğunu fark ettim :) Tekrar elinize sağlık.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #10 : 12 Ocak 2010, 18:13:11 »
Amras Ringeril,

İstesem de yapamazdım zaten... :) Tekrar ve tekrar teşekür ederim... Bu derecede iyi yansıtabilmeme sevindim...
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #11 : 12 Ocak 2010, 18:30:15 »
berre,
Bu yorumu görünce gülümsemeden edemedim :)
Zaten senin öyle olmadığın anlaşılıyor sitedeki tavrınla.
Bu arada teşekkür ederim :)

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #12 : 12 Ocak 2010, 19:34:55 »
berre,

Siz 'öyle' değilsiniz fakat 'öyle' olanlar suçlu mu sizce? Ben açıkçası bunun da düşünülmesi gerektiğine inanıyorum...
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #13 : 12 Ocak 2010, 20:15:34 »
berre,

Siz 'öyle' değilsiniz fakat 'öyle' olanlar suçlu mu sizce? Ben açıkçası bunun da düşünülmesi gerektiğine inanıyorum...
Hayır değil çünkü bu insanın kendi elinde olan bir şey değil. Ergenlik hepinizin bildiği gibi kişiliğin oturmaya başladığı arayış dönemidir. Bu yüzden de o zaman yapılanlar bilinçli olmaz. Ve insanlarda bilinçli olarak yapmadıkları şeylerden sorumlu değillerdir :)

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ucube
« Yanıtla #14 : 12 Ocak 2010, 21:28:55 »
berre,

Bilinçli olarak, 'çirkin' diye dalga geçilip dayak yiyen olmamıştır sanırım? Burada bilinçten öte başa gelenin durumu var...
Let the Dragon ride again on the winds of time.