Kayıt Ol

Uyanış

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Uyanış
« : 26 Temmuz 2009, 04:40:43 »
Uyandı.

 

Islak tahtalardan oluşan bir tavana bakıyordu. Yer yer su tahtaların arasından kendine yol bulmuş olacaktı ki alnına ve çeşitli yerlerine su damlıyordu. Onu uyandıranda buydu belkide. Yada karnında ki sıcaklık hissi. Yada burnuna gelen patates yemeğinin kokusu. “Fukara yemeği” derdi ninesi olsa.

Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Fakat karın kısmında ki acı onu tekrar yatmaya sevk etti. Gözlerine düşen saçlarını eliyle geri taradı. Garip, saçlarının bu kadar uzun olduğunu hatırlamıyordu. Zaten bu yeride tanımıyordu. Ona tanıdık gelsede, sarhoş olup sabah tanımadığı bir kızın evinde uyanmış gibiydi. Hala alnında olan eline baktı. Kızarmıştı. Kırmızı kurşun kalemi yere dökülen suya düşürdüğünde oluşan kırmızı birikintiye benzer bir renkti bu. Sadece daha koyusu. Ağzında metalimsi bir tad vardı. Karnında bir sızlama vardı. Nedensiz yere olsa gerek.

 

Fazla doğrulmadan etrafına bakındı. Ufak bir odadaydı. Duvarlar tahtadan yapılmıştı. Onlarda tavan gibi yağmur sularından şişmiş, kabarmış ve yer yer yosun tutmuştu. Eski bir yapı olduğunu anladığı tahtaları enine boyuna inceledikten sonra, eski tahta yapının içerisinde bulunduğu odanın diğer kısımlarına bakınmaya başladı. Pencereler… Pencere. Odanın tek ışık kaynağı yattığı yerin karşısında, odanın diğer ucunda bulunan pencereydi. Üzerindeki kirden zar zor anlaşılsada, duyduğu seslerden de mütevellit olarak yağmur yadığını idrak etmişti.

 

Dışarıdan gelen soluk ışık ona dışarıda sisli bir hava olduğunu anlatır gibiydi. Belkide bir göl kenarındayım diye düşündü. Bu yapış yapış nem bu yüzdendir. Yada belkide ben terliyorumdur. Ama insan üşürken terler mi? O cevabını merak edip dururken içeriden gelen bir şangırtı dikkattinin dağılmasına yol açtı. Kollarıyla destek alığ doğrulmak istedi fakat sol kolunu hareket ettiremedi. ilginçtir ki sağ kolu gayet güzel hareket ediyordu. Bacaklarında da aynı durumun olmasından rahatsız olmuştu olmasına ama, içerisinde ki merak daha baskındı. Nerede olduğunu, buraya nasıl geldiğini, kimin getirdiğini, içeride kimin/kimlerin olduğunu merak ediyor, bilmek istiyordu. Tabii bunların hepsi birazdan yeme ihtimali yüksek olan patetes yemeğini ona getirecek kişi ile çözülecekti. Bu hususda kuşkusu yoktu. Ama merak ediyordu…

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Uyanış
« Yanıtla #1 : 26 Temmuz 2009, 21:01:19 »
“Bilmiyorum. Anlamıyorum. Neden zayıf bir insan güçlü birine sırtını dayama ihtiyacı hisseder ki?” dedi karşısında ki kıza. Kız ona bakıyordu. Karmakarışık kuzguni saçlarını kafasının tepesinde lastik bir tokayla tutturmuş, ilkokula giden bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Eline dökülen sıcak kahveyi eski püskü siyah bluzuna sildikten sonra; “Sen ne elde ediyorsun?” dedi merakla gözlerinin içine bakarak. Bu… Bu önemliydi. İnsanın gözlerinin içine bakmak. Herkesin yaptığı bir şey değil. Yapabileceği bir şeyde değildi. Kolay bir şeyde değildi.

“Hayır, bu, bu aynı şey değil. Demek istediğim biz…Bizde tamamen farklı. Biz, biz…” diye kekeledi. Ne demesi gerektiğini ve diyeceğini çok iyi biliyordu. Ağzından çıkanlar onun sözleri değildi. Chuck’a aitti hepsi. Tüm bu konuşmayı planlamıştı. Kafasında yaşamıştı onlarca kere. Tüm olasılıkları ve olabilecek olayları planlamıştı. Verebileceği ilginç cevapları ve tepkileri hesaplamış, karşıya tepkisinin ne olacağını kurmuştu kafasında uzun uzun.

Kız şaşırarak, “Biz mi? Bizle neyi kastediyorsun?” diye sordu. İşte buydu. Tamı tamına aynı. Beklediği cevap gelmişti. Artık gidebilirdi. “Geç kalıyoruz sonra konuşuruz. Çocuk fazla beklemesin” dedi geçiştirircesine. Kız konuyu bırakmak istemese de, o çoktan ceketini giyip merdivenlerden inemeye başlamıştı bile. Artık arkadaş olduğu Starbucks çalışanına başıyla selam verdikten sonra otomatik kapının önünde bir saniye kadar duraklayıp, şıft sesiyle açılan kapıdan geçti. Nefes kesici soğuk yüzünden beresini başına takıp montunun fermuarını yukarı kadar çekti. Kızın arkasında ve güvende olduğundan emin olduktan sonra başıyla gidecekleri yönü işaret ederek konuşmadan yürümeye başladılar.

Konuşmamak güzeldi onun için. Anlamsızca gevezelik etmekten iyidir diye düşündü ister istemez. Boş konuşmalar onu hep sıkmıştı bu güne kadar. Devrik cümleler kurduğu kendi zihninde çok daha rahattı. İsterse mutlak bir sessizlik, isterse muazzam bir gürültü ve düşünce kirliliği yaratabiliyordu zihninde. Zihninde, her şey onun emrindeydi. İpler ondaydı. Özgür olduğu tek yerdi aynı zamanda. İnsanların, normal insanların, kontrol edemeyeceği tek şey. Zihni.

Zihninde teklerken kar yağdığını fark etti. Hemen yanı başında yürüyen ama zorlanan, yer yer büyük adımlar atarak ona yetişmeye çalışan kıza baktı. Üşüyordu belli ki. Ellerini göğsünde kavuşturmuş ısınmaya çalışıyordu. Hafif yukarı doğru kalkık burnu kıpkırmızı olmuştu. Ne yapmalıyım? Diye sordu kendine. Güldü sonra. Kıza yaklaşarak bir kolunu kızın omzuna atarak yavaşça ovaladı. Kızın derin yeşil gözlerine bakarak gülümsedi.

Bir daha o kahveciye gitmem diye düşündü. Çok pahalı…