Her zamanki gibi öykülerin hangimize ait oldukları anket sonuçlandıktan sonra belli olacak. Herkese keyifli okumalar

.
Kan Hırsı
"Et yiyin ve kan için. Yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz." (Tevrat, Hezekiel Bölümü 39/18-20)
"Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla." (Tevrat, Yeremya Bölümü, 12/3)
Başka yaşamlardan buraya daha güçlü olmak, insan denilen ve kendini mükemmel sanan ırkın aslında hiçbir şey olmadığını ispatlamak için gönderildim. Yaklaşık 2000 yıldır tek başıma avlanırım. Yarattığı topraktan varlıkların tüm kanlarını tek bir seri hareketimle akıtarak Tanrı’ya müteşekkir olduğumu hatırlatırım. İnsanların yaşadığı bu küçük gezegene ilk geldiğimde ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ta ki karşımda kanlı canlı, ne yapacağını bilemez duran bir insan görene kadar… içimde durduramadığım bir öldürme arzusu belirdi henüz nasıl öldüreceğimi bilmeden. Fakat ona yaklaştıkça bunun için biçilmiş kaftan olduğumu anladım.
Benim yanımda bir cüce gibi duran insanın boyu, ancak bir serçe parmağım kadardı. Tırnağımla boynuna attığım küçük bir çizik; onun tüm hayatının, geleceğinin sonu oldu. Her insanın öldürme günü farklıydı. Her insanın kıyameti benim ellerimdeydi. Ben hesap vermeleri için onları Tanrı’ya rastgele gönderirken diğer meleklerin tüm işleri de bana verilmişti. Bazen Güneş’i saklardım insanlardan. Bazen bereket saydıkları yağmuru. Yüce Tanrı’nın gazabından korkan bir ben vardım. Tüm melekler çoktan helak olmuştu. Her şey benim için güzeldi. Adeta Tanrı’nın sağ koluydum. Hatta sol kolu da.
Hep takdir alan küçük aile çocuğu gibiydim. Takdir aldıkça daha çok öldürüyordum. Tek başıma yetişemeyince kan arzumu diğerlerine de aşılıyordum. Toplu katliamlar gerçekleştiriyordum. Gördüğüm en güzel öğrencim geldi aklıma.
Ne yaptığını merak edip kendi işlerime ara verme gereksiniminde bulundum ve onun yanına gittim. Bana sunduğu manzara devasa bir dağ oluşturmuş insan bedenleriydi. Kanları özenle çekilmiş ve benim adıma Tanrı’ya sunulmuştu. O günden sonra onu oğlum belledim. Bir insanoğlunu gerçekten mükemmel saydım ve beraber saydık. İçinde tıpkı benim gibi bitmeyen bir öldürme arzusu vardı. Hep daha güçlüsünü öldürüyordu. Onun Tanrısı da bendim. Beni memnun ettikçe kendisi memnun oluyordu. Fakat bir gün, kendi Tanrısının canını alıp alamayacağını araştırmaya cüret edince, onu da kendi Tanrıma kurban ettim. Kimi dilde Azrail idim. Kimi dilde Erlik. İnsanoğlu binlerce isim bulup yakıştırdılar. Ama işte ben, ismi olmayan bir Tanrı hizmetkarıyım.
Fakat son zamanlar… bir ceza gibiydi benim için. Şimdi de.
Şimdi devasa boyutlarımla bile sonunu göremediğim bir ormanın sonunda kayboldum. Ağaçlar kuru. Tek bir yaşam belirtisi yok. Güneş’in ruhu çağrılarıma cevap vermiyor. Yüzlerce yıldır bir bereket damlası çağırıyorum. Buraya bir insanın gelebilmesi için içimden Tanrı’ya yalvarıyorum. Onun da evinin kapısı sonuna kadar sürgülü. Bir ses duyamıyorum. İnsan ırkı tükendi ve benim bu dünyada canını alabileceğim tek bir varlık kalmadı. Görevim sadece bununla ilgiliydi. Şimdi ne yapmalıydım? Kendimi mi öldürmeliydim? Bu güçte bir varlığı ancak Tanrısı öldürebilirdi. Ama onu öldürmeye tenezzül bile etmiyordu. Yüzlerce yıl dolandım durdum.
Ve en sonunda anladığım şey şuydu. Son nefesini verdiğinde değil, seni hatırlamayacak tek bir varlık kalmayınca ölürsün. Son nefesimi hala vermiş değilim. Tanrı’dan merhamet dilenerek geçiriyorum yıllarımı. Beni duyması için yalvarıyorum. En sonunda ne mi oldu?
Cevap; aslında evrimin görebildiğimiz yerlerindeki birer süreci. Kendimi affediyorum. Kendimi kutsuyorum. Arındırıldım. Tüm kirlerimden, kesiklerimin üzerinde kuruyan kabuklarımdan, çukurlarımı biriktiren ıslak toprağımdan, üzerimde seslendirilen acı dolu ağıtlarımdan, çığlıklardan ve saklambaç oyunlardan, sevgimi her an hazinem gibi gizlilerimde saklamamı isteyenlerden. Hepsinden bütünümle arındım. Artık, temizim.
- SON -
Yıldız Kanı
Piehes, ışıkların arasında tek başına yaşardı. Tek dostu yıldızlardı. Onları izlemeyi ve onlarla sohbet etmeyi çok severdi. Bir gün yıldızları seyrederken, en sevdiği yıldızlardan biri kayıverdi. Piehes ne kadar ararsa arasın onu hiç bir yerde bulamadı. O günden sonra içini bir korku kapladı, ya bir gün sevdiği diğer yıldızlar da kaybolursa diye. O da ışıkların arasından emretti ve en sevdiği on yıldızı ak krallığına çağırdı. O zamandan sonra ışıkların arasında birlikte oturdular.
Yine bir gün, bu on yıldız aynı rüyaya kadir oldular ve bu rüyalarını çok sevdiler. Bundan Piehes’e bahsedip, ondan dileklerini gerçekleştirmesini istediler. Fakat Piehes eğer bu dileği gerçekleştirirse yine yanlız kalacağını biliyordu. İlk başta pek yanaşmadı buna. Lakin yıldızlar rüyalarında ne kadar mutlu olduklarını anlatarak ikna ettiler onu. O da içinden gelmeyerek yıldızlara kendi rüyalarını gerçekleştirecek güçleri ödünç verdi ve dedi ki: “Orada hiç kaybolmadan dolaşacaksınız. Rüyanızı gerçek kıldığınız vakit ise ödünç alınan geri verilecek. Nefesiniz kesilir ise size ve soyunuzdan gelenlere cennetimde yer verilecek.” Yıldızlar bundan bir şey anlamadılar fakat Piehes’in bu dediklerini kabul ettiler.
Yıldızlar birlik olup, elde ettikleri bu güçlerle dünyayı var ettiler. Onu yuvarlak kıldılar, aynı rüyalarındaki gibi. Dört bir yanını denizlerle kapladılar. On yıldız da el ele vererek denizlarin altından karayı çekip çıkardılar. Ve birlikte tasarladılar her yerini. Ödeşme günü geldiğinde ise ödünç alınan güçler geri verildi, lakin biri hariç. Tüm yıldızlar kandırılmıştı. Bunların hepsini planlayan, o rüyayı tüm yıldızların akıllarına aynı anda sokan bir diğeriydi. Emanetini de geri vermedi. Ve tüm gücünü kullanarak gizlendi. Aslında niyeti kötü değildi ama sözün tutulması gerekiyordu. İşte o vakit tüm yıldızlar anladılar kandırıldıklarını. Af dilediler Piehes’ten, onları tekrar ışıktan krallığına alsın diye.
Fakat Piehes çok kırılmıştı buna, kendinin yanından bu kadar kolayca ayrılabilmelerine. Seslendi cennetinden onlara: “Sizi kandıranı ve beni aşağılıyanı alt edip, emanet alınanı geri getirmediğiniz sürece sizleri yanıma almayacağım, çünkü çok kırıldım sizlere. Ama yine de yalnız bırakmayacağım sizi, gün ışığı akşamında solsa da sabahleyin yeniden doğacak!”
Yıldızlar da söz verdiler bunun için. Ve böylece Dandukis’i avlamaya başladılar.
Yıldızların her birine seçme hakkı tanındı. Her çift, bir ırkın atası oldular. İmarin’in eşi ise onun yaptığını yanlış bulmasına, ona katılmamasına rağmen seçme hakkı elinden alınarak bir insan şekline girmeye zorlandı ve kendi ırkının atası olma şansı yok oldu. Çiftler kendilerine yurt edindikleri yerlerde çoğalmaya, kültürlerini geliştirip Piehes’in dileğini gerçekleştirmek için çalışmaya başladılar.
Ancak, insanlar zamanla çok paranoyaklaşmaya başladılar. Bir diğer çift atayı da yanlarına alarak, diğer iki çifti kurban etmeye ve buradan elde ettikleri güçle bir silah dövmeye karar verdiler. Çünkü atalar ölümsüzlerdi ve sihirleri de çok güçlüydü. Kanları da yıldız kökenlerinden geldikleri için ilahi bir metal alaşım elde etmelerini sağlayacaktı. İnsanların bu planını öğrenen Fanhek’ler kaçtılar. Kaçmadan önce de kurban olması planlanan diğer ataları uyarmışlardı. Fakat onlar Fanhek’lere inanmayarak yollarına devam ettiler. Fanhek’ler sırra kadem bastı.
Lakin haklılardı. İnsanlar, müttefik oldukları atalarla birlikte diğer çifti yok ettiler ve onların kanından bir yay dövdüler. Yay çok büyük bir güce sahipti. Onu kullanmanın sonuçlarını kimse bilmiyordu. O sırada insan atalarının ilk erkek çocukları Oroghan ortaya çıktı ve yayı eline alarak tüm ahaliye seslendi:
- Öyleyse ben kullanırım, atalarımın dileğini gocunmadan gerçekleştiririm. Sonucu ne olursa olsun. Ya Piehes’in cennetinde ışıktan krallığında ya da burada dünyada yaşamaya devam ederim.
Böylece ortak, devasa bir ordu toplandı ve tek seferde Dandukis’i alt etmek için büyüsünün izini sürdüler... Bu ordunun başına da yayı kullanacak olan ilk evlat Oroghan getirildi. Sonunda onu bulduklarında Dandukis, ne kadar onlara zarar vermek istemese de atalar ve emrindekiler onu bastırmak ve yok etmek için var güçleriyle saldırdılar. Dandukis hepsini geri püskürttü lakin bu enerji patlamasıyla Piehes’in görüş alanına yeniden girmişti. Gök yarıldı, bulutlar patladı ve Dandukis’in saf güçten oluşmuş parlayan bedeni yere yapıştı. Çamurla birlikte şekli değişmeye ve biçimlenmeye başladı.
Dandukis dönüştüğü şeyden nefret etti, kendinden iğrendi. Oroghan onun bu şok olmuş, zayıf anından faydalanarak yayını gerdi ve gücü serbes bıraktı. Yaydan bembeyaz bir ışık kütlesi fırladı ve Dandukis’in bedenini yeryüzünden sildi. Fakat Oroghan bu büyünün ağırlığını taşıyamayarak mahvoldu ve oracıkta tüketti büyü onu. Atalar Dandukis’i alt ettiklerini sanıp tanrılarından bağışlanma dilediler fakat tanrı Piehes, onların kurtulmak için birbirlerini yok etmelerinden hiç hoşlanmamıştı ve sessiz kaldı. Zaten Dandukis de yok olmamıştı, sadece bir çift yıldız atasının kanından dövülen yay ancak Dandukis’i uyutacak kadar güç salabilmişti. Oroghan’in soyu devam ettikçe de öyle kalacaktı.
Yıllar geçti ve zaman içerisinde yapılan savaşlar sonucunda tüm atalar teker teker öldüler. Eskiye dair önemli meseleler unutuldu. Biri dışında, ne olursa olsun Oroghan’ın soyu kurumamalıydı.
- SON -