Gerard Sullivan - Bölüm 1
Pek çok lambanın patlamış olduğu, dış mahalleler denilebilecek yerleri geçmişti Gerard. Şehir merkezine yaklaştı arabası ve bir köprüden geçti. Köprünün hemen sonunda, pasaj gibi bir şey vardı. Elektronik aletlerin satıldığı bir yere benziyordu burası.
Gerard, kamyonetini pasajın önünde durdurdu. Kamyonetten inip, dükkâna girdi.
Yaşlıca bir adam bir saati kurcalıyordu. Adamın içerine geldiğini görünce saati bıraktı. Gülümseyen bir suratla baktı, ancak yüz ifadesi kısa süre sonra değişti. Garip bir ses tonuyla "Evet? Yardımcı olabilir miyim?" dedi.
Gerard dükkânı göz ucuyla süzdükten sonra, yaşlı adama bakarak; "Cep telefonuna ihtiyacım var." dedi sert bir ses tonuyla.
"Aa evet, şey, ne gibi özellikler arıyorsunuz?" dedi adam sanki dalgınmış da, yeni uyanmış gibi.
Dükkân oldukça uzun bir şekilde devam ediyordu. Bilgisayar parçaları, telefonlar, piller... Çoğu elektronik eşya mevcut gibiydi burada.
"Sağlam bir şey..." Bir an için duraksadı Gerard. Raflardaki elektronik eşyalara bakarak: "Sudan etkilenmeyen bir şey." dedi.
"Eh, istediğiniz türde bir şey en yeni ürünlerden biri. Pek çok yeni özelliğe sahip olmasa da, suyun altında yüz metreye kadar dayanabiliyor. Eh tabi, suyun altında konuşmanız pek mümkün değil ama yine de 'ne olur ne olmaz'cılar için gayet tercih edildi." Arkasına dönüp, telefonların bulunduğu cam dolabı açtı ve bir telefon çıkardı. Gerard'a doğru uzattı.
Gerard telefonu eline aldı; arka kapağını çıkarıp pilini inceledi, hafifliğini ölçtü.
"Ne kadar?" diye sordu, gözlerini telefondan ayırmadan.
Çok hafif değildi, ancak kendini belli edecek kadar ağır da değildi.
"Üç yüz yirmi dolar." dedi adam. "Bu sıralar büyük bir indirim var. İki hafta önce bu cihaz çok daha pahalıydı."
Yaşlı adam konuşmasını bitirmeden; Gerard cebinden çıkardığı, biraz yıprandığı ve ıslandığı belli olan 350 doları tezgâha bıraktı.
Adam parayı aldı ve masanın altındaki kilitli dolaptan bir kutu çıkardı. "Aksesuarlar, şarj makinesi vesaire bunun içinde." dedi adam "İyi şanslar". Parayı aldı ve üstünü vermek için kasaya doğru döndü, otuz doları Gerard'a doğru uzattı.
Gerard parayı buruşturup, deri ceketinin iç cebine koyduktan sonra yaşlı adama bir bakış attı:"Şansdan daha fazlasına ihtiyacım var."
Akabinde kutuyu alıp dükkândan çıktı. Kamyonetinin arka kapısını açtı, koltuğun altındaki mavi spor çantasını öne çekip fermuarını açtı. İçinden çıkardığı buruşmuş ve ıslak gömleğin cebinden bir cept elefonu çıkardı. Telefon ıslanmış ve ön kasası yerinden çıkmıştı. Arka kapağını açıp, SIM kartını çıkardı. Ardından yeni aldığı telefonu kutusundan çıkartıp, kartı ona taktı.
Telefonu ceketinin cebine attıktan sonra, çantayı kapatıp yeniden koltuğun altına itekledi.
Bu sırada, yağmur başladı hafifçe.
Kapıyı kapattıktan sonra çevresini bir kez kontrol etti. Sonra yağmurdan sakınmak için ceketinin önünü kapattı, kamyonetin arkasından dolaşarak, sürücü kısmına bindi. Kamyoneti çalıştırırken, bir eliyle de yeni aldığı telefonu kurcalıyordu. Gözünü yoldan ayırmadan, "mesajlar" kısmına girdi. Evvelce gelmiş olan bir mesaja cevap yazmaya başladı:
"Şehre vardım. Herşey yolunda"
Bu sırada bir araba, Gerard'ın arabasının yanından geçti ve hemen karşısında durdu. Bir adam, uzun siyah paltosu ile arabadan çıktı ve yağmura aldırmaksızın Gerard'ın arabasına doğru yürümeye başladı.
Gerard karşısında duran arabayı farkedince yavaşlamaya başladı. Öndeki arabadan çıkan adam kamyonete doğru ilerlerken, Gerard vitesteki elini pantolonundaki tabancaya doğru götürdü.
Adam yaklaştı ve Gerard'ın oturduğu taraftaki camı tıklattı.
Gerard yavaşça camı açarken, bir yandan da tabancanın kabzasını sıkıca kavradı.
"Selam." dedi adam ve gözlüğünü hafifçe aşağıya indirdi. "Nasıl gidiyor? Yenisin sanırım şehirde?"
Sinirli bir şekilde adamın gözlerine baktı. İfadesini hiç değiştirmeden: "Evet. Ve izin verirseniz kalacak bir yer bulmam gerekiyor."
"Bunu halledebiliriz. Bay Black sizi bekliyor." dedi adam sakince. "Kendisi sizinle bizzat görüşmek istiyormuş."
Gerard'ın ifadesi bir anda şaşkınlığa dönüştü. Şehre geleceği bile belli değildi, Ordo Dracul'dan bile bu görevi bilen oldukça az kişi vardı. Şehrin Carthian prensi nasıl olmuş da öğrenmişti bunu? Tabancasını götürdüğü elini çekti, bakışlarını ileriye doğrulttu: "Pekala, yolu göster o halde." Vitesi bire taktı, arabayı hafifçe hareket ettirdi.
Adam arabasına doğru ilerledi ve bindi. Hızlıca yola çıktı ve Black Malikânesine doğru hareket etti.
Çok uzun sürmeden malikânenin karşısına gelmişlerdi. Adam hızlıca arabadan çıktı ve Gerard'ın yanına geldi. "Sormak istediğiniz bir şey?" dedi adam kaşlarını kaldırarak. Bir yandan malikâneye doğru kısa adımlarla yürümeye başlamıştı.
Gerard hiç cevap vermeden adamı takip etti.
Malikânenin kapısından içeriye girdiler ve o sırada, soldaki kapıdan bir adam çıktı. Elini uzattı. "Alexander Black." dedi.
Ona uzanan eli gören Gerard, istemeyerek eli sıktı ve kısık bir sesle sordu: "Nereden biliyorsun?"
"Çalışma odama geçelim." dedi hafif endişeli bir yüz ifadesiyle. Ardındından arkasını dönerek bir odaya girdiler. Deri koltuklardan bir tanesine oturdu ve tam karşıdakini işaret etti, "Lütfen, otur." Ardından, çalışma odasının kapısının kapandığını duyduktan hemen sonra cevabını verdi. "Hiç bir şey bilmiyorum. Sadece, kısa süre içinde şehrimde pek çok garip şey oldu ve pek çok garip kişi gelip gitti. O nedenle Család bloodline'ından bir kaç kişi tutmam gerekti. Senin geldiğini biliyorum, ancak kim ve ne olduğun sorusunun cevabı, sana ait."
"Şehre her geleni ayağınıza mı getirtirsiniz? Yoksa yalnızca aile mensuplarına yönelik bir hareket mi bu..."
"Dediğim gibi, yıllardır adım adım geliştirip, düzene soktuğum şehirde oldukça sorunlar yaşıyoruz, son bir aydır. Buraya kadar geldiğine ve kaçmadığına göre düşman olacağını sanmıyorum. Tek isteğim şehirdeki otoriteme karşı bir savaşta bulunmayacağına dair bir anlaşma, aynı şekilde bende senin işlerine karışmayacağım."
(baya umutsuz durumdalar evet.)
Gerard birkaç saniye çevresine bakındıktan sonra, yeniden prensin göslerine bakarak:
"Şehirde yapacağım işten kimsenin haberi yok, olmayacak ta. Ben de sizin işinize karışmayacağım."
dedi dişlerini sıkarak.
"Bu güzel bir anlaşma. Sizi uyarmama izin verin, şehirde Belial's Brood üyeleri tekrar dolaşmaya başladılar, zaten şehirdeki en büyük sorun bu. Özellikle şu Daniel denilen herif. Dikkatli olun." dedi gülümseyerek.
Prensin sözleri hiç ilgisini çekmemiş gibi, aynı tonda konuşmaya devam etti Gerard; "Bir sığınak istiyorum, limana yakın bir sığınak"
"Ticari olan mı, yoksa kuzeydeki yat limanına mı yakın olsun?" dedi Alexander. Ayağa kalktı ve masanın diğer tarafına geçip bir viski şişesi ile iki bardak koydu masanın üzerine.
"Ticari liman..."
"Pekâlâ." dedi ve masaya uzanıp dolma kalem ile bir kâğıda bir şeyler karaladı. Kâğıdı katladı ve elinde tuttu. O sırada, bir kart çıkarıp adama uzattı. "Bir şeye ihtiyacın olursa arayabilirsin. Önemli bir şey için geldiğini biliyorum, ancak ne olduğunu, şu anlaşmayı yaptığımız için, artık bilmiyorum. Yine de, her şey karşılıklıdır değil mi?" gülümsedi.
Gerard, adama cevap vermeden kartı cebine koyduktan sonra, arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.
Kapıya geldiğinde durdu, yüzünü çevirmeden sakin bir ses tonuyla; "Benim aradıklarımı karşılayacak bir çözümün bulunduğunu düşünmüyorum. Yine de... İstediğini alacaksın."
Alexander'ın hafifçe güldüğünü duydu. "Görüşmek üzere o halde." dedi Alexander. "Sanırım çıkışı kendin bulabilirsin?"
Gerard, kapıdan dışarı çıktı.
Kapının orada duran siyah ceketli adamlardan bir tanesi silkindi ve "Nihayet." diyip, Gerard'ın çıktığı kapıdan içeriye girdi. Kapıyı arkasından kapadı.
Gerard'ın hemen karşısında büyük salonun kapısı, sağında ise malikânenin çıkışı duruyordu.
Çıkışa doğru yöneldi Gerard. Malikâneden çıktığında, arabasına doğru ilerledi.
Hiç bir sorunla karşılaşmadı. Malikâneden çıkarken bile onu izleyen bazı gözlerin olduğunu fark etmişti ancak, kimse ona dokunacak gibi durmuyordu. Arabaya bindi. O içeride olduğu sırada, kısa bir yağmur yağmış ve durmuş olmalıydı ki, arabanın üstü ıslaktı.
Arabaya bindi, motoru çalıştırmadan cebine attığı kartı çıkararak inceledi. Ardından liman yakınındaki otele sürdü.
Telefon numarası, herkese gösterdiği işadamı kimliğiyle beraber kartın üzerine yazılıydı.
Limana yaklaştığında, hafif bir sis kaplamıştı ortalığı. Kısa bir geziden sonra, Limanın üç dört sokak ilerisinde bir otel bulabildi. "Otel Ling"
Otelin kapısına yaklaşıp, arabayı durdurdu.
İçeriden bir adam geldi, arabaya doğru yürüyordu. Belboy olmalıydı.
Gerard arabadan indi, anahtarı bellboy'a attıktan sonra arka kapıyı açıp koltuğun altındaki spor çantasını aldı ve otelin giriş kapısına ilerledi.
İçeri girdi. Hafif loş bir mekândı ve bu saate rağmen lobide birinin oturduğunu görmek şaşırtıcıydı. Uzun, beyaz saçlı bir kadın, bir dergi okuyordu lobideki koltukların birinde.
Hafif uyuklamaya başlamış olan resepsiyonist Gerard'ı görünce birden uyandı ve "Buyrun efendim?" dedi.
Lobiye doğru yaklaştı Gerard, çantasını yere bıraktıktan sonra elindeki kartı resepsiyonist'e doğru uzatarak:
"Oda istiyorum. Ayarlanmış olmalı..."
"Evet, kısa bir süre önce ayarlandı." dedi ve arkasındaki kutulardan bir tanesinden kart çıkarıp masanın üzerine yerleştirdi. "303 numaralı oda. Taşınacak başka eşyanız var mı?"
"Hayır" dedi Gerard, kendinden emin bir ses tonuyla. Anahtarı ve yere bıraktığı çantasını aldı, 3. kata çıkmak için merdivenlere yöneldi.
Gerard katlardan çıktığında, ortama sinmiş hafif kan kokusunu kolayca fark etti. Sonunda odasının kapısına geldi.
Anahtarı kapıya sokarken bir yandan bakışlarıyla etrafı kolaçan ettikten sonra, kilide giren anahtarı çevirdi. Kapıyı yavaşça araladı.
Etrafı kolaçan ederken, merdivenlerden, lobide gördüğü beyaz saçlı kadının çıktığını fark etti. Oda ise karanlıktı.
Eliyle duvarda elektrik anahtarını aradı Gerard.
Işık açıldı, Oda geniş ve güzeldi. Dışarıdan kötü bir otel gibi gözükmesine karşın, gayet güzel çıkmıştı. Bir masa, koltuklar, televizyon, yatağın bulunduğu oda ise tamamen ayrı ve sağdaki kapıdan girilen bir yerdi.
Bu sırada, arkasından bir şeyin geçtiğini fark etti, büyük ihtimalle o kadının.
Kapıyı boştaki eliyle örttü. Çantasını içerideki yatağın üzerine attıktan sonra içindeki şüpheye dayanamayarak kapıya geri döndü, Pantolonunun arkasındaki silahı çıkardı. Kapıya dayanarak delikten koridoru gözledi.
Kadın, tam karşıdaki kapıya anahtarını soktu ve aralayıp içeri girdi. İçeri girme sırasında, gözleriyle kapının deliğine baktığını sandı Gerard bir anlığına.
Gerard panikle kendini kapının sol tarafına attı, birkaç saniye sonra tekrar delikten baktı.
Kapı aralıktı, ancak kadın orada değildi.
İyiden iyiye şüphelenmişti Gerard. Silahını kontrol etti, kapıyı sessizce açıp koridora çıktı. Gelen giden kimsenin olmadığından emin olmak için çevreyi kolaçan etti.
Koridor tamamen sessizdi ve kimse yoktu.
Karşıdaki aralık kapıya doğru ilerledi.
İçerisi tamamen karanlık değildi, hafif bir ışık kaynağı varmış gibi bir loşluk hakimdi ortama.
Işığın nereden geldiğini anlamaya çalıştı
Büyük ihtimalle yatak odasındandı, çünkü odalarda, az ışık yayacak tek şeyin yatakların kenarında bulunan küçük lamba olduğunu hatırladı.
Silahını ileri doğrultarak yatak odasına yöneldi
Kadının yatağın üzerinde oturduğunu fark etti. Sana bakıyordu. Şaşırmamıştı, gayet sakin bir yüz ifadesiyle bakıyordu.
Şaşkınlığını gizleyemeyen Gerard, silahını indirerek tavrını bozmamaya çalışarak sert bir tonla sordu:
"Kimsin? Neden takip ediyorsun beni?"
Şaşkınlığını gizleyemeyen Gerard, silahını indirerek tavrını bozmamaya çalışırcasına sert bir tonda sordu:
"Anna, diyorsunuz bana." dedi, ardından ayağa kalkıp Gerard'ın gözlerine baktı. "Bu şehirde Alexander'ı durdurabilecek nadir kişilerdensin. Gücünü biliyorum, onu hissediyorum. Alexander ölmeli, Gerard."
Hafifçe gülümsedi. "Sana ne demiş olursa olsun, diğer Covenantların tüm üyelerini teker teker temizleyecek. Sadece hepsinin birleşmemesini istiyor."
Şaşkınlığı git gide artmıştı Gerard'ın. Silahını pantolonunun arkasına koydu, kadına biraz daha yaklaşarak:
"Sen kimsin peki, Alex'in niyetini nereden biliyorsun?" dedi, sorgularmış gibi bir ifadeyle.
"Benim kim olduğum önemli değil. Ne bir vampirim ne de başka bir şey, önemli olan Alexander'ın hepinizi öldürmek istediği. Yarım yüzyıl önce bu şehirde olan Carthian hükümdarlığını tekrardan kurmaya çalışıyor." biraz durgunlaştı, hemen ardından konuşmaya devam etti. "Buradan uzaklaşmalıyım, sen de hızlıca benden. Alexander konuştuğumuzu fark ederse, hedef haline gelirsin. Eğer Daniel ile karşılaşırsan, Alexander'ın söylediği Belial's Brood üyesi, onunla kavga etmeden önce konuşmayı dene. Ve özürlerimi ilet."
"Peki, ne yapmamı istiyorsun, Alex'i öldürmemi mi?"
"Bunu oraya girip, kolayca yapamazsın. Nasıl yaparsın bilmiyorum ancak benimle konuştuğunu fark etmemişse, bir yolunu bulursun. Öyle yada böyle, ya sen onu öldüreceksin veya o seni öldürecek."
"Beni neden öldürmek istesin?" dedi gerard, gözlerini kısarak.
"Bir elli yıl öncesinde burada sadece Alexander'ın Prensliğini kabul etmiş Kindred üyeleri vardı. Belial's Brood temizlenmiş, kurtlar uzaklaştırılmış, Lancea Sanctum..." gülümsedi. "Kiliselerin küllerinde dans ederek şehirden atılmıştı. Yine aynısını istiyor Gerard. Yine o zamanlara dönmek istiyor ve önündeki en büyük iki engelden birisisin. İkinizle, şimdilik dövüşmek istemiyor. Zamanı gelince..." sustu. Yüzünde garip bir ifade oluştu. "İster inan ister inanma, zamanı gelince, kendi gözlerinle görürsün."
Kadın, sözlerini bitirdikten sonra Gerard kadına bir süre daha baktı. Kadına alaycı bir bakış atarak; "Umrumda değil, işim bitene kadar sorun çıkmasın yeter. Zaten işimi hallettikten sonra, bir daha dönmemek üzere gideceğim şehirden." Arkasını döndü, yavaş adımlarla odanın kapısına doğru yürüdü.
"Pekala, Ordo Dracul üyesi Gerard Sullivan, 'işiniz' bitene kadar yaşarsınız umarım." dedi kadın Gerard'ın arkasından, ardından oda bir anlığına aydınlanıp, eski loşluğuna döndü.
Kapıya vardığında; Gerard arkasına, kadının oturduğu yatağa baktı... Oda bomboştu. Kadının kokusu bile yoktu odada.
Anlamsız. Sanki şehri kurtarmaya gelmiş gibi davranıyordu kadın, Gerard'a... Kapıyı arkasından kapatıp, kendi odasına girdi. Odaya girdikten sonra silahını pantolonundan çıkarıp komidinin üzerine koydu. Sonra yatağın üzerinde duran çantasını açtı, ıslak gömleğini ve pantolonunu çıkarıp yere attı. Çantanın dibindeki, kapağı ıslanmış dosyayı alıp içindeki mektubu ve fotoğrafları çıkardı. Biraz inceledikten sonra, montunun cebindeki cep telefonunu çıkararak aklındaki numarayı tuşladı. Telefon çalarken, fotoğraflara ve belgeye göz gezdirdi. Sonunda telefon karşı taraftan açıldı; "İstediğiniz gibi, efendim. Limana bakan bir odaya yerleştim" dedi Gerard. "Yalnız bir sorun var... Şehrin Carthian prensi biraz zorluk çıkaracak gibi..."