Kayıt Ol

Yağmur'un Kızı.

Çevrimdışı subrose

  • *
  • 14
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Yağmur'un Kızı.
« : 23 Temmuz 2013, 11:48:36 »
Cep telefonuma gelen bilgi mesajı;

-ABD nin predator denilen insansız hava uçağı İranlı bir insan tarafından düşürüldü-

Hazırlandım aslında tam çıkacaktım sonra boş ver dedim. Nasıl bir boş ver ise o! Yığıldım kadım kanepeye. Biraz oturdum, sonra hafif uzandım, direndim biraz ama zorlamadım fazla, boylu boyuna uzandım, hırkam vardı yakınlarda, onu da üzerime attım.

Rüyamda, çıkmış sana doğru geliyordum. Yağmur yağıyordu, ayaklarım ıslanmasın diye yüksek yerlere zıplayarak ilerlemeye çalışıyordum. Şemsiyem yoktu. Saçlarım, üzerimde ne var ne yok ıslanmıştı aslında ama neyse derdim ayaklarımı kuru tutmaya çalışıyordum. Hafifte bir esinti vardı ama üşümüyordum. Yol Paşa sahiline doğru gidiyordu. Evin o yönde değil aslında. Yol kenarlarında, kaldırım diplerinde mantarlar fark ediyorum, beyaz, hafif sarı irili ufaklı mantarlar. Mantarlara biraz yakından baktığımda mavi ışıklar sızdığını fark ettim.

Boğuluyor gibi oluyorum, mavi mantarlar düşlüyorum hep böyle zamanlarda. Tesadüf değil elbette. Buradaki mantarlar mavi değil ama ışığı mavi. Işık bir sızıntı şeklinde, daha doğrusu ışıltılı bir duman küçücük mantarlar üzerinden yükseliyordu. Yükselmeye çalışıyor da diyebiliriz, yağmurun izin verdiği ölçüde. Yağmur demişken; son zamanlarda hiç böylesini görmemiştim. Sanki yağmur ormanlarının orasındayım ya da Karadeniz’in sisli dağlarında, değil işte şehrin ortasındayım. Şehir İstanbul, yol paşa sahiline giden yol aslında. Bir süre sonra öyle arttı ki yağmur suları, taş bırakmıyor, çakıl bırakmıyor ne varsa katıp önüne denize doğru hızla çoğalarak akmaya başladı. Bende peşinden daha doğrusu içinden yürümeye başladım sahile doğru. Biraz ilerledikten sonra arkamı dönüp baktığımda yürüyen birkaç ıslak ayakkabı, salınan birkaç ekmek poşeti arasından küçük mavi sızıntıların yükseldiğini gördüm. Nefes aldıklarını düşündüm, mavi mavi nefes alıp veren yağmur sularına direnen ya da bilemiyorum, belki de sevinen, onları anlamak zor, küçük mantarlar. Orada bırakıp soluyuşlarını, hızla yürümeye başladım yedinden Paşa sahiline doğru.

Sağımdan solumdan, aşağı yukarı, gelip geçiyordu insanlar ama pek şemsiye yoktu ortalıkta nedense. Islanıyorduk. Aslında başlarda iyi gelen ıslaklık yavaş yavaş üşütmeye başlamıştı. Üşüdükçe adımlarım hızlandı. Yol boyunca gözüme takılan ve bugün biraz tuhaf görünen binalarla ilgilenmeyi bırakıp hızla yürümeye başladım. Biraz genişçe bir meydana ulaştığımda zınk diye durdum. Nereye gittiğimi unuttum. Nerdeydim. Nerde olduğumu biliyorum, dümdüz devam edersem denize ulaşırdım, tersi yöne gidersem eve. Ne kadar zamandır yürüdüğümü kestiremiyorum ama evle deniz ortasında bir yerlerde olmalıydım. Bu yol bildiğim bir yoldu aslında ama bugün binalar, bu meydan, tuhaf. Yani aslında burada bir meydan olduğunu hatırlamıyorum ama bir yandan da her şey tanıdık. En önemlisi üşüyordum ve yağmur hala devam ediyordu. Sağ tarafta bir pastane fark ediyorum, burayı da hatırlamıyorum ama burası da bir yerlerden tanıdık. Çok düşünmeden kapıya doğru yürüyorum.

Kapıyı aralarken mantarlardan sızan mavi duman gözlerimin önüne geliyor. Duman değil gibi buhar sanki, ışıltılı buhar. Derin bir iç çekiyor mantarlardan bir tanesi. Ahşap bir kapısı var pastanenin ve açar açmaz kapıyı, sıcak havası yüzüme çarpıyor. Birkaç adım ilerlediğimde sağ tarafta içi pastalar ve kurabiyelerle dolu cam bir tezgâh görüyorum. Genç bir kız duruyor tezgâhın arkasında, birde erkek var, o da genç. Büyük bir yer değil burası, altı ve ya yedi masa var en fazla. Masalardan üç tanesi dolu, diğerleri boş. İşin güzel tarafı hatta en güzel tarafı solda duvar kenarında bir soba var, odun sobası. Sobaya en yakın boş masaya yerleşiyorum.

Sıcak bir kahve ve yanında kek istiyorum. Çok bekletmiyor kız beni, üzerinde buharı ile geliyor yanındaki keki ile kahvem. Yavaşça bırakıyor, üzerinde küçük oyuklar ve çizgi çizgi bıçak izleri bulunan koyu renkli ahşap masanın üzerine. Saçları yumuşak sarı, iki yanda örgüsü var. Hiç gitmedim Hollandaya, ama onlar gibi sanki, nedenini bilmiyorum. Yüzü beyaz, küçük çiçekli bir önlüğü var, gülümsüyor, başka bir isteğiniz var mı? diyor. Yok diyorum, teşekkürler..

Bana en yakın olan masada yaşlı bir adam ve karşısında beyaz saçlı hoş bir bayan oturuyor. Kadının saçları beline kadar uzun, örgülü. Üzerinde koyu yeşil bir elbise, bordo bir kaşkol var. Montunu sandalyeye asmış. Adamın üzerinde koyu renkli bir ceket ve başında siyah bir şapka. Elinde küçük bir kutu tutuyor adam, ikisi de dikkatli ona bakarak konuşuyorlar, ama duyamıyorum ne konuştuklarını. Çapraz masamızda orta yaşlı bir kadın oturuyor, tek başına. Bacaklarını masanın altına doğru iyice uzatmış, ayaklarını birbirinin üzerine koymuş, dirseklerini masaya dayamış, başını eğmiş, ince, sarı yapraklı bir kitap okuyor. Kareli uzun pardösüsü üzerinde, çıkarmamış.
Sobaya uzak ama tezgâha yakın olan masada genç bir kız oturuyor, daha doğrusu genç olduğunu düşüyorum, arkası dönük, yüzünü göremiyorum. Saçları mavi. Ne içtiğini göremiyorum ama elindeki metal kaşığı uzun aralıklarla masaya vuruyor.

Yarım saatten fazla oturuyorum pastanede. Ayaklarım ısınıyor, üzerim birazda olsa kuruyor. Yağmur duruyor. Çok güzel pasta ve kahve kokuları ve yanan sobanın sıcak çıtırtılarının sesi arasında bırakıp pastane sakinlerini çıkmaya karar veriyorum. Kahvenin ve kekin parasını tezgâhta ödüyorum, gülümsüyor yine, tekrar bekleriz diyor. Çıkarken mavi saçlı kızın yüzüne bakıyorum, çok güzel bir yüzü var.
Sahile doğru yürürken yüzü bir süre daha kaldı gözlerimin önünde, pırıl pırıl güneşin atında yavaşça silikleşti ve sonunda kayboldu.

Masmaviydi deniz ve maviyi bölen hiç leke yoktu üzerinde, ufka kadar koyu mavi devam ediyor, sonra gökyüzünün açık mavisiyle birleşiyordu. Oturdum kayalıklara uyuya kalmış kediyi ürkütmeden, beklemeye başladım, nedensiz.

Tam olarak ne kadar bekledim bilemiyorum ama sol tarafımda kayalıkların üzerinde bir kıpırtı fark ettim. Masmavi saçlar! Ne yapacağımı bilemedim birkaç saniye ama hızla kalktım sonra, şaşkın ve kızgın yüzüme baktı kedi ve yandaki kayanın üzerine zıpladı, bende maviliğe doğru ilerledim.

Ben güneşin kızı değilim yağmurun kızıyım dedi, solgun mavimsi yüzü çok hafif pembeleşerek.
Tam şuradan geldim! Dedi, kuzey yönündeki gri bulutları göstererek.

-Ben güneşin kızı değilim, yağmur benim annem. Ama karıştıran ilk siz değilsiniz.


Bir süre hiç şey söylemeden bekledim ayakta, dayanamayıp oturdum sonra yanına. Açık mavi gözleri elbisesinin rengi ile aynı, çok açık pembe yanakları, bordo renkli bir taç takmış, açıklı koyulu mavi karışık saçları arasına. Sessizce bana bakıyor.
-Uçman gerekmez mi yağmurun kızı? Diye soruyorum alaylı, kayalıklar arasına hiç çekinmeden sere serpe oturuşuna şaşırarak.
-Neden? Diyor. Neden uçmam gereksin? Nereye uçacağım… Aslında uçabilseydim eğer, şu beyaz yaratığın peşine takılmaktan daha öteye gidemezdim..Diyor, griliğin ortasında tek başına süzülen martıyı göstererek.

Sigarasından derin bir nefes çekerek devam ediyor;
-Bu yaratık kadar uzun kanat çırpamazdım muhtemelen, birkaç bulut geçtikten sonra soluk soluğa gelir yanına konardım ve her şey aynı olurdu.
-‘Her şey aynı olurdu’ diye tekrarladım, hiç böyle düşünmemiştim.
-Nasıl düşünmüştün?
Martı kaybolmuştu görünürden. Dizlerini karnına doğru çekti, ince kollarıyla bacaklarını sardı ve başını dizlerinin üzerine koydu, kafasıyla birlikte mavi saçları da bıraktı kendini, ama rüzgâr rahat bırakmadı onları. Gözlerini kapadı, düzenli nefes alış verişiyle omuzları inip kalkıyordu. O esnada sırtında, dalgalanan saçları arasında iki çıkıntıya takıldı gözlerim, iki narin çıkıntı. Tıpkı saçları gibi, açıklı, koyulu mavili bir çift kanat.
-Ama senin kanatların var! Umursamadan omuz silkti, başını dizlerinin üzerinden kaldırmayarak.
-O halde yakında yağmur yağacak? Diye takıldım..Kafasını hafif kaldırarak kısa süre gökyüzüne baktı;
-‘Sanmam’ dedi.
-Neden? Sen yağmurun kızı değil misin?
-Evet, yağmur benim annem olur bende kızı olurum. Ama ortada bulut yok. Nasıl yağabilir yağmur?
Yavaş yavaş kabaran mavi dalgalar arasına daldı bakışları, benimde dalgalanan mavi saçlarına. Evet ortada bulut yok, nasıl yağsın yağmur..diye tekrarladım içimden.
-İster misin? Diye sordu sigara paketini bana uzatarak. Bembeyaz çıplak koluna ve avucu arasında buruşmuş sigara paketine bakarken ağlamamak için zor tuttum kendimi. Yok diyebildim Kullanmıyorum..
Omuz silkti derin bir nefes çekti sigarasından o sırada UYANDIM!

(Loreena Mckennit – Kecharitomene)
(Apocalyptica – Faraway)