Kayıt Ol

Yanmış Ümitlerin Külleri

Yanmış Ümitlerin Külleri
« : 08 Mayıs 2013, 22:09:48 »
Yanmış Ümitlerin Külleri

Not: Aynı yazımı başka sitelerde de yayımladım. (Ç)Alıntı değildir.   

   Sesini dahi duyduğum zaman kalbim yerinden fırlıyordu. Yüzümdeki o tatlı karıncalanmaları ve kızarıklığı geçirmenin yollarını arıyordum. Uzun zamandır birlikte olmama rağmen hala alışamamıştım ona, karşısında kütük gibi kesiliyordum. Hayatımda çok kız tanımadığım için mi? Bilmiyorum. Kızlarla arkadaşlık konusunda gayet iyiyim. Ama iş aşka, sevgiye gelince sevmekten, sevilmekten: Aldatmaktan, aldatılmaktan korkuyordum. Daha önce bu duyguların hiç birini yaşamamıştım. Yaşayacağım zamanda altından nasıl kalkarım bilmiyorum. Flört ettiğimiz günden beri kalbim onla bir atıyordu. Nereye gitsem onun çiçek gibi kokusunu soluyor, kendimi güvende hissetmemi sağlayan sıcacık ellerini bedenimde hissediyordum. Deniz mavisi gözlerinin kamaştırıcılığı beni benden alıyordu. Kendime gelmem için birinin zihnime girip beni çıkartması gerekiyordu resmen. İpek gibi uzun saçlarını okşadığımda başını güvenilir omzuma yaslıyordu. Parka gittiğimizde tek yaptığımız buydu. İkimizde ağzımızı açmazdık. Doğal çimlere uzanarak göz kamaştırıcı yıldızları seyrediyorduk. En çok yıldız kaydığı zamanlarda konuşurdu. Lafı ağzından kerpetenle alırdım. İkimizde bir dilek tutar ve ertesi gün söylerdik. “ Beni hiç bırakma.” dediğinde sadece sorumlu benmişim gibi hissederdim. Sevgi, aşk, güven bunlar bana uzak şeylerdi. Kendim güvendiğim, sevdiğim kadar karşıdan da beklerdim. Tanımını bilmediğim soğuk duyguları yaşamak çok tuhaftı. Kalbimde açacağı yarayı hissedipte anlatamamak… Eh, kimsenin benden bunu bekleyeceğini sanmıyordum. Sonuçta yüreğime işleyecek sevginin ne olduğunu o öğretmişti bana.
   Beni aradığında sesinde ki aceleci tavır yüzünden, evden apar topar çıkarken saçımı dahi taramayı unutmuştum. Lastik gibi bacaklarımla koşarken düşmeden edemedim, heyecandan olsa gerek. Saate bakmak için telefonumu çıkarmaya çalıştığımda parmaklarım iplik gibi birbirine dolaşmıştı resmen. Sokaktan geçen birine soracak kadar düşmüştüm artık. Kalbim ona her adımımda yaklaştığımın sinyalini veriyordu. Gümbürtüler dayanılmaz hale geldiğinde göğsümün üstüne bastırıverdim. Saatli bomba gibi tehdit ediyordu beni. Kuduz köpek gibi soluk alıp veriyordum. Çevredeki her cisim dikkatimi çeker olmuştu. Havada uçuşan tozun, süzülerek yere düşen yaprağın bile beni izlediği hissine kapılmıştım.
   Buluşma yerimize uçarak gelmişim gibi bir hal vardı. Üstüm başım dağılmış, saçlarım birbirine karışmıştı. Savaştan çıkmış gibi bir görüntüye bürünmüştüm. Yağlı saçımı elimden geldiğince sola yatırdım. Kendimi kasmadan, yavaş yavaş ciğerlerime oksijen doldurdum. Son bir derin nefes çekip göğsümü şişirdim ve etrafa bakındım. Onu gördüğümde o aptal belirtiler tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Yanına yaklaştım ve hiçbir şey demeden sarıldım. Omzunu teselli edercesine sıvazladım. Nihayet kendini kollarımdan kurtardığında “Fazla vaktim yok. Konuşmamız lazım .“ dedi.
   Olayı merak eder gibi kaşlarımı çattım. “En azından bir yere oturup konuşsak, titriyorsun. Seni bu kadar tedirgin eden de ne?"  Diye sordum. Ama cevabını biliyormuşum gibi başını sallamakla yetindi. En yakın parka gidip banka oturduk. Çok soğuk davranıyordu. Aklından geçenleri ifade etmesi için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. En azından kendini toparlaması için zaman verdim. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Önceki buluşmalarımızda olduğu gibi yine konuşmuyordu ama bu farklıydı. Gözlerine baktığım da o beklediğim sıcaklığı alamadım. Ellerini avucumun içine aldım, buz gibiydi. Negatif enerjisini hissettim. Bana da her ne olduysa utangaçlığım gidivermişti. Benim rahat etmem için böyle kasvetli ortamlar gerekiyordu sanırım. Konuşmaya karar verdiğinde “ William.” diye fısıldadı. Tek gözünden yaş dökülüverdi. Neler olduğunu anlamıyordum. Onun hissettiği duygular bana da yansıyordu. Gözyaşını silip konuşmaya karar verdiğinde “Bir süredir bu konuyu konuşmak istiyordum. Ama doğru zamanı bulamadım. Şu an doğru zaman mı bilmiyorum ama söyleyip kurtulmak istiyorum.” dedi.
“Sen neden bahsediyorsun? ” dedim. Sesimde durumun ciddiyetini fark etmediğim kuşkucu ton vardı.
“Ayrılmak istiyorum. Olmuyor, yapamıyorum.” dedi. İşin içinden sıyrılmak ister gibi bir hava takındı Cat. Lafları hiç inandırıcı gelmemişti. Yüzüne dikkatli baktığımda gözlerinin altına karabasan çökmüştü resmen. Ayrılma planları onu bu kadar ağlattıysa neden bunu yapıyor diye düşündüm. Teni kireç gibi solgun görünüyordu. Bir an ona öyle sıkı sarılmak istedim ki kollarımda cam gibi dağılacağından korktum, zaten onunda karşılık vereceğini sanmıyordum.    
   Hıçkırıklarından kurtulup normale dönmeyi başardığında artık rahat görünüyordu. Ne zamandır bu konuşmayı planlıyor bilemem ama birden kendimi kaybettim. Boğazıma bir anda düğüm takılmıştı. Soluk almamı güçleştiriyor, sanki boğazımı didikliyordu. Daha önce hissetmediğim, diğerlerine benzemeyen bir sancı giriyordu kalbime. Vücudumun alttan başlayarak kasıldığını hissediyordum. İstemsiz olarak iki gözümden de yaş dökülüverdi. “ En azından timsah gözyaşı değil. “ diye teselli ettim kendimi. Onunla flört ettiğim süre boyunca elimden geleni yapmıştım. Sevgime bağlı kalmış, ihtiyaç duyduğu güveni sağlamıştım. Ama o her zaman ilişkinin gidişatını bana bırakmakla yetinmişti. Her dediğime “Evet.” deyip geçiştirmekle yetiniyordu. Belki de bu ilişki başlamadan bitmişti. Yaşadığım onca duygunun yalandan ibaret olduğunu kabullenemedim. Karma karışık duygular yaşıyordum. Kendime geldiğimde bankın etrafında volta attığımı fark ettim. Öyle derin bir düşünceye dalmıştım ki, yüzeye çıkmam uzun zaman almıştı. Büyülü gözlerine baktığımda, benden kurtulduğuna sevinir gibi bir hava sezdim. “Başından beri beni oynatıyor muydu?” diye düşünmeden de edemedim. Sebebini merak ettim ama nasıl soracağımı bilmiyordum. Dilinden çıkacak zehirli laflarına yine kanmamı bekliyor muydu acaba? Dedim kendi kendime. Sormaktan zarar gelmeyeceğini düşündüm.
“Madem aklın bu kadar karışıktı, bunca zaman neden bekledin ya da ayrılmak istemenin gerçek nedeni ne? “ diye sordum. Sesim çatallı ve yarı ağlamaklıydı.

“İlişkimizde ne bir heyecan var ne de başka bir şey. Kavga etmiyoruz, fikir ayrılıklarımız olmuyor. Sorun da burada işte. Kukladan farkın yok, ne kıskanıyorsun, ne de sevgini belirtecek en ufak bir şey bile yapmıyorsun.” dedi Catherine. Ayrılmak isteyen benmişim gibi bağırmaya başlamıştı. Her zaman görmeye alıştığım masum gözleri alev topuna dönmüştü. Baktığımda ormanı andıran zümrüt yeşili gözleri cayır cayır yanıyordu. Dilinin arasından bunca zamandır sakladığı isyankâr düşünceler dökülüyordu.

“Hayır, bunlar baştan savmak için söylenen klasik sözler. Ne yani, başka biri mi var?” Ben de bağırmaya başlamıştım. Bende olmayıpta başkasında olan ne var? diye düşündüm.” Bak Cat, bu kadar kolay kestirip atamazsın, baştan başlayabiliriz. İstediğin kişi olabi…” lafımı yarıda keserek “Yeter!” dedi. Kontrolden çıkmış gibiydi. Yüzünde ki o masum güzellik gitmiş, yerine cehennemde yanan iblisi andıran bir surat gelmişti. Onu bu kadar sinirlendirecek ne yaptıysam gözleri yerinden çıkacak gibi olmuştu.
“Ne yani, kuklam mı olacaksın? Bu kadar düştün mü William. Seni ilk gördüğüm anda tehlikeli olacağını düşünmüştüm. Beni kendi zevklerin için kullanacağını, sonrada kestirip atacağını sanmıştım. Ama sen sadece isteklerime boyun eğen kukladan başka bir şey değilsin! Daha fazla konuşmak istemiyorum. Sevmiyorum artık anla! Peşimi bırak ve bir daha beni arama…”
   Son iğneleyici laflarından sonra arkasına bakmadan çekip gitmişti. Sinirimi boşaltmak istiyordum ve karşımda duran banka tekmeyi savurdum. Kalbimde açılan yaranın acısı yetmiyormuş gibi bir de ayak bileğim burkulmuştu. Yaşadığım yoğun duygular acımın ikiye katlanmasına neden oldu ve acıdan feryat ettim. Aklıma gelen şey acımın birden dinmesine sebep oldu. Ya arkadaşlarına anlatırsa, okulda duyulursa ne yaparım? diye düşündüm. Muhtemelen arkamdan “Boynuzlu kukla.” lakabını takıp her gördükleri yerde canımı burnumdan getireceklerdi. Yaşadığım şeyler yetmiyormuş gibi birde olacak şeyler canımı iyice sıkmaya başladı. Sevgiymiş, aşkmış, güvenmiş olmadığım kadar yabancı geliyordu artık. Sözde bana öğrettiği sevgi bu muydu? diye iğrendim kendimden. Ya şimdi ne olacaktı. Eski günlerde ki gibi kendimi içkiye mi verecektim? Yalnızlığımla yetinip köşeme mi çekilecektim ya da arkadaşlarımla parti mi verecektim. Elimde olsa bu anıyı kendimle beraber yok ederdim. Ama bundan sonraki yaşamımda sürekli karşıma çıkacaktı. Catherine’e olan nefretim, başkalarına da yansıyacaktı. Düşündükçe daha da ızdırap çekiyordum. Geçmişi bir kenara bıraktım ve ayağımın acısıyla topallayarak eve doğru yola koyuldum.