Kayıt Ol

Yatır

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Yatır
« : 19 Temmuz 2011, 17:48:13 »
Y A T I R

     Öykümüz küçük bir kazada geçiyor. Kırık dökük asfaltla ana yoldan başlayıp, yılan kavi bir edayla dağ köylerine doğru şose olarak uzayıp giden yolun üzerinde kurulmuştu Gayretli Kazası. Yağış mevsimindeki sellerden korunmak için dağ silsilesinin kuzey yamacına kurulmuştu kasaba. Halkının çalışkanlığının, cumhuriyetin ilk yıllarında devrin valisinin gözüne batması ile şimdiki adını almıştı. Ana yolun çevresine kurulmuş dükkanları ve balık kılçığı gibi ana caddenin iki yanına sıralanmış sokakları vardı. Ama Gayretli Kasabasını diğer benzerlerinden ayıran temel neden sahiplendikleri “Gökçe Baba” ları. Kasabaya ilahi bir hva ve saygınlık kazandıran Gökçe Baba için yapılmış “Yatır”dı. Daha kasabaya girmeden yolun içerisine yapılmış dört beş metre yüksekliğinde taş binaydı. Kimilerine göre özgün mimari, kimilerine göre de ucubeydi. En belirgin özelliği ise dedenin ayakucundaki çinili plakaya desenlerin arasına ustaca işlenmiş ancak dikkatli bakılınca görülebilen yazıydı. “Mkim 3033” Bina yeni sayılırdı ama öyküsünün zamanını tam olarak çıkaran yoktu. Harbi umumi zamanı diyenlerde vardı İstiklal Harbinden hemen sonra diyenlerde. İşte size  “Yatır”ın hala anlatılan öyküsü...

“Güneş batalı çok zaman olmamıştı. Kasabanın tek lokantası ve meyhanesinin havası yenice dumanlanmaya başlamıştı. Ahşap binanın birinci katı gündüz lokanta olarak gece ise meyhane olarak iş yapıyordu. İkinci katta ise Meyhaneci İsmetin evi vardı. Kapıdan içeri girdiğinizde basık bir salon sizi karşılardı. Ortadaki iki meşe direk, salona dar bir hava verse de bu durum müşterileri fazla etkilemiyordu. Biraz ilerleyince tam karşınızda bir tezgah bulurdunuz. Uzun, tamamen masif meşe ağacından yapılma bir tezgahtı bu. Garsonların siparişleri götürmesi için sık sık uğradıkları bir yerdi. Mutfakla salon arasında bir set gibiydi. Bu setin arkasında da hiç yıkanmamış gibi duran kirli beyaz önlüğüyle meyhaneci İsmet dururdu. Müşteriler kesinlikle tezgah başında durmazdı. Tüm müşteriler salonda masalarda otururlardı. Biri hariç.

Bu her zaman barda, sırtı salona dönük oturan orta yaşlı biriydi. Hava karardıktan bir süre sonra ova yönünden çıkar gelir kendisi için ayrılmış taburesine otururdu. Ne kadar erken gelirseniz gelin o kişiyi orada bulurdunuz. Sırtı kapıya dönük olarak konuşmadan oturur sürekli içerdi.

İlk ne zaman geldiği kimse anımsamasa da haftalardır orada oturduğuna tanıktı meyhanenin çalışanları ve devamlıları. İyi sayılabilecek bir giyimi vardı. Belki ara sıra değiştiriyordu ama sanki üzerinde hep aynı takım elbise varmış gibiydi. Tertipli, lekesiz, tertemiz ve her zaman ütülüydü. İlk zamanlar yadırganmıştı sürekli içmesi. Her akşam hiç aksatmadan ücretini ödemesi onu sevilen ve aranan müşteri haline getirmişti. Dahası bahşişin hesabını yapmıyor, bol bol bahşiş bırakıyordu. Bu nedenlerden dolayı önceleri fısıltıyla sorulan "kimdir?  Kimlerdendir?  Nerelidir?" türünden sorular sorulmaz olmuştu.

İlk geldiği günlerde meyhaneci yabancıya kim veya kimlerden olduğunu sorma cesaretini göstermişti. Ama almış olduğu ters yanıt önceleri moralini bozsa da adamın ciroya olan katkısı göz önüne alındığında sesini çıkarmamaya karar vermişti. Bu yabancı sayesinde meyhanesinin reklamı ummadığı kadar yapılıyordu. Değil kendi kasabası komşu köylerden ve kasabalardan onu görmeye gelenler oluyordu.

Günler geçtikçe meyhane daha kalabalıklaşıyordu. Yabancıyı merak edenler bir kere görebilmek için İsmetin mekanına uğruyorlardı. Yılların Meyhaneci İsmeti para verip bir adam tutsa bu kadar reklamını yaptıramazdı. Hayatı boyunca içkili yere ayak basmamış çevre kasaba ahalisi bile binbir desturla içeri adamı görmeye geliyorlardı. Öylesine laflamaya gelenler olduğu gibi oturduğu yerden gözlerini dikip adamı ciddi ciddi izleyenler de vardı. Zamanla kasabanın erkekleri işlerini güçlerini bırakmışlar hep Yabancıyı konuşur olmuşlardı. Tabi kadınlarında muhabbetlerinin içinde vardı.

Yabancının ilk fark edilen özelliği hiç tuvalete gitmeyişiydi. Saatlerce oturup bira falan içtiği halde bir kere olsun tuvalete gittiğini gören olmamıştı. Bir keresinde bir gurup genç iddialaşmıştı. Ve "Tuvalete gitmeyecek" diyenler kazanmıştı iddiayı.

       Yabancıyla ilgili dikkat çeken bir başka özellikte kendisini kimsenin dışarı da aydınlıkta görmemiş olduğuydu. Ne kasabayı boydan boya geçip, kel tepeye uzanan tek ana caddede gören vardı ne de bu caddeye bağlanan ara sokaklarda. Bir evliya bir ermiş gibi meyhanenin yanınında belirirdi akşam alacasında.Bu rada Sırtını yasladığı Aladağlar nedeniyle ikindiden bir zaman sonra güneşin kaybolduğunu da söylemek gerekir.

      Yine ilk günlerde dedikodular üzerine basit polis memurundan yörenin yaşlı komiserine kadar pek çok polis memuru gelip gitmişti meyhaneye. Adamın üzerinde taşıdığı kimliklerinde ve diğer kağıtlarında görünürde bir olumsuzluk yoktu. İstanbullu görünüyordu. Ticaret yaptığı bu nedenle sürekli gezdiğini söylemişti. Türk Filmlerinden etkilendiği her halinden belli olan Komiser adama bir şey diyememişti. Üstelik adamın hiç kimseye zerre kadar zararı da olmamıştı. O nedenle herhangi bir şey dememişler diyememişlerdi. Yine de üzerinde hissettiği baskı sonucu Babacan komiser adamın kimliğinin bir örneğini kağıda yazdı. Ankara'ya soracaktı ne olur ne olmaz diye.

Zamanla müdavimler iyice alışmıştı yabancıya. İçeri girince adama Yılların meyhanecisinden bile önce selam vermeye başlamışlardı. Hoş adam selam falan almıyordu ama bu onun kabahatiydi kasabalıya göre. Müşterilerin adama alışmaya başladığı günlerde ufak bir yakınlaşma başlar gibi olmuştu. Birahanenin devamlısı olmasa da sık sayılabilecek şekilde gidip gelen ziraatçı Memet adamın yakınına oturma cesaretini göstermişti. Günlerden beri ilk defa adam "tazele"den başka bir kelime sarf etmişti. Zıraatçi Memetin selamını tok bir sesle almış bir kaç cümlede olsa konuşmuşlardı. Zaten o konuşmadan sonra adam hakkındaki dedikodular iyice artmıştı.

      "Birilerini bekliyorum" demişti. Zıraatçi Memede verdiği yanıt, Komisere söylediği yanıtla aynıydı. "Beni buradan alacaklar" demişti. Bu dağ başına kim gelirdi. Niçin onca yer varken dağ başında randevu verilirdi kimse bir şey anlamamıştı."Ne zaman?" dediklerinde de  
      "Yakında" yanıtını vermişti. O kısa konuşmanın sonunda sorulan "kimler" ve "nereden gelecekler" sorularına da hiç yanıt alamamışlardı. Adam tezgahın üzerindeki rakısına dalmıştı çoktan. Emniyet müdürü işte bu olayın duyulmasından hemen sonra Meyhaneye tekrar gelmişti. Önce yumuşak tonda sonra sert tonda sorular sormuştu. Önceki duyduklarından, Ziraatçi Memet’in duyduklarından başka bir söz işitememişti. Üstelik Yabancı bunları Komiserin gözlerinin içine bakarak söylüyordu. Aranan biri olup olmadığını anlayabilmek için kimliğinin örneğini bir kere daha almış Ankara'ya bir kere daha yazmıştı.

İnsan oğlu tanımadıklarını düşman bellermiş. Kasabanın ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Memet yine içmeye gelmişti avanesiyle. Bir gece önce kendisine yapılan davranıştan memnun olmadığı her halinden belliydi. Belliydi çünkü bu kere daha kalabalık gelmişti. Maraza çıkacak gibiydi. Biraz içki içip kafaları demlenmeye başlayınca sözlü sataşmalara başlamışlardı. Belki kendisine ve babasına olan aşırı güveninden dolayı, belki de çevresindekilere güvendiğinden dolayı tacizlerinin dozunu arttırmıştı. Yabancı yine de olgun davranmış, bir kere olsun dönüp bakmamıştı bile. Bu tavır, ağa oğlunun iyice küplere binmesine neden olmuştu. Tam ayağa kalkmak üzereyken Komiser Baba içeri girince toparlanıp dışarı çıkmışlardı. O gece Yaşlı komiser niçin hala emekliliğinin gelmediğinin isyanıyla bir kere daha yanaştı yabancıya. Sorunun şımarık ağa oğlunda olduğunu biliyordu ama yine de adamla bir kere daha konuştu. Yabancı ise yalnızca kır saçlı adamın çakır gözlerine baktı.

       Bir sonraki gece bir kaç arkadaşını daha bulup geldi Ağa oğlu Memet. O gece kesin kavga çıkarmaktı amacı. Şehir züppesinden intikam alacaklardı kanını akıtacaklardı. Önceden anlaşmışlardı. Bir ya da bir kaçı araya girmek isteyen meyhaneciyi tutacaklardı. Diğer bir ikisi de adamın kollarından kavrayacaktı mengene gibi. Kasabalılar ise oldum olası böyle işlerden korkarlar, karışmazlardı. Ağa oğlu da, ağız burun dümdüz girecek adamı bir güzel benzetecekti.

     Haberler Komisere ulaşmıştı tabi ama yapabileceği hiçbir şey yoktu, yalnızca uzun zamandır Ankara’dan gelmeyen postayı bekliyordu. Telefon etmeye çalışmıştı. Kazada bulunan birkaç telefondan biri karakolda olsa bile santrala ulaşmak Ankara’ya Bakanlığa bağlanmak zaman alıyordu. Çoğu zaman işlemlerin arasında hat kesiliyor tüm aşamaları tekrar denemek zorunda kalıyorlardı. Bir yandan mevzuatı unutmamış olayı ve kuşkulu kişiyi yazı ile olayı tekrar Ankara'ya bildirmişti. Yazalı; üstelik acele diye işaretleyerek yazalı bir hafta olduğu halde bir yanıt gelmemişti. Gündüzden kulağına gelen olayın tekrarlanmaması için hazırlandı. Gidip meyhaneyi dolaşması gerekiyordu.

      Ağa oğlu Memet ve arkadaşları içeri girdikten sonra sözlü sataşmalara başladılar yine. Meyhanecide anlamıştı bir şeyler olacağını. Uzun zamandır bekliyordu da bu marazayı. Önceden haber gönderdiği, araya ricacılar kattığı halde Ağa oğlu gelmişti. Ve yabancıyı da kapatırken uyardığı halde "yarın içeceğini kaldığın yere ovaya nereye istersen oraya göndereceğim, üstelik en iyi garsonumu bu işle vazifelendireceğim" demişti. Yabancı ise

“Zaman iyice yaklaştı. Gelip beni buradan alacaklar” demişti. İşte adam yine gelmişti. Artık meyhane kurdu olmuş Meyhaneci İsmetin bir işaretiyle garsonlar kıymetli içkileri içeri götürdüler. Kesme kadehler nadide şişeler kaldırılmıştı orta yerden

Tüm arsızlığıyla bir önceki gece olduğu gibi önce sözlü sataşmalar başlamıştı. Yabancı zararsız sayılabilecek sözlere dönüp bakmayınca doğrudan doğruya alaya ve hakaretlere vardırmışlardı. Yabancı yinede aldırış etmeyince yanına gelmişler el kol hareketlerine başlamışlardı. İşte o anda komiser içeri girmişti.
      Her şey bir kaç saniye içerisinde olup bitmişti. Hengameyi bekleyen meraklılar gözlerini dört açmışlardı. Gördüklerini tanık olduklarını sonraki günlerde kahvelerde ballandıra ballandıra anlatacaklardı ama pek bir şey göremediler. Izbandut gibi gördükleri ve bulaşmaya çekindikleri Ağa oğlunun yabancıya elini atmasıyla kendini yerde bulması bir olmuştu. Yabancı bir bilek hareketiyle yüz kiloluk herifi yere yapıştırmıştı. Ne arkadaşlarının adamı tutmasına nede diğerlerinin meyhaneciye engel olmasına gerek kalmamıştı. Ne olduğunu anlamadan kendini yere yapışmış bulan Memet hışımla doğruldu. Fakat oda ne Yabancı o iri cüsseyi bir kere daha hem de fiske ile yere yıkmıştı. Üstelik bu defa koca cüsse havada bir parende de atmıştı. Tabii yenilen pehlivan güreşe doymazmış hesabı Ağa oğlu bu defa oflayıp poflayarak yerden kalkmaya başladı. Belli etmemeye çalışsa da iyi yere çalınmıştı. Hep yanında duran kumral delikanlıya işmar etti. İşareti gören kumral delikanlı ve diğer arkadaşları uzun boylu yabancının çevresini sardılar. Artık hep beraber tekme toket yumruk Allah ne verdiyse girişeceklerdi.

O dakikalarda adam sanki bir sesle uyarılmış gibi kulak kesilmişti. Yalnız o değil kenarda oturanlardan biri de havadaki garipliği farketmişti. Yabancı kendisine yaklaşmaya çalışanları sinek kovalar gibi itti. Kapıya doğru yürümeye başladı. Meyhane kapanasıya kadar ayrılmayan yabancı ilk defa daha yatsı bile okunmadan dışarı çıkıyordu.

      Adamın dışarı çıkması ile birlikte oturdukları yerden kıpırdamayan kasabalı ürkek adımlarla dışarı çıktılar. Vakit akşam olmasına hatta yavaşça geceye dönmesine rağmen hava aydınlık sayılırdı. Ama pek öyle gün ya da ay ışığının verdiği bir ışığa benzemiyordu. Üstelik Kasabanın altını bir ıslık sesi doldurmuştu. Yabancı ağır ama emin adımlarla kasabanın dışına doğru yürüdü. Zaten beş on evden sonra kasaba bitiyordu Çabuk ama telaşsız adımlarla yürüdüler bir zaman, tıpkı usta bir çobanın sürüsünü yönlendirmesi gibi arkasından ahaliyi sürüklüyordu yabancı.

Asfalt yoldan çıkmışlar tarlalarda yürümeye başlamışlardı. Karanlık önce laciverde dönüştü ardından da koyu yeşil bir hal aldı. Yukarıdan gökyüzünün derinliklerinden bir ışık peydahlandı. Göz kamaştırıcı bir ışık Işıkla birlikte gümüş bir tepsi aşağıya inmeye başladı. Yere yirmi santim kala durdu. Yabancı her zaman yaptığı işmiş gibi tepsiye yaklaştı. Üzerine bindi. Tepsi ağır ağır yükseldi. Bir zaman sonra ışık kayboldu. Peşinden de ıslık sesi yankılanmaz oldu ovada
 
Bir daha yabancıyı ne gören oldu ne de duyan, ama onun göğe yükseldiği yerde bir mezar yapıldı. Gökçe Baba adı verildi kendisine yıllar sonra Belediye başkanlarından biride girişteki Yatırı yaptırdı. Bazı geceler oraya nur indiğini gördüğünü söyleyenler bile vardır.”
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark