Kayıt Ol

Cadı

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #15 : 09 Ağustos 2016, 10:32:40 »
Yavaşça soğuyan cansız bedenin kaybettiği her ısıyı teninde hissederken birkaç dakika önce yıktığı tavanın molozları arasında kıpırtısızca yatan kadının göğsü belli belirsiz inip kalkıyordu. Böğrüne saplanmış hançerin kavrayarak soğuk metali hızla bedeninden uzaklaştırırken Kiana keskin bir nefes aldı, sanki içine ne kadar çok hava çekerse hissedeceği acı o kadar azalacaktı. Ardından geniş odada mermere düşen metalin sesi yankılandı.

Cadı yaşadığı dehşet arasında, dışarıdaki arbedenin seslerini dinlerken yarasını eliyle kapadı. Tavanın çarpık deliğinden Lurd’un çocukluk odasının görünen bölümlerine dikili gözleri cam gibi parlarken kadın uzandığı mermerin soğukluğu sırtından göğsüne oradan da kalbine sızıyordu. Nefes almayı bıraksa tüm dertlerinden azat olmaz mıydı? Bir an bu fikrin kolaylığı cazipliği aklını çeldi.

Aghon’un normal olmadığını biliyordu ama bir kam olması ise beklediğinden çok öte, kaldırabileceğinden de fazlaydı. Birkaç hafta içinde yüzyıllardır bir cadının rastlanabileceğinden daha fazla Kam’a rastlamak ona nasip olduğu için mi yoksa binlerce yıldır vuku bulmadığına adı gibi emin olduğu bir cadı ve bir kamın ilişkisinin içinde kendisini bulduğu iç mi dehşete kapılmalıydı? Ya ihanete ne demeliydi? Tuzağa çekilmişlerdi, onların burada olacağı biliniyordu. Tıpkı şimdi ölü bir halde yanında yatan kadının birkaç gece önce Uyvar Kalesi’ne elini kolunu sallayarak girmesi gibi. Solgun dudakları son nefes öncesi, son arzular için aralanır gibi kıpırdadığında böğründeki acıyı hissizleşti ve dışarıdaki sesler uzaklaşırken içine çektiği nefes dudaklarında asılı kaldı.

Daria, önünde bir heykel gibi dikilen Aghon'u geçti ve bir zamanlar evin görkemli salonuyken birkaç dakika önce dövüşen iki ezeli düşmanın bıraktığı harabe ile yılların kimsesizliğini aratır vaziyetteki odaya girdi. Kız, kederle ağırlaşan dizlerini Kiana'nın hareketsiz bedeninin yanına bıraktı. Kimin olduğu belli olmayan kanlarla lekeli elleri kadının boynunu ve kıpırtısız göğsünü telaşlı bir şekilde yoklarken gözleri Cadı'nın taşları kadar siyah ama boş gözbebeklerine takılı kaldı.

Daria, omzunun üzerinden geriye hala o geniş kubbeli girişten içeriye adım atamayan Aghon'a bakarken "Nefes almıyor." dedi kederle. Kız, engelleri kolayca yıkılan gözyaşlarının ardından adamın sarsıldığını fark edemedi. Elbisesinin yakasından yakaladığı Cadı’yı sert bir şekilde silkelerken "Nefes al!" diye sızlandı.

Sonunda buzları çözülen Aghon’un ağır çizmelerinin yürüdükçe çıkardığı sesler arkasında yankılandı. Cadı’nın üzerine eğilen adamın yüzünün gevşediğini soluklarının rahatladığını fark edince Daria umutlanmasına engel olamadı. “Ne gördün? Yaşıyor değil mi?" diye soruları art arda sıralarken kızın elleri bu kez adamın deriden zırhını kavradı.

Aghon, yavaşça Daria’nın tutuşundan kurtulduktan sonra yerdeki hançeri aldı ve Cadı'nın bedenindeki kan lekelerini gözleri ile takip etti. "Sadece kendisini iyileştiriyor Daria, Cadımız birazdan kendine gelecek. Beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok" dedi.

Rahat bir nefes almak yerine “Nerden biliyorsun?” diye kuşkusunu dile getiren Daria gözlerini Kiana’ya dikmişti. “Bir cadının bu şekilde kendini iyileştirebileceğini nereden biliyorsun? Kaç kere bir cadı gördün ki?” bu kez bakışları kuşkuyla Aghon’u yakalamıştı.

Aghon, Daria’nın sorgusuna cevap vermek yerine eldiveninden kurtardığı parmaklarını Cadı'nın boynuna dayadı. Belli belirsizce kıvrılan dudaklarının bir gülümsemenin hoş biçimini almasına beyhude yere çabaladı. “Birazdan uyandığında sorularını ona sorarsın, Daria.” diyen adam Kiana'yı istemeden de olsa bıraktı. Diğer taraftaki Kam’ın cesedine yönelirken “Öfkesini göz ardı edebilirsek elbette.” diye mırıldandı.

Varsın essin gürlesin ama yanında nefes alsın diye düşünen Aghon’un, az önce odaya girmesine engel olan o korkuyu tekrar yaşamamak için yapabileceklerinin sınırı çoktan kalkmıştı. Kam’ın giysilerini karıştırırken bir kaç dakika önce soğuk terler döktüren korkularını da yüreğinden uzaklaştırdı. Ceset temizdi, üzerinde ne bir takı ne de özel bir eşya vardı. Sadece kemerine takılı deri iki keseyi dolduran keskin kenarlı demir parçaları bulabildi ve Kiana’yı yaralayan hançerin bir benzerini kadının çizmesinden çıkardı. Diğeri gibi ikinci hançere de el koydu ve metalleri yanına aldı.

Kiana uyandığında etrafında hiçbir silah bırakmamaya özen gösteriyordu göstermesine de Kam kadının ona ne söylediğini kim bilebilirdi ki. Odanın kapısında dikilen Orist'i görünce Daria'yı kadının başında nöbette bıraktı. Aghon, adamının geniş yüzünde keyfince yayılmış endişenin izlerini yakalamakta gecikmedi.

"Beş ölümüz var." diyen Orist, Aghon'u evin kapısına doğru takip etti. Ardından "Altı ağır üç tane de hafif yaralı." diye rapor etti.

Aghon, cevabı tahmin edebilse de "Onlardan sağ ele geçirilen var mı?" diye sordu.

Daha bahçeye çıkmadan adamların yaralıları yıkık dökük olsa da başlarının üzerine bir çatı sağlayan eve taşındıklarına şahitlik ettiler. Yollarından çekildikleri adamları Kiana'nın uzağında mutfak tarafına yönlendirdiler.

"Ölülerini arkalarında bırakıp yaralılarını da sırtlanıp kaçtılar, puştlar." dedi Orist, tiksintiyle.

"Ölüler gömülsün, onları da Kale’ye taşıyarak gücümüzü harcamayalım. Yaralılarla da ilgilenilsin. Bu gece buradayız." dedi Aghon, mutfağa girmeden geriye dönerek. "Bahçede ve dışında sık dönüşümlü nöbet tutulsun. Çatıya da bir gözcü gönder."

Orist kısa bir tereddüdün ardından "Onları da mı gömelim?" diye sordu şaşırarak.

"İçerideki kadın da dahil tüm ölüler gömülsün." diye tekrarladı Aghon. Orist'i merdivenlerin dibinde bırakıp Lurd'un çocukluk odasından geriye kalanları görmek için hızla üst kata tırmandı. Odadan geriye çok bir şey kalmamıştı, şömineye yakın zemin aşağıya inerken Lurd'un oyuncak dolabını da beraberinde götürmüştü. Yatak ve kitaplı kaşağıya meyletse de hala odanın içerisindeydiler. Şöminenin ateşi kora düşmüştü fakat bir süre önce şiddetle yandığı, duvarları siyaha boyamış islerden belliydi. Genç adam temkinli adımlarla içeriye girdi ve mümkün olduğu kadar ateşe yaklaştı. Kınından sıyırdığı kılıcı ile korları karıştırırken aradığını bulmakta gecikmedi. Cadı'nın ateşi ile şeklini kaybetmeye başlamış bir küpe teki çeliğinin ucuna geldiğinde onu korlardan ve küllerden ayırıp çıkarmak da zorlanmadı. Odadan çıkarken küpeden geriye kalanlar yavaşça ısısını kaybederek cebinde sessizce kayboldu.

Aghon, aşağıya indiğinde yaralıların taşınması devam ediyordu. Kendisini süzen askerlerin keyifsiz ifadelerini benzer bir sertlikle geri çeviren genç adam, şikâyetler daha kendisine ulaşamadan önlerini kesti. Oyalanmadan iki kadını bıraktığı odaya yöneldi.

Daria'nın dudaklarına dayadığı bir mataradan su içen Kiana, yaklaşan adamı fark etmekte gecikmedi. Daria gibi Aghon’un kıyafetlerinde, zırhında yağmurun ve muhtemelen düşmanlarının kanının izleri vardı ama en çok da yüzü Lurd'un odasından gönderdiği adamdan çok uzaktı. Matarayı uzaklaştırırken "Daria kaçtıklarını söyledi." diye herkesin bildiği durumu yineledi.

“Sağ kalanlar kaçtılar.” dedi Aghon, yanlarına gelip çömelirken bakışları kadının kesik kıyafetlerinden görünen teninde gezindi.

Daria, adamın bakışlarının takibindin çıkardığı sonucunda “Dediğin gibi, kendisini iyileştiriyormuş.” dedi bir nebze canlılık kazanan sesi ile.

Kiana dilene kadar gelen ‘beni öldürmek o kadar kolay değil’ beyanını yuttu sessizce. Ne beylik sözlere ihtiyacı vardı ne de birilerine bir şeyi ispat etmeye. Güneye inmeden de olduğu gibi artık tek amacı vardı, insanların birbirlerini yemesi umurunda değildi, içine atıldığı bu çamurdan çıkıp kardeşini kurtardığında hiçbir şeyin de önemi kalmayacaktı.

Kiana “Biraz dinlendiğimde daha iyi olacağım.” dedi Daria’yı rahatlatmak için.

Aghon “Daria, yaralılar mutfağa taşındı. Gidip yapabileceğin bir şey var mı diye bakabilir misin?” dedi, kadınla yalnız kalabilmek için.

Kiana, hızla sırtını dikleştirirken “Daria onların hizmetçisi değil. Eminim adamların kesiklerini kendileri dikebilirler.” dedi öfkeyle.

Daria’nın bakışları Aghon ile Cadı arasında gidip gelirken “Tamam, ben dışarıda beklerim. Sorun değil.” dedi öfkeli ebeveynlerini yatıştırmaya çalışan bir çocuk gibi. Girişe doğru yürürken de kaybolmalarından korkarcasına birkaç kere dönüp omzunun üzerinden bakmayı ihmal etmedi.

Kiana, Aghon’un destek olma çabalarını kibarca kabul ederek ayağa kalktı ve elbisesinin kirini üstün körü de olsa kontrol etti. Ayaklarının dibindeki Kam’ın açık kalmış gözlerine yukarıdan bakarken “O akşam köprüde saldıran kadındı.” dedi, sıkıntılı bir sesle. Eğilerek artık feri sönmüş o gözlere sanki kendisi öldürmemiş gibi kederle baktı ve onları yavaşça kapattı. Doğrulduğunda kendisini izleyen adama döndü. “Kadından Bendol’e ben bahsederim. O gece köprüde yalnız olduğumu ve kadını kaçırdığımı söyleyeceğim. General’in senin orada olduğunu bilmemesi, en iyisi.”

“Muhbir’in üzerime kalmasından mı korkuyorsun?” Aghon kadına yaklaşırken dudakları sözlerinin ardına sakladığı imalarla yukarı doğru kıvrılmıştı. Biliyor muydu, sorusu hala netlik kazanmamıştı.

“Bendol neden daha önce ona bildirmediğini sorgulayacaktır.” Kiana, bildiğimi anlamamalı dedi kendi kendine. Adamın kollarının onu sarmasına izin verirken acı çeken yüzünü o geniş omuzlara gömdü.

“Ya gerçekten içerideki muhbir bensem?” diye sordu Aghon, rahatlamanın verdiği ihtiyatsızlıkla. Öğrenmemişti.

“Beni öldürmek için birçok fırsatın vardı, değil mi?” Kiana’nın sesi gömüldüğü rahat kollardan dolayı boğuk çıkıyordu. “Ama yapmadın.”

“Evet, yapmadım.” diye mırıldandı Aghon. Kadının kollarını kavrayarak yüzünü görebilmek için kendinden biraz uzaklaştırdı. Yanağındaki kiri silmek için uzandı. “İnan bana seni canlı istiyorum.” derken o kalın sesi daha da boğuklaşmıştı. Yüzünü elleri arasına aldı ve öfkesiyle kendisini uzak tuttuğu ince dudaklara uzandığında girişten gelen yoğun öksürük sesi ile gözlerini kapadı. Elleri iki yanına düşerken bakışları ilerideki duvara kaydı. “Birazdan geliyorum Orist.”

Kiana, odanın yakınlarında sadık bir bekçi gibi ondan istenmemiş bir nöbeti tutan Daria’ya Orist’in komutanını sormasını duymuştu. Aghon’un öpmesine izin verip vermemek konusunda bocalayan zihni bedenini kontrol edemeden ani bir tepkinin yol açacağı sorulardan kıl payı kurtulmuştu. Hesapçı gülümsemesini utangaçlığın elinin ardına saklasa da sırtını girişe döndü.” Aghon’a yandan bakarken sarışın adamın kolay kolay kızarmayan yüzüne “Sorun değil, gidebilirsin. Ben iyiyim.” dedi.

Aghon “Seninle sonra görüşürüz.” diyerek inandırıcı olmayan tehdidini kadına gönderdi. Tam dönüp gidecekken “Unutmadan, Bendol’ün istediği bilgiyi alabildin mi?” diye sordu.

Kiana tereddütsüz “Hayır. Kadından fırsatım olmadı.” dedi. Adamın tepkisini ölçerken kendinden bir bilgi vermemeye gayret ediyordu. Aghon’un sessizliği üzerine “Nasıl olsa bu gece buradayız, değil mi?” diye sordu.

“Buradayız.” diyen Aghon’un gözleri merakla kısılmıştı.

Kiana “Daha vaktim var o halde.” diyerek omzunu silkti.

“Küpe yanında mı?” diye soran Aghon elinin cebine doğru gitmesine engel oldu.

“Elbette.” diyen Kiana, dönüp çıkışa doğru yürüyen adamın arkasından zehir gibi bir gülümse gönderdi.


****

Büyük evin ikinci karındaki odalardan birini mesken tutan Kiana, Lurd’un yerini öğrenmek paravanının arkasında kendisine ait bir saatin garantisini elde etmişti. Geniş odanın bir zamanlar evin sahiplerine hizmet ettiği büyük şöminesinden ve tozlarla kaplı eskimiş ama yine de gösterişlerinden bir şey kaybetmemiş mobilyalarından belliydi.

Şimdi şöminedeki ateşi besleyen ahşap küçük mobilyaların çıtırtıları arasında odadaki tek ses Kiana’nın elbisesinin geniş eteklerinin hışırtısıydı. Büyük sandığın içindeki bazı kadın kıyafetlerinin şaşası ile kaşları yükselirken yıllar önce Lurd’un ve ailesinin aceleyle evlerini aceleyle terk ettiklerine hükmetti. Elbiselerden birini alarak yanması için şömineye fırlattı. Tutuşan kumaşın ise dönüşen dumanlarını izledi, artık bu mekanda onu giyecek bir insan evladı yoktu.

Eteklerinin kirlenmesine aldırmadan ateşin dibine diz çöktü. Fısıltı düzeyinde tutmaya gayret ettiği sesinden dökülen emirlerle ateş biraz daha yükseldi, geriye sadece elbisenin biçiminde kara bir görüntü alevlerin arasında kaldı. İnce uzun parmaklarını ateşin ortasına uzattı. “Ecem!” diye seslendi. Ateş bağrındaki elden habersiz yanmaya devam ediyordu.

“Sevgili Kiana.” Çok geçmeden Kiana, kraliçesinin berrak sesini duydu. “Umarım Mickal yeni bir densizlik yapmamıştır.”

“Minnetimi kabul edin Ecem.” dedi Kiana, sanki görüyormuşçasına başını göğsüne eğerken. “Sayenizde o günden beri başka bir durum olmadı.”

“Sevgili Cadı’m. Bana sunduğun hizmetlerin karşılığında daha iyisini elde edeceksin. Çok yakında.” diye güzel günler vaat eden Biritriel’in memnun gülümsemesi sesiyle Cadı’nın kulaklarına doldu.

Kiana, “Lurd’un yerini buldum.” dedi değerini arttırmaya çalışarak. “Boal Dağı’nda saklanıyor.”

Ateşten bir kahkaha yükseldi memnuniyetle. “Yapabileceğini biliyordum. Sen benim en güçlü cadımsın Kiana. Sana güveniyorum.”

“Ecem bir şey daha var.” Kiana, ateşin içindeki elini yumruk yaptı. “Bir Kam.”

“Kam’lar yüzyıllar önce yok edildiler, Kiana.” dedi Kraliçe uyaran bir ses tonuyla.

“Bugün bir Kam’ı öldürdüm.”

Uzun süren sessizliği Kraliçe’nin artık normale dönmüş sesi bozdu. “Emin misin?”

“Evet. Baskına uğradık ve içlerinden birisi Kam’dı.” Kiana gelecek yanıtı beklerken saniyeler geçti.

“Kadının cesedini istiyorum. Onu bana gönder Kiana.” Biritriel’in sesi kesildiğinde Kiana konuşmanın bittiğini var olmayan bir kapının kapanma hissi ile algıladı.

Daria dakikalar sonra onu bulduğunda hala ateşin önünde sessizce oturuyordu.


Not:
Zamansızlıktan başlardaki bölümler kadar sık ve dikkatle yazılarda düzeltmeler yapamıyorum. Yazım hataları ve anlatım bozuklukları var ise şimdiden affola. Heyifli okumalar :)


Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #16 : 18 Ağustos 2016, 09:46:19 »
***

Kiana, askerlerin malikânenin bir yerlerinden bulup salonun döküntüleri arasına yerleştirdikleri dikdörtgen masanın etrafında yavaşça dönüyor ve sadece belli bölgeleri örtülü kadının cesedini inceliyordu. “Bunu neden tartıştığımızı hala anlayamıyorum.” dedi bakışlarını cesetten ayırmadan.

Cadı’nın karşısındaki duvara yaslanmış olan Aghon, ayakta olmanın üstünlüğünü oturmanın rahatlığa tercih etmişti. “Bir ceset ne işinize yarar ki?” diyen adam işi yokuşa sürmeye niyetli ama yine de keyifli bir şekilde sırıtıyordu.

Kiana, “Yamyam olmadığımıza emin olabilirsin.” diyerek alınganlığı kendine kalkan yaptı.

“Onu demek istemediğimi biliyorsun.” diyen Aghon itiraz etti.

“Açıkçası, ne demek istediğinden pek emin değilim.” Kiana durup Aghon’u süzerken ince dudaklarını hafifçe büzdü. “Aynı tarafta değil miyiz, yoksa?” diye soran kadın, adama ima ettiklerinin farkındaydı.

“Senin karşında olmaktansa yanında olmayı tercih ederim.” Aghon’un kalın sesinin tınısındaki imayı yüzündeki çapkın sırıtış destekliyordu.

Kiana hatırlatılmak istenenlere aldırmadan “Sen bir Sedar askerisin ve Kralınız Mickal, Zedana’yı istila etmek istiyor, unuttun mu?” Kiana, artık Aghon’un ulusunun Sedar olduğundan emin olmasa da hizmet ettiği ordunun güneye yürürken neden olduğu yıkımı yumuşatmak gereği duymamıştı. Zira ordunun kuzeyden güneye ilerleyişindeki tavrı, istila kelimesinden daha hafifini kaldırabilecek durumda değildi. “Ecem de size yardım ediyor.”

“Neden diye düşündün mü hiç? Neyin karşılığında buradasın?” diye soran Aghon,  kadınla hiç bu kadar rahat tartışamamış olduklarından anın verdiği memnuniyet ile gülümsüyordu.

Kiana, masaya yaslanarak Kam kadını arkasında bırakırken yüzünü Aghon’a dönmüş ve kollarını göğsünde bağlamıştı. “Ecem’i sorgulamam.”

“Neden? Yoksa kraliçenin gayrı meşru kızı mısın?”

Kiana’nın kahkahası virane evi çınlatırken Aghon sırtını dayadığı duvarı terk edip yavaş adımlarla Cadı’nın önüne kadar geldi.

Adamın soran bakışları ile karşılaştığında Kiana’nın dudakları yavaşça eski ciddiyetlerine kavuştular. “Bu saçma soruyu sorarken ciddi değilsin değil mi?”

“Elbette değilim.” Aghon, karşısındaki uzun boylu kadının siyah kıvırcık saçlarını yüzünden geriye doğru tararken aralarında asılı kalan sessizliği içine çekerek bozdu. “Kraliçe’ne bağlılığını takdir etsem de bazen bu sadakatinin normal olmadığını düşünüyorum.”

Kiana, bir elini Aghon’un göğsüne dayayıp aralarındaki, saniyeler içinde kapanabilecek mesafeyi aynı tutmaya çalıştı. “Ne Ecem’in çocuğu ne yeğeni ne de her hangi bir akrabasıyım. Onun kudretinin önünde eğilmem için kan bağına ihtiyacım yok.”

Kadının sesinde hissedilmeye başlayan öfkenin titreşimlerini yakalayan Aghon, omuzlarından dirseğine doğru Kiana’nın ince kollarını okşarken “Kuzeyin en korkulan Kraliçesi ile akraba olmayacağım için mutluyum o halde.” dedi.

Kiana’nın dudakları alayla kıvrıldı. “Ama Güney’in en korkulan cadısı ile olmak istiyorsun…” Sözleri bir sorudan ziyade bir tespit gibiydi.

“Ben sadece…” Aghon az önceki tüm o şakacı ve çapkın tavırlarından bir pelerinden kurtulur gibi sıyrılırken kadının her iki elini yavaşça kavradı. “Kiana ile olmak isterdim.” Sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak istercesine bakışları ile kadına binlerce yemin sunuyor gibiydi.

‘Ya çok iyi bir yalancısın ya da tam bir aptal âşık.’ Kiana, aralarındaki sessizliğin uzamasına izin verirken hissettiği kuşkuyu bakışlarından saklamaya gerek duymuyordu. “Bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum.”

“Aghon, gelsen iyi olacak.” Orist, böldüğü hassas anın farkında olmadan etli yüzündeki kalın kaşlarını çatmıştı.

Aghon, derin bir soluk alarak sabrının taşmak üzere olduğunu gösterdi. “Anlaşılan Kale’ye dönmeden bir rahat yok.” Kadının ellerini son bir kez sıkıp bıraktı.  “Kurtulduğunu zannetme.” diyerek Kiana’yı uyardı ve ardından gönülsüzce kadından ayrılırken girişte inatla dikilen Orist’e çıkıştı. “Umarım önemli bir şeydir.”

Dikkatle dinlendiğinin farkında olan Orist, sadece başıyla komutanına geriyi işaret etti.

Heybetli adamın uzun sarı saçlarının girişteki kapısız açılıktan kaybolmasını izleyen Kiana, ardındaki Kam’ın varlığını hatırlayarak kadının ölmeden önce bir hançer gibi böğrüne sapladığı sözlerini içinden tekrarladı. ‘Aşığın kendi halkına ihanet eden bir Kam, sana ihanet eden bir Kam. Seni benim ellerime getirdi.’


Daria gelip hazırladıkları merhemin yeterince soğuduğunu haber verdiğinde dakikalardır yaslandığı yerde tek kasını oynatmadan şüphelerinin ve hislerinin birbirleri ile mücadelesini sahiplenmeden izliyordu. Sırtını sıvazlayan soğuk bir rüzgârın dokunuşuyla irkilir gibi seyrettiği sonuçsuz mücadelen uzaklaştı.

“Hadi şu işi bitirelim de gidelim. Bir gece daha burada kalmak istemiyorum.” Kiana, Daria’nın uzattığı kâsedeki kıvamlı karışımı alarak iki avcunun arasında yoğururken cesedi kuzeye yapacağı uzun yolculuk boyunca çürümekten koruyacak büyülü sözleri mırıldanmaya başlamıştı.

Kam’ın çıplak bedeni toprak gibi bir renk ile yavaş yavaş kaplanırken Daria korkuyla büyümüş gözlerini morarmaya başlamış ve kaskatı kesilmiş cesetten kaçırdı. Yine de masanın etrafında dönen Cadı’yı uysal bir şekilde takip ediyordu.

Bahçedeki çam ağaçlarından elde ettikleri reçineleri, kokulu birkaç bitki ile karıştırıp kaynatmak için harcadıkları zamanı düşündüğünde Daria, cesedin nahoş kokusunun yerini yavaş yavaş odunsu bir rayiha aldığı için mutluydu.

Daria “İşsiz kalmazsın.” diye mırıldandı. Kime ne söylediğini fark edince titrek eli ile aceleyle ağzını örttü.

Bir tepki vermeden işine devam eden Cadı’nın güçlü kulakları, kızın sözlerini kolayca yakalamıştı. “Ne dedin?” diye dalgınca sordu yine de.

Daria birkaç kere öksürerek cesaret topladı. Her ne kadar Kiana bu sabah oldukça keyifli görünse de iyileştiğinden beri kadında daha önce rastlamadığı bir farklılık seziyor ama ne olduğunu bulamıyordu. “Cadılık yapmasan işsiz kalmazsın. En kötü ihtimalle parfüm yapıp satarsın."

“Cadılık bir meslek değil, Daria. Cadı doğarsın, yaşarsın ve cadı olarak ölürsün.” Kiana, başını kaldırıp kısa bir an kızı süzdü.

“Ama istesen güçlerini kullanmazsın, değil mi?” Daria, büyü yapamayan bir Kiana’yı gözünün önüne getirmekte zorlansa da kadının bir insan olarak daha mutlu olabileceği fikrini düşünmeden edemiyordu.

Kiana “Öyle bir arzum asla olmadı.” derken Daria’nın kol boyu şeritler halinde kestiği eski bir örtünün parçalarını Kam’ın ayaklarının altından geçirmeye başladı.

Daria tüm tiksintisine rağmen hanımına yardım edebilmek için elindeki kâseden kurtulup masaya yanaşmıştı. Kısa sürede ölü kadın, ikinci bir deri gibi kaplandığı güzel kokulu merhemin üstünden geniş şeritler halinde kundaktaki bir bebek gibi sarıp sarmalanmış ve bedeni canlıyken olduğundan daha küçük kalmıştı.

Kiana başının üzerinde toplanan iki parçaya düğüm atarken evdeki ve bahçedeki ani sessizliği fark etti. Ardından mermer üzerinde yürüyen kararlı adımların yankısını arttıran kaliteli çizmelerin varlığını ve peşinden gelen pelerinlerin hışırtısını yakaladı.

“Soldaki kapısız salondayım, Lentis.” Kiana sesini yükseltmemiş, arta kalan kumaşlarla elindeki yağı temizlemeye girişmişti. Gelenlerden birisi erkekti ve Kiana ondan daha güçlü kulakları olduğunu biliyordu. İlk anda Cadı’nın kendisi ile konuştuğunu zanneden Daria’ya başıyla ortadan kaybolmasını işaret etti. Kızı gelen cadıların gözüne sokma riskine girmek ancak aptallık olurdu.

Yıkık duvardan geçerek bir başka viran odanın dağınıklığında kaybolan Daria’dan saniyeler sonra iki uzun siluet kızın ardında bıraktığı boşluğa doğru yürüyordu. Havadaki tarçın ve çam kokusu, Kraliçe Biritriel’in iki fedaisini, kıymetli cadısından önce karşılarken iki baş Kiana’nın önünde saygıyla eğildi.

Mickal’ın sarayından buraya kadarki iki günlük yolu bir gecede kat etmiş olmalarına rağmen kıyafetlerinde ne yağmurun soğuk ıslaklığını ne de geçtikleri yolların çamurunu barındırıyorlardı. Yüzlerinden ise yorgunluğun herhangi bir izi seçilmiyordu. Bir erkek bir dişi olan fedailerin her ikisi de ırklarının belirgin özelliğine sahiptiler, ince ve uzun vücut hatları gibi yüzleri de kemikli ve güzeldi. Kraliçelerinin rengi olan beyaz pelerinlerinin altındaki koyu renk deri zırhlarının çağrıştırdığı savaşçı görünümlerinin aksine üzerlerinde ne bir kılıç ne de bir hançer taşıyorlardı. Yol boyunca ya da eve yaklaştıkları anlarda kendilerine bulaşılmasını önleyen silahları değil, kim olduklarını bildiren bu tekinsiz görünüşleriydi.

Erkek olan koyu renk gözlerini örtülü bedenin üzerinde kuşku ile dolaştırdı. “Çelimsiz bir şeye benziyor.” Kam’ı küçümseyen sözleri gibi bakışları da kibir doluydu.

“Görünüş seni aldatmasın, Lentis.” diyen Kiana, elindeki paçavraları taş yığınlarının üzerine doğru fırlattı.

Diğer cadı bakışlarını geniş odada gezdirerek bir gün önceki tuzaktan geriye kalan, yeni oldukları belli olan yıkıntıları ilgi ve alayla inceledi. Kam’ın ufak tefek bedenin düşündürdüğü güçsüzlüğe rağmen zorlu bir mücadelenin yaşandığı varsaydı.

“Seni de Cillia.” Kiana, yüzündeki ifadeyi hızla yok eden dişi Cadı’yı hazırlıksız yakalamıştı. Önünde başlarını saygıyla eğen iki cadının fırsatları olsa kardeşinin ihanetine rağmen Kraliçe Biritriel’in gözdesi olarak koruduğu yeri ele geçirebilmek için gözlerini kırpmadan onu yok deneyeceklerini biliyordu.

Lentis, öne çıkarak “İletmemizi istediğiniz başka bir şey var mı, efendim?” diye sordu.

Kiana, Mickal’ın sarayından gelseler de bu ikisine kardeşini soramayacağını çok iyi biliyordu, bu yüzden kısaca “Hızla ve güvenle gidin.” dedi.

Lentis Kam’ı bir omzuna aldı. Ceset bir saat öncesindeki katılığının aksine huzurlu bir uykuya dalmış bir kadın gibi gevşemiş ve adamın vücudunun biçimini alarak omzundan sırtına doğru sarkmıştı.

Artık yaralarını sarmış ve dinlenmiş olan Bendol’ün askerleri evden çıkan iki cadıyı korku ve kuşku ile süzüyorlardı. Kendi Cadı’ları da üzerlerine benzer bir korku salsa da bu duyguyu zamanla kanıksamışlardı ama bu iki fedai Kiana’dan daha bir savaşçı görünümlüydüler. Dişi olan da erkekler gibi vücudunu saran bir pantolon ve deri tunik tarzında bir zırh giymişti. Hâlbuki kendi Cadıları savaşa giderken bile soylu bir hanım gibi uzun geniş etekli elbiseleri tercih ediyordu. Kendileri gibi uzun ve güçlü atlarına binerek hızla büyük evden uzaklaştıklarında adamlar rahat bir nefes aldı.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #17 : 08 Eylül 2016, 13:48:46 »
Filler ve Çimenler

Lurd'un virane evinden ayrıldıklarından beri beş gün at sırtında geçmiş, rahat bir yatakta uyumayalı beş gece ise arkalarında kalmıştı. General Bendol'ün gönderdiği ulak onları bulduğunda yaralılardan dolayı bir geceyi daha o köhne evde geçirmişlerdi. Aghon'a teslim edilen pusulada Uyvar Kalesi'nin ve nehrin kuzeyinde kalan Sedar ordusunun üzerlerine geldiklerini haber aldıkları Zedana ordusunu karşılamak üzere güneye geçerek ülkenin içlerine doğru aceleyle ilerlediklerini haber veriyor, Cadı'nın hızla onlara yola çıkmasını istiyordu.

Yaralıları bir kaç sağlam adamla geride bırakarak arkalarından cehennem bekçileri kovalıyormuşçasına iki günde geldikleri yolu bir günde kat edip kaleye ulaştıklarında onları bekleyen on şövalyenin refakati ile Mickal'in ordusuna katılmak için aynı tempoda üç gündür at sırtındaydılar.

Zedana Ülkesinin Kralı Tiordan, nereden ya da kimden aldığı bilinmeyen aptal bir cesaretle daha iki ay önce bozguna uğrayan ordusunun yerine şaşırtıcı bir hızla yeni bir tane toplamıştı. Mickal’a biat ederek kendisine ihanet eden, Zedana’nın batısında küçük bir şeflik olan Maragal’ın üzerine yürüdüğü ve komşusuna ders verici bir ziyarete kalkıştığı, haberi Cadı kaleden ayrıldıktan kısa bir süre sonra ellerine ulaşmıştı.

Günlerce at sürmenin yorgunluğu Daria kadar Kiana'yı etkilememişti. Hava bahar gelmişçesine yersiz ve haksız bir yumuşaklıktaydı. Gören güneye kışın hiç uğramadığına dair yemin edilebilirdi. Bu da soğuktan nefret eden Kiana için durumunun en iyi tarafıydı. Kiana, hızlı hareket ettikleri için Aghon ile yalnız kalmadığına ayrıca memnundu, bir de aptal aşık gibi etrafından dolanan bir adamla uğraşmamıştı.

Belki de bu iki ordunun son kez karşı karşıya gelmesi ise Cadı,  Sedar’ın kazanması için elinden geleni yapacak amacına ulaştığında da kendine vaat edileni alıp, ardına dahi bakmadan kuzeye dönüp ortadan kaybolacaktı. Mickal’ın güneyi işgalinde haksız olması ya da Zedana’nın Sedar’ın zalimlikleri altında esir olması zerrece umurunda değildi. Ecesi için son işi buydu ve kendisine söz verildiği gibi erkek kardeşi Kieran’ı Mickal’in elinden alacak ve Zedana’yı Sedar’ı hatta Aghon’u da geride bırakacaktı.

Ne cadıların ezeli düşmanı kamların ortaya çıkması ne de onlardan birinin kalbini kırması, zaten kırılgan olan gelecek planlarının önüne geçmemeliydi. Çocukluğundan beri üstesinden geldiklerinin yanında bir erkeğin yalanları ya da vaat ettiklerini mi göz ardı edemeyecekti. O Kiana’ydı, Ecesinin gözdesiydi, kardeşinin büyü gücü de damarlarında dolaşırken Phemedes’de kuzeyde karşısına çıkabilecek cesarette çok az Cadı vardı.

Daria’nın yardımıyla kendisine tahsis edilmiş çadırda ayaküstü yedikleri yeni bitirmişlerdi ki General Bendol’ün geldiğini haber veren muhafızın sesi çadırın bezden duvarları yüzünden boğuk bir şekilde içeriye ulaştı. Daria artık Cadı’nın ortadan kaybolmasını istediğinde attığı hızlı ve uyarıcı bakışlara alışmıştı. General içeri girdiğinde kenarda bekleyen kız yemek tepsisi ile adamın ardından dışarıya sıvışmıştı.

Orta yaşlarını geçmiş adamın saçlardan yoksun yüzünde yorgunluğu çizgi çizgi okunuyor, gerginliği çadırı hızla tarayan hırçın bakışlarından anlaşılıyordu.  “Aghon nerede?” diye soran Bendol, çadırdaki sandalyelerden birine oturmak yerine Kiana’nın önüne gelip durdu.

“Çevreyi kontrole çıktı. Savaş büyüsü için en uygun yeri arıyor.” Kiana, ne adama oturmasını teklif etti ne de onu bekledi, sandalyesine tekrar rahatça kuruldu, birleştirdiği ellerini dizinin üzerine yerleştirdi.

“Yalnız mı? Neden sen de yanında değilsin?”

General’in bu kadar gerginken latife yapmaması gerektiğini söylemeyi bir an düşünen Kiana, yorumunu umursamazca kendisine sakladı. “Eminim benim için en uygun yeri bulacaktır.”

“Eminim.” diyen General’in alaycı dudakları keyifsizce yukarı kıvrıldı.

“Bir sorun mu var General?” diye sordu Kiana. Aylardır birlikte olduğu adamı hiç böyle görmemişti.

“Geldiğinizde bana uğramanızı beklerdim. Olayları başkalarından duymaktansa…” Bendol’ün sesi çadırın bezden duvarları arasında çoğalırken bir askerden çok alıngan bir oğlan gibi çıkıyordu. “Bir saldırıya uğruyorsunuz ve bana bundan bahsetme zahmetine bile girmiyorsunuz.”

“Bir saat önce ya da bir saat sonra öğrenmeniz saldırıyı da sonuçlarını değiştirmez General.” General’in konuşmak için hareketlendiğini görünce Kiana izin vermedi. “Küçük bir şeydi ve halledildi.”

“Saldıranlardan bir kadının büyü yaptığını söylüyorlar. Doğru mu?”

Kiana “Evet doğru.” diye tereddütsüz cevapladı.

“Irkınızdan birileri Zedana tarafına mı geçti?” General aklındaki asıl soruya geldiğini belli eden bir sertlikle soruyordu.

“Güldürmeyin.” Kiana, itham edildiği ihanete küçümseyerek karşılık vermişti. “Sizi endişeli görüyorum General. Lafı dolandırmak yerine sadede gelelim. Bu sorularınızın tek sebebi gelir gelmez size rapor vermemem olamaz.”

“Savaşı hiçbir zaman hafife almadım, şimdi de almayacağım.” Sonunda oturmayı akıl eden adam, Kiana’nın karşısındaki sandalyeye kuruldu.

“Ama?” diye soran Kiana, Bendol’ün endişelerini duymak için sabırla bekledi.

“Bu ne cüret?” diye patlayan General’in sesi ile çadırın bezden kapısından içeriye başını uzatan muhafızı eliyle dışarıda kalması için uyardı. “Zedana’nın bu kadar kısa sürede toparlanıp karşıma çıkmaya kalkışmasından işkillenmiştim ama sizin bana bildirmeye zahmet etmediğiniz, bir kamın sizi öldürmeye çalıştığını öğrenince her şey yerli yerine oturdu.”

“O kam öldürüldü General.” dedi Kiana ve Ecemin de olanlardan haberi var.”

“Bir kam mı var sadece sizce?” Bendol başını iki yana salladı. “Onların tarafında kaç kişi olduğunu bilmiyoruz.”

‘Ya da aranızda.’ Kiana alaycı düşüncelerini kendisine sakladı. “Yüz yıllardır gizlendiler. İki günde meydana çıkıp, ırkları öldürülüp yok edilirken umursamamış, arkalarını dönmüş insanlar için savaşıp ölmeyi göze alacak kadar aptal olduklarını sanmıyorum. Tüm varlıkları ile ortaya çıkıp, tekrar yok edilme riskine girmezler, giremezler. Aralarından birkaç kişinin intikam hissi ile bir Cadıyı öldürme fikri ile baştan çıkmış olmasına hak veriyorum ama tümünün Zedana’nın yanında olacağını hiç sanmıyorum.”

“Düşmanınızı küçümsemeyin.”

“Asla!” dedi Kiana büyük bir inançla. “Ama beni de yabana atmayın.”

“Yine de Tiordan’ın bu gözü pekliğinin arkasında başka bir şey olduğuna eminim.”

“Son demlerini yaşayan bir adamın beyhude çırpınışları.” dedi Kiana, adamın mızmızlanmalarından sıkılmıştı. Bendol ile aralarındaki masaya parmakları ile tempolu vururken “Lurd’u sormadınız General.” dedi konuyu değiştirerek.

Ayağa kalkan adam, “Bilgi Kraliçenize lazımdı bana değil. Eminim onu da cesetle birlikte göndermişsinizdir.” dedi. Başıyla kısa sert bir selamın ardından kapıya yöneldi.

“Yine beklerim General. Böyle sohbet etmeyeli uzun zaman olmuştu.” dedi Kiana alayla.

“Umarım savaştan sonra bir daha görüşmeyiz.” Arkasına dönemeye zahmet bir etmeyen General, sertçe açtığı perdeden kapının ardında kayboldu.

“Ben de öyle umuyorum General.” Kiana, kirpiklerinin ardından adamın adımlarını zemindeki halı üzerinden takip ederken gülümsedi.


***

Aghon, Cadı’nın çadırının önüne geldiğinde dolunay dışarıda kalanların yolunu aydınlatacak parlaklıktaydı. Ordunun kamp kurduğu geniş ovada, askerlerin gergin konuşmaları, atların kişnemeleri uğultu şeklinde yayılıyordu. Kiana ile biraz mahremiyete ihtiyaçları olduğunu düşünen adam, kadının çadırının önüne diktiği muhafızları bir şeyler içmeye gönderirken Cadı’nın onları rahatlıkla duyabildiğini biliyordu. İçeri girdiğinde, her daim Daria’yı dizinin dibinde ayırmayan kadını günlerdir ilk defa yalnız buldu.

Aghon, nemli pelerinini sandalyenin arkasına attı. Her hareketinin dikkatle izlendiğinin farkındaydı. Cevabını çok iyi bilse de “Daria nerede?” diye sordu alayla.

“Az önce Orist ile gitti. Kılıç talimi yapacaklarmış.”

Aghon, Orist’ten kızı uzaklaştırmasını rica etmesine rağmen “Hayret.”  dedi. Adamın yüzünde yorgunluğun yanında bıkkınlık kol geziyordu. Yoksa bu uzun yolculuğun ardından kimsenin talim yapmaya gönlü olmadığını kadının da bildiğinden emindi. Kiana’nın sorarcasına tek kaşını kaldırması üzerine “Seni tanımasam, benimle yalnız kalmamak için kızı yanından ayırmadığını düşünürdüm.”

“Birbirimizi çok iyi tanıdığımızı iddia edebilir misin?” Kiana, bardağı masanın üzerinde evirip çevirirken içindeki sıvıyı kendi kalbinden geçenlerin çalkantısına denk bir şekilde sallıyordu. “Hiç sanmıyorum.”

"Keşke sen de kendini benim gördüğüm şekilde görebilsen." Aghon bir kaç saat önce Bendol'ün terk ettiği sandalyeye kendisini bırakırken en az General kadar endişeli görünüyordu. Biraz dinlendirebilmek için bacaklarını Kiana'nın uzun eteklerinin altında kaybolmuş ayaklarına doğru uzattı.

Kiana, "Bana ayna olmak mı istiyorsun?" diye alayla sordu. Bakışları adamdan ziyade elindeki bardaktaydı.

Aghon, "Ayna çok fazla gerçekçi olurdu, tüm kötü yanını çekinmeden ortaya döker ama bir suya baksan sivrilikleri yumuşatır, gölge ile çizgileri yok eder."

"Bazen de olduğundan büyük gösterir." Kiana, Aghon ile göz göze geldi.

Birbirini anlayıp anlamamazlığa gelmenin oyunundan ikisi de keyif almıyordu. Aghon, sandalyeye sırtını iyice yaslayarak gözlerini kapattı. Kiana, delici gözlerle bakmadığı o anda adamın yüzünün her bir çizgisinde bakışlarını gezdirdi, hatta ezberledi öyle bir an geldi ki bütün gün kendine söz verdiklerini yalanlarcasına neredeyse 'birlikte kaçalım' sözcükleri kadının kaçmasın diye sımsıkı kapadığı dudaklarından yol bulup dökülecekti.

"Benimle gel." Aghon aniden gözlerini açmış ve Kiana'nın saklamayı başaramadığı duygu ve düşüncelerin kırıntılarını yakalayabilmişti. Gördüklerinin cesareti ile ayaklarını toplayıp doğruldu. "Bu lanet savaşı arkamızda bırakıp gidelim. Bu gece, hiç beklemeden buradan kaçalım."

Kiana’nın bir kaç saniye önceki düşüncelerinin yansımaları Aghon'un ağzından büyük bir heyecanla çıkarken sadece şaşkınlıkla adamı izleyebildi. 'ayna olmak mı istiyorsun' sorusu belki rastgele ortalarına atılmıştı ama şimdi görüyordu ki ikisinin arasındaki bağ o kadar da basit değildi. Üstelik Aghon da en az kendisi gibi, hatta tutkusu onunkinden bile büyük olmalıydı ki buradan gitmek istiyor ve bunu dile getiriyordu.

Adam öne doğru eğilmiş Kiana'nın gözlerini kendininkilerle hipnotize ederken anlatmaya devam ediyordu. "Daria 'yı da yanımıza alırız. Yıldırım gibi süreriz atlarımızı öyle ki kimse bizi yakalayamaz. Güney'de birçok yer biliyorum, geçtim Mickal'i Kraliçen gelse inan bana bizi hiçbir yerde bulamaz."

Adamın vaat dolu sözleri Kiana'yı masmavi bir denizin kıyısındaki küçük bir kulübeye götürürken Aghon bir adımda aralarındaki mesafeyi aşarak kadının önünde diz çöktü. Heyecanla titreyen parmakları geniş avucunun içine alarak güven dolu bir şekilde sıktı.

"Sadece ikimiz, istemediğin hiç bir şeyi yapmak zorunda olmadığın bir hayat." Aghon'un kalın sesi özgürken yapabileceklerinin heyecanı ile daha da boğuklaşmıştı. Bir eli o ince dizdeyken diğeri çoktan yanağına konmuş ardından ensesinden kavramış, kadını kendisine yaklaştırarak sözlerinin etkisini arttırmak istercesine dudaklarına uzanmıştı.

'Öperse baş edemem.' Kiana hızla doğrulurken adamın ellerinden kurtulup çadırın uzak bir köşesine çekildi. Kafasının karışıklığı kırışan alnını ovuşturarak düzleştirmeye boşuna uğraştı. "Bu gece ne içtin ne yedin bilmiyorum ama ne olduklarını söyle de kesinlikle onlara elimi sürmeyeyim."

Kısa bir an için dizlerinin üzerinde çaresizce kalan Aghon, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. "Sarhoş değilim, şu zamana kadar da hiç olmadım."

"Ama aptalsın." Kiana'nın sesi öfkeyle yükselmişti. "Sahip olduğum her şeyi bırakıp seninle gelmemi isteyecek kadar aptalsın."

"Anlaşılan sahip olabileceklerini hatırlatmam gerekecek." Aghon sözleri ile birlikte harekete çoktan geçmiş ve dağılmış görünen kadını kollarına almıştı bile.

Kiana boş yere çırpınırken Aghon, dudaklarının hırpalanmasına aldırmadan onu tutkuyla öpüyordu. Tüm iradesini ayakta tutmaya çalışmak şu zamana kadar Kiana’nın karşı koyduğu tüm engellerden daha da zordu. Karşılık vermemeliydi ama Aghon’un sıcak nefesi yanaklarındayken parmakları kısa saçlarını kavrayıp başını kendisine daha da bastırırken sözünde durmak o kadar zordu ki elleri istemsizce adamın boynuna dolandı.

Aldığı karşılık Aghon’da derin bir soluk almadan inlemeye dönüştü. Sadece bir an “Seni özledim.” diyebilmek için Kiana’dan ayrılmaya razı oldu.

Öpücüğü ispattan şefkate ardından arzuya o kadar hızlı geçmişti ki Kiana, Aghon’un onu ne zaman çadırdaki yastıklardan yapılmış alçak sedire doğru götürdüğünü anlayamadı. Sırtı minderlere dizleri yumuşak zemine dayandığından ne yaptığını, nasıl baştan çıkarıldığını fark etse de yine de itiraz edemedi.

Aghon, Kiana gibi dizlerinin üzerine çökerken “Herkes uyuduğunda sessizce ayrılırız.” dedi nefes nefese ama korkularından kurtulmuş bir şekilde. Öpücüğüne ara verip alnının kadınınkinde dinlendirirken sessizlikten şevk alarak planını anlatmaya devam etti. “Orist, Daria ve Ikar’ı alırız ve birkaç adamımı daha. Büyün için uygun bir yer aramaya gittiğimizi söylediğimizde nöbetçiler şüphelenmeyecektir. Kaçtığımızı anladıklarında ise bize yetişmeleri için atlarının ayaklarına kanat takmaları gerekecek.” Keyifle gülen adamın kadından derin soluklardan başka bir cevap alamadığını fark etmesi çok uzun sürmedi. “Benimle kaçmayacaksın, değil mi?”

Kiana, alnındaki baskıya rağmen başını adamı onaylarcasına sallarken yine sessiz kaldı. Konuşabileceğini zannetmiyordu. Omuzlarından kavranıp sertçe sarsıldığında dağılan saçlarının arasından adama çaresizce baktı. “Gelemem.” diye fısıldayabildi. Sesi o kadar kısıktı ki Aghon duyduğundan bile emin değildi. Adamın tekrar kendisini öpeceğini anladığında elini hızla aralarına perde yaptı. Parmaklarının altında sinirle gerilen dudakları hissedebiliyordu. “Daria’yı da yanınıza alın. Kaçtığınızı eninde sonunda anlarlar ama Bendol’ü sizin için birkaç gün oyalayabilirim. Ondan sonrası sizin maharetinize kalmış.” Adamın tüm aldatmacalarını affetmişti.

Kam kadının söylediği gibi kaleye kadını sokan kişinin ya da Lurd’un evinde olduklarını düşmana sızdıran kişinin Aghon olduğuna artık inanmıyordu. Kendisini öldürecek olsa eline geçen birçok fırsatı kolayca kullanırdı, hele ki bir kam için fırsata bile ihtiyacı yoktu. Adam aylarca yanında gezmişti. Kızdığı noktanın onun gerçek kimliğini bilmemek olduğunu şimdi anlıyordu. O yüzden az önce buradan uzaklaşmaları için onlara bir şansa tanımak istemişti. Bendol’ün yine bu çadırda şüphelerinden ve endişelerinden bahsetmemiş miydi? General Aghon’un bir kam olduğunu öğrenirse işler daha da karışırdı ve Kiana onu koruyamazdı. Diğer tarafta kendisine karşı kullanılan kardeşi varken ne onunla kaçabilirdi ne de onu koruyabilirdi.

Aghon, dudaklarının üzerindeki ince parmakları şefkatle öptükten sonra şaşırtıcı bir sakinlikle ayağa kalktı. Kiana’yı ilk defa bu kadar solgun görmüyordu ama yukarıdan kadını süzerken çadırdaki mumların azlığına da lanet etti. Onun ne hissettiğini anlamak için neler vermezdi ki. Az önce öpüşüne aynı tutkuyla karşılık verirken aklından geçenlerden ziyade asıl yüreğinden geçenleri öğrenmek istiyordu. “Sensiz bir yere gitmiyorum.”

“Beni beklersen aptallık edersin.” dedi Kiana. Tüm o duygusallıktan kolayca sıyrılmış ve sırtını yastıklara gamsızca dayamıştı. “Savaş bittikten sonra kuzeye Ecemin yanına gideceğim ve orada sana yer yok.” İster Kam olsun isterse bir insan Aghon’un Cadıların arasında hiçbir zaman yeri olmayacaktı. Kiana, her şey bittikten sonra kendi halkının arasına dönmeyecek olsa da Aghon’un bunu bilmesine gerek de yoktu, erkek kardeşi ile kuracakları düzende onun varlığı sadece bir sorun olurdu.

“Bu kadar mı güce tapıyorsun? Normal sıradan bir kadın olamaz mısın?” Aghon, hayal kırıklığı ile konuşuyordu.

Kiana keyifli bir kahkaha attı. “Bir insanın bunu anlaması çok zor.” dedi alayla.  Evet sıradan bir kadın olacaktı ama önce kardeşini kurtaracaktı. Aghon’un hiçbir şey söylemeden öfkeyle kendisini süzdüğünü görünce “Benden ümidini kes. İkimiz de yalnızdık eğlendik, o kadar. Başka bir şey olmayacak.” dedi artık sıkıldığını belli eden bir şekilde.

Aghon, kadını başıyla selamladı ve pelerinini alırken “Sizi eğlendirdiysem ne mutlu bana. Yine öyle bir gece isterseniz çağırmanız yeterli.” dedi öfkeyle.

Kiana, çadırın bez kapısı gidenin rüzgarı ile sallanıp durulduğunda “Hiç sanmıyorum.” diye mırıldandı.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #18 : 20 Ekim 2016, 10:24:08 »
Savaşın kıyısındaki toprakların üzerinde, seyrek ağaçların arasında, aceleden yoksun iki atlı tepeye doğru tırmanıyordu. Arkalarından esen ılık meltemler aşıp geldikleri vadinin serinliğini öğle güneşi ile kavrulan tepelere ulaştırıyordu. Çok değil belki de birkaç saat sonra vadinin verimli toprakları, savaş atlarının demirden toynakları altında ezilecek ve binlerce insanın kanı ile sulanacak, her şey olup bittiğindeyse üzerinde isimsiz höyükler yükselecek ama asla eskisi gibi olmayacaktı.

Düşmanın kapısına kadar dayanan Bendol yönetimindeki Zerdana ordusu, daha güneş doğmadan, batıdan Kodor vadisine girmişti. Mickal’ın Cadı’sının koruma birliği ise vadide oyalanmadan Aghon’un bizzat yerini belirlediği yüksekliğe kadar Kiana’ya refakat etmek için ordudan ayrılmıştı.

İki atlının sessiz yolculuğu Aghon’un “Buradan sonrasında yürüyeceğiz.” komutu ile son buldu. Atından inip ayakları toprağa değen adam çevresindeki beklenti dolu sessizliği hissedebiliyordu.

Kiana, adamı itiraz etmeden takip etti. Atını ince gövdeli bodur bir ağaca bağladıktan sonra eyerine asılı küçük çantalardan birisini alıp boynuna astı. Bir diğerini karıştırırken bulamadığı şey yüzünden kaşları çatıldı.

“Sorun nedir?” Çevreyi kolaçan eden Aghon’un bakışları Kiana’ya takılmıştı.

“Daria, mataramı koymayı unutmuş.” diyen Kiana, boğazının kuruluğundan, damağındaki tatsız yapışkanlıktan şikâyet edemeden elindeki boş çantayı eyere vurarak cezalandırdı.

“Benimkini al.” Atından kendi matarasını alıp kadına uzatırken Aghon’un herhangi bir gecikmeye tahammülü yok gibiydi.

Kiana, gönülsüzce suyu kabul etti, içinden teşekkür etmek gelmiyordu. Aslında adamı bu uzak ve soğuk halinden kurtarabilmek için bir cadı ve bir kamın yıllarca dillerde dolaşacak dövüşünü sunmak istiyordu. Belki de… O fikri aklından geçirmekten bile imtina ederek eliyle sildiği mataranın ağzını dudaklarına götürdü ve kana kana içti.

Aghon, kadının hareketini kaçırmamıştı fakat herhangi bir yorum yapmak yerine yukarıya doğru tırmanan patikanın ucuna yöneldi. Sanki insan eliyle yapılmış gibi iki yanında üst üste dizili gri taşlar bir koridor gibi yollarını daraltıyordu. Yürüyüşlerini zorlaştıran ve ayaklarının altından kayan, irili ufaklı taşların çıkardığı seslerin arasında, vadide birbirlerini boğazlamak için bekleyen iki koca ordunun uğultusu Kiana’nın kulağına ulaşana kadar yok oluyordu.

Pişman mıydı? Önünde yürüyen, siyah zırhlı adamın geçilmez bir duvar gibi görüşünü kapatan sırtına bakarken kendisine bu soruyu sordu. Hem de ölesiye pişmandı ama ona bunu itiraf etmesini engelleyen ve dilini iki dudağının arkasında kalmaya zorlayan kardeşini arkasında bırakamayacak olmasıydı. İşte bu sebepten aynı zamanda pişman da değildi. Aslında hayatında ilk defa ne yapacağına kendisinin karar verdiği böyle bir iradeyi kullanıyordu. Çocukken daima koruyucusunun isteklerini yerine getirmişti, daha sonraki gençlik yıllarında da şimdi yaptığı gibi Ece’sinin sözlerini kendi isteklerinin önünde tutmuştu ve asla aksini düşünmemişti.

Ayaklarına söz geçirmekte zorlandığında Kiana aniden durdu ve yürümeye devam eden Aghon’u sessizce izledi. Her şeyi anlatsa anlar mıydı? Ona hak verse bile elinden bir şey gelmezdi. İstese belki kardeşini kurtardığında onlarla birlikte kaçardı.

Kadının sessizliğinden şüphelenerek dönen Aghon, “Bir sorun mu var?” diye sordu. Kiana’nın yüzünden gelip geçen ifadeleri anlamaya çalışırken kadına doğru birkaç adım attı.

Kiana “Üzgünüm.” diye fısıldayabildi. Boğazına takılan ne ise yutmakta zorlandığı gibi konuşmasına da mani oluyordu. Bu yumrudan kurtulmak için yutkundu.

Aghon duyduğu sözcükten emin olamayarak biraz daha yaklaştı ve “Ne dedin, duyamadım.” dedi.

“Üzgünüm, her şey…” Kiana öfkesi hariç hislerini dile getirmekte daima zorlanmıştı fakat kuruyan ağzının içinde dilini hareket ettirmek hiç bu kadar zor da olmamıştı. Eli tıkanıklığı açmak istercesine boynunu örttü. “Keşke…” Kuru bir öksürüğün önünü kestiği sözlerini tamamlamayı tekrar denedi umutsuzlukla. “Ben gelmek…” Sesi artık anlamlı sözcükler oluşturmaktan çıkıp hırıltıya dönüşmüştü.

Aghon göz açıp kapanıncaya kadar Kiana’nın yanındaydı. “Benimle gelmek mi istiyorsun? Bunu mu istiyorsun, söyle!” Kadını sarsmak istiyordu fakat son anda kendini durdurdu.

Kiana, adama tutunurken “Su.” diye inledi.

Kadının eli hararetle mataraya uzanırken Aghon suyu kadının önünden kaçırdı. “Kiana az önce ne demek istedin?”

Eli havada kalan Kiana’nın bakışları ani bir kavrayışla Aghon’un gözlerine kilitlendi. Birçok kere beyhude yere kıpırdanan dudaklarından “Sen!” sözcüğü artık cılız bir çığlık gibi çıktı. Adamın belinden eline geçen mataraya öfkeyle vurdu. Taşların üzerinden yuvarlanan su kabının akıbetine aldırmadan öfkeyle sıktığı ince uzun parmakları avuç içlerine batıyordu. Yine ihanete uğramıştı.

Ölüm döşeğindeki yaşlı bir adamın hırıltılarından öteye geçemeyen sesi ile büyüsünün işlemediği bir Kam’ın karşısında çıplak kalmıştı. Hâlbuki kısa bir süre önce o sesle adama neleri itiraf etmeyi planladığını düşündüğünde çığlık atmak için havayı ciğerlerine kuvvetle çekti. Sesi olmadan gücü de, büyüsü de sokak muskacılarından öteye geçemezdi. Ateşin efendisini çağıramazsa, rüzgârın ruhuna yalvaramazsa bu güçleri nasıl büyüsüne ortak edecekti.

Ellerini saran cansız alevlerin en güçsüz kam karşısında bile bir şansı yokken kendisini dikkatle izleyen Aghon’un üzerinde ocaktan sıçrayan bir kıvılcım kadar tesiri olmayacaktı.

“Hala geç değil.” Aghon, az önceki heyecanı yavaş yavaş kaybolurken Cadı’nın olup bitenleri kavramasını soğukkanlılıkla izliyordu. Bedeni bir adım bile geri gitmezken kadını hala ikna edebileceğine dair umudunu canlı tutmak zorlaşıyordu. “Artık kendini kandırmayı bırak!”

Bakışlarıyla hasmını öldürebilmek mümkün olsaydı Aghon o saniyede küle dönmüş ve ılık meltemle birlikte tepelere doğru savrulup gitmişti fakat Kiana bir çöl kadar kuru ağzını sımsıkı kapatırken başını hınç ile iki yana salladı.

“İstesen de istemesen de benimle gelmek zorundasın.” Alamayacağı şeyler için yalvarmanın beyhudeliğini anlamış olan Aghon, kadını tutmak için uzandı. Belki Kiana sesini kaybetmeden önce onunla gelmek istediğini söyleyecekti belki de sadece üzgün olduğunu fakat artık bunun bir önemi yoktu. Savaşı arkalarında bırakıp Kraliçe’nin etkisinden uzağa kaçtıklarında Aghon’u dinlemek zorunda kalacak, sonunda en doğru olanı yaptığını kabul ederek affedecekti. Öncesinde, ondan istendiği gibi Cadı’yı bu savaştan uzaklaştırıp toprakları için savaşan bu insanları kendi hallerine bırakmaları gerekiyordu.

Kiana, Aghon’un düşüncelerinden habersiz elleri kendisine ulaşamadan birkaç adım geriye kaçtı. Sessizliğindeki acıyı görmek istemeyen adama tüm gücüyle karşı koymazsa kardeşi ile birlikte kendi varlığı da artık kolayca gözden çıkarılacaktı. Elinde beliren kara taşlarını sıktı. Alevlerin Aghon’a herhangi bir zarar veremediğini daha önceden acı bir şekilde öğrenmişti. Sesine ulaşmak için boğazını zorlarken bağrını yakan acı ile bundan vaz geçti.

“Beni zor kullandırtma Kiana.” Aghon, elini kadına eşini dansa kaldıran bir kavalye gibi nazikçe uzatırken bir adım yaklaştı.

Kiana, uyarıya aldırmayarak patikanın taştan alçak duvarları üzerine üçtaşını fırlatırken adamla arasını açmak için geriye doğru hızlı birkaç adım attı. Belki bir orduyu karamsarlığa itip diğerinin kollarına güç-kuvvet verecek gücü yoktu ama iki yanlarında bellerine kadar yükselen taşları hareket ettirebilirdi.

Üç kara taş gürültücü arılar gibi Agon’un tepesinde dönerken “Büyünün işe yaramayacağını sen de biliyorsun, Kiana.” dedi sakin bir şekilde.

Fakat Cadı’nın amacı kara taşları ile adamı bir halat gibi sarmak değildi. Aghon’un etrafındaki tepenin taşları havalanıp bir çığ gibi üzerine geldiğinde Kam’ın yapabileceği tek şey eğilip başını elleri arasına almak oldu.

Kiana, Aghon’un akıbetine bakmadan patikadan aşağıya koşarken taş yığınının adamı uzun süre tutamayacağını biliyordu. Uzaklaşabilmesi için sadece ona zaman kazandıracaklardı. Artık üç kara taş Kam’ı terk etmiş, kadının etrafında bir kalkan gibi dönüyordu. Yukarıdan gelen gürültü ile hızını düşürmeyen Kiana omuzunun üzerinden geriye baktı. O anda Aghon’un,  üzerindeki toprağı silkeleyen bir dev gibi taşlardan kurtulduğunu gördü.

Hızlanan soluğu her nefes alış verişinde boğazını yakmaya başladığı halde ileride görüşüne giren atların silueti ile daha da hızlandı. Fakat aniden önüne çıkan ağaç kökleri onu yolundan alıkoymak için ayaklarına dolanırken nereden geldiklerini göremediği kalın sarmaşıkların yeşil kolları yakalamak için onu hedef alıyordu. Kara taşları, dalları bir tırpan gibi keserken bir yenisi topraktan fışkırıyordu. Yapabileceği tek şeyi deneyerek; ona çelme takmak için topraktan fışkıran köklerden ve sarmaşıklardan kurtulmak için zikzaklar çizdi.

Atlara birkaç metre kala kalın bir sarmaşığın ayak bileğine dolanması ile taşların üzerinde aşağıya doğru yuvarlandı. Durduğu anda topraktan çıkan birçok kol bedenini yere yapıştırdı. Kımıldayamıyordu, inlemek için bile sesi çıkmıyordu. Alnından boynuna doğru akan sıcaklık ile yaralandığını anladı. Gülmek ile ağlamak arasında gidip gelen ruh hali ile canhıraş nefesler aldı.

Aghon koşarak gelip Kiana’nın yanında dizlerinin üzerine çöktüğünde o da en az kadın kadar nefes nefese kalmıştı. Kara taşları kendisinden uzaklaştırmak için bir bilek hareketi ile üçünü de yakaladı. “İşimi zorlaştırma Kiana. İnan bundan ben de keyif almıyorum.” Sesi zehri sanki kendisi içiyormuş gibi acı doluydu.

Kiana, Aghon’un eli yanağını silene kadar ağladığının farkında değildi. Diğer tarafa dönerek uzaklaşmaya çalıştı ama boynunu sıkan sarmaşığın gıcırdayarak hareket etmesi ile öksürmeye başladı.

Aghon bir el hareketi ile kadını tüm bağlarından kurtardı, şefkatle kucağına çekti ve alnındaki yaradan saçlarını uzaklaştırdı. Bir bebeği uyutur gibi hafifçe sallanırken Kiana boğazından kaçan hıçkırığı adamın göğsünde boğdu.

 “Bu bizim savaşımız değil, Kiana. En iyisi bu.” diyerek Aghon, kadını teskin etmeye çalıştı.

Omuzları acıyla sarsılırken Kiana başını eğip adamın sözlerini sessizce kabullendi.

“Böyle olsun istemezdim. Zorla olmasını istemezdim. İnanıyor musun bana?” Aghon, Kiana’nın gözlerine bakabilmek için kadının başını kaldırırken kızarmış gözlerden hala akmaya devam eden yaşları öpmek için eğildi. Fakat sırtında giren keskin acı, adamın belini geriye doğru büktü.

Kiana, gevşeyen kolların arasından kurtulur kurtulmaz adamdan uzaklaşabilmek için poposunun üstünde geriye doğru süründü. Ancak sırtı ince bir ağacın gövdesine çarptığında durabildi. Elini göz hizasına kaldırırken Aghon’un kanına bulanmış küçük bıçağı boş bir şekilde süzdü. Ne yaptığını fark ettiğinde ise ateş tutmuşçasına bıçağı uzağa fırlattı. Tekrar hücum eden gözyaşlarının engel olduğu görüşünü Aghon’a çevirdi. Tıpkı Lurd’un evindeki kamın kendisine yaptığı gibi sevdiği adamı sırtından bıçaklamıştı.

Aghon, acısına aldırmadan kanlı ellerini hızlı bir şekilde büktü ve avuç içlerini gökyüzüne çevirdi, parmakları havayı kavrarken Kiana’nın etrafındaki topraktan fırlayan kalın sarmaşıklar kadını hızla ağaca bağladı. Anlaşılamamanın neden olduğu hayal kırıklığı kızgınlığa dönüşürken Cadı’yı ağaçtan ayırdı. Karşı koymak için elini dahi kaldırmayan kadını bir çuval gibi omzuna atarken sarmaşıklar, bez bir bebek gibi atıldığı yerin şeklini alan bedenin etrafına tekrar dolandılar fakat bu sefer o kadar da sıkı değillerdi.

Kiana’nın kara kısrağını yedeğine alan Aghon, önüne oturttuğu kadının sıkılı yumrukları arasından çıkan alevlere ve sırtındaki yaraya aldırmadan atını birliğinin yanına doğru sürdü. Dar düzlüğe vardığında Orist’in emrettiği gibi koruma birliğinde kendilerinden olmayanların icabına baktığını gördü. Bendol’ün yanına kattığı on adamının yarısının ölü bedenleri bir köşeye toplanmıştı. Birkaçı yaralı ama sağ kalan ya da teslim olan diğerleri, Rendull ve Ikar’ın başında dikildiği bir yığın halinde sarmaşıklarla bağlanıp etkisiz hale getirilmişlerdi. Orist’in zapt etmeye çalıştığı Daria’nın sonuna kadar mücadele ettiği kızın yüzündeki kan izlerinden belliydi.

Aghon’un önüne oturtulmuş Kiana’yı görünce Daria,  Orist’i hızla aşarak onlara doğru koşturdu. Düzlüğü kaplayan hayret dolu sessizlikte ilk defa Cadı’yı bu halde görmenin şaşkınlığı yatıyordu. Kiana bağlanmış askerlerin fısıldaşmalarını duyduğunda huzursuzca kıpırdandı. Adamları serbest bırakmayı başarabilirse Aghon onlarla uğraşırken kaçmak için bir şansı olabilir miydi?

Aghon, düşüncelerini anladığı kadının kulağına eğilerek “Yanlış bir hareket yaparsan Daria’yı geride, Bendol’ün insafına bırakırım.” diye fısıldadı. Kiana’dan bir tepki alamayınca bunu onay kabul ederek o esnada hanımının bacağını kavrayan kıza döndü. “Bendol’ün seni burada hanımın olmadan bulmasını istemiyorsan, bize sorun çıkarma Daria.”

Daria, her zaman kendisine iyi davranan Aghon’un sert sesi ile bir adım geriledi, bakışları Kiana’yı bulduğunda kadının kendisine bakmadan başını itaat etmesi için salladığını gördü. Orist’in onu Cadı’nın atına bindirmesine izin verdiğinde geride kalmaktansa artık hiç tanımadığına emin olduğu adamlarla hanımının da sürüklendiği yere gitmekten başka çaresi olmadığına kaniydi.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #19 : 10 Kasım 2016, 16:47:56 »
Molasız saatler boyunca hızlı at sürmelerinin sonucu olarak kendi kendini iyileştirmek için durup dinlenmeyen Aghon’un tükeneceği bir an gelecekti. Bu ihtimale bel bağlayan Kiana, zorunlu sessizliği içinde arkasındaki adamdan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışarak düşmemek için tutunduğu eyeri kavrayan parmaklarını sıkarak otururken geçen zamanı sabırla tüketiyordu. At sırtında mücadele etmenin ya da ağlayıp sızlanmanın farkında olarak yalancı sakinliği içerisinde ne pahasına olursa olsun tutsaklıktan kurtulmak için kafa patlatıyordu.

Aghon, arkadaşlarına yarasından bahsetmediği gibi yol boyunca acı çektiğini ima edecek tek bir inlemeyi dahi ağzından kaçırmamıştı. Orist’e verecek bir emri olmadığı sürece konuşmuyor, Kiana’nın sesini ondan almasının kefaretini tatsız kaçacak herhangi bir sohbetin eksikliği ile ödüyor gibiydi.

Saatler geçtikçe adamın tutuşu zayıflayıp arkasındaki eğilmez varlığı sırtında bir yük haline geldiğinde Kiana sabırla beklediği fırsatın yaklaştığını anladı. Sonunda akşamın alacakaranlığı üzerlerine çöktüğünde atların eşkin ve temkinli koşusuna ara vermeden ilerken mükâfatını sert bir şekilde aldı; Aghon baygınlığın koruyucu kollarına düşerken kendisi ile birlikte Kiana’yı da yere çekti. Kadın sarmaşıkların kıskacındayken düşüşünü en zararsız şekilde atlatabilmek için omzunu bir kalkan gibi kullanmaya çalıştı. Bereler iyileşirdi ama kırıklar için harcayacak ne gücü ne de vakti vardı.

Önlerinde ilerleyen Rendull ile Ikar düşme sesini duyarak geri dönerlerken Daria’nın bindiği kısrak yedeğinde olan Orist arkalarından onlara yetişti. Aghon’un bilinçsiz hali Kiana’nın bağlarını kontrolsüz bırakmıştı fakat serbest kalmasına rağmen uzaklaşmak yerine adamın yarasını merak ederek pelerini kaldırdı. Orist tarafından omzundan tutulup geriye itildiğindeyse karşı koymadı. O kısacık anda Aghon’un kanı ile ıslanmış zırhın siyah renginin daha da koyulaştığını görebilmişti. Kanaması çok olmalıydı.

Ikar, Cadı’yı arkasına alan Orist’in önüne diz çöktü ve endişe ile “Neden yarası olduğunu söylemedi ki?” diye sordu.

“Bizi yavaşlatmak istememiştir.” diyen Orist, deri zırhta Kiana’nın daha önce açtığı kesiği genişletmeye girişti.

Kiana, olduğu yerde dikkat çekmemeye çalışarak Daria’ya hızla göz attı. Kızın attan inmeye yeltendiğini görünce kaşlarını çattı ve kımıldamaması için başını iki yana salladı. Rendull atlarla ilgilenirken Orist’in ara ara gözlerinin ona kaydığını görebiliyordu. Önündeki iki adamın Aghon’u burada iyileştirmek için oyalanmakla hemen harekete geçip tedaviyi ertelemek hakkında tartıştıklarını işitebiliyordu.

Boğazındaki ağrı, başının zonklaması ve sağ omzunda düşüşten kalan sızıyı eklediğinde daha iyi günleri olduğunu itiraf etse de hayatı pahasına kaçmalı ve çok geç olmadan Vadiye geri dönmeliydi. Taşları hala Aghon’un cebindeydi fakat onları çağırdığında her zaman gelmemişler miydi? Yavaşça ayağa kalkarken taşların soğuk ve pürüzsüz yüzeylerini avucunda hissetti. Bir kalp gibi atan varlıklarından güç alarak taşları Rendull’a ve nöbet tuttuğu dört atın üzerlerine fırlattı. Atlar göz açıp kapanma süresinde panikle kaçışırken nöbetçileri onları zapt etmekte zorlandı. Ikar ya da Orist’in müdahale etmesine fırsat vermeden Kiana Daria’nın arkasına atlayıp dizginleri eline aldığında kısrak sahibinin tanıdık dokunuşlarıyla bir ok gibi ileri atıldı.

Ikar’ın buzdan parmakları onlara ulaşmaya çabaladı fakat hedefe koyduğu, cadılar tarafından eğitilen bir kısraktı. Seri manevralarla sağa meyleden atına yardımcı olmak için Kiana arkalarında onları kollayacak ateşten bir kalkan oluşturmakta gecikmedi. O esnada da taşları ona dönmüştü. Arkasında alacakaranlıkta yankılanan bağırışlara atları kaçıran Rendull’un küfürleri karışıyordu.

Uzun bir süre takip edilemeyeceklerine hükmetmesine rağmen Kiana rahatlayamamıştı. Bilmediği topraklarda hele ki güneş battıktan sonra tek şansları geldikleri yönde dönmeye çalışmaktı. Duyuları rüzgârın ona taşıyacağı herhangi bir sese dikkat kesilmişken Daria sonunda dayanamamış ve yeteri kadar uzaklaştıklarına kanaat getirerek heyecanla konuşmaya başlamıştı.

“Kaçmak için bir şey yapamadım, her şey o kadar hızlı olduk ki. Orist olduğum yerde kalırsam bana hiçbir şey olmayacağını söyleyip duruyordu ama o korkuyu hissettim.” diye sızlandı Daria. “Ikar bir grup askeri parmağının ufak bir hareketi ile korkudan diz çöktürdü, gözlerimle gördüm.”

Kiana’nın, Ikar’ın nehrin hanımı ile arasının iyi olduğunu anlaması için kızın sözleri yeterliydi. Birkaç kişiyi aynı anda korkuya boğup etkisiz hale getirmek her kamın sergileyebileceği meziyetlerden birisi değildi.

Daria, yaşadıklarını saatlerdir içinde tutmanın sonucunda artık konuşabiliyor olmanın rahatlığı ile Kiana ve Aghon dönene kadar gördüklerini tek tek anlatıyordu. Rendull ve Ikar’ın tüm büyülerini sıralayıp Orist’i dışarıda tutması Kiana’ya iri yarı adamın bir kam olmadığını düşündürdü.

“Aghon'un bu kadar iyi gizlenebilmesini aklım almıyor. Nasıl olur da fark edilmezler.” Daria ne yaptığını fark edip “Üzgünüm.” diye mırıldandı. Kız, kalbinin taştan olmadığını anladığı hanımının hislerini hesaba katmadığını çok geç fark etmişti. Bacağına iki kere vurulması üzerine dönüp Kiana’nın yüzünü görmeye çalıştı.

Alnı ve yüzünün yarısı kurumuş kanla kaplıyken savaş boyası sürünmüş bir savaşçı gibi duruyordu, siyah gözleri pırıltılarla doluydu. Kadını nasıl teselli edeceğini bilemeyerek önüne dönen Daria, “Seni gerçekten sevdiğini düşünmüştüm.” diye mırıldandı.

Kiana, bunları daha sonra düşüneceğine dair kendisine söz verdi, şimdi sadece yollarını kaybetmemek için uğraşmalıydı. Bir saatin sonunda önlerinde birer gölge gibi beliren kuru ağaç kümesinin önünde buldular kendilerini. Kısrağı ilerlemek için sabırsızca sürekli hareket halindeydi fakat Kiana onu durdurarak kaybolmadıklarından emin olmak istedi. Gelirken baharın ulaşmadığı bu kasvetli bodur ağaçların arasından geçtiklerini çok iyi hatırlıyordu fakat ışığın önlerini aydınlattığı zamanla akşamın geceye karıştığı karanlığı kıyasladığında içlerinden geçmeye tereddüt ediyordu. Etrafından dolanıp sonunu bilmediği bir maceraya da girmek istemiyordu.

"Buradan hiç hoşlanmadım." Daria huzursuzca kıpırdandı ve "Biraz ışığa hayır demezdim." dedi içini çekerek.

Kiana, tüm ağaçlığı yakıp yıksa daha çok mutlu olacağını biliyordu ama onun yerine kısrağın böğrünü sert bir şekilde topukladı. Atın içgüdülerinin insafına kalmışlardı. Çok değil ağaçlığa girdikten bir kaç dakika sonra Kiana artık yalnız olmadıklarını anladı. Bir atlı grubu ağaçlığın ötelerinden geçiyor olmalıydı çünkü toynakların toprağı döven gümbürtüleri belli belirsizdi. Aghon'un onu bulmuş olabileceğineyse zannetmiyordu.

Zaten yorgun olan kısrağını daha fazla zorlamak yerine temposunu korudu. Eğer Aghon sesini ondan almamış olsaydı şimdi rüzgârı yanına katmış, adeta uçarak Vadi'ye varmışlardı. Hala geç değil, diye kendisini teskin etti.

Dalların dikenler gibi kollarını ve bacaklarını çizdiği sıklıkta ağaçların kümelendiği bir yere geldiklerinde ortamın doğal olmadığını çok geç fark ettiler. Kısrak önüne çıkan her engeli ve ağacı zikzaklar çizerek aşıyordu fakat sonunda ayağıkökler arasında oluşmuş bir deliğe girdi. Kiana, çevrelendiklerini ve tuzağa çekildiklerini atın üzerinden fırlayarak yere sert bir şekilde çarptıklarında anladı. Daria bir kaç adım ötesinde bir ağacın yumru yumru köklerine doğru savrulmuştu. Kızın doğrulmaya çalıştığını görünce rahatladı fakat kısrağı ayağa kalkmak için çaresizce debeleniyordu.

Bir mızrak gelip atın boynuna saplandığında Daria, bir çığlık attı. Kiana, zorlukla ayağa kalktı fakat kısrağı için yapabileceği bir şey yoktu. Kendilerini düşünmeleri gerekiyordu çünkü ağaçların arasından yavaş yavaş beliren siluetlerin sıradan kişiler olmadıkları anlaşılıyordu. Kemerlerine asılı kılıçları kınlarından dahi çıkarılmamıştı fakat Kiana, her an bir kam büyüsünün desenlerini çizmeye hazır elleri tetikte, kadınlı erkekli sekiz kişi saydı. Daria’nın yinelene çığlığı ile arkasına döndü; kız bir kam tarafından kollarından yakalanmıştı.

Bir kadın öne çıktı ve Kiana'yı tarttı. Ardından omzunun üzerinden bir adama seslendi. "Rydan, Aghon'a Cadı'yı bulduğumuzu haber ver."

Genç bir erkek elini mızrak gibi kolayca toprağa sapladı, kısa ve sessiz bir bekleme anından sonra Kiana’nın anlamadığı bir lisanda bir kaç kelime mırıldandı. Ne duyduysa başını sallayarak cevap verdi. Sonunda topraktan elini çekti ve kendisini bekleyen kadına "Yakındalar, geliyorlar." dedi.

Kiana, grubu son ana kadar neden fark edemediğini artık anlıyordu. Sanki çok uzaklardan geçiyorlarmış gibi atlarının yürüyüşlerinin seslerini toprakta boğmuşlardı.

"Konuşamayan bir Cadı, ne güzel bir manzara."

Kiana arkasından bir yerden gelen yoruma sadece kocaman bir gülümseme ile karşılık verdi. Son umutları da yok olup giderken elinden yapacak başka bir şey gelmiyordu. Kahkahalarla gülmek istedi fakat ağzından çıkacak seslerin nahoşluğundan korkarak kendini tuttu. Kardeşini ne kadar zamandır görmediğini hesaplamaya çalıştı, sekiz ay önce Bendol'ün sarayındaki hücredeki halini hatırladı. 'Üzgünüm Kieran, başaramadım.' diye özür diledi içinden.

"Ama gülebiliyor."

"Çok uzun sürmeyecek."

Kin dolu bir sesle temennilerini sunan Kam’a doğru döndü Kiana. Adamın ellerinin seri hareketlerle çizdiği şekli izlerken kılını bile kıpırdatmadı. Fakat zihnine dolan görüntülerin canlılığına hazırlıklı değildi. Farkında olmadan bir adım geriledi, sanki o anda Bendol kardeşini lime lime ediyordu. Kam’ın büyüsü zihnindeki en büyük korkusunu deşip yüzeye çıkartırken ağzından hafif bir inleme kaçtı. Alnında biriken terin anında soğuduğunu ve bedeninin buz kestiğini hissetti fakat kaşlarının altından adama bakarken titrek de olsa meydan okuyan bir gülümseme göndermeyi başardı.

“Seik, kes şunu!” emri, ilk konuşan kam kadın tarafından seslendirmişti. “Kılına dokunulmayacak, duydunuz mu? Hemen şu Cadı’yı bağlayın!”

Kiana, ne bağlanıp dışarıda kalmaya ne de kamların geri çekilmesine izin vermedi, taşlarını etrafındaki kam çemberinin yüzlerinin önünden tehditle geçmesini sağladı. Zaten bir kıvılcım bekleyen ortam bir anda karıştı. Cadı, zihnine dolan korku ve tehdit içeren her bir görüntüyü savuşturdu. Kamların arasından Aghon’a haber gönderen genci gözüne kestirdi. Cadı’nın ellerini kaplayan ateş topraktan sarmaşıkların fırlamasını tetikledi. Rydan’ın etrafında dönen taşlar bir kement gibi ince bedeni yakaladığı anda Kiana bir benzerini kendi göğsünde hissetti ama o bir kam değildi ve ellerine şimdilik ihtiyacı yoktu.

Kendi bağları daralırken o da kam oğlanın iplerini sıktı. Daria’nın bağırışlarına Rydan’ın acı dolu feryadı karıştı. Kiana, ellerinden kollarına doğru hareket eden alevlerin arasında omzunda soğuk bir acı hissetti. Bir tane daha diğer omzuna saplandı fakat öldürme amaçlı olmadıklarını anladı. Oğlanı bırakması için bir uyarıydı ama aldırmadı.

Bendol’e duyduğu kinini, bulaştığı belalar için Kieran’a öfkesini, Ecesinin amaçları için kardeşini kullanmasının çaresizliğini en çok da Aghon’un ihanetinin hayal kırıklığını ateşine yükledi. Alevler boynuna kadar ulaştı ve dolandığı yerlerde kıyafetleri yakıp kül etti, omuzlarındaki buzlar eridi geride kanlı yaralar bıraktı. Alevler kulaklarında uğuldamasına rağmen Kiana, kam kadının ona zarar vermemeleri için bağırdığını duydu. Lanet kamlar, diye düşündü, yer değiştirsek cadılar bir kamı çoktan parçalamıştı.

'Benden günah gitti.'

Taşları Rydan’ı Cadı’nın dibine kadar sürükledi. Kiana oğlanı ellerinden yakaladığında cadıyı zapt etmek için gönderdikleri sarmaşıkları bu kez arkadaşlarını ondan çekip koparmak için kullanmayı denediler fakat alevler her birini aç bir kurt gibi yalayıp yutuyordu. Soğuğun buzdan parmakları etraflarına kapandı, söndürmek için üzerlerine yığınla toprak atıldı fakat Kiana kendini tüketircesine alevlerini körükledi ve ateşten bir fanusun içine ikisini de hapsetti.

 Rydan bağırdıkça kalbine saplanacak bir buz parçası bekledi ama gelmedi. Geçip gelmesine izin vereceği tek şeyi ondan esirgedikleri için daha da öfkelendi. Bedenlerinin tamamı ateş ile kaplandıkça Rydan daha fazla ayakta kalamayarak dizlerinin üzerine çöktü. Hadi diye düşündü, öldürün beni! O da sonunda oğlanın önünde diz çöktü, gücü tükenmek üzereydi.

Ağaçların arasında bir şenlik ateşi gibi yanarken karanlığı kırmızı bir ışıkla aydınlatıyorlardı. Üzerlerinde yanıp kül olmamış tek bir kumaş parçası kalmamış, Rydan'ın metal kolyesi eriyerek kabaran derisiyle bir olmuştu.

Kiana, bilincini yitirerek yana kaymadan önce oğlanı omuzlarından yakalayan ellerin ateşten etkilenmediğini fark etti tanıdık geldiğini fark etti. Ona o zehirli suyu veren eller... Onun yüzünde dolaşan eller... Aghon’un elleri gibi.


Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #20 : 02 Aralık 2016, 11:28:04 »
Karanlık Sular

Suyu yaran kürekler inip kalktıkça etrafa yayılan su damlacıkları, yeni doğmuş ayın ışığında, tekrar okyanusa karışana kadar yeryüzündeki yıldızlar gibi parlıyordu. Bulutsuz, berrak gökyüzünün altındaki karanlık suların üzerinde hareket eden iki kayığı çeken küreklerin gıcırtılarından başka ses duyulmuyordu. Ufka yakın bir noktada kayıklara göz kırpar gibi yanıp sönen bir ışık deniz feneri misali kamlara rehberlik ediyordu.

Kiana yavaşça gözlerini açtığında gökyüzündeki yarım ayın ve onun etrafına saçılmış yıldızların yakınlığı ile kirpiklerini kırpıştırdı. Nerede olduğunu anlamaya çalışırken zihnine dolan görüntüler Daria'nı kucağından hızla doğrulmasına sebep oldu.

Kayıktaki hareket ile kürekler devinimlerini durdururken başlar Cadı'ya döndü. Daria, tepki olarak hanımını korumak için ince ve kırılgan gövdesini kadının önüne kaydırdığında içten çabası alaycı birkaç kıkırdamayı ortaya çıkarmaktan başka işe yaramadı.

Kamlar geniş kayığın iki yanına sıra halinde oturmuşlardı ve sıkıca kavradıkları küreklerin tutacak yerleri sanki kendisini işaret ediyormuş gibi Kiana'ya dönüktü. Karşısında oturan karaltının Aghon olduğunu anladığında kendinden geçmeden önce alevlerin arasından kam oğlanını uzaklaştıran kişinin o olduğunu, aslında hayal görmediğini anladı. Adamın kendini iyileştirip onlara yetiştikleri zamanın kısalığını göz önüne alınca kuzeyde anlatılanların, onların doğa ile iç içe yaşamalarından kaynaklı vahşi, eğitimsiz, dik kafalı tarifinin, aksine kamlar hakkında cadıların bilmediği çok şey olduğuna hükmetti.

Okyanustan gelen sert ve soğuk rüzgâr yüzüne çarptığında kürekler yeniden hareket etmeye başladı fakat kayık insanüstü bir güçle yönlendiriliyor adeta buzun üzerinde kayan kızaklar gibi suda hızla ilerliyordu. Onları bekleyen ve gelmeleri için göz kırpan ışığa her geçen saniye biraz daha yaklaşıyorlardı. Rüzgârı tekrar teninde hissetmek güzeldi fakat bilincinin uyandığı şu anlarda Kiana içinde, kendini karanlık sulara bırakıp okyanusun sonu gelmez derinliğinde kaybolmayı dileyen bir boşluk hissediyordu.

Kadının sulara bakışını fark eden Aghon'un sesi kayıktaki sessizliği böldü. "Aklından bile geçirme." Ardından çektiği küreği tek eline bıraktı. Serbest kalan eli uzandığı suya doğru havada spiraller çizerken su kabararak bir girdap gibi havada döndü ve adamın eli hareket etmeyi bıraktığında tekrar okyanusa karıştı. "Emin ol, okyanusun dibine de girsen seni bulurum."

Kiana, mecburiyetten susarken Daria, "Ne istiyorsunuz ondan?" diye atıldı. "Yapacağınızı yaptınız ve Cadı'yı savaştan uzaklaştırdınız. Artık rahat bırakın onu."

"Bırakalım da Mickal'a geri mi dönsün?" dedi arkalardan genç bir kadın sesi.

Daria "Ne yapacaksınız peki?" diye korkuyla soludu.

"Endişelenme Daria, hanımını öldürmeyeceğiz." Aghon araya girerek kızı yatıştırmaya çalıştı fakat Kiana suya tükürerek adama cevap verdi.

"Tabii, Cadı kendini öldürtmezse..." dedi alaycı bir erkek. Sanki Kiana'nın aklına intihar fikrini sokmak ister gibi hevesiyle konuşmuştu.

"Sizin de onlardan bir farkınız yokmuş. Cadılar kadar kötüsünüz." dedi Daria, korumaya çalıştığı Kiana'yı da kamlarla birlikte yerdiğini fark etmedi.

"Şu konuşana bakın hele. Sedar'ı haksız yere işgal eden bir Zedana'lı bize iyilikten bahsediyor."

Genç kız, tam ağzını açıp onlardan biri olmadığını Mickal'ın sarayında çalışırken zorla Cadı'ya hizmetçi yapıldığını söyleyecekken tanıdık bir ses araya girdi.

"Sussan iyi olacak Daria." dedi Orist, karamsar bir şekilde.

Daria dönerek adamı görmeye çalıştı, iri gövdesi ile kayığın ön tarafına yerleşmiş, kılıcını dizleri üzerine yatırmıştı. Kıza bakmak yerine gözlerini karşıya geldikleri kıyıya dikmişti.

Konuşmak için göğüs kafesine doldurduğu havayı hızla bırakan Daria yenilgiyi kabul ederek oturduğu yerde büzüldü. Kiana'nın parmakları koluna dolandığıysa kadına ancak titrek bir gülümseme gönderebildi.

Kiana, onu ateşli bir şekilde savunan kızın sadakati karşısında sesi olsa bile konuşamayacağını hissediyordu. Şuanda etrafı düşmanları ile çevriliydi ve onun için endişelenen tek kişi aylar önce her şekilde hakaret ettiği, bu insan kızıydı. O da Daria, gibi kabuğuna çekilirken farkında olmadan birbirlerine sokuldular.

Kayıklar yavaşça durduğunda yanaştıkları büyük geminin güvertesinden kalın halatlardan yapılmış merdivenler sarkıtıldı. İlk olarak dikkatini çeken şey geminin iskele tarafından çıkan uzun kürek sırası oldu. Ardından fenerlerin üzerindeki örtülerin kaldırılması ile uzun kadırganın zarif hatları meydana çıktı; ortasındaki uzun, kıç kısmındaki daha kısa yelken direkleri birer kılıç gibi gökyüzüne yükseldi.

Kadırgaya biraz geriden yanaşan diğer kayığın yolcuları da atılan merdivene asılmışlar gemiye çıkmaya başladığında, koyu renk pelerine sarmalanmış bir kamın titrek hareketleri dikkatini çekti. Başlığının rüzgârla açılması ile pembeleşmiş ten ortaya çıktığı zaman ağaçlıkta yaktığı oğlanın hala sağ olduğunu anladı. Arkadaşlarının desteği ile zar zor da olsa güverteye ulaştığında geriye dönüp Kiana ile göz göze geldi.

Birer siyah çukur gibi bakan gözlerdeki nefreti oturduğu yerden görebiliyordu. Hâlbuki oğlana o kadar zarar vermeden kamların kendisini durdurmak için harekete geçeceklerini ve onu öldüreceklerini düşünmüştü fakat iş öyle bir raddeye gelmişti ki ne kamı serbest bırakabilmiş ne de ölebilmişti. Oğlan uzaklaştırılana kadar gözlerini kaçırmayan Kiana, pişman olmadığını hissetti. Fırsatını yakalasa yine aynı şeyi yapardı. Kamların eline düşmektense ölmeyi tercih etmiş sadece bunu başaramamıştı.

Ayağa kalktığında Daria'nın siperinden çıkmış olduğu için soğuk esen rüzgârla titredi. O anda fark ettiği, bir pantolonun sardığı ince uzun bacaklarını kaşlarını çatarak süzdü. Üstüne eski fakat kalın bir gömlek geçirilmişti, zayıflığından dolayı kendisini bir askı gibi hissettirecek kadar bol ve kalçalarını örtecek kadar uzundu. Onu kimin giydirdiği umurunda değilse de pantolondan başka bir şey bulamadıkları için öfkelendiğini hissetti.

Kiana, hareket edildikçe sallanan kayıkta Daria'nın ardından dikkatle ilerledi. Aghon'un varlığını arkasında hissetse de dönüp bakmadı. Kızın ardından güverteye ayak bastığında ise gördüğüne hazırlıklı değildi.

Lurd... Haftalar önce nerede olduğunu bulmaya çalıştığı ve Ece'sine yerini söylediği adam, şimdi canlı bir şekilde karşısındaydı. Hafif hafif sallanan geminin güvertesinde ayaklarını bir omuz hizasından açmış ellerini önünde kavuşturmuş, onu meydan okuyan bir ifadeyle bekliyordu. Denizcilerden ve kamlardan oluşan kalabalık ikilinin karşılaşmasını merakla ama sessizce izledi.

"Kimleri görüyorum!" dedi Lurd canlı sesi ile. "Bir gün sizi gemimde ağırlayacağım aklımdın ucundan dahi geçmezdi." Uzun kollarını iki yana açarak "Hoş geldiniz." dedi sevecen bir ev sahibi edasıyla. Kirli sakalı denizlerde yıllarının geçiren esmer tenini daha koyu gösteriyordu. Ensesinde topladığı uzun siyah saçları bir korsan görünümü verse de asıl tekinsizlik hissi siyah gözlerinden geliyordu.

Cevap vermesini mi bekliyorlardı, o halde o da verecekti. Kiana öne birkaç adım attı, yürüdükçe ellerinde ortaya çıkan alevleri ile kalabalık bir anda harekete geçti fakat o adama dokunmak yerine uzun gömleğinin bir yanını çekiştirerek bir dizini hafifçe kırdı. Denizcinin önünde sarsak bir reverans ile selamını taçlandırdı. Neşeli bakışlarını adamın siyah gözlerinden telaşla onları çembere almış olan kamlara çevirdi ve ardından kocaman bir gülümseme sunarak hepsiyle alay etti. Lurd'un attığı gür kahkahası sadece denizciler tarafından karşılık bulurken gerginlikten kırılacak olan kamların nefeslerini bıraktığı neredeyse gözle görülecek kadar somuttu.

Aghon'un koluna yapışması ile gömleğinin bir yanını yakan ellerindeki alevler hızla söndü. Kiana'nın bakışları kolundaki elden yukarıya doğru yavaşça çıktı. Dünden beri ilk defa o gözlere bu kadar yakından bakıyor ve o bakışları direk karşılaşıyordu. İçlerindeki eğilip bükülemez kararlığı gördü ama adamın saklamaya çalıştığı acıyı keşfettiğinde ise sevindi. Aghon da en az onun kadar bu durumdan mutlu değildi.

"Hoş geldin dostum. Uzun zaman oldu." Lurd'un araya girmesi ile Aghon dikkatini kaptana çevirdi.

Sert bir tokalaşma ile selamlaşan adamlar, hızlı bir bakışma ile Cadı'nın bir an önce göz önünden kaldırılmasına karar verdi.

"Kosa!" diyerek Lurd, omzunun üzerinden seslendi.
Genç bir oğlan arkalardan öne çıkıp kaptanının yanına kadar geldiğinde. "Aghon'u ve misafirimizi hazırladığımız kamaraya götür." diye buyurdu.

Aghon onlarla birlikte hareketlenen Daria'yı görünce "Orist, Daria senin sorumluluğunda." diyerek kızı durdurdu.

Yerinde duramayan bir yapısı olan Kosa sabırsızlıkla baktığı Aghon'un işareti ile kadırganın uç kısmına yakın yatık bir kapıyı yukarı kaldırdı. Kiana ve Aghon oğlanın ardından kaybolduğunda güvertede konuşmalar bir anda yükseldi.

Kosa kamaranın kapısını açıp içeri girmeden geri çekildi.

Kiana'nın sırtında olan eliyle kadını içeriye doğru hafifçe ittiren Aghon oğlana dönerek "Kaptanına birazdan geleceğimi söyle." diyerek miçoyu gönderdi.

Odayı inceleyen Kiana, bir masa iki sandalyeden oluşan eşyaların azlığına burnunu kıvırırken ahşap duvarları yakıcı gözlerle inceledi. Bir iki kıvılcımın iş göreceği kadar ahşap, diye düşündü. Ardından kilitte dönen anahtarın metalik sesi ile hızla döndü. Kendini yalnız bulmayı beklerken Aghon sırtını kapıya yaslamış onu izliyordu. Çok oyalanmadan kamaranın ortasına kadar gelen adamı, kin dolu gözlerle takip etti.

"Özür dilemeyeceğim." Adamın kalın ve boğuk sesi boş mekânı doldurdu. "Ecen de sen de bunu hak ettiniz. Kibriniz ve dünyaya hükmetme hırsınız yüzünden şimdiye kadar sizden zayıfları birbirine kırdırdınız. Artık onları maşa gibi kullanamayacaksınız."

Kiana, o anda Aghon'a gerekli cevabı verebilmek için sesini geri almayı şiddetle arzuladı fakat çaresiz, hislerini belli etmekten kaçınarak umursamıyormuş gibi davrandı ve arkasını adama döndü. Kamaradaki lombozlardan birisine yaklaştı. Yolcularını alan ve yeniden harekete geçen gemi, tıpkı kayıklar gibi hızla suları yararak ilerlemeye başlamıştı.

"Şimdi kulaklarını tıkayabilirsin, Kiana." dedi Aghon yılmadan. "Ama bu hırsın en çok sana zarar veriyor farkında değilsin."

Aghon'a dönen Kiana'nın kaşları alayla yükselmişti. 'Ah Aghon! Bana gerçeği gösterme hırsın da en çok sana zarar verecek.'

"Sedar ve Zedana'nın savaşı sona erdiğinde, sen de sesini geri alacaksın ve istediğin yere gidebileceksin." dedi Aghon, içini çekerek.

Kamlar, ezeli düşmanlarından bir cadıyı ellerine geçirmişlerdi ve onu da kısa bir süre sonra bırakacaklardı, öyle mi? Kiana, Aghon'un, kamların nasıl bir dünya da yaşadıklarını merak etti.

Kadının alaycı ifadesini kaçırmayan Aghon, "O yüzden rahat durmanı ve başka birinin daha canını yakmamanı tavsiye ediyorum." dedi ciddi bir tonla.

İki elini beline dayayan Kiana, 'ya yapmazsam dercesine.' adama meydan okudu.

Kadını kolundan kavrayarak kendine yaklaştıran Aghon tane tane konuştu. "Ölmek için yanıp tutuştuğunu biliyorum, Kiana. Seni bu denli bir karamsarlığa neyin sürüklediği hakkında hiçbir fikrim yok." Dişlerini sıkan adam elindeki baskıyı arttırdı. "O kahrolası Kraliçen için bunu yapıyorsan eğer, emin ol o Cadı için bir damla kanını akıtmaya bile değmez. Seni serbest bıraktığımızda seni yanına yaklaştıracağını mı zannediyorsun? Hayır, gözünü kırpmadan öldürecek."

Başını iki yana sallayan Kiana, adamın pençesinden kurtulmak için çabaladı.

"Kamların seni serbest bıraktığını öğrendiğinde ne düşünecek biliyor musun; bizimle işbirliği yaptığını..."

Kiana tüm gücüyle adamı göğsünden itti, Aghon'un izin vermesi ile kamaranın birer yanına savruldular.

Aghon, kadının ellerini kaplayan alevlere alayla baktı. "O kadar basit değil." dedi bıkkınlıkla. Elleri gözle takip edilemeyen desenlerini çizdi ve seri bir şekilde kamaranın ahşap duvarları, yol yol buzun mavi rengi ile bürünmeye başladı. İçerisi hızla soğurken tavan ve zemin kam ve cadıya dokunmadan buzla kaplandı.

Kiana'nın buzdan hapishanesinden kurtulabilmek için iki yanına gönderdiği alevden diller Aghon'un buzunda tek bir damla oluşturamadı.

Kapıya ulaşan Aghon, "En iyisi esaretinin tadını çıkar, Kiana. Ya da insanların başına açtığınız belaların muhakemesini yap." dedi fakat son tavsiyesinin dinleneceğinden herhangi bir umudu yokmuş gibi omzunu silkti.

Onu burada yalnız bırakmaya niyeti olduğunu anladığında Kiana dehşetle kapıya koştu fakat Aghon dışarı çıkmış ve kapıyı kilitlemişti. Kamarada tek ahşap kalan yer olan kapı da göz açıp kapayıncaya kadar buza büründü.

Kiana, en büyük kâbusu ile baş başa kaldığını anladığında tüm gücü ile kapıyı yumrukladı fakat cevap veren olmadı. Soğuğun keskin dili tüm vücudunu ele geçirmeden önce sessiz çığlığı buzda çatlaklara sebep oldu ama daha ötesine geçemedi.

Kuzeyin keskin soğuğunda yaşamıştı ama  hayatı boyunca da o kemikleri donduran soğuktan nefret etmişti. Çocukluğunun tüm kötü anıları zihnini acıyla doldururken hızla kapıdan  uzaklaştı.
Artık buzdan bir kaplaması olan masanın altına girdi ve olduğu yere çöktü. Dizlerine doladığı kollarının üzerinden her an gelmesini beklediği tehlikeyi gözden kaçırmamak için korkuyla büyüyen gözlerini kapıya dikti.

Artık onu gelip kurtaracak bir Ece'si yoktu ya da sarılıp ısınabileceği bir kardeşi...

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #21 : 27 Aralık 2016, 09:40:49 »
Kaptanın kamarasına girdikten sonra ardından kapıyı çarparak kapatmamak için kendisini zor zapt eden Aghon, saçlarını gerginlik ve öfkeyle geriye itti. Geminin belki de en geniş odasının dört bir duvarında yanan kalın mumların sıcak turuncu ışıkları geride bıraktığı parlak buz mavisi rengi zihninden uzaklaştırmaya yetmedi.

“Zor bir vedalaşma olmalı?” Lurd dar masanın önündeki kolluklu ahşap sandalyelerden baştakine bir kral edasıyla kurulmuş, ayaklarını çaprazlayarak ileri doğru uzatmış sessizce oturuyordu.

Aghon, Lurd’un alaycı sözlerini duymazdan gelerek kamaranın sağ tarafındaki alçak bir dolabın önünde çömeldi ve kapaklarını iki yana açtı. İrili ufaklı, renkli renksiz, herhangibir sarsıntıda kırılmasınlar diye etrafları deri ya da kumaşlarla sarılı şişeleri kurcaladıkça homurdandığı duyuluyordu.

“Sana lazım olanı biliyorum.” dedi Lurd ve ardından çizmelerinin ağır adımları ahşap zeminde yankılandı. Kaptan masasının gerisindeki kilitli, iki karış enindeki bir sandığın kilidini açarken keyifle anlatmaya başladı. “Thiz adalarını hiç duydun mu? Denizlerin babası adına! Hiçbir fikrin olmadığına bahse girerim.” Adam bembeyaz dişlerini göstererek Aghon’a döndü ve bir şarap şişesinin yarısı kadar olan yeşil, cam şişeyi yukarı kaldırdı.

Aghon az önce Lurd’un kalktığı sandalyeye kendisini bırakırken “Bilsem bile bunu umursamadan tekrar anlatacağına eminim.” dedi bezgin bir tonda. Ölesiye yorgun hissediyordu ki son bir gün boyunca yaşananların tüm ağırlığı oturduğu anda omuzlarına çökmüş ve onu sandalyeye adeta çivilemişti.

“Umursarsam cadı olayım.” dedi Lurd alayla.

Aghon, kaptanın yüzünden çok nadir eksik olan gülümsemelerinden birisine bakarken başını iki yana sallayarak içini çekti ve “Anlatacakların elindeki şişe ile mi alakalı?” diye sordu teslimiyetle.

“Tam da oraya geliyordum.” Lurd bir çekmeceden çıkardığı iki küçük cam bardağa tıpasını çıkardığı şişeyi devirdi. Onu yıllarca saklayan kap gibi koyu yeşil olan yoğun bir sıvı bardakları doldururken “İşte! Thiz adalarından bir inci kadar değerli bu içkisine ihtiyacın var dostum.”

“Yosun yemiş balık kusmuğuna benziyor.” dedi Aghon yüzünü buruşturarak.

“Ben olsam böyle tarif etmezdim… ama haklısın.” Lurd bir bardağı masanın üzerinden Aghon’a doğru sürdü. Kendisininkini ve şişeyi de yanına alarak adamın karşısındaki sandalyeye yerleşti ve uzun bacaklarını üst üste atarak anlatmaya devam etti. “Adanın yerlileri… Hayır derileri yeşil değil.”

“Öyle bir şey demedim.” dedi Aghon saatlerdir ilk defa yüzünde gülümseye benzer bir ifade oluşmuştu.

“Diyecektin dostum, ciğerini bilirim senin.” Lurd tam ağzını açıp yeni bir şeyler söyleyecekken dondu kaldı.

Aghon, yeşil sıvıyı başına dikmiş ve tek yudumda tümünü midesine indirmişti fakat bir kaç saniye sonra hafif bir inleme ile kıvranarak acısını ortaya çıkardı.

Kahkahalarla gülen Lurd tüm kamarayı çınlattı. “Hep böyle sabırsız olmuşsundur.” Kendi kadehini birkaç yudumda yavaşça içti. “İsmi yeşil ejder, adı gibi geçtiği yerleri yakıp yıkar ama merak etme midende çok kalmayacaktır.” İma ettiği şeyin anlaşıldığından emin olunca da “Ada yerlileri yosun ve deniz suyunu bitkilerle hiç anlamadığım ve de ilgilenmediğim bir şeyler yaparak on yıl bekletiyorlar. Bu afete de yeşil ejder diyorlar.” diye ekledi. “Öldürsen tarifini vermezler. Öğrenmeyi denediğimden değil elbet. Sormaman gerektiğini yerlilerin gözlerinden bile anlayabilirsin.” Kendi kendine konuşur gibi tekrar bardakları doldurmaya koyuldu. “O kadar ada, o kadar kıta gezdim Thizliler gibi sağlam adamların olduğu bir toplulukla karşılaşmadım.”

“Bize haksızlık etmiyor musun?” Aghon ikinci bardağını yudum yudum alırken kaşlarını çattı.

“Yüzyıllardır bir korkak gibi saklanan kamlara mı haksızlık ediyorum?” Lurd ufak alaycı bir kahkahanın ardından “Hiç sanmıyorum.” diyerek acımasızca kendi toplumunu yargıladı.

“Yok olmadan hayatta kalmayı başardık, bundan ala güç mü olur?”

“Daha en başında o duruma düşmemeliydik. Cadıların bizi yok etmesine izin vermemeliydik.” Lurd omzunu silkerken bardağını Aghon’a doğru kaldırdı. “Talihin dönmesine!” dedi ve şans dileğini bütün ejderi içerek taçlandırdı.

Aghon, bardakları tekrar doldurmaya niyetlenen Lurd’u eliyle durdurdu. “Şimdiden ejderhalara kafa tutacak delilikteyim.”

“Bunun için hiçbir zaman içkiye ihtiyacın olmadı.” Lurd arkasına yaslanarak sandalyesine biraz daha yayıldı. “Kosmen, sana güvenip seni kuzeye göndermekle bilgeliğini bir kez daha kanıtladı. Düşmanın arasına sızdın, aylarca burunlarının dibinden bilgi çaldın, yetmedi ellerinden Cadılarını kaçırdın.”

Aghon “İyi halt ettim.” diye öfkeyle homurdandı.

“Orada dur bakalım.” Lurd doğrularak sandalyesini Aghon’a yaklaştırdı. “Pis bir şeylerin kokusunu alıyorum.”

“Her şeyi berbat ettim Lurd. Senin az önce saydıklarının hepsini yaptım evet ama keşke…” Aghon omzunu silkerek cümlesini yarım bıraktı.

“O Cadı’yı kaçırmasaydın…” Lurd bir ıslık çalarak öğrendikleri karşısındaki tüm şaşkınlığını dudaklarının arasından kaçıp kurtulan melodiye yükledi.

“Hayatımda hiç bu kadar kötü hissetmemiştim.” diyen Aghon çaresizlikle yumruklarını sıktı.

“Cadı’nın gözlerindeki nefreti görmemek için kör olmak lazımdı. Nasıl da anlayamadım?” Lurd kadehini tekrar doldururken “İşte gerçekten buna içilir.” diye gürledi ve tek yudumda geçtiği yerleri yakan ateşi yuttu.

Aghon, kaptana aldırmayarak “Burada olmaktansa ölmeyi tercih ediyor.” diye kendi kendine söylendi.  “Beni asla affetmeyecek.”

“Aklıma gelen haltı yediğini söyleme bana.” diyerek Lurd, genç adamı uyardı.

Aghon hızla ayağa kalktı ve sabit duramayan geminin ahşap zeminini arşınlamaya başlarken “İyi halt ettim dedim ya!” dedi öfkeyle.

Uzayan sessizliğin ardından “Cadı’yı da kendine âşık ettin mi bari?” Lurd dile getirdiği düşüncenin imkânsızlığını bildiğinden bu kadar rahat konuşabiliyordu. Ayrıca Aghon’u daha da sinirlendirmeyeceğini bilse adamın kendisini soktuğu duruma kahkahalarla gülecek gibiydi.

Aghon “Onun bir ismi var, Kiana.” diyerek Lurd’u uyardı.

Arkadaşının söyleyiş şeklinden dolayı tüm keyfi kaçan Lurd önünde volta atan Aghon’u endişe ile süzerken genç adamın göz göze gelmekten kaçınmasından söze dökülmeyenleri teyit etmekte gecikmedi. Sırtını yavaşça sandalyesine yaslarken “Bunu diğerlerinin öğrenmesine izin veremezsin.” dedi ciddi bir sesle.

Aghon “Öğrenmeyecekler, merak etme.” diyerek denizciyi geçiştirdi. Fakat diğer yandan işine başkalarının karışacağını varsaydığında içinde büyüyen hoşnutsuzluğa engel olamadı. Kim ona kalbiyle ne yapması gerektiğini söyleyebilirdi ki, istedikleri gibi Kiana’yı savaştan uzaklaştırıp ayaklarına kadar getirdikten sonra kim onun kalbinin kime ait olduğuna karışabilirdi? “Öğrenirlerse ne olacak beni sürgün mü ederler?” diye az önce söylediklerini yalanlarcasına çıkıştı.

Lurd’un kaşları çatılmıştı. “Şuanda mantıklı düşünemiyorsun Aghon.” diyerek arkadaşını uyardı. “Cadı’nın…” Aghon’un öfkeyle soluduğunu görünce “Kiana’nın sorumluluğunu kaybedersin. Yüreğimiz hiçbir zaman cadılarınki kadar karanlık olmadı ama emin ol en ılımlımız bile elinin alındaki bir cadının canını yakma fırsatını geri çevirmez. Hele ki Rydan’ı gözlerinin önünde yaktıktan sonra.”

“Kendini öldürtmeye çalışıyordu.” diye söylendi Aghon. “Bunu bir aptal bile görebilir.”

“Bu gemide kendisini öldürmesine seve seve yardım edecekler var.” dedi Lurd.

“Sen de onlardan biri misin?”

“Eğer Boal dağını cadılar bastığında hala orada olsaydık ve Soley’in saçının teline zarar gelseydi…” Lurd sırıttı. “Emin ol Cadı’nı bir kaşık suda boğardım.” Bir kamın su ile yapabilecekleri düşünülünce kaptanın tehdidi basit bir mecaz olmaktan çıkıyordu.

Gelip sandalyeye bir çuval gibi kendini bırakan Aghon, bardağını kaptana doğru sürdü. “Kosmen söz verdiği gibi Sedar ve Zedana kozlarını paylaştığında Kiana’nın gitmesine izin verecektir.”

“Kosmen, şerefli bir kamdır, dediğin gibi sözünü tutacaktır.” Lurd bardakları tekrar doldurdu. “Peki, Kiana’yı bıraktığımızda ne olacağını zannediyorsun? Seninle kalacağını mı? Hatta kamların eski topraklarını ve itibarlarını geri almalarında sana yardım edeceğini mi? Sen bile bunu sağlayamazsın.”

“Teklif ettim, kabul etmedi.” Aghon acı bir şekilde gülümsedi.

 “Ben de seni akıllı zannederdim.” Yüzünü buruşturan Lurd, kendi bardağını da Aghon’un önüne bıraktı. “Senin daha fazla ihtiyacın var.”

Lurd, şuana kadar gemisinde patlamaya hazır bir volkan taşıdığını düşünmüştü ama ilk defa buna bir de Kiana tarafından baktığında kadından ziyade arkadaşı için üzüldüğünü hissediyordu. “Kuzey’deki cadı onu sağ bırakmaz.”

“O birçoğundan daha güçlü. Kendini koruyabilecektir.” Aghon içmek yerine küçük bardağın içindeki yeşil sıvıyı çalkalayıp duruyordu. “Tuhaf bir şekilde güçlü.”

“Ne demek istiyorsun?” Lurd ilgiyle arkadaşına baktı.

“Kiana’nın sadece ateş büyülerini kullanması beklenir ama onda çok daha fazlası vardı. Sesini ondan almama rağmen hala çok güçlü.” Aghon cebinden çıkardığı üç siyah taşı masanın üzerine bıraktı. “Çözemediğim bir şeyler var. Cadıların bazılarının millerce uzağı bile çok iyi duyduklarını biliyoruz. Kiana da onlardan biri fakat bize şu zamana kadar sadece rüzgâra hükmedebilen cadıların bu yetiye sahip olduğu söylendi. Onlarda kadın değiller.”

“Bana baksana, yıllarca toprağa ayağımı basmadan denizlerde dolanır dururum neredeyse solungaçlarım çıkacak, suyun üzerinde benden güçlüsü yoktur ama karada sudan çıkmış balığa dönerim. Demek istediğim ne ile uğraşırsan onda daha iyi olmaz mısın? Kam kadınları toprak ananın varisleri olsalar da sen de en az onlar kadar iyi bir şekilde bitkilere hükmedebiliyorsun. ” Lurd bir omzunu silkerken “Neden onların arasından da karşı cinslerinin gücünü kullananlar çıkmasın.”

“Biz daima bir arada huzurla yaşayabilen bir topluluk olduk ve birbirimizden bilgi sakınmadık ya da yardım etmekten kaçmadık. Fakat cadılar güçlerini kendilerine saklamaya meyilli. Kibirlerini de buna eklersek söylediklerin pek olası görünmüyor. Sadece bu da değil.” Avucuyla masaya bastırdığı taşları Lurd’a uzattı. “Bir adamı bu taşları kullanarak uçurduğuna şahit oldum.” Daria’ya zulmeden Hestan’ın ahırlardan adeta uçarak talim alanına inmesinden daima şüphelenmişti.

Lurd taşları avucuna alıp incelerken “Ateş kullanıcıları, eşyaları ya da insanları kendilerine çağırabilirler, Aghon. Bu duruma neden takıldın anlamadım.” dedi. Taşlarda ilgi çekici herhangi bir şey bulamadı zaten cadıların büyüleri bilgi alanından çok uzaktı.

Lurd’un geriye verdiği taşlar anında Aghon’un cebine kayboldu.

“Kiana adamın arkasından geliyordu.” Aghon, iddiasını ispatlamış olduğunu düşünerek yeşil ejderinden rahat bir yudum aldı. “Çağırma büyüsü yapmadığına eminim.”

“Pekâlâ, o zaman sen bu duruma ne diyorsun onu söyle.”

“Kosmen ile konuşmadan emin olamam fakat kendi doğal gücü olan ateşe ek olarak Kiana rüzgâra da hükmediyor olmalı ama nasıl olduğu konusunda inan ki hiçbir fikrim yok.” Aghon dirseğini masaya dayamış alnını ovuşturuyordu.

“Cadı Kraliçe’nin basit bir ateş kullanıcısını Mickal’a vereceğini düşünmek onu hafife almak olurdu. Düşünüyorum da iki gücü bir arada kullanabilen bir cadıyı daha önce ben de duymadım. Büyü doğuştan gelen bir güç, kamlarda böyle, cadılarda da farklı değil. Kimine az kimine çok ama doğum hakkı bir tane olduğuna göre eğer dediğin gibi Kiana’nın iki gücü varsa burada anormal bir durum söz konusu.” dedi Lurd ve aklına o anda gelen bir düşünceyle kıstığı gözlerini Aghon çevirdi. “Bu konuyu ona hiç sormadın mı?”

Başını olumsuzca iki yana sallayan Aghon “Sorsaydım bile emin ol söylemezdi. Çok ketum.” dedi.

“Asıl Kiana tüm sırlarını anlatsaydı şaşardım ama bir an belki ona karşı olan hislerin, yeteneklerini köreltmemiştir ve kadını konuşturmuşsundur diye umdum. Cadı da olsa bir kadın sonuçta…” Lurd elinin altından gülerken Aghon’un öfkeli bakışlarını karşıladı. “Yapma dostum, bir kadına kendini bu kadar kaptırmışken seninle dalga geçemeyeceksem ne zaman geçeceğim.”

“Keşke Kosmen benim yerime başka birisini gönderseydi.” Aghon yüzünü sıvazladı. Uzamış sakalları avucuna batarken parmakları ile gözüne bastırdı.

“O zaman Kiana’yı başkasına kaptırırdın.” dedi Lurd beklentiyle.

Aghun’un yüzünü küçümseme dolu bir ifade kapladı. “Sahip olmadığım bir şeyi kaptıramam öyle değil mi?” Kendine acıdığı kadar başkasına da pek şans vermiyordu. Ayağa kalkarak gerindi.

“Gidiyor musun?” Lurd arkadaşından boşalan sandalyeye ayaklarını uzatarak geriye kaykıldı.

Başını sallayan Aghon “Kiana’ya yiyecek ve birkaç giysi ayarlamalıyım.” dedi sıkıntıyla.

“Tali’ye söyle ilgilensin ve kendine de bu kadar yüklenme. Senden başkası olsaydı bu kadarını da başarmazdı. Hayatımı kurtardın, eğer bir gün daha o dağlarda oyalansaydım ne Solane ne de ben Cadı Kraliçe’nin suikastçılarının elinden kurtulamayacaktık, bunu da unutma.”

“Solane nasıl? Onu göremedim.” dedi Aghon. Lurd’un genç eşinin yokluğunu çok geç fark etmişti.

“O iyi, ailesinin yanında.”

Aghon beklemediği cevap karşısında “Neden?” diye sordu. Evlenmeden önce de birbirlerine sonsuzluk yemini ettikten sonra da onları ayrı gören olmamıştı.

“Gemi sallantısının midesini bulandırdığını keşfettik.” Lurd genişçe gülümsedi.

Aghon’un kaşları çatılırken “Onun bünyesi her zaman sağlam olmuştur.” diye sorguladı.

“Solane’nin ki sağlam da ufaklık pek denizci değil.”

Bir bebek. Aghon hiç ummadığı bu gelişme karşısında ne diyeceğini bilemeyerek kısa bir an olduğu yerde dikildi. “Sadece yeni haberler ben de değilmiş.”

“Benimkinin daha güzel olduğuna bahse girerim.” dedi Lurd keyifle.

“Tebrikler dostum ama karaya daha sık ayak basman gerekecek.”

“Solane de karada rahat edemez. Bulantıları geçer geçmez soluğu yanımda alacaktır.”

Aghon cebini yokluyordu. Çıkardığı keseyi masaya bıraktı ve bardağında kalan son yudumu kafasına diktikten sonra “Evinden selamlar.” diye mırıldandı.

“Rydan’a dikkat et. Cadı’nın kapısına da güvendiğin bir adamını koy.” Lurd, Aghon kamaradan çıkmadan önce seslenmişti.

Yalnız kaldığında kesenin iplerini çözüp avucuna deviren Lurd, şekli bozulmuş küpeyi ve beceriksiz kıvrımlara sahip, boyaların birbirine karıştığı ahşap bir denizkızı figürüne baktı. Kendisinin çocukken oyduğu bu küçük bibloya tekrar dokunuyor olmak hiç ummadığı bir talihken hatırlattıkları anıların acı tadına rağmen gülümsedi.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #22 : 18 Ocak 2017, 09:22:09 »
***
Kiana, burnuna kadar çekili örtülerin altında huzursuzca kıpırdandı. Uykusu derin değildi ve o kadar gergindi ki bacaklarını, ayaklarını sürekli kıpırdatıyordu. Döşek görevi gören, üzerinde yattığı kürklerin altındaki sert zemin arada sırada sallanıyor ve sebebini anlayamasa da bu sarsıntıdan rahatsız oluyordu. Gözlerini açmak istemiyordu fakat zihni yavaşça uyanmıştı. Kötü bir rüya gördüğünü ayrımsadı, asırlar önce ortadan kaybolmuş kamların elinde tutsaktı, Ecesine ihanet ettirilmiş ve kardeşinin hayatını tehlikeye atmıştı.

Odasının kapısı vurulmadan açıldı ve tekrar kapandı. Kiana, Daria’nın ne zamandan beridir bu kadar pervasızlaştığına kafa yorarken kaşlarını çattı. Tam kızı azarlamak için ağzını açtığı sırada kötü bir rüyadan uyanmadığını, yaşadığı kâbusun aslında gerçek olduğunu kavradı. Gelen Aghon’dan görmek istemiyordu o yüzden uyuyor taklidi yapmaya devam etmeye karar verdi fakat yer yatağına yaklaşan adım seslerine bir eteğin hışırtıları karışınca örtüleri üzerinden hızla attı.

Daria buzun üzerinde dikkatle hareket ederken bastığı yeri görmek için ayaklarına bakıyordu. Kiana’nın doğrulmuş ana baktığını fark ettiğinde dişlerini göstererek gülümsedi. Bir şey söylemeden gerisin geri dönen genç kız, Kiana’nın üzerinde yattığı kumaş ve kürk yığınlarına tuhaf bir şekilde baktığını göremedi.

Kiana Aghon, onu buzdan hücresine kapatıp gittikten sonra masanın altına sığındığını hatırlıyordu. Çocukluğunun anıları zihnine işkence ederken üşüyerek titremesinin asıl sebebini ayırt etmekte zorlanmış ve bir süre sonra da uykuya dalmıştı. Yoksa bayılmış mıydı? Ne olduğunu hatırlamaya çalıştı fakat hiçbir şey bulamadı.

Daria buzdan kapıya tıklatarak açılması için sabırla bekledi. Buzlar yavaşça eridi fakat herhangi bir su damlası yere düşmedi. Ikar kapıyı aralayıp bedenini tam içeri sokmadan temkinle kıza baktı.

“Yiyecek bir şeyler getirir misiniz? Hanımım uyandı.” dedi Daria. Ikar’ın Aghon’u haberdar edeceğinden emin olarak.

Ikar sözsüz bir onayla başını salladı ve kapı kapanır kapanmaz buzla yeniden mühürlendi. Daria, adamın çok az konuştuğunu yeni yeni fark ediyordu. Bu duruma omzunu silkip Kiana’ya döndü ve döşeğe yaklaşırken “İki gündür baygındın.” diyerek açıkladı durumunu.

Daria gelip yatağa diz çöktüğünde “Senin için çok endişelendik. Hatta Aghon seni bulduğunda…”

Genç kadın, Kiana’nın tıslayarak nefesini içine çekmesi ve hanımının siyah gözlerindeki nefretin kendisini susturmasına izin verdi. İçini çekti, Aghon’un hanımını kaçırmasına hala kızgındı fakat son iki günde adamında en az onun kadar Kiana için korktuğuna şahit olmuştu.  Kendi yaptığı buzdan hücrede Kiana’yı baygın bulunca hemen onu getirtmişti. İki gün boyunca Kiana’nın başında onunla birlikte uyanmasını beklemiş yanlarından çok az ayrılmıştı.

Kamların kürek çektiği kadırga son hızla ilerlerken Daria’ya göre kimsenin aşağıda bir cadı olduğu gerçeği ile ilgilenecek ne hali ne de vakti vardı. Orist yanında olduğu sürece gemide rahatça dolaşmasına izin veriliyordu. Mutfakta ya da güvertede vakit geçirdiği kısa zaman dilimlerinde kam kendi işlerine bakıyorlar ona pek ehemmiyet vermiyorlardı. Elbette o yakınlardayken amaçlarından bahsedecek değillerdi fakat en azından Uyvar Kalesinde kendi insanlarının baktığı gibi ona nefretle bakmamışlar, itip kakmamışlardı.

Daria biraz da çekinerek “Bana iyi davranıyorlar.” dedi. “Aghon seninle ilgilenmem için beni getirttiğinde seni buzdan bir hücreye kapattığını görünce çok kızdım.  Ona üşümekten nefret ettiğini bile bile nasıl böyle bir şey yaptığını biraz fazla sert söylemiş olabilirim.” Daria kızararak gülümsedi.

Duydukları karşısında Kiana’nın ifadesi yumuşamış olsa da dudakları kıpırdamamış düz bir çizgi halinde kalmaya devam etmişti.

“Gemiyi yakıp herkesin hayatını tehlikeye atabilirmişsin. Benimki de dâhil.” Daria, hanımının yapabileceklerinin sınırı olmadığını pekâlâ biliyordu, hele böyle tutsakken yaralı bir hayvandan bile daha tehlikeliydi. Onun rahat durmasını, kaderini kolayca kabullenmesini elbette beklemiyordu ama bir gemi dolusu insanın, aralarında kamlar olsa da, ölümüne sebep olacağını düşünmek istemiyordu. Kiana, elini kavrayıp sıktığında bakışlarını kaldırdı ve hanımının kara gözlerindeki güveni yanlış anlamadığını umdu, sudaki bir dal parçası gibi buna sığındı.

“Yapmazdın, ölmeme izin vermezdin.” Daria rahatlayarak derin bir nefes aldı. “Ben de onlara aynen böyle dedim.”

Kiana, Daria’nın güvenine layık olmadığını biliyordu. Elinde olsa bu gemiyi kendisi ile birlikte batırırdı fakat kıza bundan bahsetmek yerine sıkıntıyla sırtını buzdan duvarına yasladı. Aghon, elinde fırsatı varken akıllıca davranmış ve onu kaçamayacağı bir hapishaneye koymuştu. Her ne kadar bu, adamın tahmin ettiğinden daha fazla elini kolunu bağlamış olsa da ona hakkını vermek gerekti. Aghon gibi düşmanın olsun dosta ihtiyacın yok Kiana, diye düşündü.

Cadı, sırtını örtmek için örtüleri çekiştirirken öncekinden daha kalın yine pantolon giydirildiğini fark etti. Üzerinde de gömlek yerine yünlü bir kazak vardı.

“Elbise ile üşüyeceğini düşündüm.” Kiana’nın üstündeki kıyafetlere kaşlarını çatarak bakmaya devam ettiğini gören Daria hızlıca açıklamıştı. Biraz daha yanaşarak gözleri kapıda hanımına fısıldadı. “Kaçma şansın olursa eteklerden daha kullanışlı olacaktır.” Kiana’nın keskin kulakları ona yaklaşmadan fısıldasa bile ne söylediğini duyabileceğini unutmuştu.

Kiana, sorun değil dercesine yavaşça kızın eline vurdu fakat geri çekemeden parmakları Daria tarafından yakalandı ve bir açıklama beklercesine baktı.

“Bu savaş başlamadan çok önce çalıştığım evin mutfağında sağır ve dilsiz bir kız vardı. Aynı yaşlardaydık. Onunla geceleri yatağa girdiğimizde oğlanlar hakkında konuşurduk.” Daria, parmağını hanımının avucunda gezdirmeye başladı. “Seyis yardımcılarının arasında yakışıklık bir oğlan vardı.”

Kiana’nın kaşları hafifçe yükseldi.

“Onu her gördüğümde elim ayağıma dolaşır ve mutfakta sürekli bir şeyler kırardım.” Daria’nın parmakları hareket etmeyi bıraktı. “O da bu zaafımı bilir ve bana gülerdi, gülünce ne kadar yakışıklı olduğunu da bilirdi.” Kiana’nın avucunu kadının kucağına bıraktı.

“Rhoda, arkadaşımın ismi bu. Onunla birbirimizin avucunda hoşlandığımız oğlanları anlatıp eğlenirdik. Avucuna da o oğlanın ismini yazdım.”

Kiana bakışlarını hala açık olan elinden Daria’ya kaldırdığında gülümsedi. ‘Berilac’ yazdığını anlamıştı. Akıllı kızım diye düşündü. Daria’nın elini kavradı ve ‘sonra’ kelimesini kızın avucuna harf harf döktü.

“Ah! Sonra mı ne oldu?” Daria omzunu silkti. “Kasabanın hancısının çirkin ve aptal kızı ile evlendi.”

Kapının buzları çözülürken iki kadın anlaşmış gibi ellerini bıraktılar ve sustular. Daria,  Ikar’ın içeri girmeden uzattığı tepsiyi alıp masaya yöneldi fakat Kiana’nın yerinden kalkmaya niyeti olmadığını fark edince mecburen yatağın üzerine yerleştirdi.

“Güç kazanmalısın.” dedi Daria, hanımının tepsiye kaşlarını çatarak baktığını görünce.

Kiana, ne faydası var diye düşündü. Yakında Mickal, cadısının kaçtığını ve ordusunun onun yokluğunda zor durumda kaldığını, belki de yenildiğini öğrenecekti. Adamın kardeşine yapabileceklerini düşününce zaten çok az olan bütün iştahı kaçıyordu. Belki Daria bir şeyler biliyordu. Kızın avucuna hızlıca bir şeyler karaladı.

“Savaşın sonucu hakkında herhangi bir şey duymadım. Kamlar biliyor olsalar bile bana söylemeyeceklerdir.” Daria aklına gelen yeni bir düşünce ile “Sen keskin kulaklarınla bir şey duymadın mı?” dedi.

Kiana başını olumsuzca sallarken kızın eline ‘buzdan duvarlar’ yazdı.

“Zaten sürekli baygındın.” dedi Daria hayıflanarak. Kiana’nın çatalı almaya herhangi bir niyeti olmadığını fark edince “Yemelisin.” diye söylendi.

Kiana, Daria’nın yüzünde beliren ciddi ifadeyi görünce, bu kız ne zamandan beri kontrolü eline aldı diye merak etti. Sanki huysuzluk yapan çocuk kendisi, onu koruyup kollamak için yanıp tutuşan kişi de Daria’ydı. Yıllardan beri birinin kendisi üzerine bu kadar titrediğini hatırlamıyordu. İnce parmakları çatalı kavrarken kız için bir şeyler yemeğe karar verdi.

Daria, Kiana’nın kuş kadar lokmalarını sayarken rahatlamış ve halinden memnun bir şekilde oturuyordu. Bu huzurun ne kadar süreceğini bilemese de işlerin daha kötüye gitmeyeceğine dair ufak bir umudun kalbine sızmasına izin verdi.

Neden sonra tepsiye düşen çatalın sesi ile daldığı düşüncelerden sıyrılan Daria, telaşla hanımına döndü. Kiana, çok uzakları dinler gibi kulağını dikmiş, bakışlarını kamaranın lombozlarından ayırmıyordu.

“Bir şey mi oldu?” diye Daria endişe ile sordu.

Kiana, belli belirsiz fısıldanan isminin daha da yüksek sesle tekrarlandığını bir kez daha duydu. O Ecesine ulaşamazdı ama cadıların Kraliçesi ona ulaşmıştı işte. Aghon, yanılıyordu Ecesi onu bırakmayacaktı. Ayağa kalkmadan önce üzerindeki örtülerden kurtuldu. Ayaklarının çıplaklığına aldırmadan lombozlardan birine yanaştı. Buzdan dolayı açması imkânsızdı fakat ismini artık daha net duyabiliyordu. Kalbi heyecandan kafesteki bir kuş gibi çırpınırken çaresizlikle onu çağıran Ecesine cevap vermeyeceğini hatırladı.

Meraklanan Daria da yanına kadar gelmişti. “Bir şey mi duydun?”

Kiana, yapılabilirliğini sorgulamakla vakit kaybetmeden avucunu Daria’nın kulağına dayadı. Kızın büyüyen gözlerinden ve kapanıp açılan dudaklarından Ecesini onun da duyduğunu anladı. Hızla boştaki elinin parmakları genç kadının boğazına, ses tellerinin üzerine yerleşti. Eğer dokunuşuyla duyabiliyorsa belki konuşmasını da sağlayabilirdi.

Cadının soğuk parmaklarının tenindeki dokunuşundan çok yaşadıklarının etkisiyle titreyerek “Neler oluyor?” diye soran Daria şaşkınlıkla soludu.

Kiana, Ecesinin Daria’yı duyup duymadığından emin olamadığı bir dakika boyunca cadı kraliçenin çağrısı kesildi. Ya tepki vermekte çok geç kalmıştı ya da Kraliçe Daria’yı duyamamıştı. Fakat Elini çekeceği esnada Ecesinin sesi cılız da olsa tekrar ulaştı.
“Sen kimsin? Kiana nerede?”

Kiana, Daria’yı konuşması için teşvik ederken kızın duyduğu sesin etkisiyle titrediğini fark etti. Elini kızın kulağına biraz daha bastırarak başını yapabileceğine dair aşağı yukarı salladı.

“Yanımda.” Daria o kadar kısık ve titrek bir tonda konuşmuştu ki Kiana bile duymakta zorlandı. “Yanımda.” dedi tekrar daha yüksek bir şekilde.

 “Neden Ecesi ile konuşmuyor.” Kraliçe’nin rüzgârla karışık ses tonu yalancı bir sakinlik taşıyordu.

“Eminim o da konuşmak isterdi.” Daria korkuyla yutkundu. Kuzeyin cadılarının Kraliçesi ile mi konuşuyordu. Kim derdi ki mutfakta bulaşık yıkayan Daria, cadılar ve kamların arasında kalacak ve bu insanüstü toplulukların arasındaki en korkulan kişi ile konuşacaktı.

“Sen de kimsin?” Kraliçe sabrının sonuna gelmek üzereydi.

Kiana bunu anladığından Daria’nın avucuna bir şeyler karaladı ve elini tekrar kızın boğazına götürdü.

“Şey… Ben Kiana’nın hizmetçisiyim.” Daria derin derin soluyarak korkusunu yenmeye çalıştı. “Kamlar hanımımı kaçırdılar ve…” Kiana ile göz göze geldi. “Sesini şuanda kullanamıyor.”

İki dakika süren bir başka sessizliği Kiana ve Daria bakışarak geçirdiler.

“Özür dilerim. Sanırım inandıramadım.” Daria cadı kraliçenin kendisini duymasından korkarak fısıldamıştı.

Kiana, kızın avucuna ‘sorun değil.’ diye yazdı. Çıplak ayaklarından bedenine yükselen soğuğu yeni yeni hissediyordu. Aldırmamaya çalıştı, hayal kırıklığının yanında soğuğun sivrisinek ısırığından farkı yoktu.

Dışarıda güçlü bir rüzgâr esti, gece gündüz hareket halindeki kadırga sağa sola yalpaladı.  Kiana tam elini Daria’nın kulağından çekmek üzereyken Kraliçe’nin sesi tekrar duyuldu.

“Ah sevgili Kiana. Ben de sandım ki…” Kraliçe’nin içini çekme sesi rüzgârın nefesi gibi kulaklarına doldu. “Neyse boş verelim bunlara, hepsi Mickal’in uydurmasıymış.”

Daria, korkuyla Kiana’ya baktı. Ne demeliydi? Aghon’dan bahsedemezdi değil mi?

Kiana’nın aceleyle avucuna yazdıklarına baktı önce anlamakta zorlandı fakat Cadı’nın eli boynunu kapladığında endişeyle yutkundu.

“Kieran’ı Mickal’in elinden kurtar.” dedi Daria. Sonra bir Kraliçe ile konuştuğunu hatırlayıp “Lütfen efendim.” diye ekledi. Kieran’ın kim olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu ama Kiana’nın gözlerindeki korku onu da aynı endişelere sürüklemişti. “Kiana’yı zorla kaçırdılar ve hapsettiler. Onun hiçbir kabahati yok efendim.” Daria daha fazla dayanamayarak kadını koruma ihtiyacıyla açıklamak için atılmıştı.

“Kendine sadık bir hizmetkâr edinmişsin, Kiana.”

Kraliçe’nin sözleri ile rahatlayan Daria, Kiana’ya gururla gülümsedi.

‘Ah aptal kız’ diye düşündü Kiana. ‘Kraliçe’nin takdirini kazanmak istemezsin emin ol.’

“Mickal kontrolüm altında. Seni de en kısa zamanda kamların elinden kurtaracağım. Neredesiniz, bana yerinizi söyle.” Kraliçe’yi göremeseler de taş zemini arşınlayan adımların sesleri geriden kulaklarına ulaşmıştı.

“Bir gemideyiz. Bizi güneye götürüyorlar.”

“Sramars Okyanusunda olmalısınız.” Kraliçe savaş meydanının yerini hesaba kattığında nereden okyanusa çıkabileceklerini bulduğunu düşünüyor olmalıydı.  “Gemi de kaç tane kam var?” Kraliçe nefretle soludu.

Kiana sorarcasına Daria’ya baktı. Yakalandıkları gece karanlıkta kaç kişi olduklarını anlayamamıştı ama iki kayıkta Aghon ile birlikte en az on kam vardı. Lurd’un onlardan birisi olup olmadığından emin değildi ya da mürettebatından. Fakat gemi bu kadar hızlı gidebildiğine göre tayfalar arasında da kam olmalıydı.

Daria avucuna yazılan sayıya baktı. “Yirmi.” diye fısıldadı Kraliçe’ye. Orist’i ve diğerlerini ele vermenin getirdiği suçluluk hissi ile yüzü kızardı. Bu gemi de ona kötü davranılmamıştı. Bendol’ün ordusu ile dolaşırken yaşadıklarını hesaba katınca uzun süreden beri ilk defa bir insan gibi muamele görmüştü. Hanımının kendisini gözettiğini biliyordu ama o da ilk başlarda kendisini kullanmıştı her ne kadar şimdi ona karşı iyi olsa da Cadılar onları bulup Kiana’yı kurtardıklarında ne olacaktı?

“Sevgili Cadım, seni kurtaracağım. Korkma.”

Kiana acele ile kardeşinin ismini Daria’nın avucuna yazdı.

“Peki Kieran?” Daria boğazındaki elin titrediğini hissediyordu. “Onu da kurtarın lütfen efendim. Hanımım çok endişeli.”

“Merak etme insan.” Kraliçe’nin ilk defa güldüğü duyuldu. “Ben sözümü tutarım.”

Daria “Teşekkürler.” diye mırıldandı fakat karşı tarafın duyduğundan emin değildi.



Dışarıdaki rüzgâr yavaş yavaş durdu fakat çok geçmemişti ki buzdan kapı çözüldü ve apar topar kamaraya giren Aghon iki kadını yatakta oturup sohbet ederken buldu. Ne yöne estiği belli olmayan yelkenleri döven rüzgârın normal olmadığını fark etmekte çok geç kalmıştı. Kiana’nın sesi olmadan diğer cadılarla iletişim kuramayacağını biliyordu fakat diğerlerinin onunla konuşmayı denemiş olmaları muhtemeldi. Kiana’nın cevap veremeyecek olması ise içini rahatlatmaya yetmiyordu.

Kiana’nın uyandığını Ikar haber vermişti fakat kadınları rahat bırakmayı tercih etmişti. Onu görmek istemediklerinden emindi ve şuanda ona bakışlarından da bunu çok açık bir şekilde görebiliyordu. Hiçbir şey söylemeden çıktı ve kapıyı ardından buzla kapladı.



Kraliçe Biritriel, sarayının gri mermerlerini arşınlarken kabarık elbisesinin kuyruğunu ve mücevherlerle omuzlarına tutturulmuş pelerinini arkasında sürüklüyordu. Tahtı, yüksek tavanlı geniş odanın diğer ucundaki bir yükseltinin üzerinde altından pırıltılar saçıyordu. Mozaiklerle renklendirilmiş pencerelerden giren güneş ışınları kuzeyin soğuk havasını yumuşatmaya yetmiyordu. İki muhafız taht odasının kapısının önünde taş heykellerden ayırt edilemeyecek şekilde dikiliyordu. Odanın ortasındaki alçak zemini çevreleyen on siyah mermer sütunun arasındaki üç cadı sabırla Kraliçe’lerinin söyleyeceklerini beklediler.

Sonunda Kraliçe, gelip önlerinde durduğunda “Egzor’a haber verin.” dedi. Bir karara varabilmiş olmanın rahatlığı ile tahtına yürüyüp oturdu. Altın sarısı saçları tahtın pırıltıları arasında kadını oturduğu yerle adeta bütünleştirmişti.

Kiana’dan ölü kamı teslim olan cadılardan Lentis öne çıkarak Kraliçesinin önünde eğildi ve heyecanla Egzor’a söylemesi gerekenleri duymayı bekledi.

“Mickal, Kieran’ı öldürsün.” Kraliçe, nahoş bir şeyi başından savıyor olmasına rağmen öfkeliydi. Planları istediği gibi gitmemiş, Mickal’in ordusu geri çekilmek zorunda kalmış, Lurd ise elinden kaçmıştı. Şimdi de gelişmesinde büyük emek harcadığı cadısını gözden çıkarıyordu.

Lentis ifadesiz yüzünü taht odasından çıkana kadar korudu fakat köşeyi döndüğünde Kiana’nın öldürülme emrini aldığını bilerek keyifle gülümsedi.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #23 : 26 Nisan 2017, 14:22:55 »
***
Kiana, hızla yol alan bir kayıkta Daria ile yan yana otururken daha birkaç saniye önce ayrıldıkları kadırgayı yoğun sisten dolayı göremiyordu. Hareket ettikçe önlerinde iki yana açılan sis hemen arkalarından tekrar kapanıyordu. Denizin nerede bitip kumsalın nerede başladığını kestirmek ise onun için çok güçtü fakat birbirine dokunmadan ilerleyen kayıklarda kürekleri çeken kamlar nereye gittiklerini çok iyi biliyor olmalıydılar.  Kiana ilerledikçe doğuda puslu, yeşil bir düzlüğün ucunda, turuncu bir ışığın yükseldiğini fark etti. Kısa bir süre sonra güneş, yeryüzünün gri alacakaranlığını aydınlatacak ve sise rağmen bir kez daha gün ağaracaktı.

Aghon karaya çıkacaklarını söylediğinden beri Kiana’nın zihni sürekli olarak Ecesinin onu kurtarmak için kendisine ne zaman ve ne şekilde ulaşabileceği ile meşgul olmuştu. Cadıların, denizlerde tartışmasız onlardan daha üstün olan kamlara, su üzerinde saldıracağını hiç düşünmemişti. Karada daha güçlü olan cadıları bulmanın beklentisi ile boşu boşuna gözleri sisleri delmeye çalıştı.

Kiana, mantıklı bir şekilde düşündüğünde kendisini kurtarmaya gelecek cadıların karada bile kamlara karşı şansı çok az olduğunu biliyordu. Çünkü yüzyıllardır zannettikleri gibi kamların soyu tükenmemişti. Lurd ve mürettebatı ile onu yakalayan ve gemiye getiren kamlar dört kayığı doldurmuş ve hızla sahile doğru kürek çekiyorlardı. Büyüsünün işlemediği Aghon, Bendol’ün ordusundaki gibi kam olduğunu gizlemeden rahatça dövüşecekti. Dilsiz olduğuna yemin edebileceği Ikar’ın bile ne kadar zorlayıcı olabileceğini görmüştü. Ne olursa olsun Ecesinin göndereceği cadıların sayısı onlardan daha az olacaktı ve kamlar onu serbest bırakmadığı sürece ellerinden kurtulamayacaktı.

Kiana tüm karamsar düşüncelerinden kurtulmaya çalışarak birkaç dakika sonra çıkacakları kumsala baktı. Yaklaştıkça, hareket halindeki karaltıların birer balıkçı olmadığını, onları karşılamaya gelen ve hatta gelişlerini dört gözle bekleyen kamlar olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi. Daha kaç kamla tanışacaktı ki? Fakat o anda bunun için kafa yormaya fırsatı olmadı, sırtında hissettiği sızıya ilk önce anlam veremedi fakat birkaç saniye sonra parmaklarının teker teker kırıldığını hissetti. Çığlık atamadığı için dudakları sımsıkı birbirini örterken titreyen sağ elini gözünün önüne kadar kaldırdı fakat hissettiği acıya rağmen kemikleri ve teninde herhangi bir hasar yoktu.

Daria, Kiana’nın sarsıntısını ve kendi eline tuhaf bakışını gördüğünde korkuyla fısıldadı. “Hanımım?”

Kiana, dalga dalga bedeninde açılan görünmez kesiklerin acısıyla soluksuz kaldı ve kayığın tahta sırasından kayarak Daria’nın ayaklarının dibine adeta yığıldı.

“Kiana!” Daria’nın çığlığı o anda tüm kürekleri durdurdu.

Kayığın yalpalamasına neden olarak önden arkaya gelen Aghon, “Ne oluyor?” diye sordu.

“Bilmiyorum.” Daria elini yakaladığı Kiana’nın tutuşunun sıkılığı karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. “Bir anda böyle oldu. Sanki acı çekiyor gibi.”

Kiana alnını genç kızın dizlerine dayamış ve hızlı hızlı soluk alıyordu. Aslında o neden bu durumda olduğunu çoktan kavramıştı; Mickal yine kardeşine eziyet ediyor olmalıydı. Neden, diye sordu kendi kendisine. Ecesi, daha birkaç saat önce kardeşini Mickal’ın elinden kurtaracağına dair ona söz vermişken bu işkence nedendi? Mickal, Kiana’ya duyduğu tüm öfkesini, öldüremese de elinin altındaki Kieran’dan mı çıkarmak istiyordu?

“Yine bir şeyler planlıyor olmalı.” diyen kamlardan birisi cadının inandırıcılığını alayla sorguladı.

Önden gelen yorum ile Aghon “Devam edin.” diyerek duran kayığı tekrar harekete geçirdi.

Kiana kayığın dibinde kıvrılırken karnındaki yanmanın şiddeti ile sarsıldı. Daria hızla elini hanımın kıskacından kurtardı, çünkü kemiklerini kıracak kadar şiddetli sıkmıştı.

Aghon, kadını omuzlarından kavrayarak yüzünü görmeye çalıştı. Terden saçları alnına yapışmış ve rengi solmuş yüzünde gözleri acıyla büyümüştü. Aghon, kürekleri hızlandırırken Uyvar Kalesinde bir kam kadının onu öldürmeye teşebbüs ettiği gece Kiana’yı aynı bu şekilde köprü üstünde bulduğunu hatırladı. O zaman da şimdi olduğu gibi çaresiz ve acı içerisindeydi. ‘Bir şeyler ters gidiyor, lanet olsun!’ Kayığın dibine oturan Aghon, Kiana’nın başını dizine yasladı. Kadın derin bir şekilde nefes alırken şimdi gözlerini kapamıştı.

“Çok korkuyorum.” dedi Daria, Aghon’a hissettiği kızgınlığı bir kenara bırakarak.

Aghon “Ben de.” diye mırıldandı.

O esnada kayığın altı yumuşak kumlara gömülmüştü. Artık yükselmiş olan güneş ve dağılmaya başlayan sis sayesinde görüşleri daha da netleşmişti. Kamlar bileklerine kadar gelen sulara aldırmadan kendilerini kayıktan dışarıya atarken sahilden onlara doğru gelen kişilerle birbirlerini tanıdıkları aşikârdı.

Lurd, hala kendinde olmayan Cadı’yı kucaklayıp kayıktan indiren ve kuru kumlara yatıran Aghon’a yetişti.

“Sorun ne?” diye sordu Kaptan, bir yandan da parmaklarını Cadı’nın çenesinin altına dayayarak kalp atışlarını kontrol ediyordu.

Daria, Kiana’nın diğer yanına diz çökerken ağaçlık alanda onları yakalayan kam grubundan Kiana’nın öldürülmesine engel olmaya çalışan kadını yanında buldu. Diğer kamların üzerinde hüküm süren gençliği geride bırakmış olan orta yaşlardaki kadın, Her bir yandan ördüğü ince sarı saç tutamlarını başının arkasında toplamış ve salmıştı. Göz kenarlarında ve dudağının iki yanındaki çizgilere rağmen hala güzel ve alımlıydı. Daria, Kiana’nın bileğini Lurd gibi kontrol eden kam kadını ilgiyle izliyordu.

“Bayılmış olmalı.” dedi kam kadın içini çekerek.

Yanlarından geçen bir kam genci, “Cadıların bu kadar zayıf olduklarını düşünmemiştim.” dedi.

Aghon, alayla sarf edilmiş sözlere aldırmadan “Maera, Kosmen’i bulabilir misin?” diyerek kam kadına döndü.

“Elbette.” dedi Maera.

Daria kam kadının, kumsalın gerisinde bekleyen atlardan birisine atlayıp diğerlerinden ayrılacağını düşünürken birkaç metre ileride bir dizinin üzerine çömeldiğini gördü. Bir mızrak gibi sivrilttiği elini beyaz kumlara sapladığında Daira yakalandıkları gece yanan kam gencinin de aynı şekilde Aghon’la iletişim kurarak yakalandıklarını haber verdiği görüntü gözünün önüne geldi.

 “Kosmen gelene kadar burada bekleyelim.” dedi Lurd, ayağa kalkmadan önce.

Lurd, kontrolü eline alırken hiç kimsenin sahilden ayrılmamasını emretti. Kendi adamlarının kayıkları suyun ulaşamayacağı bir noktaya çekmelerini sağladı ve hızla onları bulundukları yerin etrafına gözcü olarak yerleştirdi.

Cadıların ne düşündükleri belli olmazdı, Kiana’yı kullanarak bir baskın yapabilirlerdi. Denizde onu geçebilecek bir insan evladı olmadığı gibi hiçbir cadı da onun karşısında duramazdı fakat rüzgârı arkasına almış bir cadı dörtnala güneye inebilirdi. O yüzden Kiana’yı yurtlarına yaklaştırmadan burada sevgili kadırgası Göçebe’nin yakınlarında kalmak en iyisiydi.

Maera anayurtları ile iletişimini koparıp Aghon’a durumu haber vermek için döndü. “Kosmen buraya geliyor.”

Aghon, başını salladı fakat rahatlamaya fırsat bulamadan bayıldığı gibi aniden kendine gelen Kiana belli belirsiz inleyerek iki büklüm kıvrandı.

Dizlerini karnına çekip yan dönen kadın, Aghon’un elleri ile karşılaştı fakat yeniden başlayan eziyetlerin altında acıdan yaşaran gözleri adamın yüzünü tam olarak görmesini engelliyordu. Mickal, bu öfkeyle Kieran’ı öldürecekti. Kiana’nın kardeşine ulaşması imkânsızdı çünkü aralarında kurulan bağlantı tek yönlüydü. Eğer kendisi ölseydi bağlantı kopacak ama kardeşinden ödünç aldığı güçlerin hepsini Rüzgârın Ruhu, Kieran’a iade edecekti. Yakalandığında kendisini öldürmeye çalışırken denediği de aslında buydu. Kardeşi gücünü geri aldığında ne Mickal ne de yanındaki cadı korumaları onu durdurabilirdi ama ne yazık ki bunu bile başaramamıştı. Şuanda kardeşinin bedenine yapılan tüm işkenceyi kendi bedeninde hissettiği gibi eğer kardeşini öldürürlerse o da ölecekti. Bağları bu şekilde işliyordu ve görünen o ki Ecesi’nin kontrolünden çıkan Zedana Kral’ı Mickal, Sedar karşısında ordusunu yenilgiye terk ettiği için kardeşini, haliyle onu öldürerek intikamını almaya karar vermişti. Kiana, bunun işkence ile kalmayacağını biliyordu artık.

Daria’nın elini omzunda hissettiğinde telaşla kızın elini avucuna aldı. Kardeşinin kırılan parmaklarının acısı onunkileri titretirken kesik kesik yazdı. ‘İyi olacağım.’ Daria’nın yapabileceği hiçbir şey yoktu o yüzden kızı rahatlamayı denedi.

Kiana, genç kızın hemen yanında Aghon’un varlığını hissetti; adamın onu öpüşü, dokunuşu hatta o kalın sesi ile ismini fısıldayışı o kadar uzak görünüyorlardı ki hatırlamakta zorlandı.

İki kadının iletişimi Aghon’un gözünden kaçmamıştı. Kızın elini alarak Kiana’nın avucuna kendininkini koydu. “Neden böylesin?” diye sordu öfkeyle.

Kiana cevap vermek yerine zorla gülümseyerek adamın elini bıraktı ve diğer yana dönerek kıvrıldı. Tüm bedeninde parça parça hissedilen sancılara kırılan kolun acısı da eklendi.

Daria, Aghon’a Cadı Kraliçe ile konuştuklarını söyleyip söylememek arasında kıvranırken istese Kiana’nın da anlatabileceğini ama adama arkasını dönmeyi tercih ettiğini düşününce susmasının en iyisi olduğuna karar verdi.

Kiana, dakikalar boyunca kumların üzerinde kıvranmaya devam ederken kamlar belli mesafeden kadının acısını izliyorlardı. Hiçbir zaman tabiatlarında birisine haksız yere acı çektirmek ya da masumlara eziyet etmek olmamıştı. Yüzyıllardır saklandıkları köşelerde, sefalet içinde hayatta kalmaya çalışırken çocuklarına Cadıların onlara yaptıklarını anlatarak büyütmüş olmalarına rağmen önlerinde düşmanlarından birisinin acı çektiğini izlemekte zorlanan bazıları bakışlarını kaçırırken daha cüretkâr olanları Kiana’ya acıyarak baktılar.

Nihayet atların yaklaştığını duyduklarında Kosmen’in geldiğini anlayarak rahatlamışlardı. Liderleri ne yapılacağını bilirdi. Güçlü ve güzel kısrakların üzerinde, normalde ayaklarını dolandırması gereken kumlara rağmen rahatça yol alan üç kişi, atlarından iner inmez kamlar önlerinden çekildi. İkisi genç erkek, birisi de yaşlıca bir kadın, Aghon’un önünde yatan kadına yaklaşırken Maera’nın açıklamaları ile Cadı’nın sefil durumu karşısında şaşırmamışlardı.

“Kendisinden bir şey öğrenemediniz mi?” diye sordu yaşlıca kam. Kimi yerlerine renkli boncuk ve tüyler taktığı beyaz saçlarını iki örgü halinde toplamış ve bükülmüş sırtına salmıştı. Yüzünün ve ellerinin yıpranmış tenine kırmızı ve siyah renklerle boyamıştı. İnce bileğindeki ahşap takıların bir benzeri yılların yükü ile kısalmış boynunu süslüyordu. Yine de kısık gözlerinin mavisi hala keskindi.

“Hayır, Marag Ana. Söylemeyi reddediyor.” Aghon, yaşlı kamın yanındaki uzun boylu genç adama beklenti ile baktı.

Gri-beyaz saçlarını başının arkasında toplamış, çenesinde ve sağ şakağında soluk  mavi desenler çizili olan genç kam, herhangi bir şey söylemek yerine, Kiana’nın önünde çömeldi ve kadının alnına dayadığı eli ile kendisine bakmaya zorladı. Cadının, ışığı gittikçe zayıflayan gözlerinin boş bakışı üzerinde durdu, sürekli seğiren elini kavradı.

Lurd, “Cadı üzerinden yerimizi bulmaya çalışıyor olabilirler mi?” diyerek denizlerde geçen yılların vermiş olduğu şüpheciliği ile en kötüsünü dile getirmişti.

“Yerimizi bulmaları için bu zavallıya bu kadar acı çektirmelerine gerek yok, Lurd.” dedi Marag esefle. Diz çökmüş gence dönerek “Ne düşünüyorsun Kosmen?” diye sordu yaşlı kam.

“Emin değilim, Marag.” dedi Kosmen. “Şüphelendiğim şey ise…” Durup bir an Aghon’u ardından onun yanındaki insan kızı süzdü. “O kim?” diye sordu tuhaf bir ilgi ile.

“Hizmetçisi.” dedi Aghon kısaca.

Daria kıt aklıyla bile karşısındaki kişilerin alelade kamlar olmadığını hızlıca kavramıştı. Cadı Kraliçe karşısında ansızın çözülen dili büyük ihtimalle kamların lideri olan adamın bakışları altında düğümlenmişti. Aghon’un kendisini tanıtan kelimesi karşısında başını hızlıca sallayarak bekledi.

O anda acısı sebebiyle bilinçsizce büyüsünü kullanan Kiana’nın sessiz çığlığı kumsaldaki deniz kuşlarını havalandırmıştı. Kadın elini Kosmen’in tutuşundan kurtardı ve sol böğründeki görünmeyen bir yarayı nafile örtmeye çalıştı.

“Hanımının bu durumu hakkında bir şey biliyor musun?” Kosmen şüphesini doğrulama ihtiyacı ile Daria’yı sıkıştırmayı tercih etmişti.

“Ben…” Daria korkuyla kekeledi. Bakışlarını Kiana’ya indirdi fakat hanımının onu duyup görecek hali yoktu. “Ben emin değilim.” dedi.

“Daria ne biliyorsan söyle.” dedi Aghon hızla kızı kavrarken. “Onu kurtarmamıza yarayabilir.”

Ağlamaya başlayan kızın dudaklarından “Kieran.” ismi döküldü.

“Kieran da kim?” diye sordu Aghon Daria yine susunca.

Daria, hıçkırıkları arasında “Kraliçe’ye Kieran’ı kurtarması için yalvarmıştı.” dedi.

Aghon, Kiana önünde kıvrandıkça hissettiği korku ile Daria’yı sertçe sarstı. “Ne zaman oldu bu?” diye sordu kızın korkusunu daha da arttırdığını fark etmeyerek.

“Gemide.” dedi Daria ve Aghon’dan kurtulmaya çalıştı. “Erkek kardeşi Mickal’ın elindeymiş.” dedi.

“Bu bazı şeyleri açıklıyor.” dedi Kosmen düşünceli bir şekilde.

Marag, Daria’ya yaklaşırken “Aghon, kızı bıraksan iyi olur. Zaten perişan halde zavallıcık.” diyerek genç adamı uyardı.

Orist, Daria’ya uzanırken Aghon, iki elini de kızdan çekerek havaya kaldırdı. “Neyi açıklıyor?” diye sorarken bakışları Kosmen ile Marag arasında gidip geldi.

“Kan bağı büyüsü.” dedi Marag.

Kosmen “Pek vaktimizin kaldığını sanmıyorum.” derken Cadı’yı kucakladı. Kadının ince uzun bedenini sanki küçük bir çocuğu taşıyormuş gibi kolayca sulara doğru götürdü.

Aghon, endişe ile atasının koluna yapışırken “Bana söz vermiştiniz.” dedi. “Ona hiçbir şekilde zarar verilmeyecekti.”

Lurd, yetişip Cetlere saygısızlık yapmasını önlemek için Aghon’u durdurmayı çalıştı.

Marag suya girmeyip kıyı da beklerken “Biz sözümüzü tutarız, oğlum.” dedi.

Aghon, Kosmen’in ardından soğuk suya girdi.

“Bağı koparmazsak bu acıyı çekmeye devam edecek.” dedi Kosmen yanında yürüyen Aghon’a. “Ayrıca, Mickal’a işkencelerin yeterli geleceğini sanmıyorum.”

“Kardeşini öldürürse Kiana’ya ne olur?” diye sordu Aghon korkuyla. Aslında cevabı çok iyi biliyordu.

“O da ölecek.”

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #24 : 12 Mayıs 2017, 09:47:47 »
Kosmen dalgaların kıyıyı dövdüğü sahilden denizin derinlerine doğru ilerledi ve sular kamların atasının beline kadar ulaştığında durdu. Ondan bir baş daha kısa olan Aghon, göğsüne vuran suyun gücünü hissedebiliyordu. Diğer kamlar, dalgalardan uzak durarak kıyıya toplanmışlar ve Kosmen’in ezeli düşmanlarından birini, bir cadıyı kurtarmak için sergileyeceği çabayı kaygı ile izliyorlardı. İtiraz etmeyi düşünmediler çünkü atalarının bir bildiği olduğuna dair inançları güçlüydü. Neler olduğuna akılları ermese de merhametleri yürekleri cadının kurtulması için dua etmelerini fısıldıyordu.

Kosmen karşısına gelip duran Aghon’a nazikçe Kiana’yı verdi. Soğuk su giysilerini aşıp tenine ulaştığında kendine gelen Kiana, aydınlanmış gökyüzünün önünü kapatan Aghon’un yüzü ve bakışları ile karşılaştı.

Aghon, acıyla kızarmış gözleri, kurumuş dudakları ile Uyvar Kalesinde rüzgârlı köprüden odasına kadar taşıdığı kadınla şuanda kendisine bakan arasında bir benzerlik aradı. Sonunda Kiana’nın dudaklarında belirmeye başlayan gülümsemeyi buldu fakat o da yeni bir acı dalgasının sessiz çığlığı ile yitip gitti.

Kosmen, her hangi bir uyarıda bulunmaksızın aceleyle Aghon’un kucağındaki cadıyı,  karnından ve başından bastırarak sulara gömdü. Suyun yüzeyinde Kiana’dan kırık dökük görüntüler Aghon’a ulaşırken nefes alamayan ve çırpınmaya başlayan kadını sıkıca tutmaya çalıştı.

Kosmen, cadıyı tekrar su yüzeyine kaldırırken  “Marag!” diye kıyıya seslendi. “Yardımına ihtiyacım var!”

Yaşlı kadının bükülü sırtı bir göz kırpma hızında düzleşti, titreyen dizlerine anında can geldi, kıyıdan derinlere her adımında yüzü onar yıl gençleşti. Kosmen’in yanına vardığında beyazları kaybolan kum rengi perçemler alnına düşüyor gök mavisi gözleri bir geç kız gibi bakıyordu.

Kosmen, sevdiği kadının gençleşmiş elini şefkatle kendi avucuna aldı ve karşılığında parlak bir gülümse kazandı. Marag’ın arkasına geçen uzun boylu kam, başı ancak omuzlarına gelen dimdik sırtı göğsüne yasladı ve kadının zarif elini Kiana’nın karnına yerleştirdi.

Hissettiği güç ile Marag kısa bir an başını kaldırıp Kosmen’in gözlerini yakaladı. Aynı kaygıların yansımasını gördüğü gözlerden bakışlarını indirdi ve derin bir nefes alarak “Başlayalım.” dedi. İndirdiği mavi gözleri güçle parlarken kesik kesik nefes almaya çalışan Kiana’yı sakinleştirdi.

Kosmen cadıyı bir kez daha denizin tuzlu suyu ile örtecek baskıyı yapmadan önce Cadı’nın dudaklarından sızan kızıllığı fark etti. Kan bağının diğer ucunda, millerce ötede Zedana topraklarında işkence gören kardeş bedenin ölüme yaklaştığını hissediyordu. Onun için yapabilecekleri bir şey yoktu, hükmü önceden verilmişti ve onlara kalan zaman ise dardı. Şuan sadece elleri altındaki cadıyı kurtarabilirlerdi.

 Kosmen’in suyun içindeki bedeni Denizlerin Babası’ndan yardım dilerken iki güçlü kamın arzusu Marag’ın çıplak ayaklarından Toprak Ana’ya ulaştı.

Aghon Kiana’nın çırpınışlarının durduğunu fark etti, sevdiği kadının gözlerinin suyun içinde kapkara birer cam parçasına dönüşmesini endişe ile izledi. Burnundan ve ağzından kaçan hava kabarcıklar ciğerlerindeki havanın tükenmesi ile önce azaldı ardından yok oldu. Aghon buna rağmen sudaki titreşimleri, gücü hissedebiliyordu, yavaşça parlayan bir ışık kucağındaki kadını bir zar gibi sardığında kollarındaki yük hafifledi, artık onu tutmasına gerek yoktu. Kiana suların kollarındaydı. Bir adım geriye çekilen genç adam; saydam kefeninin içinde teni solgun, bakışları gökyüzünde çakılı kalan Kiana’nın dudaklarından suya yayılan kanın zarın içinde hapsolduğunu gördü.

Marag ve Kosmen tutuşlarını hafifletmemişlerdi, gözleri kapalı tüm güçlerini kardeşlerin arasında gittikçe gerilen bağı koparmaya yönlendirdiklerinde, uzak ucun gittikçe zayıfladığını fark ettiler. Fakat iki kardeş arasındaki görünmez ipler iki yandan çekildikçe incelmesine rağmen diğer yandan gelen yakıcı bir arzu ellerinin altındaki cadının yaşam kaynağını da arsızca kendisine istiyordu.

Kosmen acele etmeliydi. Son bir çaba ile Marag’ınkinin üstündeki elini havaya kaldırdı ve çekişmenin şiddetini karşılamayı sevdiği kadına bıraktı. Kiana’nın alnındaki eli cadının başını biraz daha dibe bastırırken diğeri havada desenler çiziyordu. Anında çağrısına cevap veren deniz öfkeyle kabardı. Kadırganın yakınlarından kopup gelen dalgalar, güçle iki insan boyunu aştı ve kamların başlarının üzerinden aşarak onları suyla örttü. Sahile ulaştığında gazabı azaldığından normal boyutlarına ulaşmıştı.

Aghon gücünün kaynağı sular etrafında kabarırken sakinlikle yerini korudu.  Suyun içinde gözünün önünde ipek bir örtü gibi salınan Kiana vardı. Cadı’yı bırakmayan Marag ve Kosmen’in yukarıya doğru uzanan saçları özlemle birbirine dolanıyordu. Aghon’un, var olduğundan haberi dahi olmadığı kan bağı büyüsünü bozmaya çalışan atalarının o anda yaptıkları hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Diğer kamların göremediği fakat şuanda suyun ve göz alan ışığın içinde kalan üçlüyü izlerken belki de geri kalan hayatı boyunca böyle bir şeye bir daha şahit olamayacağını hissediyordu.

Geldiği gibi hızla geri çekilen sularla birlikte ışık da yok olurken Marag, Kosmen’in yardımıyla Kiana’yı sudan çıkardı. Dört kolun kavradığı Cadı’nın dudakları kapalı, göğsü bir heykel kadar kıpırtısızdı. Aghon, Kosmen’in işareti ile Kiana’yı kucağına aldı ve suyun üzerinde tuttu. Birkaç saniye sonra kadının, öksürükle birlikte kan ve suyun sızdığı dudakları kıpırdadı fakat baygınlığı devam etti. Aghon, sıkı bir şekilde göğsüne bastırdığı Kiana’yı sahile taşımak için döndü.

Kosmen artık eski haline dönmüş Marag’ı belinden kavrayıp destek olurken “Zor da olsa bağı kopardık.” dedi Aghon’a.

“Peki, kardeşi?” diye sordu Aghon.

“Öldüğünü hissettim.” dedi Marag, yaşlı sesiyle. “Zavallıcık çok acı çekti artık ruhu huzur bulmuştur.”



***
“Üşümekten nefret ediyorum.”

Kapı hızla açılmıştı ve Kiana, ardından hiddetle dile getirilen hisler karşısında kımıldamadan geniş odada yanan hararetli ateşin karşısındaki ahşap koltukta sakince oturmaya devam etti.

Kieran’ın, arkasındaki kızın ileriyi işaret eden baş hareketini takip eden bakışları Kiana’yı buldu. Genç erkek cadının ovuşturduğu ellerinin hareketi yavaşladı ve sonunda durdu.

“Ah Kiana! Bu ne hoş sürpriz.” dedi Kieran, yüzü dışarının soğuğundan kızarmış yeni karşılaştığı ateşin sıcaklığı ile bu daha da şiddetlenmişti. Kısa siyah saçlarının altındaki solgun beyaz teninde yer yer kahverengi lekeler, elmacık kemiklerinin ve biçimli burnunun üstünde nokta nokta çiller vardı. Kar yanığı teni buğday rengi olmasına rağmen utandığında, kızdığında, mutlu olduğunda hatta soğukta ve sıcakta kızarırdı.

Kiana, erkek kardeşinin bocalayan yüzünden gelip geçen telaşı izlerken onun için duyduğu endişenin kalbini sıktığını hissetti. Bu kahrolası dünyada tek sevdiği varlığın kendini bilmez bir grup serserinin beynine doldurduğu saçmalıklar yüzünden ondan uzaklaştırılmasına izin vermeyecekti.

“Breella, bizi yalnız bırak.” dedi Kiana, ufak tefek kız yerine kardeşine bakarak.

Kieran Breella’ya gülümsedi ve “Gitsen iyi olacak.” dedi. Ardından “Ablamın bugün yine heyheyleri üzerinde.” dedi bakışları Kiana’nın üzerindeydi.

Breella, Kiana’dan bakışlarını kaçırdı, kendisi de aynı hızla yanlarından ayrıldı.

Kapı kapanırken Kiana “Gel de biraz ısın.” dedi. Sesi her zamanki sakinliğinde fakat daha şefkatliydi.

Kieran şömineye yaklaşırken Kiana’nın elbisesini alayla süzdü. Genç kadın, uzun siyah saçlarını süsleyen yakutların yardımıyla saçlarını özenle toplamıştı. Yüzü pudralanmış ince dudakları kırmızı bir boyanın yardımı ile dolgunlaşmıştı. Kolsuz kırmızı elbisesi ince belinden sonra ayak bileklerine kadar taşlı bir tül eşliğinde genişliyordu. Gümüş rengi beyaz kürk yakalı bir pelerin yatağının üzerine gelişi güzel atılmıştı.

“Çok şıksın.” Kieran ister istemez itiraf etmek zorunda kaldı. “Her zamanki gibi ölümcül bir şekilde güzelsin.” diye ekledi eğlenerek.

“Ölümcül kısmını sevdim.” dedi Kiana, gülerek. Kardeşi ile atışmayı özlediği için ifadesi yumuşamıştı.

Kieran “Bir yere mi gidiyorsun?” diye sordu fakat alacağı cevabı biliyordu.

“Evet, ama bu sefer sen de geliyorsun.” dedi Kiana, koltuğundan kalkarak.

Kardeşinin yatağının önünden geçerken eteklerindeki taşlar mum ışığında yanıp sönüyordu. Odanın köşesindeki ahşap dolabın altın kulplarını tutarak kapaklarını iki yana açtı ve “Bakalım nelerin varmış.” diye mırıldandı.

“Hiçbir yere gelmiyorum.” dedi Kieran, öfkeyle.

Kiana, kardeşinin günlük kıyafetleri arasından yeni ve kaliteli bir takım bulmaya çalışırken derin bir soluk aldı.

Kieran, ablasının kendisini sakinleştirmeye çalıştığını biliyordu fakat hiçbir şey söylemedi.

Kiana, omuzlarında ikişer büyük altın düğmenin olduğu bir ceketi çıkararak inceledi. Önündeki üç sıra altın zincirin diğer yandaki düğmelere bağlandığı ceketin iki yanı üst üste gelecek şekilde geniş tutulmuştu. “Bu iyi.” dedi ve ceketle birlikte bir pantolonu yatağın üzerine koydu.

“Beni duymadın mı?” diyen Kieran, ceketi alıp ateşe atmamak için kendisini zorlukla dizginledi.

Kiana, dolabın dibindeki bir çift parlak çizmeyi çıkarıp yatağın ayakucuna bıraktı.

“Duydum ama şansını fazla zorlama Kieran.” dedi Kiana kendini zapt etmeye çalışarak.

“Nerede?” diye sordu Kieran dişlerinin arasından.

Kiana, meydan okuyarak kardeşinin karşısına geçip dikilirken  “Nor Keyna’da.” dedi.

Kieran, tıpkı ablası gibi ince ve uzundu, aynı şekilde dikleşti. “Bu sefer neyi kutluyoruz.” derken dudağının bir yanı hoşnutsuzluk ve alayla yükseldi.

“Ecenin kutlamalar için bir sebebe ihtiyacı yok.” dedi Kiana sabırsızlıkla. “Hadi giyin artık, bu akşam bana sen eşlik edeceksin.” Ecesinin kardeşi üzerinden ona yaptığı uyarı yüzünden apar topar şehirdeki evlerine gelmişti ve bu gece onu da mutlaka yanında götürecekti.

Kieran’ın kaşları nefretle yükseldi. “Britriel senin için birini bulamadı mı?”

“Alaron, batı sınırındaki teftişten hala dönmedi.” Kiana, kardeşinin imasını anlamamazlıktan geldi.

“Peki, Reinferd’in ne işi vardı?”

“Meçkeyler götürsün hepsini!” diye bağırdı Kiana nefretle. Kardeşi bilerek damarına basıyordu ve artık sabrı taşmıştı.

 “Sana neler yaptığını görmüyor musun? Seni, beni herkesi kullanıyor. Onları oyalaman ve kontrol etmen için seni Alaron’un, Reimferd’in ya da canı kimi isterse onun kucağına atıyor. Bunu izlemekten nefret ediyorum.”

Kiana, sinirden kıpkırmızı olmuş kardeşine gidip sarıldı. “Hayatımızı kurtardı. Bizi orada bırakabilirdi ama yapmadı. Lütfen bunu unutma.”

“Unutmama izin vermiyorsun ki.” derken sesi küçük bir oğlan gibi çatallaşmıştı. Kieran, ablasına sıkıca sarıldı.

“Sana ihtiyacım var Kieran, lütfen beni yalnız bırakma.” Kiana dünyada en çok sevdiği kişinin yanağına sesli bir öpücük kondurdu.



***
“Kieran.”

Kiana, derin uykusunda kardeşinin ismini sayıklarken yalnızdı. Üşüyerek üzerindeki örtülerin içinde iyice büzüldü. Bedeni kamların titiz bakımı altındaydı fakat kaybıyla baş edemeyen ruhu günler ve gecelerdir rüyaların arasında dolaşıyordu.

“Beni yalnız bırakma, lütfen.”

Kiana’nın sayıklamalarından habersiz Daria yanı başında uykuya yenik düşmüştü.
 

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #25 : 26 Mayıs 2017, 16:26:15 »
Daire şeklindeki geniş oda, dört katlı taştan kulenin en üst katındaydı. İç duvarları ahşapla kaplı,  süssüz ve örtüsüzdü. Bahar aylarının, ne yapacağı belli olmayan genç bir kız gibi ayarsız havası ateş yakılmasını zorunlu kılıyordu fakat şöminedeki közler artık küllerin altında yok olmak üzereydi. Saatler önce harlanmış ateş iri çam dallarını büyük bir iştahla yutarken sessiz odayı dolduran çıtırtılarla geriye hoş bir koku bırakmıştı fakat şimdi varlığı unutulmak üzereydi.

Batan güneşin kubbeli pencereden içeri sızan kızıl renkleri ortamı aydınlatmaya yeterli değildi. Oda birkaç dakika sonra tamamen alacakaranlığa gömülecek olmasına rağmen bir mum yakmaya niyetli kimse de yoktu.

Tek kişilik alçak yatak boştu fakat göle bakan pencerenin önüne çekilmiş, yastıklarla destekli ahşap sandalyede oturan kadın, uzun bir süredir saçının teli dahi kıpırdamadan neredeyse eşyalarla bütünleşmiş bir şekilde oturuyordu. Siyah kıvırcık saçları omuzlarına düşmüş, yün şalının üzerine dağılmıştı. Fersiz gözleri bir noktaya kilitlenmiş boşluklarla doluydu.

Odanın dışından gelen sarsak adımlar ahşap merdivenleri gıcırdatarak çıkmaya başladığında güneş ağaçların ardında artık kaybolmuştu. Sarmal merdivenlerin bitimindeki giriş kısmı kısa bir an aydınlandı ve Marag’ın genç ve güzel yüzünün yansıması bir görünüp hızlıca kayboldu. Yaşlı kamın ağır adımları tutsak cadının odasına girerken tereddütsüz ve korkusuzdu.

Marag eşyaların bir gölge gibi belirsiz ve olduklarından daha büyük göründükleri odanın ortasında durup hoşnutsuzlukla odayı süzdü. “Beni şaşırtmanı ummuştum ama yanılmışım. Daria bütün gün o sandalyede oturduğunu söylerken abartıyor sanmıştım.”

Marag, cevap olarak ilgisiz koca bir sessizlik ile karşılanmayı elbette bekliyordu. Bu yüzden şömine demiri ile sönmeye yüz tutmuş korları karıştırdı, ardından yanına istiflenmiş birkaç odunu yeniden canlanan alevlere attı. “Bu ışık yeterli değil.” diye mırıldandı kendi kendine. Şöminenin üstünde, ahşap duvarın bir parçası gibi görünen rafın üzerinde kalın ve renkli mumlar diziliydi. Yaşlı kam şöminede tutuşturduğu ince dal parçası ile teker teker mumları yakarken hoşnutlukla iç geçirdi.

“Karanlıktan hoşlanmıyorum, oldum olası da hoşlanmadım.” 

O esnada kapı yavaşça açıldı ve Daria ona yol veren kamın yanından geçerek taşıdığı tepsi dolusu tabak çanak ile içeri girdi. Genç kızın bakışları hala sırtı onlara dönük Kiana’yı buldu. Onu bıraktığı gibi hala o sandalyede oturuyordu. Kederle içini çekti.

“Tepsiyi yatağa bırak kızım.” Marag, Daria’yı şefkatle izlerken kızın, cadı ile birlikte Genç Orman’da geçirdikleri bu bir hafta boyunca hanımıyla birlikte yas tuttuğunu ve zayıfladığını açıkça görebiliyordu. Gözlerinin altındaki gölgeler ve çökük yanakları ile tam bir yorgunluk tezahürüydü. “Git biraz dinlen Daria, hanımınla bir süre ben ilgileneceğim.”

Daria, Kiana’dan bir itiraz beklerken kısa bir an kapının önünde kararsızlıkla dikildi fakat tıklattığında açılan kapıdan çıkarken hanımı kadar dilsiz görünüyordu.

Yaşlı kam başka bir sandalyeyi diğer pencereye yaklaştırıp oturdu. Kıyafetleri temiz, özenli fakat sadeydi; uzun sarı elbisenin üzerine el örgüsü bir şal almış, gri beyaz saçlarını tek bir örgü ile başının etrafına dolamıştı. Mavi taşlı küpeleri ise tek süsüydü.

Uzun süren bir sessizliğin ardından “Lafı dolandırmayacağım, Kiana.” dedi Marag bakışlarını ağaçların ortasında, karanlık koca bir delik gibi kalan, gölden çekmeden. Açıklığın kenarındaki tek katlı ahşap yapıların ışıkları birer birer yanmaya başlamış ve suların etrafını ateş böcekleri gibi çevrelemişti. “Aghon benden seninle ilgilenmemi rica etti.”

Hızlı bir baş hareketini işiten Marag, genç kadına bakmamakta ısrarlı bir şekilde konuşmaya devam etti. “Zamana ihtiyacın olduğunu söylemem pek fayda etmedi.” İçini çeken Marag, başka kelime etmeden uzun bir süre oturdu.

Ziyaretinin kâfi geldiğine hükmederek yerinden kalkıp kapıya doğru ilerlerken “Burada tutsak değilsin, kızım. İstediğin zaman gidebilirsin.” Yatağın yanındaki tepsiye hızlıca bir göz attı. “Sadece söylemen yeterli.”

***
“Daria metanetli bir kız.” Marag çivit mavisi gözlerini öğlen güneşinin altında parlayan durgun sularda gezdirdi. Bu kez yanında işleme gergefini de getirmiş olan yaşlı kam iğnesini kumaşa saplarken gölün kenarında iki kadınla konuşan genç kızı gülümseyerek izledi. “Arkadaş bulmakta zorlanmıyor, hiçbir zaman yalnız kalmayacağına eminim.” Buruşuk dudaklar memnuniyetle kapandı.

Marag, Kiana’yı ziyaret etmeye başlayalı beş gün geçmişti. Yaşlı kamın tahmin ettiği gibi kederli kadın ne ayrılmayı talep etmiş ne de odasını terk ederek dört duvardan dışarı çıkmıştı. Sadece Daria’nın yakınlığını ve şefkatini kabul ederken Marag’ın ilgisine karşı kayıtsız kalmıştı.

“Onun üstesinden geldiği zorlukları bilemezsiniz.” Kiana, bakışlarını gölün kenarında şimdi Orist ile dikilen kıza çevirdi.

“Bunu gözlerinde görmek zor değil.” Marag içini çekerek tekrar eline aldığı iğne ve kasnağı ileriye doğru tutarak pencerenin aydınlığından faydalandı. İşlediği desenlerin güzelliğinden emin bir şekilde gülümserken kumaşa saplanan iğne darbelerinin sesine çekilen ipliğinki karışıyordu.

“Şaşırmadınız.” diye belirtti Kiana.

“Konuşabildiğinden emindim.”

Marag, bakışlarını desenlerden genç kadına çevirdi.

Solgunluğuna ilaveten somurtkanlığını dikkate almadığında Kiana, düne göre daha canlı görünüyordu.

“Nasıl?” Kiana, o anda en önemli şey oymuş gibi kendini işlemesine vermiş olan yaşlı kadını süzdü.

“Çünkü kan bağını kopardığımız esnada sesini kullanmanı engelleyen büyüyü ben kaldırdım.” dedi Marag, genç kadına kısa bir bakış atarak.

“Ama neden?”

“Büyük bir kayıp yaşadın ve yasını tutabilmen için bağırman çağırman hatta seslice ağlaman gerekebilirdi.” Marag, elleri hızlıca işlerken konuşmaya devam etti. “Ama sen hiçbirini yapmadın. Günlerce o sandalyede oturdun.”

Kiana, tekrar bakışlarını kaçırırken “Bu konuda konuşmak istemiyorum.” dedi kederle. Yaşlı kadının merhameti, günlerdir onu terk eden gözyaşlarının saklandıkları yerlerden çıkmak için zorluyordu.

“Elbette.” dedi Marag ve odada sadece kumaşı delen iğne ipliğin sesleri duyuldu.

Açık pencereden içeri giren bahar esintisi, çiçek kokularını kulenin penceresine kadar getiriyordu. Hatta günlük işlerini yapan kamların aşina olmadığı sesleri ile birlikte Daria’nın kırık dökük cümleleri de Kiana’nın duymazlıktan gelemeyeceği kadar netti. Kardeşi ölmüştü, bu fikri sakince düşünmekte zorlansa da rüzgârın ruhunun varlığı onu terk etmemişti. Bu da işini daha da zorlaştırıyor ve her an bağın öbür ucunda Kieran’ın acısını bulacakmış gibi hissettiriyordu.



“Kiana, giderse onunla gideceğim.” Daria’nın kararlı sesi Orist’in itirazlarına karıştı.

“Onun yanında tehlikedesin.”

“Bana ihtiyacı var.” diye itiraz etti genç kız.

“Soydaşları seni aralarına almayacaklardır.” dedi Orist sıkıntıyla. “Eğer Kiana’yı yeniden kabul ederlerse tabii.”

“Ne demek istiyorsun?” Daira korkuyla adamın kolunu kavradı.

“Cadıların ona karşı hiçte anlayışlı olmayacağını söylüyorum. Onlar için Kiana artık bir hain.”

Daria kollarını korkuyla titreyen gövdesine sararken “Umurum da değil.” dedi.

Orist, reddedilmenin hışmıyla kızı gölbaşında bırakıp ayrılırken öfkeyle Cadı’nın tutsak edildiği kuleye hızlı bir bakış attı. Geniş yüzünde birer leke gibi kalan gözleri iyice kısılmıştı.

“Orist…” Kiana adamı umursamadan Daria’yı endişe ile izledi. Avucuna doldurduğu taşları göle fırlatan kızın hayal kırıklığı yaşadığı belliydi. “Orist bir kam değil.”

“Evet, değil.” Marag, sorarcasına Kiana’ya baktı.

“Nasıl sizinle yaşayabiliyor?”

Cadıların arasında bir insanın varlığı Orist’in az önce Daria’ya da dediği gibi ezilecek bir böcek hissi oluştururdu. Phemedes’e bir insanın girmesi yasaktı fakat Mickal gibi onları kullanmak istediklerinde insanlarla iletişime geçmekten sakınmazlardı.

“O muhiplerden.” dedi Marag. Kiana’nın hiçbir fikri olmadığını anlayınca “Yani, kam değil ama bizim sırlarımızı bilen ve onları saklayan dostlarımızdan birisi.” Kiana’nın bakışlarını takip etti ve genç kızı izlediğini gördü. “Tıpkı Daria gibi.”

“Ayrıldığımda sizinle kalmasına izin verir misiniz?” Kiana, gözlerinin dolduğunu hissediyordu. “Emin ellerde olduğunu bilmek içimi rahatlatacak.”

Marag kirpiklerinin arasından cadıyı süzerken “Onu burada tutmak zor olacak.” dedi. “Fakat istediği kadar kalabilir.”

Yine aralarına giren uzun bir sesliğin ardından “Sen de kalabilirsin Kiana.” diyen Marag, işlemesini kucağına bıraktı. “Gitmekte acele etme.”

“Sadece birkaç gün daha.” Kiana, şalına sarılırken üşüdüğünü hissetti. “Sonra beni bir daha görmeyeceksiniz.” Uyku tekrar gözkapaklarına kapanmaları için baskı yaparken genç kadın karşı koyamadı.


Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #26 : 06 Temmuz 2017, 10:16:19 »
Nor Keyna, cadıların Kraliçe’sinin sarayının balo salonu, o gece dans eden çiftlerin zarif adımları yerine geniş masalara kurulmuş gösterişli bir ziyafetin ağırlığı altında eziliyordu. Kadınlar şık ve göz alıcı gece elbiseleri içerisinde, olduklarından daha kırılgan görünüyor, erkekleri ise kâh askeri takımları kâh kadınları kıskandıracak şatafattaki kıyafetleriyle birer beyefendi gibi görenlere medeni bir manzara sunuyorlardı. Aslında onların Kraliçe Britriel’in yüksek cadıları oldukları düşünüldüğünde göründükleri kadar nahif olmadıklarını kuzeyin her ferdi bilirdi.

Salonun yüksek kubbeli tavanının şaşaası ile tam bir tezat oluşturan sadelikteki camlarından içeriye sızan şafağın kızıl ışıkları iki gündür olduğu gibi bu akşamda salonu loş bir aydınlığa boyuyordu. Güneşin tüm yuvarlaklığı ile kuzey toprakları üzerine doğması için, güneyin iki gününe daha ihtiyacı vardı. Bu yüzden Kraliçe Biritriel, şafağı kutlamak için iki akşamdır Nor Keyna’nın balo salonunda cadılarına bir ziyafet sunuyor ve onlarla bir araya geliyordu.

Müzisyenler yumuşak nağmelerle gösterişli yemeklerin lezzetini arttırırken salonun uzak ucundaki çift kanatlı cam kapılar telaşla açıldı. Kraliçe’nin bir platform üzerinde yükseltilmiş masasının önüne kadar gelip, dizinin üzerine çöken Cilia, kalkması için verilecek komutu sabırla bekledi.

Ani sessizliğin ortasında, çalınan ezginin nağmeleri sebepsiz bir gerilim yaratıyordu. Kraliçe, fedaisini fark etmesine rağmen sağ tarafında oturan danışmanına eğilmiş altın başını konuşmasının sonu gelene kadar dişi cadıya çevirmedi. Sonunda tüm salon gibi bakışları Cilia’nın diz çökmüş ince uzun bedenine ve kuzeyin toprakları kadar soğuk ve katı yüzüne çevrildi.

“Ne var Cilia? Şöleni böldüğüne göre önemli bir şey olmalı.”

Cilia doğrulduğunda pelerininin çamura bulanmış eteklerini ve aynı şekilde lekeli çizmelerini gözler önüne serdi. Kendisini ilgiyle izleyenleri göz ucuyla görüyor olsa da üzerindeki bakışlara aldırmaksızın Kraliçe’nin masasının kurulu olduğu yüksek platforma çıkabilmek için merdivenleri hızlı adımlarla aştı. Fedaisi, Biritriel’in kulağına eğildiğinde rüzgârın ruhuna sahip olsalar dahi herhangi bir erkek cadı onları dinlemeye cüret etmedi.

Kiana, Kraliçenin masasının sol ucunda Reinferd’in laubali bakışları altında önündeki tabaktaki tatlıyı karıştırmakla meşguldü. Bütün akşam boyunca aklı salondan çok uzakta olduğundan yanındaki adamın ilgisi her zaman olduğu gibi bu akşam onu rahatsız etmiyordu.

Kraliçe Biritriel, hışımla ayağa kalktı. Cilia bir adım geri çekilirken müzik susmuş ve Kraliçe’nin masası haricinde salonun her yerinde dolanan bakışlar Ecelerine çevrilmişti.

“Gelin!” dedi Kraliçe.

Merdivenlerden inip salondan çıkan Ecelerini adım adım takip eden cadıların manalı ve meraklı bakışlarının aksine dilleri suskundu.

Altın tahtın önünde iki gruba ayrılan cadılar, Kraliçe’nin oturmasını bekledi. Cilia en arkadan gelerek onları, peşinde iki cadı muhafızın kıskacından kurtulmak için kıvranan bir tutsakla takip ediyordu. Tahta yakın merdivenlerin dibinde Reinferd’in kulağına fısıldadığı sözleri geçiştirmeye çalışan Kiana, bir anda tüm bakışların kendisine döndüğünü hissetti. Önce Kraliçe’nin dik dik gerisindeki bir noktayı süzdüğünü gördü. Ardından dönerek Ecesinin nereye baktığını anlamaya çalıştı.

Sonunda, muhafızların arasında artık hareketsiz kalan çilli gencin yalvaran bakışları ile karşılaştı.

Kiana “Kieran!” diye fısıldadı. Bir adım önce çıkarken sakin kalmak için kendisini zorladı fakat kardeşinin yapmış olabilecekleri nedeniyle göğsünün üzerine çöreklenen yılan kalbini sıkıştırıyordu.

“Kraliçem.” dedi Kiana bir nefeste. Tahtın hizasına gelerek mavi gece elbisesinin izin verdiği ölçüde Ecesinin önünde tek dizinin üzerine çöktü. Bir elini gri mermere dayarken saygısını göstermek ve merhamet dilemek için başını mümkün olduğunca eğdi.

“Evet, Cilia, seni dinliyorum.” dedi Kraliçe Biritriel sabırsızlanarak. Biraz sonra duyacaklarını tahmin ediyor olmanın öfkesi, gözde cadısının kendisine seslenişini göz ardı etmesine sebep olmuştu.

“Iranero’ya girmeye çalışırken yakaladık Kraliçem.” Cilia sözlerine başladığında salonda duyulan hayret nidalarına korku dolu soluklar eşlik etmiş ve Kieran’a çevrilen bakışlarda onun akıbeti için hissettikleri acımalar yüzeye çıkmıştı.

Kiana duyduğu suç isnadı ile başını kaldırmadan “Kraliçem.” diye fısıldadı korkuyla.

Kraliçe’nin tahtın kolçaklarına yapışan elleri öfkeyle sıkıldı. “Doğru mu bu?”

Cilia, muhafızlara Kieran’ın ağzını kapatan örtüyü açmasını işaret etti.

Yalan söylerse Kraliçe’nin bunu anlaması için etkili yöntemleri olduğunu bilen Kieran çenesini gururla kaldırırken “Iranero’ya girmemizin neden yasak olduğunu söylediğinizde, ancak o zaman itiraf ederim.” dedi dişlerinin arasından.

Salon genç cadının akılsız cüreti yüzünden Kraliçe’nin uyanmış öfkesinin daha da yükselmesinden korkarak adeta nefesini tuttu.

Kiana, sakin kalabilmek için gözlerini kapatıp derin bir soluk aldı. “O ne dediğini bilmiyor Kraliçem. Birilerinin etkisi altında, lütfen tecrübesizliği ve aptallığı yüzünden yaptıkları ile onu yargılamayın.”


Kraliçe gözde cadısına bakmadan tahtından kalktı ve üzerinde durduğu platformda birkaç keskin adım attı. “Aptal ya da değil Phemedes’de hatta kuzeyde, her çocuk Iranero’ya girmemesi gerektiğini bilerek doğar, sevgili Kiana. Eğer bu yaşa kadar öğrenemediyse ben öğretmesini bilirim.” Kolunu ileri uzatan kadın dişlerinin arasından “Hem de kendi ellerimle.” dedi.

Muhafızlar ellerinden koparılan Kieran’ın yolundan hızla çekildiler. Genç cadı doğrudan Kraliçe’nin ellerine çağrılırken Kiana panikle doğruldu.  Şölende Kraliçe’nin yanında oturan ve tüm akşam boyunca Biritriel’in ilgisinin çoğuna sahip olan kumral adamın eli kardeşi için kaygılanan cadının kolunu yakaladı.

Kieran’ı boynundan kavrayıp ayaklarını yerden kolayca kesen Kraliçe, “Şimdi söyle bakayım seni Iranero’ya girmen için kim gönderdi?”

Kraliçe’nin adeta bir pençe gibi boynunu sıkan elinden kurtulmak için çırpınan Kieran, değil konuşmak bir nefeslik hava için ölüyordu.

Kiana onu tutan ellerden kurtulup bir kez daha diz çöktü. “Lütfen Kraliçem, onu affedin.” diye yalvardı. “Her şeyi yaparım. Onun yerine de yaparım. Ecem lütfen…”

Kraliçe, aniden Kieran’ın boğazını bıraktı ve bir adım geriye çekilerek Kiana’ya hoşnutsuzlukla baktı. “Senin zayıf noktan çocuğum, kalbin. Ne meçkeyler katılaştırabildi onu ne de kardeşinin aptallıkları.” diye mırıldandı. Ardından onları can kulağı ile dinleyen, Kieran’ın infaz edilme ihtimaliyle bile ağızlarının suyu akan tebaasına döndü. Onlara bu zevki tattırmak başka bir zaman ve başka şartlar altında hoşuna giderdi fakat daha iyi bir fikri vardı.

Kraliçeleri “Herkes çıksın!” diye buyurduğunda tüm salon hayal kırıklığı ile kapılara doğru hareketlendi.

Kiana’nın başından ayrılmaya yeltenen kumral adama “Sen kal Talon.” diye buyurdu. “Kiana, sevgili cadım sen de ayağa kalk, sinirlerimi bozuyorsun.”

Talon itaatkâr bir şekilde geri döndü ve cadıya yaklaşarak kalkmasına yardımcı olmak için elini uzattı. Kiana ise ayağa kalkar kalkmaz adamın elinden kurtulup öksürerek boğazını açmaya çalışan kardeşinin yanına koşmuştu.



Ilık sular tüm bedenini örtüp onu havadan yoksun bıraktığında küvetin yanlarından tutup kurtulmak için çırpındı fakat başıyla karnına bastıran güçlü eller, onun bu girdaptan çıkmasını engelliyordu. Ciğerlerine çektiği suyun acısını, o esnada sol göğsüne bağlanan görünmez ipin diğer yandan çekilmesi bastırdı.

Kiana, suyun dalgalı yüzeyinden Talon’un tepkisiz yüzünü seçebiliyordu. Adam boğulduğunu görmüyor muydu? Onu kurtarması gerekiyordu, küvetin ahşap zemini sırtını acıtana kadar onu dibe bastırması değil.

Talon’un yumuşak kahverengi bakışları aniden kırmızıya döndüğünde Kiana, can havliyle kurtulmak için çırpındı. Adamın birer pençeye dönüşen elleri karnını yardığında onu boğan sular kızıla dönerken çığlığı tüm kuzeyi çınlattı.

Panikle gözlerini açtığında Aghon’un onu kapattığı buzdan kamaradaydı artık. Dişleri takırdıyor, keskin soğuk sudan çıkmış ıslak kıyafetlerini buza çeviriyordu. Buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken göğsüne sokulan çocuğun da onun gibi titrediğini hissetti.

“Üşüyorum.” dedi kardeşinin cılız sesi.

Başını eğen Kiana, Kieran’ın on yaşındaki hali ile yüz yüze geldi. Morarmaya başlayan ufacık dudakları ve solgun yanaklarında birer leke gibi duran çilleri ile ona yalvaran kardeşine hızla sarıldı. O esna da kamaranın kapısının önünde bir hayvana ait olduğu anlaşılan tehditkâr bir feryat ile Kiana, korkuyla bağırdı.

“Yardım edin! Lütfen yardım edin!”


***

Omuzlarından tutulup sarsıldığında hala birilerinin onları kurtarması için yalvarıyordu. Üşüyordu ve birazdan kapıyı kırıp girecek olan canavarların varlığı korkuyla titremesine neden oluyordu.

“Geçti, sadece kâbustu.”

Onu teselli eden sözlerle birlikte kolları arasına alan sıcak bedenin varlığı ile yavaş yavaş ısınmaya başlasa da hala uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeydi. Sesinin ve kokusunun tanıdığı birisi gelip onu kurtarmıştı fakat kardeşi için artık çok geçti.

Kiana günlerdir ilk defa duygularına engel olmadan ağladığının farkında değildi. Kieran ile aralarındaki kan bağının koparıldığını ve kardeşinin öldüğünü öğrendiği zamandan beri etrafında dönüp duran dünyaya cansız oyuncak bir bebek gibi bakmıştı. Gözlerinin önündeki perdenin yırtılıp gözyaşlarının serbest kalması için bir kâbus yeterli olmuştu.

“Geçti artık, ben yanındayım.” diye mırıldandı Aghon, Kiana’yı hafifçe sallarken.

Kiana o boğuk sesi bir daha duyduğunda sahibini kavramak da gecikmedi. Onu kucaklayan göğsü hızla itti. Doğrulup geriye çekilirken yatağının başucundaki ahşap oymalı başlığa sırtını dayadı. Sicim gibi inen gözyaşlarının arasında mum ışığı ile aydınlananın kendi odası olduğunu gördü ve yatağının yanında diz çökmüş Aghon’un allak bullak olmuş yüzü ile karşılaştı.

Tekrar hıçkırmaya başlayan Kiana’ya uzanan Aghon’u durduran kadının sözleri oldu.

“Sakın bana dokunma.”

Aghon çaresizlikle yatağın kenarına çöktü. “Biliyorum ne söylesem anlamsız ama Kieran…”

Kiana “Onun adını ağzına alma.” dedi hıçkırıkları arasında.

“Bilseydim, eğer bana söylemiş olsaydın kardeşinin ölmesine izin vermezdim.” Aghon kadını yatıştırabilmek için sakin bir şekilde tane tane konuşuyordu.

“Şuanda onu bana getirebilir misin?” diye hıçkırdı Kiana. Aghon’un, yüzündeki kederi görmesine daha fazla dayanamayan Kiana başını kendisine doğru çektiği dizlerine gömdü ve kırık dökük bir sesle fısıldadı. “Yapamayacağını biliyordum.”

Aghon, Kiana’ya yaklaşıp omzuna dokundu.

Kiana irkilerek geri çekildi. Nefret ve öfkeyle dudaklarını sımsıkı kapamadan önce “Onu geri getirmediğin sürece seni görmek istemiyorum!” diye bağırdı. “Anlıyor musun? Senin yüzünü görmek istemiyorum!”