Çıkmaz sokağın sonuna geldiklerinde kendilerini karşılayan tuğla duvara lanetler yağdırıp, bir umut bir kaçış yeri aradılar beyhude. ne sağlarında ne sollarında gidebilecekleri bir yer, ne bir kapı nede bir mazgal vardı. tuğla duvar tırmanabileceklerinden hayli yüksekti, belki vakitleri olsa imece usulü kendilerini bu lanet duvarın öte tarafına atabilirlerdi ama o kadar vakitleri yoktu.
''lanet olsun, lanet olsun !!! '' hem ağlıyor hem lanet ediyordu rebecca. kir ve kana bulanmış yüzünden süzülen gözyaşları yüzünde kıvrımlar oluşturuyordu. umutları tükenmiş gibiydi, keza, kalabalık bir grubun koşarken çıkardıkları ayak sesleri an be an daha net kulaklarına çalınmaya başlamıştı. söz birliği etmişlercesine diz çöktü ikisi birden. ayak seslerine artık, insanın içini ürperten, dehşete düşüren hayvani çığlıklar, homurtular karışıyor,bomboş şehrin semalarında yankılanan bu sesler adeta duvarlardan sekip, her birinin kulaklarından zorla girip beyinlerine çivi gibi saplanıyordu.
belindeki glock u çıkarıp, şarjörü kontrol etti Franco. Bildiği kadarıyla hiç mermi yakmamıştı bu şarjörden. Biri namluda olmak üzere 18 mermisi var demekti. Acaba diye düşündü, kendilerini bu cehennemden şimdilik kurtarmaya yeter miydi? hiç ıskalamadan 18 atış !!! ama saymaya vakti olmamıştı peşlerinden gelen grubu. muhtemelen çok daha kalabalıktılar. Bir anda karar verdi. götürebildiği kadarını yanında götürecek, kalan son iki mermiyi de, kendileri için harcayacaktı. hatta hemen şimdi, rebecca yı bu zulümden kurtarıp, son mermisi kalıncaya dek savaşmayı düşündü. sonra vaz geçti. yaşamak umudu baskın gelmişti. son ana kadar beklemeliydi.
Rebecca nın hıçkırıklarını artık duyamadığını farkettiğinde sıyrıldı bu düşüncelerden. Kafasını çevirip kıza baktı, tarifsiz bir korkuyla tarifsiz bir şekil almış kirli ve kanlı yüzünü gördü rebecca nın. ardından yuvalarında fırlamak üzere olan gözleriyle çakıştı gözleri. ters istikamete baktığında, az önce girdikleri çıkmaz sokağın en başında ufak ufak büyümekte olan kalabalığı farketti. Glock elinden düşecek gibi oldu, rebecca adeta duvarla bütünleşmiş, ne yaptığını bilmez biçimde, duvarın içinden geçmeye çalışır gibi görünüyordu. az önce uzaklardan gelen o ayak sesleri ve çığlık şu an duyulmuyordu, derin bir sessizlik kaplamıştı her yeri yada onlar yaşadıkları korku ve adrenalin patlamasından ötürü hiç birşey duymuyorlardı. yeri göğü inleten bir çığlıkla birlikte, o ürkütücü ayak sesleri çok daha net biçimde çakıldı beyinlerine. onlarca çıldırmış insanımsı, çığlıklar atarak, bağırıp çağırarak, tarif edemeyecekleri sesler çıkartarak üzerlerine koşuyordu. onları durduracak hiç bir şey yoktu. zaten duracak gibi de görünmüyorlardı. silahını kalabalığın üzerine doğrultup, ardı ardına tetiğe bastı. içinden mermileri sayıyordu. 1...2...3...4. mermiler etkisiz gibi görünüyordu. 30-40 metre kaç saniye koşabilirdi ki bu yaratıklar? 5-6 saniye? belki biraz daha uzun. işte hepsi o kadardı kalan ömürleri. umutsuzca silahı indirdi, gözlerini kapadı, olacaklara kendini hazırlıyordu. cesaret edememişti ne kendini, ne de kızını vurmaya. kaderlerine razı olacaklardı.
Yaratıklardan yayılan pis koku burun deliklerinden beynine ulaştığında, gözlerini açtı. salya ve kan saçarak üzerine koşan en öndeki insanımsıyla göz göze geldi adeta. üzerinden silindir gibi geçip gidecekmişçesine hışımla koşuyordu yaratık. donmuş kalmıştı gözlerini bile kırpamıyor, vücudunu hissetmiyordu adeta.korkunç sona bir kaç metre kalmıştı ki, tüm o çığlık ve homurtuları bastıran bir ses tüm düşüncelerinden sıyrılmasına sebep oldu. az önce üzerine gelen yaratık kafasının yarısı parçalanmış şekilde 2 adım önünde yatıyordu. hemen arkasında başka bir ceset ve onun arkasında bir başkası daha. üzerlerine doğru delicesine koşan kalabalık teker teker yere yuvarlanırken, ne olup bittiğine anlam vermeye çalışıyordu. bir an kendini yerde buldu. rebecca onu ayağından çekip yere düşmesine neden olmuştu. elleriyle başlarını korurken, cenin pozisyonunda ne olup biteceğini merak bile edemeden öylesine yerde yatıyordu şimdi iki kişi. tüm çığlık ve homurtuların arasında başka seslerde işitmeye başlamışlardı artık. silah sesi !!
kah seri halde ateşlenmiş bir tüfek kah, küçük çaplı bir top patlamısını andıran başka bir ses. başını hafifçe kaldırıp olana bitene anlam vermek isteğinden, üzerine düşen vücutsuz bir baş sebebiyle vaz geçmişti franco. başını daha beter sıkıştırdı kollarının arasına, insanoğlunun kendini en güvende hissettiği cenin pozisyonunu daha bir sıkı aldı. ara ara başını sıkıca sıkıştıran kollarının arasından önünde cereyan eden korkunç olaya göz atıyordu. her silah sesinden sonra etrafa saçılan insan parçaları, fıskiye misali göğe fışkıran kan daha fazla bakmasına mani oluyor, hemen kollarını biraz daha sıkıca kapatarak dua ediyordu. metalin insan vücuduna girdiğinde çıkardığı sesle, kemiğe denk geldiğinde çıkardığı sesi ayırt edebiliyordu artık. çığlıklar yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığında, yerlerinden kalkabilecek cesareti henüz bulamamışlardı. ayak sesleri ve çığlıklar azalarak yok oldu...
ikisi de nerdeyse aynı anda doğruldular, oturuma pozisyonunda önlerinde ufak çaplı bir tepecik halini almış ceset yığınına bakıyorlardı. ne olmuştu? rüya mı görüyorlardı anlam vermiyordu hiç biri. ölmeyi beklerken, hayattaydılar ama nasıl? yoksa ölmüşmüydüler? herbiri aynı şeyi düşünüyordu şimdi. düşüncelerinden sıyrılmalarına, ceset yığınının üzerine vuran bir silüet ardımcı oldu. bunun bir insan gölgesi olduğunu anlamaları, az önce kendilerini ölüme mahkum eden, aşamadıkları duvarın üstündenden önlerine atlayan biri sebep olmuştu. irkildiler, refleksleri çok hızlı işledi ve kendilerini bir anda duvarın köşesinde birbirlerine sarılmış vaziyette buldular.
Artık hiçbir şeyi idrak edemiyorlardı. o adamın kim olduğu da mühim değildi. kısa süre içinde yaşadıkları büyük şoklar adeta beyinlerini dondurmuş, aptallaştırmıştı onları. Franco kendilerini farketmemiş gibi görünen adamı izliyordu şimdi. adam sanki onlar orda yokmuşçasına, ceset yığının içine girmiş, kaybettiği birşeyi arıyor gibiydi. kah cesetleri tekmeliyor, kah yuvarlıyor, birbiri üzerine düşmüş cesetleri yuvarlayıp yer açmak istiyor gibiydi. az sonra neden böyle yaptığını anladı. cesetlerden birinin kolundan bir saat, diğerinin boynundan da altın olduğunu düşündüğü bir kolyeyi alıp, bu yaptığı çok normalmiş gibi gayet rahat biçimde cebine doldurmuştu. aramaları halen devam ediyordu. cesetlere dokunan bu adam onu bir kez daha hayret içinde bırakmıştı. bildiklerine göre, değil cesetlere dokunmak fazla yakşalmak bile tehlikeliydi. virüs, hava yoluyla bile bulaşabiliyordu. aslında bu çok düşük bir ihtimaldi ama yine de böyle bir tehdit mevcuttu. adamın bunları umursamadığı gayet açıktı.
Birden kendini ve kızını tehdit altında hissetti Franco. Elinde tanıdık bir soğukluk hissetti. Glock hala elindeydi. usulca adama doğrulttu silahı ve ''kıpırdama'' dedi. sesi titriyordu. hiç tehditkar bir cümle olmamıştı. Sesi daha çok ağlamak üzere olan bir ilkokul çocuğunun sesini andırıyordu. zaten adam hiç oralı olmamıştı. belki de duymamıştı.
''kıpırdama'' dedi tekrar. sesi bu sefer daha tok ve daha az titrek çıkmıştı. Hemen faydasını gördü akabinde.
'' böyle mi teşekkür ediyorsun ?''
konuşabildiğine göre gerçek bir insan diye düşündü. içi ferahlamıştı biraz. uzun zamandır kızı hariç gerçek bir insanla karşılaşmamıştı. karşılaştıkları da çok uzun ömürlü olmamıştı.
''şey'' diyebildi sadece. ''teşekkür ederim ikimiz adına da hayatımızı kurtardınız''
'' nerden biliyorsun kurtardığımı ? belki az sonra seni öldürürüm. elinde ki glock gayet davetkar. sanırım onu bana vermek istemeyeceksindir. o yüzden seni öldürebilirim.''
'' yooo'' dedi franco.
'' alabilirsin, zaten kullanmayı pek beceremiyorum, hatta al, sana bir teşekkür hediyesi vermiş olurum''
'' hediye kabul etmiyorum.''
Franco adamdan korkmaya başlamıştı. sert ve ezici konuşuyordu adam. uzlaşmaz, tehlikeli bir tipti. ve hala franco nun yüzüne bile bakmamış, ölü soygunculuğuna devam ediyordu.
'' başka verecek bişeyimiz yok'' diyebildi.
bu sözün ardından adam meşgul olduğu ölüyü rahat bırakıp, usulca ayağa kalktı ve franco ya döndü.
o an adamın heybetli duruşu karşısında, korkusu iki katına çıkmıştı Franco nun.
uzun boylu, iri cüsseli sayılabilecek siyah saçlı, teni yer yer kan lekeleri yer yer morluk ve yaralarla kaplı bu adamın, koltuk altlarından magnumların sallandığını farketti. sol bacağına bağlı bir başka silah, sağ bacağında büyükçe bir bıçak, göğsünde şarjörler, bir kaç el bombası ve sırtına çapraz astığı bir m-16 sı olan adamın askeri kamuflajlı pantolonu yer yer kan lekeleriyle bezenmişti. Sivri ve kemikli yüzü bir kaç ufak çizikle daha da ürpertici bir hal almıştı. is kan ve kirle yoğrulmuş alnının hemen altında iki tane simsiyah göz ve çatık kaşlar uzanıyordu. şimdi gözlerini franco ya dikmiş öylece bakıyordu adam.
Franco da aynı şekilde karşılık vermek istedi ama , adamın delici bakışları karşısında hiç şansı yoktu. gözlerini kaçırdı, hala yerde olduğunu farketti, duvardan destek alarak yavaşça doğruldu. pantolonunu eliyle silkmeye çalıştı, sanki geri kalan elbiseleri çok temiz sadece pantolonu kirliymişçesine. adamın karşısında ezildikçe anlamsız hareketler yapıyordu, bu da onlardan biriydi. şimdi bu iri adamla arasında yarım metre ya vardı ya yoktu, elini uzattı, sevecen bir tavırdı bu tehdit içermiyordu, zaten bu adamı tehdit edebileceğini hiç sanmıyordu. eli kısa bir süre havada kaldıktan sonra, iri adam da aynı şekilde karşılık verdi. elleri bir süre tokalaşır vaziyette havada kaldı.
'' Franco'' dedi. '' Mario Franco''
adam ismini söylemedi, '' memnun oldum'' demekle yetindi.
'' bu da kızım Rebecca'' diye ekledi Franco. ''Tekrar teşekkür ederim hayatımızı kurtardınız''. ve namlusundan kavradığı glock un kabzasını adama doğru uzattı.
'' sizde kalsın'' dedi adam. '' lazım olacak''....
'