2011’in En İyi 6 Bilim Kurgu Filmi!

2011 bilimkurgu açısından çok parlak bir yıl olmasa da, gelen 2012’nin sinyallerini verdi. Bu senenin en önemli yanı, usta yönetmenlerden, sinema geçmişlerinin ve filmografilerinin dışında yapıtlar görmemiz oldu. Scorsese’in Hugo’su, Malick’in Hayat Ağacı, Woody Allen’in son on yılda yaptığı en iyi iş olan Paris’te Geceyarısı, Almodovar’ın ilginç Frankenstein uyarlaması İçinde Bulunduğum Deri’si ve Spielberg’den yeni bir Tenten filmiyle eğlenceli ve farklı bir sene olduğunu da söylemek ve hakkını vermek lazım.

Bizim açımızdan, 2011, biraz da dünyaya yaklaşan gezegenlerin yılı oldu, kim bilir belki de 2012’nin sinyallerini veriyordu bu durum. Böyle bir listede, yine altlarda kalmış, gün yüzüne çıkamamış ya da geç çıkmış filmleri atlamış olabiliriz (Özellikle çıktıkları yıldan sonra 3 sene içinde popüler olan uzak doğu filmlerini kastediyorum). Yine de işte sizin için seçtiğimiz, 2011’in en özgün, en eli yüzü düzgün ve saygı duyulası altı filmi.

[stextbox id=”black”]6. Melancholia

melancholia

Bir kıyamet senaryosu en farklı nasıl yazılabilir? Dünya yok olmak üzereyken insanların tepkileri ve duyguları nasıl olabilir? Bunları en farklı kim anlatabilir? Lars Von Trier bunun peşine düşmüş. Dünyaya yaklaşmakta olan Melancholia Gezegeni’nin insanlar üzerindeki etkilerini araştırmış. Özellikle ikinci yarısında ve ikinci yarısının sonlarında beklenen etkiyi oldukça başarılı bir şekilde vermeye başlayan film, muhteşem görselliğiyle de ilgi çekiyor. Trier’in kural tanımayan kamerası, alışık olmayan seyircileri rahatsız edebilir ama birçok sahnede yaratılan atmosfere hayran kalmamak elde değil.

Melancholia’nın belki de en büyük başarısı, büyük ve küçük insanların birbirlerine göre durumlarını oldukça başarılı bir şekilde çizmesi. Normal bir durumda en garip ve aptalca tepkileri verenler, toplumun akılcılığından uzakta olanlar, herhangi bir uç durumda, felaket anında, en mantıklı kişiler gibi görünebiliyorlar. En olgun olanlarsa, tüm hayatlarını başarıyla şekillendirmiş olmalarına rağmen, ellerinden gelen bir şey olmadığını gördüklerinde, akıllarından ya da hayatlarından kaçmak zorunda kalıyorlar.

Melancholia, her ne kadar ilk yarısı gereksiz bir şekilde vasat da kaçsa, son yarım saati için bile zevkle izlenebilecek bir film.

[stextbox id=”black”]5. The Future

mirandajulythefuture

Miranda July’i çektiği tek uzun metraj film, Ben, Sen ve Diğer Herkes ile tanıyoruz. Bunun yanında, özellikle internet ortamında oldukça popüler olan kısa filmlerinden herkes en azından bir tane izlemiştir diye düşünüyorum. Bütün bu gördüklerimiz, modern kadın yönetmenler arasında ilgi çekici bir konumda bulunan July’nin naif, farklı tarzını biraz da olsa tanımamıza yol açıyor.

July’nin “Gelecek” filmi, aslında o kadar da Bilimkurgu sayılmaz. Daha çok, bir aşk hikayesi üzerine kurgulanmış, çok ufak bir bilimkurgusal ögeyi barındırıyor demek daha doğru olur. Ancak filmin kendi içindeki farklılığı ve durum öykücülüğü ile olay öykücülüğünü bu denli ilginç birleştiriyor olması, onu izlenebilir ve üzerine düşünülebilir kılıyor. Tüm bunları ilerleten şeyse, filmdeki o ufak bilimkurgu kısmı diyebiliriz sanırım. Son dönemlerde fırlayan “tüm çiftler ayrılır” temalı filmler içinde konuya en farklı yaklaşanlarından birisi olarak dikkat çekiyor The Future. İzlenmeli.

[stextbox id=”black”]4. Midnight In Paris

midnight in paris

Woody Allen’ın son zamanlardaki değişiminin etkisini en çok gösterdiği film Paris’te Geceyarısı, aynı zamanda son yıllarda yaptığı en iyi film de. Avrupa şehirleri serisinin bu ikinci filminde, zamanda yolculuk temasını kullanıyor usta yönetmen. Paris’in o sanatsal, edebi çekiciliğine kapılmış bir yazarın, o şehirde neler yaşayabileceğine vurgu yapıyor. Allen’ın sanat ağırlıklı düşüncelere ve yapımlara karşı olan tavrı yer yer kendisini hissettirse de biraz yumuşamış gibi görünüyor. Yumuşak görüntüler, muhteşem müzikler, sakin atmosfer içinde çok eğlenceli bir seyirlik sunuyor.

Kitaplarını, düşüncelerini okuduğumuz; filmlerine, resimlerine baktığımız sanatçıları tek tek şaşırtıcı bir biçimde karşımızda bulmak, hoş bir neşe katıyor. İçinden Hemingway’in, Dali’nin, Bunuel’in, T.S. Elliot’ın, Faulkner’ın geçtiği bu film, 2011 yılının en başarılı işlerinden biri olarak aklımızda kalıyor.

[stextbox id=”black”]3. Another Earth

another earth

Başka Bir Dünya, bir ilk film için oldukça başarılı hikaye örgüsüyle dikkat çekiyor. Melancholia ile kardeş sayılabilecek bir film aslında. Yönetmeni ve senaristi Mike Cahill bu konuda ne düşünüyor merak ediyorum açıkçası. Dünyaya yaklaşmakta olan, Dünya 2 adı verilmiş ve bizim dünyamızla fiziksel, coğrafi her açıdan paralel olan bir gezegen, herkesin dikkatini çekmekte ve hayatlar üzerinde etkiler yaratmaktadır. Buna paralel olaylar ve o olayların sonuçlarını görürüz.

Another Earth, basit bir kişisel sorgulama hikayesini, çok ufak detaylarla hayranlık uyandırıcı bir kaçış öyküsüne dönüştürebilmiş bir film. Seyirciye açık bırakılan sonu ve filmin uzaylı olgusuna farklı bakış açısı, onu 2011’in iyi izlencelerinden biri yapıyor.

[stextbox id=”black”]2. Hugo

hugo

Bir başka usta, Martin Scorsese de 2011’de tarzının dışında sayabileceğimiz ilginç bir filmle geldi. Hugo, kendini diğer filmlerden o kadar ayırdı ki, hayranlık duymamak elde değildi. Yalnızca afişi nedeniyle bile aylarca bekleyebileceğimiz bu filmin konusu da özellikle sinemayla yakından ilgilenenleri kendine mest ediyordu. 30’ların Paris’inde bir tren garında yaşayan, ufak icatlar, tamirler yapan bir çocuğun, ihtiyar bir oyuncakçıyla karşılaşmasını anlatıyordu film. İşin ilginç yanı burada başlıyor. Bu oyuncakçı, sinema tarihinin en önemli yaratıcılarından birisi olan Georges Melies idi.

Scorsese, bu şahane filminde, biraz da kendisiyle yüzleşmiş, sinemaya ve sinemacılığa büyük bir övgüde bulunmuş. Birçok sahnesini gözleriniz dolu dolu, hayranlıkla, bitmesin isteyerek izliyorsunuz. Yarattığı atmosferle, oldukça basit ve çocuksu bir hikaye yapıyormuş izlenimi vermeye çalışan Scorsese, tüm bunların altında, yaratıcılığa ve çabalamaya dair muhteşem bir güzelleme yapıyor. Klasik sinemanın son dönemde verdiği en güzel örneklerden biriyle karşımıza çıkıyor.

Her ne kadar pek bilimkurgu sayılmasa da, Melies’in içinde bulunduğu bir şeyi, gerçekçilikle yanyana koyamayacağımız, koymaktan utanacağımız için bu listeye almakta beis görmüyoruz. Herkesin izlemesi, kaçırmaması gereken bir film.

[stextbox id=”black”]1. The Tree Of Life

treeoflife

Terrence Malick, kuşkusuz yaşayan sinema üreticileri içinde, en ilgi çekicilerinden birisi. Filmleri arasında, birçok dahi yönetmeni bile şaşırtacak kadar süre bırakan, her filminde uzmanı olduğu felsefe biliminin etkilerini uzun uzun yayan bu ilginç yönetmen, 2011 yılında herkesin merakla beklediği bir filmle ortaya çıktı. Hayat Ağacı, kesinlikle herkese göre bir film değildi. Gerçekte de olduğu gibi, kimilerinin nefret edeceği, çok rahatsız olacağı ve sıkılacağı, kimilerininse hayranlıkla akıp gideceği bir filmdi.

Malick, Hayat Ağacı’nda kendi düşünceleriyle birlikte, klasik toplumun iç çatışmalarına da yer vermiş. Tanrı, din, bilim, doğa’nın birlikte varolup olamayacağı, olamayacaksa hangisinin seçileceği üzerine, kimi zaman evrimsel, kimi zaman yaradılışsal bir film. Ancak tüm bunların ötesinde, işlediği konuya baktığı akılalmaz yöntem hayranlık uyandırıcı. Bir Amerikan ailesi üzerinden tartıştığı tüm bu kavramlar, otoriter düzenler, dünyanın varoluşundan ve dinozorlar çağından bu yana geliyor. İnsanlar çağlar boyunca felsefelerini farklı farklı biçimlerde iletmişlerdir. Kimileri açık açık söylerken, kimileri karşıdakini tongaya düşürme yöntemini tercih eder, kimileri odasına kapanıp uzun uzun hikayeler yazar, altına saklar, kimileri şiir yazar. Modern çağdaysa, böyle yönetmenler vasıtasıyla, film çeken filozoflar doğdu. Bu tarz bir anlatıyı birçoklarının da dediği gibi daha önce Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filminde görmüş olabilir.

Klasik sinema yöntemlerine de oldukça zıt düşen film, anlatımsal farklılığının yanı sıra, görsel anlamda da izleyeceğiniz hiçbir şeye benzemiyor. Sizi içine saran müzikler eşliğinde, çok büyük ve hayranlık uyandırıcı resimler, hiç tatmadığınız (eğer başka Malick filmi izlememişseniz) çok farklı gelebilecek görsel hareketler ile, içinde yüzdüğünüz bir lezzet Hayat Ağacı.