Çift Başlı Kartal | İnceleme

Çift Başlı Kartal son yıllarda okuduğum en yürek yakıcı metinlerden oluşuyor.”

Kitabı elinize aldığınızda, hemen kapak sayfasında bulunan Sevin Okyay’ın önsözde yazmış olduğu yazının içinden alıntılanmış olan cümle ile karşılaşıyoruz. Her kim o cümleyi, o önsözün arasından çıkartıp kapak sayfasına koymayı akıl etmişse önünde saygı ile eğilmek istiyorum. Çünkü Sevin Okyay harfi harfine hissettiğim duyguları bu satırlar ile dışa vurmuş!

Yiğit Değer Bengi, 2006 yılında Artemis Yayınları’ndan çıkartmış olduğu bu tarihi öğelerle donatılmış fantastik türdeki kitabı ile edebiyata yeni bir soluk kazandırmış. Gerek yazım tarzından gerekse yüksek lisans yapmış olduğu Eskiçağ Tarihi bölümünün kendisine vermiş olduğu deneyimler ile unutulamayacak dokuz öykünün bir arada olmasını ve kitabın ortaya çıkışını sağlamıştır.

Uzun süredir merak ettiğim, bulamadığım ve okuyamadığım için yakındığım, fantastik edebiyatı anlatan yazılar içerisinde özellikle Türkiye’deki gelişimine bu derlemenin önemli bir yer aldığını gördüğüm kitabı nihayet okumuş bulunuyorum. Üzgünüm; çünkü böyle güzel öyküleri daha yeni okudum, mutluyum; çünkü ölmeden önce türün en güzel örneklerini benliğime kazımış bulunuyorum…

Kitaba adını veren Çift Başlı Kartal öyküsü, İthaki Yayınları’nın 2003 yılında düzenlemiş olduğu yarışmaya da katılmış ve üçüncülük elde etmişti. Daha önceden 1002 Gece Masalları derlemesini de bizlerle buluşturan Bengi, bu yapıtıyla birlikte ülkemiz için ne kadar değerli olduğunu kanıtlamış bulunuyor. Dış ülkelerdeki yabancı yazarların öykülerini okumaya doyamayan bizlerin aslında hemen önümüzde bulunan nimetleri nasılda teptiğimizi kitaptaki hikâyeleri okuduğunuzda eminim anlayacaksınızdır.

Cift Basli Kartal
Künye bilgisi için tıklayın.

Dokuz ayrı öykü, dokuz ayrı yaşam, dokuz ayrı kurgu ve dokuz ayrı yapıt. Her biri birbirinden özel, birbirinden güzel olan bu hikâyeleri her okuduğumda “İşte favorim bu!” diyordum lâkin bir sonraki öykü bu düşüncemi haksız çıkarıyordu. Sonunda anladım ki sadece biri değil hepsi favorim olmuş. Aslında daha derinlere indiğiniz zaman, bu okuduklarınızın kendince bir yazarın dünyasında kurduğu cümleler değil, araştırılmış – üzerinde durulmuş olağanüstü bir titizlikle örülmüş kelimeler bütünü olduğunu anlıyoruz. Yazar, burada bize asıl vurgu olarak fantastik öğeleri değil, oradaki yaşanan gerçek hikâyeyi sunmuş. Bahsi geçen unsurlar ise daha sonradan olaya dâhil olmuş. Zaten kitabın en güzel tarafı da, kendisine çeken kısmı da bu şekilde devreye girmiş…

Birazcık öykülerden bahsetmek istiyorum. Dokuz öykünün isimler sırasıyla şöyle;

– Katip
– Avcı Nun
– Son Kahraman
– Höyük
– Fehm-i Tekerrür
– Kelebek Akşamı
Çift Başlı Kartal Üçlemesi
– Karanlık Şehir
– Hain
– Çift Başlı Kartal

İlk başta, bu incelemeyi yapacağım sırada sizlere öykülerden tek tek bahsetmek, sonuçları hakkında kısaca ipucu vermek ve böylece bu kitap hakkında benliğinizde kısa bilgiler oluşmasını sağlamaktı. Ama son hikâye olan Çift Başlı Kartal’ı da okuduğumda bu düşünceden vazgeçtim. Kitap hakkında neden kimse bir şeyler yazmamış, neden herhangi bir inceleme yapılmamış diyordum. Sanırım okuyanlar da benimle aynı düşünceleri paylaştıklarından dolayı yazmaya elleri varmamış ve sadece “Okuyun.” önerisinde bulunmuş olabilirler. Çünkü hissedeceğiniz duyguyu sizlere verebilmek için yalnız başınıza sessiz bir ortamda kitabı elinize alıp okumaktan başka yapılabilecek hiçbir şey yokmuş gibi gözüküyor. Bu nedenle ben de sizlere kitap hakkında az da olsa bir şeyler yazıp, hislerimi paylaşmanın daha doğru olacağını düşündüm…

Peki, kitap bittikten sonra ne mi hissettim? Bu soruyu bana soran bir arkadaşıma şunları söyledim: “Bu kitapta yazılanlar hayal ürünü olamaz. Hani geçmişte yaşanan o destansı kahramanlık olayları vardır ya, dinledikçe dinleyesi gelir insanın. İşte bu duygu yüklü ve yürek yakıcı hikâyeleri okuduğumda, tam olarak bunları hissettim. Olayın gerçekdışlılığı tarafına değil, tam olarak o yaşanılır kısmına hayran kaldım. Anadolu’nun o zengin toprağına, eskiden yaşamış insanların aşklarına, vatana duyduğu sevgiye ve kahramanların bile korkabileceğine tanık oldum. Her öykünün bitişinde fantastik unsurlar değil, oradaki heyecan aklıma kaldı. Korku kaldı aklımda, aşk kaldı, en önemlisi de yaşanmışlık kaldı…”

Yiğit Değer Bengi’nin Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptığını başlarda yazmıştım. Sanıyorum hikâyelerin bu kadar gerçekçi olmasının en büyük nedeni buydu. Elbette ki zengin dili ve o dehasıyla bu bilgiler birleşince ortaya tadından yenmeyecek eserlerden birisi de çıkmış bulundu. Buna en güzel örneği, Höyük adlı öykünün içinden Efraz Dede’nin söylemiş olduğu sözü alıntılayarak verebiliriz.

“Mehmedim, toprak ne padişahındır ne de Fransızın. Toprak bizimdir, anamız gibi bakar bize ve dağlar da bizimdir, gerekirse babamız gibi korur bizi. Şu höyük de bizimdir, Ayıntap gibi. Kim bilir kaç asır evvel taştan yontmuştur ecdadımız. Bak, onlar artık bunca asırdır toprağın bağrında kalmakla toprakla kardeş olmuşlardır. Toprağın altında da kalsak, üstünde de olsak onu kollamaktır vazifemiz, binlerce sene sonra bile…”

Sadece bu cümlelerle bile Bengi’nin anlatmak istediğini, bizlere sunduğu güzelliği görebiliyor musunuz? Belki de bize Efraz Dede’nin ağzından verilebilecek en güzel cevabı sunmuş. Bu arada en duygu yüklü öykülerden birisidir Höyük. Madem cümleler alıntıladık buradan, biraz da bahsedelim öyküden.

Höyük, Mehmet adlı genç bir çobanın ve sevdiği kız olan Esma’nın öyküsüdür. Antep’i saran düşmanın içinden çetecilere katılmak isteyen Mehmet’in, bunu duyunca yüreği yanan, “Öleceksin, baban gibi seni de kaybedeceğim oğul.” feryatlarıyla yanan annesinin, sevdiği kıza bunu söylediği sırada gözyaşlarınızı tutamayacağınız bir öyküdür. Ki beni en çok yaralayan kısmı da Mehmet’in sevdiğine sarılamadan, onu öpemeden sadece gözlerinin içine bakarak “Ben çetecilere karışacağım.” dediği kısımdır…

Kitaba adını veren Çift Başlı Kartal üçlemesi de oldukça etkileyici ve akılda kalıcı metinlerden oluşuyor. Son öyküde Kral Murşili ve baş mızrakçısı –aynı zamanda can dostu- Luvanda’nın arasına giren kötülüğün ve doğurduğu sonuçların yazılış tarzından da bunu net bir şekilde görebiliyoruz.

Burada bahsetmek istediğim son şey ise Fehm-i Tekerrür adlı içimi tir tir titreten öyküdür. Ciddi anlamda kurguyu hiç beklemediğim ve ağzımı açık bırakan bir yere bağlaması ile Bengi kendini bütünüyle soyutlamış oluyor tahminlerden. Mitoloji ile bağdaşlaştırdığı öyküyü, hiçbir ipucu vermeden çok farklı bir kısma bağlamasıyla takdir edilesi bir sonuca ulaşıyor.

Günümüzle bağlantılı öykülerde yazan Bengi, bunu eskilere uyarlayarak bizlere sunuyor. Tepkisini çok iyi bir şekilde gösteren yazarımız, kurgulamış olduğu “Son Kahraman” adlı öyküsü ile aslında geçmiş ile şu anın arasında hiçbir fark olmadığını gözler önüne seriyor. Bahsi geçen öykümüzde de Irak- ABD savaşını konu alıyor…

Öyküler hakkında yazmayacağım dediğim halde yine de birkaç şey söylemeden edemedim. İsterseniz biraz da kitabın özelliklerinden bahsedelim…

Başta da söylediğim gibi kitap 2006 yılının Nisan ayında çıktı. Kapak çizimlerini Kenan Yarar, tasarımı ve uygulamasını Gökçen Ergüven, yayına hazırlanma işini de Ilgın Sönmez Toydemir üstlenmiş. Okunuşu rahat ve göz yormayacak şekilde hazırlanışı, konsantrasyon açısından oldukça güzel bir durum sağlamış. Kapak tasarımını beğenmeme rağmen çizimlerin daha göz alıcı ve yapıta uygun olmasını dilerdim. Bahsedilen figürün hem doğuya hem de batıya bakan kartal şeklinin farklı bir hâli, arka plan ile olan uyumunun iyi sağlanması eminim hitabet açısından daha hoş durabilirdi. Kitap hakkında yapılabilecek tek eleştiri bu gibi duruyor…

Uzun süre etkisinden kurtulmayacak ve sizi derinden yaralayacak hikâyeler arıyorsanız sanıyorum bundan iyisi ya da bunun gibisini çok zor bulacaksınız. Çok uygun fiyatının yanı sıra sizde bıraktığı izlenimi okuyunca anlayacaksınızdır. Hemen alıp okumanızı tavsiye ediyorum.

Hepinize iyi okumalar!