Doctor Who: Yeni Sezon, Yeni Yüz

peter capaldi tardis

doctor who new 7

BBC tarafından yapılan canlı yayında Peter Capaldi‘nin yeni Doktor olarak açıklanmasının üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Bu açıklamanın hemen ardından başlayan tartışmalarda, Doctor Who izleyicilerinin çoğunun bir şekilde dahil olduğu iki belirgin fikirle karşılaştık: “Bu adam çok yaşlı, böyle doktor mu olur?” ya da “Capaldi çok iyi bir oyuncu, üstelik ne yaşlısı?! William Hartnell’la başladı bu dizi.” Bu tartışmaların yanı sıra, dizinin sürekli izleyicilerinin çok iyi bildiği bir yeni doktora alışma süreci var ki, Capaldi ne kadar başarılı olursa olsun bir şekilde bu süreci atlatmamız gerekecekti. Önce yeni aktörden nefret edip selefini hasretle anarız, birkaç bölüm sonra karşımızdaki yeni yüze alışmaya başlarız, dizideki ömrünün sonuna yaklaşırken ise keşke gitmese diye yas tutarız. Matt Smith‘in ayrılacağını öğrendiğimde başlayan bu yas dönemi, The Day of the Doctor adlı 50. yıl özel bölümünde gözleri ile (hatta aslında kaşları ile) tanıştığımız Peter Capaldi sayesinde benim için çok kısa sürdü. On ikinci doktoru ve kaşlarını hemen sevdim.

İtiraf etmeliyim, Doctor Who‘nun yedinci sezonunu gittikçe artan bir hoşnutsuzlukla izledim. Pondların ayrılışının ardından gelen Clara “en sevmediğim companion” unvanını Martha‘nın elinden aldı ve zirveye yerleşti; bu arada Steven Moffat hakkında hiç insancıl olmayan fikirler beslemeye başladım ve dizinin Russell T. Davies dönemini epeyce özledim. Moffat henüz koltuğunu bırakmaya niyetli gibi gözükmese de doktorun son rejenerasyonu ile birlikte dizinin tekrar canlanacağını umarak, bu sezonu hevesle bekliyordum ve (genel bir değerlendirme için erken olsa da) sezonun ilk dört bölümünü büyük bir keyifle izledim, çok özlemişim doktoru. Bir de bu sezon Clara‘ya veda edersek parti verebilirim sanırım. Parti derken Clarasız ilk bölümü peş peşe üç kez izlemek, mutluluğumu çeşitli sosyal medya sitelerinde paylaşmak, dizinin jenerik müziği eşliğinde halay çekmek gibi şeylerden bahsediyorum elbette.

[stextbox id=”black”]Spoilers!

Tamamen öznel olan yorumlarımı bir kenara bırakırsak, Matt Smith‘in son bölümü olan The Time of the Doctor geçmişe dönük bazı soruları cevaplarken sekizinci sezon için yepyeni bir yön çiziliyordu. Çok yaşlı ve çok umutsuz Doktor, Trenzalore’da yaşadığı yüzyıllar boyunca malum soruyu cevaplamasa da, Gallifrey‘in ve halkının hâlâ oralarda bir yerde olduğunu öğreniyor ve bu konu bükümü* ile birlikte yeni sezondaki ana temanın Gallifrey‘i bulmak üzerine kurulacağı varsayımlarını güçlendiriyordu. Bu varsayıma rağmen, sezonun bugüne kadar yayımlanan dört bölümünde Gallifrey‘in nerede olduğuna dair bir ipucu ya da Doktor’un konu ile ilgili bir yorumu/planı karşımıza çıkmadı. Şimdilik bağımsız maceralar işleyen bölümlerde Doktor yeni bedenini ve kimliğini tanımaya çalışırken, Moffat muhtemelen sezon finalinde bir araya toplayıp açıklayacağı küçük gizemler serpiştiriyor diziye.

[stextbox id=”black”]Derin bir nefes alın

Sekizinci sezon, 79 dakikalık Deep Breath adlı bölümle Viktorya dönemi Londrasında başlıyor. TARDIS bir dinozorun boğazına takılmış ve dinozorla beraber Londra’da ortaya çıkıyor. Rejenerasyonun ardından İskoç aksanıyla konuşmaya başlayan Doktor’un kafası çok karışık, isimleri hatırlamakta zorlanıyor ve henüz değiştirmeye fırsat bulamadığı kostümü ile Matt Smith‘i hatırlatıp yüreklerimizi burkuyor. Doktor yeni yüzünü anlamlandırmaya çalışırken “Neden bu yüzü seçtim?” diye soruyor -ki malumunuz, Peter Capaldi daha önce The Fires of Pompeii bölümünde Caecilius adlı karakteri canlandırmıştı ve Steven Moffat bu karakterin Doktor’un yeni yüzü ile ilişkilendirileceğini açıklamıştı.- Bu arada, “The Impossible Girl” olarak Doktor’un zaman çizgisinde oradan oraya dolaşan, ilk Doktor’a kadar tüm rejenerasyonları gören Clara (İlgili bölüm için bkz: The Name of the Doctor) anlamsız bir biçimde Doktor’a yabancılaşıyor, karşısındaki yüze güvenmiyor ve hatta rejenerasyonu geri döndürmenin mümkün olup olmadığını bile soruyor. Clara‘yı ikna etmek, ancak Doktor’un geçmişten gelip yardıma yetişmesi ile mümkün oluyor. Madame Vastra‘nın Clara’yı karşısına alıp çatır çatır azarladığı sahne ise (benim gibi) Clara‘yı sevmeyen izleyicilerin keyfine keyif katıyor.

Kurgulandığı döneme uygun olarak steampunk bir atmosfere sahip olan bölümde, yanlışlıkla Londra’ya getirilen dinozor kendiliğinden yanma nedeniyle (spontaneous combustion) ölüyor; Vastra, buna benzer insan ölümlerinin de gerçekleştiğini açıklıyor ve Doktor bu ölümlerin sorumlusunu bulmaya kararlıyken karşısına yarı insan yarı robot olan Half-Face Man çıkıyor. İnsanlardan aldığı parçalarla yüzyıllar boyunca kendisini yenileyen Half-Face Man ile yüzleşen Doktor, bu robotun amacına ulaşmasını engellemeye çalışırken daha karanlık ve acımasız tavrını da ilk kez göz önüne seriyor. David Tennant‘ın ve Matt Smith‘in ilk bölümleriyle karşılaştırıldığında, daha sönük gözükse de Doktor’un yeni karakterine yönelik iyi bir açılış olduğunu düşünüyorum. Half-Face Man‘in ulaşmaya çalıştığı The Promised Land ve gizemli bir bahçede, Mary Poppins’i anımsatan bir tavırla ortaya çıkıp Doktor’dan “Erkek arkadaşım” diye bahseden Missy ise bu sezon boyunca karşılaşacağımız gizemlerden en büyükleri olacak gibi gözüküyor. Missy‘nin kim olduğu ile ilgili birçok farklı teori mevcut ama elimizde o kadar az ipucu var ki, elle tutulur bir fikir üretip ardında duramıyorum.

Sezon açılışının ardından gelen bölümlerin her biri bağımsız hikayeler olarak kurgulanmış. Yeni Doktor’a alışma süreci için iyi bir hamle bu, çünkü bizim gibi Doktor da hâlâ kendisini tanımaya çalışıyor. Clara‘nın zaman çizgisinde neredeyse hiç zaman geçmemiş ve bizim için yalnızca birkaç ay geçmiş olsa da, Doktor’un uzayda ve zamandaki son seyahatinin ardından yüzyıllar geçti. Trenzalore‘un küçük Christmas kasabasındaki zorunlu bekleyişinin sonunda gerçekleşen rejenerasyonun hemen ardından bir dinozorun peşine düşen bu adam, fazlasıyla sakin geçen yüzyılların ardından bir anda geri döndüğü koşturmacaya alışamamış gibi gözüküyor. Özellikle sezonun dördüncü bölümü olan Listen‘da Doktor’un korkuları, özgüvensizliği öne çıkıyor. Yerin kilometrelerce altındaki karanlık dehlizlerde Şeytan‘ın ta kendisine kafa tutan adam, bir anda karanlıktan korkan ve korkusunu rasyonelleştirmeye çalışan bir çocuğa dönüşüyor. Buna rağmen, sezon ilerledikçe Doktor’un karakterinin belirginleşeceğini ve beklediğim karanlık, korkutucu doktoru göreceğimizi umuyorum.

peter capaldi tardis

Yeni sezonla birlikte değişen ve bahsedilmezse ayıp olacak iki nokta daha var: TARDIS’in yeni tasarımı ve dizinin jeneriği. Doktor’un rejenerasyonları ile birlikte TARDIS de değişiyor ve her seferinde yeni tasarımın eleştirecek bir yanını buluyorum. 12. Doktor’un konsol odası, yanıp sönen ışıkları ve fazlasıyla köşeli kumanda paneliyle epey değişmiş. Giriş kapısına, daha önceki tasarımlarda olmayan küçük bir antre eklenmiş; bir de arka planda deri ciltli kitaplarla dolu bir kitaplık gözüküyor. Elbette izledikçe alışacağım ama 9. ve 10. Doktorlar tarafından kullanılan, daha organik formlardan oluşan tasarımı özlemeye devam ediyorum. Yeni jenerik ise, Eylül 2013’te Youtube’a eklenen bir fan-made videodan yola çıkarak yapılmış, hatta dizinin yapımcıları videoyu üreten Billy Hanshaw ile iletişime geçip beraber çalışmışlar. Time vortex’in yerini alan saat dişlilerini çok sevmedim ama jeneriğin yapım hikayesi çok keyifli olduğu için “Tamam madem bu sezon da böyle olsun,” deyip geçiyorum. Jenerikle birlikte değişen müziği de acımasızca eleştirip “Beğenmedim,” demek isterdim ama en azından bu konuyu müzikten anlayan insanlara bırakıp susmalıyım.


* Konu bükümü: “Plot twist’in Türkçesi ne yahu?” soruma karşılık olarak arkadaşlarımdan gelen alternatiflerin biri. Bence güzel oldu. Teşekkürler Ersay!