Ecel: Öcü Avcısı

ecel ocu avcisi top

Ve o ‘şey’ birden tiz bir kahkaha atınca hepimiz olduğumuz yerde sıçradık. Tuğlaların ardından çıkıp üstümüze atlasa bu kadar korkmazdık ama korku filmlerinde de insanı en çok korkutan şey ses efektleri değil miydi zaten?

Funda Özlem Şeran’la çok geç karşılaştım aslında. İlk olarak Türk Fantazya Birliği’nin yapmış olduğu yarışma için yazmış ve birinci olmuş hikayesi “Hamam” ile tanıdım kendisini. Daha sonradan Xasiork’taki Temizlikçi, Mimik Avcısı, Morg Kaçkını gibi hikâyelerini okumuştum. Yazım tarzı ve o mizahi bakış açısıyla şu aralar sevdiğim ve okumaktan en çok keyif aldığım türü sanki yansımama bakıyormuşum gibi aktarıyordu cümleleri. İster istemez kendisine karşı bir hayranlık oluşmuştu. Cümlelerdeki o sadelik ve dediğim mizahi yazım tarzı, sizi yemek zamanı bile kitabı elinizden bırakmamak, sanki sonunu getirmeden kitabı kapamanın bir daha okuyamayacağınız anlamını taşıyormuş gibi hissetmenize neden oluyordu. Akıcılık ve üçüncü kez kullandığım “sadelik” ile bir bakmışsınız öykü bitmiş sonu gelmiş…

Birçoğumuzun anlatmayı kesinlikle başaramayacağı cümleleri toparlayarak, sanki gündelik hayatta her zaman konuşulacak bir şeymiş gibi sade ve basit bir üslupla anlatması kesinlikle üstünde durulması gereken farklı bir nokta.

Ecel adlı bu kitabı okumak için nihayet geçen gün zaman bulabildim. Kısa hikayelerini okumuştum evet, ama uzun soluklu bir maceranın beni beklediğini hissederek biraz tedirginlikle yaklaşmıştım ilk başlarda. Daha çok “Başlarım ama bitiremem…” korkusu vardı. Bilgisayar ortamında olduğundan ayraç kullanma imkânımın olmaması (sanki yanına bir not defteri açıp, içerisine kaldığın sayfayı yazmak çok zormuş gibi!) gibi saçma sapan nedenlerin, kafamı kurcalaması dertlerinden muzdariptim. Ama daha sonra kitaba bir ön bakış atıp, ilk paragrafta yazdığım noktaları göz önüne alarak “Bismillah!” deyip okumaya koyuldum.

İyiki de başlamışım ama. Sonrasında bu güzelim kitabı -daha doğrusu ön okumayı- tek oturuşta bitirmenin verdiği burukluk olsa da mutluydum. Ön okuma deme sebebimi de birazdan açıklayacağım.

Hikâyeden biraz bahsedecek olursak, her şeye asıl kahramanımız olan Ece’nin gözünden bakmakla başlıyoruz. Onun düşüncelerini okuyoruz bir bakıma…

Ece, Anti-cin adlı bir topluluğun -kendi deyimiyle- neferlerinden biri sadece. İş arkadaşları da var tabii. Kendisiyle beraber çalışan Ziya ve Jesse mesela bunlardan sadece iki tanesi. Ayrıca bahsettiğim bu takımın başında Oğuz Bey diye bu işte deneyimli ve herkesin saygı duyduğu birisi var. Takımın, İstanbul ayağını oluşturuyor bu grup. Görevleri ise, aynı dünyadan fakat farklı boyuttan gelen kötü cinleri durdurmak. Ne kadar ironik değil mi? Özellikle de Ece adlı asıl kahramanımız için. Onun kendisine göre daha beter sorunları da var çünkü. Bunların en başında anneannesi geliyor. Görevini hem ondan saklamak zorunda kalıyor, hem de ani zamanlarda tez şekilde yalan uydurarak göreve gitmesi gerekiyor. Ki anneanne de ne anneanneydi ama!

Kitapta nedenini bilmediğim şekilde en sevdiğim karakterlerden birisi oldu anneanne. Normalinde onun ismi ile yine karşılaşmak istediğimi buradan bir daha belirteyim. Sen kalk o kadar cinle savaş, elinde silahlarınla “öcü avcısı” ol, sonrasında anneannenin yanında mum gibi dikil! Gel de gülümseme şimdi… Ki aralarındaki konuşma ise en sevdiğim kısımdır, unutmadan ekleyeyim.

Bu kitabın sevdiğim diğer yanlarından biri de, çok ciddi anlarda bile kelime oyunu yaparak sizleri güldürmeyi başarabiliyor olması.

Önsözü ilk başta çok dikkatli okumamıştım. Aslında dikkatli okumamak değilde içeriğini bilmeden okumamak ve ona göre değerlendirmek desek daha doğru olur. Örneğin 111’den başlayan ve 110… 109… 108… diye geriye doğru sayan sayıları daha sonradan anlıyorsunuz. Daha sonradan farkediyorsunuz ki tüm bu olayların 0…’a ulaştığında nihayete ereceğini. (Ya da ermeyeceğini mi?..)

Aynı şekilde önsözde geçen şöyle bir cümle var Funda Hanım’ın yazmış olduğu, “Daha çok başındayız yolun. Doyumluk değil tadımlık bir bölüm buradaki sadece.” Cidden bu kadar mı gerçekçi yazabilir bir insan kendisine karşı! Öyle bir bitiş oldu ki, bir an kitabın son birkaç sayfası eksik mi diye geçirmedim değil aklımdan. Bitişin çok ani olduğunu söylemeliyim kendi adıma. Daha sonra farkettim ki okuduğumuz “gerçek” anlamda tadımlık bir bölüm. Normalde 111’den başlayan serüvenimiz 0’a kadar sürüyor. Yani herhangi bir kopma falan yok. Bu eserin bir kısmının Buzul Dünya Yayınları’ndan çıkan tanıtımı, bir nevi ön okuması gibi olmuş. İşte bir anda bitmesinin nedeni burada yatıyor. Her ne kadar içten içe köpürsenizde, böyle bir yerde bittiği için, bir yandan da seviniyorsunuz. Böyle harkulde bir hikayenin, roman olarak karşımıza çıkmasını düşünüyorsunuz. Umuyoruz kısa sürede bu nadide eseri basılı olarakta görebileceğiz ve yine buradan mutlulukla duyurabileceğiz!

Sayılara gelirsek bu bölümde 103 dahil olmak üzere 102 başlamadan bitiyor bölümlerimiz. Bayağı hoş hani, tek oturuşta bitireceksiniz eminim. Çünkü o kadar sarıyor bu kitap. Cümleler sizi öyle bir çekiyor ki kendisine, daha önce bahsettiğim o sonundaki şaşkınlık bundan da kaynaklanıyor bir nebze.

ecel ocu avcisi

Beni en çok rahatsız eden kısım, “Tanrım, bir ölüyü hiçbir şey canlandıramazdı! Peki ama bu neydi?!” cümlesiydi. O kadar dua, o kadar muska, o kadar Türk ve islam gelenekleri ile bezenmiş olan bu öyküde “Tanrım” terimi ister istemez kendini belli ediyordu.

Bu arada akıllarda kalan birçok soru var. E tabi, son olarak 103’ü okuduğumuz için daha açıklanacak ve kafalarda soru işareti bıraktıracak birçok soru olacak. Örneğin benim aklıma gelen neden 121, 101 ya da 100 değil de 111? Aynı şekilde hikâye kurgusunda yaşanan bazı durumlar. Bu söyleyeceğim -daha doğrusu cevabını merak ettiğim soru- biraz spoiler içerebilir, o yüzden okumadan geçebilirsiniz.

—-

Çağırıldıkları bir olayda göreve gönderilmiş arkadaşlarının peşine giden ekibin, daha sonradan farkettikleri arkadaşlarının durumu tam olarak neydi öyle? İçlerine cin kaçmamıştı fakat bulmuş oldukları piramit şeklindeki muskayla kesinlikle alakası olan bu durumun aslı astarı ne olabilir acaba? Ayrıca kitabın tam bu noktada sonlanması ise, akıllara gelen soruların artmasından daha da öte meraklandırması okuyucuyu stres altına sokan bir diğer etkenlerden… (Not: Stres derken yanlış anlaşılmasın, merak sonucunda oluşan tatlı bir stres bu. Nasıl bir şey olduğunu merak ediyorsanız tez vakit bu kitabı okumaya başlayın!!! )
—-

Bence tüm bu sorulardan daha önemli olanı ise şu: Anneannesi bu durumu öğrendikten sonra nasıl bir tepki verecek?!

Kitap Buzul Dünya Yayınları’ndan çıktı. E-book olarak hazırlanan kitabın içeriği ve tüm bunların yanında sayfa tasarımından da bahsetmemek olmaz elbette. Ozancan her zamanki gibi çok iyi bir iş çıkartmış. Hani sayfada olabilecek en iyi ve en sade tasarımı sunmuş, Funda Hanım’ın cümleleri ve kurgusu ile paralel doğrultuda düzenlenmiş adeta. Sayfadaki karakter aralıkları, kenarlıklar, yazı fontu gibi unsurlar iyi bir şekilde düzenlenerek okuyucunun bu yüzden sıkılıp bırakma gibi bir olsalığı da tamamen kaybolmuş. Unutmayın ki sonuçta bu okuduğumuz bir e-kitap. Bu nedenledir ki, basılı materyalden daha farklı bir şekilde dizayn edilmesi can alıcı unsurlardan bir tanesi. Buzul Dünya da bu durumun bilincinde olduğunu çok iyi bir şekilde kanıtlamayı başarmış. Kapak ise yine harika. Bu işte artık ustalaşmış olan Gökcan Şahin üstlenmiş tasarımını.

Kısaca toparlayacak olursam eğer içinde mizah içeren, hoş ve bizden bir hikâye okumak istiyorsanız bunun yanında fantastik de olsun diyorsanız, “Ecel” sizin için biçilmiş bir kaftan! Hem de bu bahsettiğim yere kadar olan bölümleri okumak bedava yahu! Gir Buzul Dünya’nın sitesine, bul kitabın konusunu, indir ve okumaya başla hemen. Daha ne olsun.

Artık ben de Ecel’in takipçilerinden birisiyim. Basılı kitabını bekleyen o sabırsız güruhun içinde mutlulukla yer alabilirim. Umarım kısa zamanda romanın tamamıyla karşımıza çıkar ve bizi şu heyecanlı kurgusuna yine hayran bıraktırır.

Okumanız ve en az benim kadar beğenmeniz dileğiyle…


Not: Kitabı indirip okumak için sizleri şuraya alalım.

Not 2: Yazar hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.