Fantastik Edebiyat ve Otoriterlik

Fantastik otoriterlik

Fantastik ve bilimkurgu edebiyatına kaçış edebiyatı dendiğinde Tolkien’in “Kaçış ihtimali en çok gardiyanları telaşlandırır,” lafından yola çıkarak savunanlar çok. Oysa Moorcock’un dediği gibi gardiyanlar kaçış hayallerini pek takmazlar, onlar için en büyük problem firardır. Ne yazık ki birçok BKF eseri kaçış ihtimalini anlatır gibi gözüküp, korkunç bir gerçekliğe bizleri hapsetmeye çalışıyor.

[stextbox id=”black”]BKF kaçırıyor mu, tutsak mı ediyor?

Bilimkurgu ve fantastik üzerine konuşurken, onun ne kadar önemli olduğundan bahsederken Tolkien, Heinlein, Lewis, Clarke, Asimov, Herbert gibi yazarlardan bahsederler. Onların ne kadar önemli olduğunu, nasıl inandırıcı dünyalar yarattıklarını, ne önemli işler yaptıklarını anlatırlar. Bunu yaparken fantastiğin ve bilimkurgunun bu dünyanın dışında bir dünya söylediğini iddia ederler. O dünyanın daha iyi olduğunu, kendimizi bu dünyada sıkışık hissedersek oraya kaçmamızı tavsiye ederler.

Ne yazık ki, o dünyalara kaçmak, bu dünyanın sorunlarını ve daha kötüsüne gitmek demek. Okuduklarımızın ardında suskun bir kabullenişle otoriter, adaletsiz bir dünyaya gitmenin hayalinin bataklığına saplanıyoruz. China Mièville’in yazdığı gibi, “Bu dünyadan memnun değil misin, kapa gözlerini ve Orta Dünya’ya gittiğini hayal et,” bir çözüm olarak sunuluyor olması sorun.

Okuduklarımızda, izlediklerimizde bizlere anlatılan aslında ‘Batı’lı erkeklerin bakış açısı. Bu bakış açısı kadınları ezen, batı kültüründen olmayanı yok sayan ya da aşağılayan ve kurtarıcı arayan bir dile sahip.

Bu dil ve bakış açısı belki de görmezden gelinebilirdi. Ancak yazılanları daha da korkutucu yapan, yaşadığı dünyada savunduklarının aksini kaçtığı dünyada alkışlayanların çokluğu.

 

[stextbox id=”black”]Kurtarıcı

Bu yazıda fantastiğin ve bilimkurgunun sorunlu olan bir kısmından, otoriteye bakışından bahsedeceğim. Başka sorunları var ve burada bahsettiğim soruna sahip olmayan eserler de mevcut. Ancak popüler eserlerin çoğunda otorite ile ilgili ciddi bir sorun var.

Fantastik edebiyatın, pek sevilen bir türü olan epik fantastikten başlarsak bir anda karşımıza krallık fikri çıkar. Fantastikte krallık asla kötü değildir. Kötü ve iyi krallar vardır ancak sistem olarak krallığın eleştirildiğini görmezsiniz. Hatta Mièville’in bir söyleşisinde söylediği gibi; “Köylüler de her zaman iyidirler, güçlü kuvvetli adamlar kıvrımlı kadınları kurtarırlar, kötülük hep dışarıdan gelir.” Fantastik denemez ama belki çoğumuzun beğenerek okuduğu Robin Hood efsanesinde de, iyi kral gelince Robin ona itaat eder. Robin’in asillerden çalarken asalet kurumuyla derdi olmadığını, onun sıkıntısının “kötü” asiller olduğunu görürüz.

Bu Tolkien’de de görülür. Onun ünlü üçlemesi “Yüzüklerin Efendisi”nde krallığın, asaletin sorgulandığını görmeyiz. Hatta Frodo’nun Hobbitler arasında asil olduğu bir kenara konulursa, ikinci önemli kahraman Aragorn’un soylu kanı sayesinde savaş kazanılır. İsildur’un varisi olarak ölüler ordusunu çağırması, savaşın kaderini değiştiren önemli anlardandır.

Tolkien’in eserinde kullandığı asil kana sahip, ancak sıradan görünümlü kahraman fikri birçok romanda, seride kullanılır. Bu kitaplarda kahraman bazen David Eddings’in “Belgariad” serisindeki Garion gibi “neden ben” diye sorar. Bazen de Terry Goodkind’ın “Sword of Truth” serisindeki Richard Cypher gibi hızla soyundan gelen gücü kabul edip, “iyilik” dağıtmaya başlar. Bazen de Harry Potter gibi Ölüm’den üç büyülü eşya çalan kardeşlerin en bilgesinin soyundan gelir kahraman.

 

[stextbox id=”black”]Siyah beyaz dünya görüşü

Kahramanın soyu asil olmalıdır ki, onun yaptıklarının sadece o yaptığı için doğruluğunun altı çizilsin. Ne de olsa kaderinde hükmetmek olan birisinin hatalı olması mümkün değildir. Tolkien’in Aragorn’u gibi yarı tanrı atası (Melian) olması onun yaptıklarını doğrulamaktadır. “Ejderha Mızrağı” serisinden tutun, “Unutulmuş Diyarlar”a kadar birçok fantastik edebiyat eserinde kötüler ve iyiler keskin çizgilerle ayrılmıştır. Tek tük yazar fantastik eserlerde bunu değiştirmeye çalışsa da fantastik edebiyatta “kötü” ve “iyi” ülkeler vardır.

Krallıklar birbiriyle savaşırken, o krallıkların sıradan insanları ya kötü ya da iyidir. Para için orduya katılmış ya da köye gelenlerin onu zorla askere alması sonucu savaşa katılmış askerler yoktur. Kötülerin gözlerini kan bürümüştür ve onları durdurmanın yolu da yok etmektir. Kötüler ülkesinde iyi olmadığı için, onlarla savaşırken yapılanların hepsi doğru ve ahlakidir.

 

[stextbox id=”black”]Fantastik edebiyatın yolu otoriterliğe mi gider?

Fantastik edebiyattaki bu temalara bakınca içiniz sıkılmasın. Güçlü erkek karakterlerin egemenliğinde bir edebiyat olsa da yıllardır değiştirmeye çalışanlar var. Güçlünün kuralını koyduğu, krallıkların olduğu zamanlara özenenlerin fantastik edebiyat okuyucusunun çokluğu olduğunu söylemek kolay olanı. Barbarlığın övüldüğü eserlerden, kral soyluların halklarını yönettiği romanlara anlatılanlara karşı çıkanlar da var.

Bunlardan en etkileyicisi “The Iron Dream” romanıdır. Kitap Adolf Hitler’in 1954’de Hugo kazanan romanı “Lord of Swastika” üzerine Norman Spinrad’ın yazdığı bir çalışmadır. Tahmin ettiğiniz gibi alternatif tarih eseridir. Kaderi hükümdar olmak olan, çelik gibi kasları ve dostları ile kahraman; insanlık dışı düşmanlarla savaşır. Kahraman hükümdarın nasıl bir despota dönüştüğünü anlatır.

İki tarafın da kötü olduğu bir savaşta, paralı askerlerin hikâyesini anlatan Glen Cook’un “The Black Company” gibi eserleri de mevcut. Cook çatışan tarafları güçlü bir gerçekçilikle anlatır. Onların tüm büyü güçlerine ve tanrısallıklarına rağmen, kötülüklerinin sebepleri vardır. Savaşta kahramanlıklara rağmen, Kahramanların sıradan insanları önemsemediğini; filler tepişirken çimenlerin başına gelmedik kalmayacağını başarıyla anlatır.

 

[stextbox id=”black”]Durum çok mu kötü?

Lois McMaster Bujold’un bir konuşmasında söylediği gibi “… dünya yaratmak da politik bir duruştur”. Okuduklarımız o yazarların ve okuyarak da bizlerin dünyasını değiştirir. Neler okuduğumuzu dikkatlice incelemek işte bu yüzden önemlidir.

Yukarıda da birkaç örnek verdiğim gibi yazarlar ve eleştirmenler aslında bu sıkıntının elli yıldır farkında. Sadece fantastik edebiyat için değil, bilimkurguda da görülen benzer sorunlar olduğunu yazanlar çok. Şimdiye kadar farkında değilseniz, belki sizin de aklınızda okuduğunuz eserlere bu açıdan bakmak gelmiştir.

BKF’nin sadece kaçış hayalleri kurduran bir edebiyat değil, sonunda bizleri kurtaracak bir edebiyat olmasını istiyorsak, çocukluk hayallerimizi bir kenara bırakmanın zamanı geldi. Okuma listenize yeni yazarlar ekleyerek, fantastik edebiyatın sadece Güçlü Genç Erkeğin hikâyesi olmadığını görmek mümkün.

Yukarıda örnek verdiğim kitapların yanı sıra, N.K. Jemisin’in “The Hundred Thousand Kingdoms”, Louis McMeister Bujold’un “The Sharing Knife” dörtlemesi, Terry Prattchett’ın tüm eserleri, Ursula K. Le Guin’in romanları, Michael Moorcock’un yazdıklarını, Steven Brust’un “Vlad Taltos” romanlarını, China Mièville’in romanlarını, Joyce Chang’ın kitaplarını, Brandon Sanderson’un “Mistborn” serisini okuyabilirsiniz.


Konuk yazarımız G. Mehmet AY turkcebkf.wordpress.com blogunda düzenli olarak yazmaktadır. Yazılarını blogundan takip edebilirsiniz.