Fritz Lang

Fritz Lang

Fritz Lang (5 Aralık 1890 – 2 Ağustos 1976), çoğu zaman Alman olduğu düşünülen Avusturyalı yönetmen, senaryo yazarı, film yapımcısı, ressam, mimar…

Mimar bir babanın oğlu olarak Viyana’da dünyaya gelen Lang öncelikle baba mesleği deyip mimarlık ve resim eğitimi aldı. Çıktığı dünya turunda hem eğitimini tamamladı hem de dünya denen yuvarlak nasıl bir şeymiş görmeye çalıştı kendi gözleriyle. Sanata, resme ve resmetmeye meyli vardı. Onu sinemanın babalarından yapan da daha çok bu özelliği olmuştu. Lang savaş çanları çalmaya başladığında meydanlara indi. Savaştı. Haklı kimdi haksız kimdi, herkes gibi o da dâhil kendine göre bildi. Savaşta yaralandı ve yaralarının iyileşmesi gereken zamanda yazmaya başladı. Senaryolar yazıyordu. Onun gönlü resimdeydi, lakin onun bir tabloda değil hareketli bir ekranda akması gerektiğini düşünüyordu.

Düşüncesi Alman UFA Stüdyoları’nda eyleme döktü. O sırlar yükselen sadece Lang değildi. Sanatçıların dışa vurmaları gereken bir tehlike adım adım yaklaşıyordu. Görüntüler, renkler, şekiller düzensizleşmişti. Ve yedinci sanatta bundan payını aldı. Lang Alman Dışa Vurumcu Sinema’nın öncülerinden olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Tıpkı kimilerinin düşüncesinin aksine karşı çıktığı rejim misali…

Fritz Lang 2UFA Stüdyoları ona yönetmenlik kariyerinin yanı sıra bir de aşk kazandıracaktı, Thea Von Harbou… Filmlerinin senaryolarını yazan ve uyumla yakaladıkları aşkları Nazi Almanya’sıyla son bulan ikili birçok başarılı işe imza atacaklardı, ta ki ayrılana dek… Lang ve güzel Thea’sının ilk imzası 1921’de atılacak adı da “Der Müde Tod/Yorgun Ölüm” olacaktı. Yapım sevdiği adamın ölümüne dayanamayan acılı bir kadının Azrail’le yaptığı garip pazarlığı konu alıyordu. Mumlarla dolu bir odada içinde ve dışında bir seyahate çıkacak bir şartla sevgilisine kavuşabilecekti. Odada yanan üç mumun sönmemesi şartı ile… Yapım dışavurumcu sinemanın öğelerine sıkıca sahip çıkan konusu ve aktarış biçimi itibariyle akımı kapsayan yapımlar adına önemli işaretler içermekteydi.

1922’de iki bölümden oluşacak ve Nazilerin ilgisini çekmesine sebep olacak yapıma imza atacaktı. Dr. Mabuse… Film, insanları hipnotize ederek suç işlemelerini sağlayan suç örgütü mensubu bir doktorun hikâyesini anlatan psikolojik bir gerilimdi. Bunun yanında toplumun gidişatına da ayna tutan yapım akımın en önemli filmleri arasında üst sıralarda yer alıyordu. Ardından gelen yıllarda “Nibelungen (1924)” ve destansı bilim-kurgu zirvesi “Metropolis (1927)” yönetmenin eşiyle yükselişinin anıtı olarak perdeye yansıyacaktı.

“İşte bu adam, bize harika Nazi filmleri verdi.”
Adolf Hitler

“Metropolis” Alman Dışavurumcu sinema örneklerinin en başında gelir. Yönetmenin eşinin aynı isimli romanından uyarlanan yapım, dönemin en çok konuşulan konularından biri olan işçiler ve kapitalist düzenin başındaki yöneticiler arasındaki uçurumdan alır konusunu. “Metropolis” son ekspresyonist film olmakla birlikte salt bir bilimkurgu filmi olduğu da söylenemez. Yapım geçmişle geleceği ayırmadan aynı perdeden paylaşır. Geçmiş, şimdi, gelecek farklı sahnelerde değil bir bütünün parçaları olarak yerleştirilmiştir seyre.

Fritz Lang 4“Metropolis” yunan kökenli bir kelime olmakla birlikte “ana şehir”, “şehirlerin anası” anlamına gelir. Filmde ilk dikkati çeken çarklar, saatler, makineler arasında kalan ve insanlıklarını yitirip makineleşen işçilerdir. Yürüyüşleri, donuk bakışları ve hareketlerindeki mekaniklik bunu bize kanıtlar. Sistem içinde dönen ve ezilen grup insanlığını yitirmektedir. Yukarıdakiler ve aşağıdakiler ayrımı filmde net olarak belirtilmiştir. Şehrin nefes almasını, yaşamasını sağlayan, çalışan kesim işleri bittiğinde şehrin derinliklerine çekilirler. Yukarıdakiler ise yapılan işi yüksek kulelerinden keyifle seyreder ve nasıl işlediğine aldırmazlar bile. Yapımın ana teması buyken bizi bu temaya götüren bir de aşk vardır. Şehrin sahibinin yakışıklı oğlu Freder ile şehrin asıl sahiplerinin kalbini korumaya çalışan güzel kız Maria… Maria’nın inancı aslında yapımın çözüm arama çabalarıdır. Üreten el ile işleyen beyin arasında bir orta yol bulmaya çalışmak. Yapım aynı zamanda şehir dizaynı, ilk kez kullanılan robot teması (ki daha sonra bu biçimli makine karşımıza Star Wars’ta çıkacak ve hayranlığımızı bir kez daha kazanacaktır…) ve filmi zamanının dışına taşıyan tekniğiyle bir efsane. Dış makyajın altında ise irdelemekle bitmeyecek kadar çok malzeme içermekte…

“Üreten eller ile planlayan beyin arasındaki aracı kalp olmalıdır.”

Fritz Lang 3Lang Metropolis’le sinemaüstü bir iş yapmıştır. Lakin gösterime girdiği dönem anlaşılması güç bulunmuş ve ağır eleştiriler de almıştır. Filmi takdir eden en ilginç isim ise Adolf Hitler’dir. Hitler filmi bizzat subaylarıyla seyretmiş ve beğenisini açıkça ifade etmiştir. Bu ifadeyi ise bir teklif izleyecektir. “Ben Nazi değilim!” nidalarını görsele dökmek üzere 1932’de “Dr. Mabuse’nin Vasiyeti” adlı filmine imza atan ve Nazileri ağır eleştiri topuna tutan Lang filminin yasaklanmasına rağmen onların sempatisini kaybetmemiş ve “Devlet Sinema Müdürlüğü” teklifi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu teklif ona hayatının aşkını ve yaşadığı şehri terk ettirecektir. Lang teklif üzerine Fransa’ya kaçar. Karısı ise Nazi hayranlığını bir üst seviyeye taşıyarak Nazi Partisi’ne katılır.

Yönetmenin ilk sesli filmi ise 1931 yılında çektiği “M” adlı yapımdır. Yapım bir katilin izinde Nazilerin iktidara gelmesi öncesinde Alman toplumunun sokakta yaşadığı gerginliği mükemmel bir dille anlatmaktadır. Yapım “Kara Film” türünün en başarılı örneklerindendir. Lang Fransa’da Ferenc Molnar’ın oyunundan uyarladığı “Liliom” filmini çektikten sonra Hollywood’un yolunu tutar.

Lang Almanya’dayken Weimar Cumhuriyeti’nin desteği ve UFA Stüdyoları’nın imkânlarıyla büyük bütçeli, bol dekorlu, bol özel efektli destansı sessiz filmlere imza atar. Hem anlatım olarak hem de kullandığı teknikler açısından birçok ilke ve unutulmaza da imza atar. Fakat Hollywood Lang’a serbest dolaşım imkânı sağlamayacak ve bir nevi yönetmenin sanatı için engelli koşu turları düzenleyecektir. Bütçeler kısılmış, hevesler törpülenmiştir. Lang’ın Hollywood için yaptığı en dikkate değer filmleri suç filmleridir. Toplum tarafından dışlanmış, aşağılanmış, yalnız ve suça meyilli karakterlerin hikâyelerini anlatır. Bu filmlerin en önemlileri ise şunlardır; Fury (1936), Scarlet Street (1945), The Big Heat (1953)…

Yetiştiği toplumun sıkıntılarını çok iyi bilen ve içine sindirmeyi başaran yönetmen büyük bunalım döneminde yaşanan sıkıntıları da özümseyecek, geçmişi ile harmanlayacak ve yine kendine has üslubuyla kullanmayı başaracaktır. Lang hiçbir zaman tür yönetmeni olmamış ve farklı türlerde film üretmekten geri kalmamıştır. Hollywood’da da bu alışkanlığından vazgeçmemiştir. Yönetmenin diğer filmlerine bir göz atarsak, westernlere örnek olarak; The Return of Frank James (1940), Rancho Notorious (1952) dramlarına örnek olarak; Hangmen Also Die! (1943), Beyond a Reasonable Doubt (1956)…

Fritz Lang 1
1950s — Fritz Lang, Austrian-American film director and producer, wearing his habitual monocle. — Image by © Heinz-Juergen Goettert/dpa/Corbis

Bunun dışında yönetmen gerilim ve gizem filmlerine de imza atar. Ayrıca Henry Fonda, Spencer Tracy, Marlene Dietrich, Joan Bennett gibi oyuncularla da çalışma imkânı bulur.

Tıpkı diğer yönetmenler gibi Fritz Lang’te yaşadığı dönemin sıkıntılarını ve hatalarını yansıtır filmlerine. Kendi gözlerinden gördüğü şekilde bir toplumu ve o toplumun ona hissettirdiklerini aktarır kamerasına. Fakat Lang bunu yaparken estetikten ödün vermeyen duruşu, kullandığı teknikleri ve ilkleriyle sinema tarihinin en önemli isimlerinden olmayı da başarmıştır.

Başyapıt olarak nitelenecek ve asla kullanılmaktan vazgeçilmeyecek bir rengi vardı Lang’in. Toplumunu iyi analiz etmeyi başarmış ve yapılan yanlışları hiç çekinmeden keskin bir dille anlatmıştı. O ve filmlerini unutulmaz kılansa toplumsal eleştiri ile toplumun seyrederken eğlenmesi gerektiği fikrinin tam göbeğinde durmayı başarmış olmasıydı. Bu başarı bize izlemekten sıkılmayacağımız ve irdeledikçe irdeleyecek seyirlikler bıraktı.