İyi Kurgu Hayat Kurtarır

iyi kurgu 1

Teknolojinin günbegün geliştiği bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla izlediğimiz filmler artık daha bol aksiyon sahnesi içeriyor ve bu nedenle kurgular git gide geri planda kalıyor. Ben de sizlere iyi kurgulanmış eserlerden, iyi kurgulanmış eserlerin özelliklerinden bahsedeceğim. Özellikle günümüzde iyi kurgulanmış eserlerin giderek azaldığı kanaatindeyim.

Film yapımcıları önde olmak üzere, dizi ve kitaplarda sıkça rastladığımız gibi bazen iyi kurgu bazı unsurların arkasında kalabiliyor. Reklam, görsel efektler, popülerlik gibi birçok şey iyi kurgunun önüne koyulup hem izleyici hem de okur kandırılıyor.

Şimdilerde bir yönetmenin önünde neredeyse sadece iki seçenek var gibi görünüyor. Ya sağlam paralar harcayıp görsel efektlere bulanmış bir film çekip gişe hasılatını %50 oranında garantileyecek (ki böyle filmler reklamlarını da sağlam yapacağı için bu oranı %75’lere kadar çıkartırlar bir anda) ya da güzel kurgulanmış bir filmi az reklamla piyasaya sunacak. Neden az reklam diyenleriniz olacaktır. Parası olan bir yönetmen, görsel efektlere ve reklamlara para harcamaktan çekinmez ama bütçesi kısıtlı olan yönetmenler gerçekten de iyi bir kurgu bulmak zorundadırlar.

definitely maybe
Definately, Maybe

İşin teknik kısımlarını boş verip biraz örnek verelim isterseniz. Başlıkta da bahsettiğim gibi İyi kurgu hayat kurtarır. Neden mi? Çünkü bir erkeğin gerçek aşkı bulamamaktan yakınması ve burnunun dibindeki aşkı kaçırması gibi klişe bir konu bile iyi bir kurguyla izleyiciyi etkileyen ve olumlu izler bırakan bir filme dönüştürülebilir. “Definately, Maybe” filminde olduğu gibi. Piyasaya her bahar çıkan, reklamlarını boy boy her yerde gördüğümüz aşk filmlerinin aksine sağlam kurgusu ile o güzel havayı yakalamıştır.

Bu örnek yetmedi mi? Bir adama aşık olan iki kadın klişesine ne dersiniz? “Böyle bir filmi izlemek için beni sandalyeye bağlamanız gerek,” diyenlerinizi duyar gibiyim. Buna bir de “Wicker Park”ın o muhteşem sondan başa doğru akan sahnelerini izledikten sonra karar verin isterseniz. Filmin sonunu başında görüp yine de sizi şaşırtacağına bahse girerim.

Hep yabancı örnekler verdik ama ülkemizde de güzel kurgulu işler çekilmiyor değil. Çocukluk aşkını yıllar sonra bulan bir adamın öyküsü yeterince klişedir sanırım. “Aşk Tesadüfleri Sever” filmini izleyip de o kurgunun içinde kendinizi şaşırırken bulduğunuzda bu görüşünüz değişebilir. Zaten Mehmet Günsür yerine filmin yapısını inceleyen birisi ne dediğimi çok net anlayacaktır…

Şaşırmak demişken. İşte bence iyi bir kurguda olması gereken temel özellik budur. İzleyiciye veya okura filmin veya kitabın en sonunda ne olduğunu tahmin etme fırsatı vermemek. “Lost“ dizisinin birinci sezonu örneğin. Çok iyi kurgulanmış bir dizidir. Her bölümün sonunda sadece ufak bir ipucu verip hemen arkasından iki, üç soruyu daha zihninize kazıyan o güzel yapı inşa edilmesi kolay olmayan bir şeydir.

İsterseniz konuyu baştan sona işleyin, isterseniz bir ileri bir geri atlayıp konuyu dağıtarak anlatın. Ne yaparsanız yapın iyi bir kurguyla yapıyorsanız o iş başarılı olur. Örneğin zamanına göre çok pahalı bir bütçe ile çekilmeyen sürekli zamansal karmaşalar içinde geçen “12 Maymun” filmi. Başarısından kuşku duyulabilir mi?

Cloud Atlas
Cloud Atlas

Sonunu her ne kadar başarılı bulmasam da (Daha iyi bağlayabilirlerdi diye düşünüyorum.) “Cloud Atlas” buna çok iyi bir örnektir. Altı ayrı zamanda geçen altı ayrı film izleyip ve yine de hepsini birden beğenmek böyle bir şey olsa gerek. Arada insanı düşündüren sağlam cümleler ve filmin felsefesi…

İşte size ikinci gereklilik. Bir felsefeniz olmalıdır iyi bir kurgu için. Okur veya izleyici filmin sonunu tahmin edemese de sizin felsefenizi özümser ve karakterlerin davranışlarını az çok o doğrultuda tahmin etmeye çalışır ve bu da yakınlık hissi oluşturur. Hele ki belirlediğiniz felsefe, okuyucunuz ile örtüşüyorsa işte o zaman turnayı tam gözünden burdunuz demektir.

“Spartacus”un birinci sezonu mesela. Dizi ilk çıktığında çıplaklığı reklam amacıyla kullanıyor suçlamaları ile karşı karşıya kaldıysa da kurgusu o kadar başarılıydı ki, ilk sezon bitiminde kimse çıplaklığı konuşmaz oldu. Çünkü ‘özgürlük’ gibi evrensel bir felsefe üzerine kurulmuştu. Kaçımız işkence gördüğü taşın üzerinde son nefesini verirken ‘Freedoooom!’ diye bağıran William Wallace’a üzülmedik ki? O an elime kılıç verseler bir zaman makinesine atlar İngiltere’yi fethetmeye giderdim sanırım.

Dizilerden bahsetmişken bir parantez açmamız gerek. Dizi sektörü bu konuda en duyarsız sektördür neredeyse. Ortalık iyi kurgulanmamış ve bir amacı olmayan tonlarca dizinin oluşturduğu bir çöplükken bir de 3. sınıf dizi ayarında çekilmiş “Twilight”(1. film) gibi filmler bu çöplüğü iyice genişletir.

Prantezi kapadık efendim. Gelelim kitaplara.

“Yüzüklerin Efendisi”, kendi yarattığı dünyaya diller, harita ve yeni ırklar ekleyerek bir kült haline gelmiştir ve bu başarısı tesadüf değildir. Belki de en mükemmele yakın kurgulanmış eserdir günümüzdeki. İşte bu başarının ardında da sağlam bir bilgi birikimi yatmaktadır.

Alın size iyi kurgunun üçüncü öğesi. Bilgi birikimi olmadan yazdığınız her şey havada kalacaktır. Ama bir dil bilimci olan üstad kendi yarattığı dünyada, kendine has ırklar yaratıp bir de onlara kendi dillerini vermiştir.

Yüzüklerin Efendisi’nden bahsedince akla bu esere benzer “Zaman Çarkı” serisi gelir ve kanımca fazlaca kurgulanmıştır. Evet kurguyu abartmak da iyi değildir. İyi kurgulanmıştır fakat aynı şeyler çok fazla tekrar etmiştir kendi içinde. Serinin fanları bana kızabilirler dilediklerince fakat kitaplardaki konu 13 değil 6-7 kitapta da anlatılabilirdi pekâlâ ve kimse neden 13 kitap yok kardeşim diye kızmazdı.

Efendim konu dağılmadan toparlamak gerekirse… Dediğim gibi sırandan bir konuyu bile izleyiciye, okura sevdirebilecek iyi bir kurgu hayat kurtarır. Boş verin reklamları, boş verin popüler kültürü. İyi kurgusu olan az reklamı yapılmış filmler izleyin, kitaplar bulun ve sağlıcakla kalın.