Mülksüzler | İnceleme

mulksuzler top

Mülksüzler, bilimkurgu dünyasında bir anarşizm denemesi.

Bilimkurgu (fantezi ile birlikte) yapısı gereği ütopyanın en rahat kâğıda dökülebileceği zemindir. Yeni, yepyeni bir düzen kurabilmek için öncelikle eski düzeni çevreleyen kurallardan ve bağlardan kurtulmanız gerekir. Dünyamızın yakın gelecekteki hali bile çoğu yazar için üzerine yeterince rahat bir düzen kurabilmek için yeterli görünmez. Bu sebeple çoğu bilimkurgu ya büyük bir devrimin ardından çok uzak bir gelecekte bambaşka hale gelmiş dünya ya da dünyadan bağımsız yazarın istediği alanı elde edebildiği boş bir kağıt gibi duran hiç bilmediğimiz var olmayan bir sistem, bir gezegen, hatta insan dışı varlıklar üzerine kurulur. Mülksüzler her ne kadar uzak bir gelecekte geçse de içindeki sistemlerin bir kısmı bildiğimiz tanıdığımız sistemlerdir. Ancak bununla birlikte yepyeni bir düzen de bu sistemlerle iç içedir. Le Guin aynı anda iki farklı sistemi birbiri ile yan yana getirir. Bir yanda dünyamız benzeri kapitalizmin, savaşın ve mülkiyetin hüküm sürdüğü Urras, öte yanda ise kendine has daha önce görülmemiş bir düzene sahip olan Annares vardır.

Annares gezegeni Urras’ın uydusudur ve tıpkı dünya ve ay gibi bir ilişki içerisindedirler. Dünya rolündeki Urras’ın giderek yok olan verimli toprakları, kaynakları, zengin canlı çeşitliliği varken, uydusu olan Annares tıpkı ay gibi kurak verimsiz, üzerinde zar zor yaşanabilen bir gezegendir. Ancak tıpkı dünyada olduğu gibi Urras’ta da insanlar gezegeni paylaşamamakta insan hırsı, mülkiyetçiliği ve hükümdarlığı hem gezegeni hem de üzerindeki insan yaşamını sömürmektedir. Bununla birlikte gerçek dünyamız ve ay da bu sistem içerisindedir. Dünya, (kitaptaki adı arz) dünyanın bugünkü haline benzeyen Urras’tan çok daha kötü bir durumda olup artık kaynaklarını tüketmiş bununla birlikte ayda (hain) kurulan yerleşim de aynı çıkmazların içine girmiştir. Le Guin tüm bu düzenlerin temeli olan yozlaşmış yapıdaki devletçi, bürokratik, mülkiyete, sömürüye ve esarete dayanan sistemleri gelecekte çöküşe mahkûm eder. Bunu yaparken de kurtuluş yolunu düşündürmeyi unutmaz, hiç bitmeyen bir devrim, devrimin araç değil amaç olduğu bir düzendir bu.

Romanın ana kahramanı olan Shevek, Annares’te anarşist ideallerle kurulan bir toplumda dünyaya gelir. Toplum, mülkiyetin bununla birlikte, uşak ve efendilerin, polis ve askerlerin, yasa ve cezaların olmadığı bir sistem üzerine kurulmuştur. Mülkiyet kavramı dil ve düşünceden öylesine çıkarılmıştır ki Anneres dili insanlara vücut uzuvları için bile “benim” ya da “başım” deme imkanı vermez. Çünkü sahip olmanın her türlüsü ahlaksızlıktır. Kimsenin çocuğu ya da ailesi de yoktur. Çocuklar aileleri ile ilişki içinde ama onlardan ayrı olarak yetiştirilirler. Ailenin çocuklar, çocukların da aileler üzerinde hakları bulunmaz. Çünkü sahip olmak aynı zamanda kaybetme riskini de beraberinde getirir.

Annares toplumu Urras’ta uzun süre mücadele verdikten sonra kendilerine gezegenin uydusu olan Annares’e kalıcı ve geri dönüşsüz olarak göç imkânı ya da zorunluluğu verilmiş olan kadın fikir önderleri Odo’nun önderliği ve ilkeleri etrafında kurulmuş bir toplumdur. Odo zengin ya da fakir, ast ya da üst olmayan, bünyesinde hiçbir zorunluluğu barındırmayan bir toplumun temellerini atmış ve bunun üzerinden çok uzun zaman geçmiştir. Odo’nun ilkeleri toplum için yapılanları ahlaken yüceltmiştir. Burada zorunluluk ancak insanın içinden gelen bir zorunluluk olabilir ki bu da Annares eğitimi ve yaşam tarzı sayesinde tüm insanlara benimsetilmiştir. Toplum için çalışmak aynı zamanda kendiniz için çalışmak demektir. Bu sebeple 10 günlük zorunlu çalışma dönemlerini bile kimse ret etmez. Herkes çiftçidir, işçidir ya da ne olmak isterse odur ama toplum ona ne olarak ihtiyaç duyarsa o olmak zorundadır, bunu içinde de hisseder. Ortada para yoktur. Hiçbir iş, bir şey karşılığı olarak yapılmaz. Toplam nüfusu 20 milyon olan son derece elverişsiz bir gezegende yaşamak elbette fedakârlık ve kendini adamışlık gerektirmektedir. Bununla beraber herkes dilediği mesleği seçmekte, istediği eğitimi almakta özgürdür. Hatta isterse hiçbir iş yapmak zorunda değildir. Toplumun hiçbir yaptırımı yoktur. Sadece üstlerine düşen görevleri yerine getirmeyenlerin toplum tarafından horlanması ve tepki görmesi olabilir. Ursula Le Guin antropolog bir babanın kızı olarak toplumsal tepkinin bir yasa kadar yaptırım sahibi olabileceğini romanında da göstermiştir. Yine insan doğasının kural tanımayan yapısı da ortaya çıkar. Hiçbir iş yapmayan ve yapmak istemeyen insanlar yine de vardır ve bu insanlar kendileri gibilerin yaşadığı uzaktaki bir bölgeye gönderilirler ya da gitmek zorunda kalırlar. Çünkü yasa ya da ceza olmadığından dövülmek ya da öldürülmek tehlikesi de her zaman vardır.

mulksuzler
Künye bilgileri için tıklayın.

Barınmak, beslenmek, ulaşım, sağlık ve eğitim hakkınzıdır, aynı zamanda gezegenin istediğiniz bölgesinde yaşamak da hakkınızdır. Boş olan bir ev sizindir. Yemekhanede boş olan bir yer sizindir. Tüm bu özgürlük ve serbestliği ile birlikte insan yaşamının devamı belirli bir sistem kurup bunu yönetmeyi de gerektirir. Elbette yöneticiler yoktur, kararlar ortak alınır ve toplum için “iyi olan” ne ise o gerçekleşmelidir. Romanda buradan itibaren anarşizm, doğası gereği yine ortaya çıkarak bu sistemi de eleştirmeye başlar. Sistemde belli yerler bazı kimselerin gizliden gizliye egemenliği altındadır. Bu fark edilmesi o kadar kolay olmasa ve toplumun büyük bir kısmında buna ilişkin bir rahatsızlık yaşanmasa da Odo’nun kurmak istediği toplumun bu olmadığını düşünen bir azınlık da ortaya çıkmaktadır.

Kahramanımız Shevek fizikçi olarak topluma hiçbir pratik yararı olmayan teorik alanlara yönelmiştir. Bu ise bazılarının hoşuna gitmez ve topluma yararsız birisi olarak görülüp dışlanmasına yol açar. O ise kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla çalışabileceği yeni bir sendika kurulumunda görev alır ve toplumdaki muhalif yerini alır. Kendi toplumu dış dünyalarla zorunlu ticaret dışında her türlü iletişimi kesmiş ve içine kapatmıştır. Shevek bu kapanmanın korunma değil mahkumiyet olduğunu görür ve atalarının yurdu olan Urras ile iletişime geçer. Bununla da kalmaz oradan davet alır. Çünkü teorik fizik alanında mülkiyetçiler ve rekabetçiler için çok önemli olabilecek olan buluşlar yapmış ve bu gezegende oldukça tanınır hale gelmiştir. Gezegendeki her ülke kadar Arz ve Hainliler de Shevek ile tanışmaya can atmaktadırlar. Shevek anarşist bir toplumda yetişmiş birisi olarak para, lüks, zenginlik ve yasa gibi kavramlara yabancı olarak gittiği bu gezegende bilmediği durumlarla karşılaşacak ve mükiyetçi dünyanın zalim yüzünü de görecektir.

Mülksüzler bilimkurgu alanında görece daha az sayıda olan bir kadın yazarın kaleminden çıkmıştır. Bunu sıkça karşılaştığımız feminist öğelerde de görürüz. Öncelikle lideri kadın olan bir toplum yaratmıştır. Toplumda annelik rolü yoktur. İsteyen kadın istediği erkekle birlikte olabilir ve bu oldukça normal karşılanır. Kadına ya da erkeğe has meslek yoktur. Le Guin burada açıkça alışılmış veya kabul edilmiş düzeni tersine çevirerek durumu dengelemeye çalışır gibidir. Ayrıca yarattığı anarşist toplumda doğası gereği buna uygun olmak zorundadır. Bununla beraber kadın yazarın ana kahramanı kadın değil erkektir. Erkek doğasına kadın gözüyle bakarken oldukça gerçekçi ve başarılı olduğunu da söylemek gerek.

Roman 1975 yılı Hugo ve Nebula ödüllerini almasının hakkını veriyor. Hem felsefi bağlamdaki konusu hem de bu konuyu kurgulama şekli romanı bilimkurgu okurları için çekici kılacak nitelikte. Kurgu Shevek’in doğumundan itibaren Annares’te yaşadığı olaylar ile Urras’a gitmesinden sonra meydana gelen olayları eş zamanlı olarak anlatıyor. Bölümler, bir Annaresi bir de Urras’ı anlatacak şekilde art arda kurgulanmış. Shevek’in çocukluğundan itibaren yaşadığı ortamı görmeye başladığınız anda bildiğimiz dünyaya benzer Urras’ı da görmeye başlıyorsunuz. Bu sayede başlarda Urras’a tanıdık olan bizler için Annaresli Shevek’in tepkilerinin garipliğini yaşıyor, sonrasında ise artık anlamaya başladığımız Shevek’in dünyasından gelen birine göre Urras’ın garipleşmeye başladığını fark ediyorsunuz. Roman içinde çeşitli ilginç olayları barındırsa da bir olay romanı olmaktan çok bir durum romanı olmaya daha yakın. Romana sürükleyiciliği veren şey olayların öncesi ve sonrasına ilişkin serüven değil yeni keşfettiğiniz bir dünyayı ve düzeni keşfetme arzusudur. Bu bağlamda romanın heyecan uyandırmaktan çok merak uyandırdığı söylenebilir. Bununla birlikte içinde küçük serüvenler de barındırmakta.

Romanla ilgili değinilmeden geçilmeyecek bir konu da teorik fizik ile ilgili buluşları oldukça gerçekçi ve mantıklı bir zeminde ortaya koymuş olması. Le Guin’in uzay ve zaman üzerine oldukça ilginç fikirleri mümkün olduğu kadar bilimsel düzlemde ele almaya gayret etmiş olduğu söylenebilir

Mülksüzler, bilimkurgu meraklıları açısından oldukça ilginç ve kendine has bir roman. Özellikle siyasal sistemler üzerine kafa yoranların imgelerini canlandıracak nitelikte bir hikaye, teorik bir yapı. Kitabı ilginç bulan ve okumak konusunda kararsız kalanların kitabın önsözüyle birlikte kitabın sonunda yer alan Bülent Somay’ın sonsöz yazısını da baştan okumalarını tavsiye ederim. Bu kitabın çekiciliği açısından bir şey kaybettirmeyeceği gibi içine girilecek dünyaya da sizi hazırlayacaktır.

İyi okumalar…