Nehir Senfonisi | İnceleme

nehirsenfonissi

Kovuktakilere selamlar…

Nehir Senfonisi ismini duyduğumda içimi ani bir heyecan kaplamıştı. Tam bir yaratıcılık ve çekicilik örneğiydi kapağıyla birlikte. Eserlerde isimlerin veya kapakların önemini daha önce forumlarımızda tartışmıştık. Orada eğer çok çok güzel bir isim değilse o kadar önemli değildir demiştim. Hala arkasında duruyorum, örnekse Tülin Kaplan’ın ilk kitabı Nehir Senfonisi.

Kitap elime geçtiğinde küçüklüğü beni biraz şaşırtmıştı. 100 sayfalık cep kitabı boyutlarında tadımlık bir kitap gibi duruyordu. İçeriğinin öykülerden oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda böyle olmasında bir sakınca olmadığına kanaat getirdim. Yine de Cinius Yayınlarını en azından bu kitap için pek fazla tebrik edemeyeceğim. Gayet vasat ve dağınık bir tasarım gibi göründü gözüme ön kapağı dışında. Ya da Resif’ten çıkan Günbegün Mahşer’in hala etkisinde olabilirim.

 Künye bilgileri için tıklayın.
Künye bilgileri için tıklayın.

İçeriğe gelirsek Tülin Kaplan’ın yazılarını tekil olarak değerlendirmek oldukça zor. Çünkü aynı kitap içinde bile inip çıkan bir grafik sergilemiş. Buna rağmen feminen ve hafif protest bir hayat görüşünün esintilerini sezmek mümkün. Bu tarz kişisel yorumların öyküler içinde yer bulması yazarları için kimi zaman felaket, kimi zaman ise harikalar getirir. Fakat malesef Nehir Senfonisi’nin harikalar getirdiğini söyleyemeyeceğim. En azından genel ortalama olarak vasat düzeyde kaldı benim gözümde.

İlk öykü bana klasik drow anlatılarını feci şekilde anımsattı. Ancak çok daha fena bir hayal gücü var yazarımızın. Amazonların Karadul ailesinden bir dişinin farklılığa yolculuğunu ve sonra geri dönüşünü anlatıyor hikayemiz. Öykünün sert yapısına yetişemeyen hafif bir dil kullanmış Tülin Kaplan. Pek hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. Şeker’in hikayesinin başlangıcı kurgusal olarak hayal gücünün üst düzeyde olduğunu gösteriyor. Ancak devamında özellikle aralara sıkıştırılmış absürt esprilerle öykünün temelleri yerle bir oluyor. Elbette mizah unsuru bol bir eser olmalıydı zaten bu ama mizah yapmak için yapılmış gibi durmamalıydı. Şiirsellik katması için konulmuş olması muhtemelen uzun ve devrik cümleler esprilerin de anlaşılmaz bir kalabalık içinde kaybolmasına sebep oluyordu.

İkinci öyküye geldiğimizde büyük hayal kırıklığı yaşamıştım ama Yakari isimli kızılderilinin kısa öyküsü Şeker’in yıllar süren anlatısından çok daha iyi sonuç getirdi. Yazarımız bu öyküde protest tavrını korumuş ve fikirlerini öyküye dönüştürmekten çekinmemiş. Bunu yaparken yapmacık esprilerden kaçınmış ve hikayeyi daha okunulabilir, akıcı kılmış. Mesaj dolu, oldukça hoş bir yol hikayesi çıkarmış. Yine absürt içerikleri kullanmaktan çekinmemiş ancka bu kez saçmadan ziyade fantastik-bilimkurgu havası yaratmayı başarmış. Tüm kitabı kurtaran öykünün bu olduğunu söyleyebilirim.

Üçüncü ve son hikaye ise yine malesef vasat düzeyde seyrediyor. Aslında tamamen Tim Burton zihni havasında hayatını sürdüren bir kasabada geçiyor öykü. Bir çok yerde yazarın güçü hayal gücü potansiyelini algılayabiliyorsunuz. Ancak özellikle başlangıç ve sonun birbiriyle tamamen alakasızlığı beni bu öyküden biraz soğuttu. Kahramanın olayları çözüşündeki kayıtsızlık ve anlaşılmazlık amatör bir hikaye hissi yaratmaktan öteye gidemedi. Belki de Yakari’nin öyküsünden kalan izlerin altında ezilmiş, zayıf bir yaratıcılık göstergesiydi. Nihayetinde kötü bir son oldu benim için.

Söyleyebileceğim, eğer kolay kolay göremeyeceğiniz uçuk hikayeler arıyorsanız alın ve okuyun. Ancak sadece bu kadar şey bekleyin. Biraz daha yüksek beklentiyle alırsanız bana bir daha güvenmeyebilirsiniz :)

İyi okumalar.