Labirent Savaşı | İnceleme

percy jackson ve labirent savasi to

Merhaba Sevgili Fantastik Edebiyat Okurları!

Bugün sizlere gerçekten güzel bir yeni yıl hediyesi olabilecek“Percy Jackson ve Olimposlular 4: Labirent Savaşı” kitabını inceleyeceğim. Seri hayranlarının merakla beklediği bu ciltte neler dönmüş, artılar, eksiler kısacası her şey az sonra siz okurların gözlerine nüfuz edecek. Ama öncesinde şu uyarıyı yapmakta fayda görüyorum:

Percy Jackson sürprizlerle dolu bir seri. Eksiksiz her kitabında bir sürpriz bulunmakta. Haliyle bir devam kitabını incelerken, önceki eserlere de şöyle bir değinmek durumunda kalıyoruz. Bu da henüz önceki kitapları okumamış okuyucular için son derece keyif kaçırıcı bir durum olabilir. Sözün kısası, eğer seriyi “Titan’ın Laneti” adlı kitaba kadar okumadıysanız bu incelemeyi okumak sizin için sürprizleri kaçıran bir durum yaratabilir. Bunun dışında yazı, “Labirent Savaşı” hakkında herhangi bir spoiler içermemektedir. Konuya kısaca değinilmesinden rahatsız olmuyorsanız, bu incelemeyi okumanızda hiçbir mahsur yoktur.

Evet! İşte uyarımızı da yaptık! Hazırsak incelemeye başlayalım…

 Künye bilgileri için tıklayın.
Künye bilgileri için tıklayın.

Son kitapta Titanların efendisi Kronos’un geriye dönmek üzere olduğunu gördük. Luke komutasındaki canavar ordusunun gücünü doruğa ulaştırdıktan sonra, gözünü Kronos’un uyanışına dikmişti. Sonrasındaysa tüm tanrılardan ve Melez Kampı’ndan intikam alınacaktı. Kısacası dünyanın sonuna bir uyanış kalmıştı.

Ve bunun önünde durabilecek tek güçse, melezlerdi.

Melez Kampı sihirli sınırlarına rağmen artık yeterince güvenli değildir. Luke’un ordusunun karşısında durmak sihirli sınırlarla bile yeterince zordur. Bir de kampın ortasında keşfedilen labirent girişi işleri iyice bozacaktır.

Dedikten sonra bir virgül koyarak size bu labirentten biraz bahsetmek istiyorum. Bahsedilen labirent elbette ki Daedalus’un efsanevi labirenti. Hani şu içerisinde Kral Minos, Adiarana’nın ipi ve minotor gibi öğelerin bulunduğu efsane… Rick Riordan, efsaneleri inanılmaz bir ustalıkta kullanmaya devam ediyor! Bunu sanırım serinin önceki kitaplarından öğrenmiştiniz. Labirente dönersek, Olimpos’un bile Empire State Binası’nın altı yüzüncü katında olduğunu düşünerek labirentin yerinin uçukluğu hakkında bir fikir yürütebilirsiniz belki? Denemeyin bile… Çünkü labirent bütün kıtanın altına yayılmış durumda! Daedalus’un muhteşem mimarisinin ürünü olan bu yapı, en az mimarı kadar canlı çünkü! Aynı zamanda sürekli büyümeye de devam etmekte. Bu durumda labirentin birçok girişi bulunmakta.

 

Ve bu girişlerden her biri, tesadüf eseri(!) Melez Kampı’nın ortasına açılıveriyor olabilir! Luke’un yeni planı: kampın sihirli sınırlarıyla uğraşmak yerine, canavarlarını labirent aracılığıyla kampın ortasına sokmaktır.

Sonunda kahramanlarımız Percy, Annabeth, Kıvırcık ve Tyson labirente girerek Daedalus’u; Luke’dan önce bulup onu kendi taraflarına çekmeye karar verirler. Çünkü Luke ona ulaşırsa, labirentte kaybolmadan yolunu bulabilecek ve ordularıyla Melez Kampı’nı talan edebilecektir.

Ancak elbette ki Percy’nin tek derdi, sadece insanı delirten bu labirent değildir. Hades’in oğlu, ablasının ölümünün intikamını almak üzere Percy’nin peşine düşmüştür. Kıvırcık ise bambaşka bir sorunla yüzleşmektedir: Pan!

Heyet Kıvırcık’a son bir şans daha vermiştir. Ancak bu kısa süre içerisinde Pan’ı bulamazsa, arama ehliyeti elinden alınacaktır. Genç satirimiz yıllar boyu Pan’ı aramadığı tek yer olan labirente girerken; aslında kendisiyle de yüzleşmek zorundadır.

Labirentin ölüm dolu tuzakları, son derece yanlış yerlere açılan kapıları, kayıp tanrı, alınmamış bir intikam, yükselen Kronos ve umutsuzluk içerisindeki Olimpos…

Tanrıların ve dünyanın kaderi bir avuç gencin elindeyken; sınanan o kadar çok şey vardır ki… Bu bakımdan “Labirent Savaşı” serinin en olgun kitabı. İlk kitaplardaki mizahi anlatım kendisini korurken, işlerin ciddiye binmesiyle de ciddileşmeyi başarabilmiş, şaşırtıcı, komik, hüzünlü; kısacası göründüğünden çok daha fazlasını barındıran bir kitap.

365 sayfalık bu eşsiz okumalığın çevirisini yine Kadir Yiğit Us üstleniyor. Yani çeviri her zamanki gibi su kadar duru. Yayına hazırlayanlar ise: Esen Gür ve Gülay Ekal. Özenli çalışmaları ve verdikleri tarihlerde kitapları yayına sunmalarıyla göz dolduran Doğan Egmont’a da ayrı bir teşekkür gönderilmeli kesinlikle. Dilerim aynı titizlikte devam etmeyi başarabilirler.

Keyifli okumalar!