in ,

Saga: Cilt I | İnceleme

Umudun küçük boynuzları ve henüz açılmamış kanatları var.

Saga: Cilt I | İnceleme - Brian K. Vaughan
- Reklam -
- Reklam -

Not: Bu inceleme çizgi romanı okumamışlar için bir ölçüde spoiler içerebilir.

Savaşın dehşeti her iki tarafı da aynı ateş çukurunda eritirken kimin haklı olduğunun ne önemi vardır? Ben söyleyeyim, yoktur. Yoktur, çünkü her iki tarafın bireyleri benzer acılarla hiçliğe karışır. Kimisi daha şansızdır, karışmaz. Yaşadıkları, yaşamın ağır bedeli olarak zihinlerine yapışıp kalır.

Ama bazen “umut”, koca bir dünya tarafından istenmeyecek bir çocuğun küçük bedenine sığışır. İşte bu onun öyküsü.

- Reklam -

Bizimkisi Bir Tanışma Hikâyesi: Saga

Saga, başlarda okumayı düşündüğüm bir çizgi roman değildi. Önünden sayısız kez geçmiş, birkaç defa elime alıp karıştırmıştım. Konu ilgi çekiciydi, fakat nedense bir türlü beni “çekemiyordu”. İnternette gezinirken denk geldiğim epey olumlu yorumlar aklımı karıştırmaya başladığında tanışma vaktimiz yaklaşmıştı. Sonra Patrick Rothfuss’un çeşitli eserlerle ilgili yorumlarını çevirirken Saga’nın ilk cildi için şöyle dediğine tanık olacaktım:

“Merhametli Buddha, bu çok iyiydi.

*O kadar* iyiydi ki, keşke okumaya bu kadar erken başlamasaydım. Şimdi sıradaki kitabın yayınlanmasını beklemek zorundayım.

Bir serinin sıradaki kitabının yayınlanmasını beklemek zorunda kalmaktan nefret ediyorum.

Siz de bir serinin sıradaki kitabının yayınlanmasını beklemek zorunda kalmaktan nefret etmiyor musunuz?”

“Eh,” dedim o an, kendi kendime, “Artık tanışma vaktimiz gelmiş.”

Saga’yı okurken Rothfuss ile birebir aynı düşüncelere kapılacağımı nereden bilebilirdim ki? O bu yorumunu yazdıktan sonra ikinci ve üçüncü ciltler yayınlanmış. Oysa ben, tıpkı onun gibi, ilk cilde kısıldım kaldım ve “bir serinin sıradaki kitabının yayınlanmasını beklemek zorunda kalmaktan” gerçekten nefret ediyorum.

Önce Kanatlar Gider Sırtlardan…

saga-1-marmaraBaşta anlattığım Saga aslında çok bilindik bir konuya sahip, değil mi? Ama ben henüz bu bilinirliği nasıl sıra dışı biçimde dışa vurduğundan bahsetmedim.

Burası, çeşit çeşit varlık ve karakterin el ele vererek sembolikleştiği bir düzlem. Bir dünya düşünün, adı İlktoprak olsun (size de Dünyamızı çağrıştırmadı mı?), bir de uydusu olsun onun ve adına Çelenk densin.

İlktoprak peri kanatlarına benzer kanatlara sahip, dışarıdan bakıldığında oldukça estetik duran bir ırkın dünyası. Onun Ay’ı olan Çelenk ise koç boynuzlarına ve kulaklarına sahip düşman ırkın evi.
Bu iki ırkın ne zamandan beri düşman olduğu bilinmiyor. Belki de ezelden beri. Ama bilinen tek şey, nedeninin ne olduğu bile unutulmuş bir gerekçeyle, yüzyıllardır savaşıp durdukları ve her yeni genç bireyini “aynı” nefret söylemleriyle doldurmaları. Evet, aynı söylemler. Sözüm ona Çelenk üyeleri yakaladıkları İlktopraklılara tecavüz ediyordu. Aynısının tam tersini Çelenkliler de kendi çocuklarına söylüyor. Hangisi doğru? Belki ikisi, belki hiçbiri.

Savaşın anlamsızlığının tam ortasında, o dünyanın “tek anlamlısı” olabilecek bir şey var. İki eski asker olan Marco ve Alana çiftinden bahsediyorum. İşte, hikayemiz de onlardan başlayarak sembolikleşiyor.

Bu iki eski askerden Marco İlktopraklılara esir düştüğünde Alana ile tanışır. Alana, güzel peri benzeri kanatları savaşta fazlasıyla tahrip görmüş bir askerdir. Siz de fark ettiniz mi? Alana, zorla savaşa götürülmüş Alana, adeta cennetten düşmüş bir melektir. Evet, o ağzı bozuk ve fazlasıyla sert bir kadın. Ama bir o kadar da savaştan kaçan, kaçarken kendini muharebe alanında bulan ve sonunda da onu temsil eden kanatlarından olan bir kadın. O, kendi ırkı tarafından cennetinden düşürülmüş bir melek değilse nedir?

Öte yandan Marco asker olmak adına kendi kararını vermiştir. Vermiş de ne olmuştur peki? Belki de tüm evrenin nefretini kazanacak adımı atarak Alana’ya ulaşmış ve melez bir bebeğin babası olmuştur. Marco, hevesli bir gençten çocuğunu koca bir evrene karşı canı pahasına koruyacak bir babaya dönüşmüştür.

Hikayemiz Alana’nın doğum yaptığı sahneyle başlar. Anlatıcımızla da ilk sayfada tanışırız. Çok güzel tespitlerde bulunur bu dış ses. Ama kimdir, nerededir bilemeyiz. Derken komik bir sahneyle Alana’nın yaptığı doğum tamamlanır ve anlatıcı der ki:

“Her neyse, işte bu doğduğum gün.”

saga-001

…Sonra Akıllar Gider Ekran Başlardan

Melez bir kız bebek dünyaya gözlerini açtığında taze anne-baba arasında isim üzerine eğlenceli bir tartışma başlar. Ancak bu tartışma fazla uzun sürmeyecektir. Çünkü az sonra “egemenleri”, bu farklı ırkların “gerçek yöneticilerini” göreceğizdir.

Onlara, görünüşlerine ve görünüşlerinin temsil ettiklerine değinmeden önce bir başka şeye dikkatinizi çekmek isterim. Nedir bu koca dünyanın bir tane bakıma muhtaç bebekle derdi? Nedenlerinin ayırdına varabiliyor musunuz? Bir düşünün, başlangıcı bile unutulmuş, her yeni bireyleri itinayla nefret söylemleriyle doldurulmuş bir savaşın uluslarını birleştirecek bir bebek geliyor dünyaya. Ne Çelenkli, ne İlktopraklı. Aynı anda ikisi birden! Dünyaya gelen kızımızın çok büyük ihtimalle hiçbir süper gücü yok (olmasın da), ama varlığıyla temsil ettiği yepyeni bir “umut” var. Bu yüzdendir ki, Alana ve Marco kızlarıyla ilgili bir isimde hemfikir olabildiklerinde o ismin anlamı “umut” olacaktır. Yazar Brian K. Vaughanburada akıllıca bir seçim yapmıştır. Fakat yine dikkatinizi çekerim, bu bebeğin (ve aynı zamanda anlatıcımızın) adının ne olduğunu söylemiyor ve eğlenceyi bozmuyorum.

Gelelim egemenlere, yöneticilere.

- Reklam -

Saga içinde bu saydığım iki ırk dışında pek çok hayvan-insan karşımı ırk taşıyor. Ancak bu türlerin hepsi de hayvanlardan bazı özellikler almış, çoğunlukla insana benzer canlılar. Oysa bu çeşitlilik arasında yöneticiler hep aynı.

Yöneticileri “robot” olan bir evren var karşımızda. İlktoprak gibi güçlü ve büyük bir dünyanın hükümdarları başları ekran biçimli, gövdeleri insan şeklinde olan robotlar. Kralları, prensleri, lordları… Hatta emniyet müdürleri. Nerede yönetici kadro varsa tepelerinde hep onlar. Hepsi ekran kafalı, hepsi insan bedenli. Acı acı gülmüyor musunuz siz de benim gibi? Uzun uzun bu konuda konuşmaya gerek var mı? Yazar Brian K. Vaughangözümüze sokmuyor mu bir gerçeği? Çizer Fiona Staples güzel çizimleriyle apaçık ortaya koymuyor mu?

Ekran başlı yöneticiler… Öyle ki, onların konuştuğu yerlerde konuşma baloncukları bile farklı bir fontla yazılmıştır. Evet onlar robottur, ama unutmayın, aynı zamanda hükümdarlar, egemenler. Sadece robotluklarından dolayı mı o font farklı dersiniz? Hiç sanmıyorum.

Ve işte böylece Robot Prens IV de bir yerde hikayemize dahil olacak. Ekran kafasında ara sıra son çıktığı savaşın etkilerini göreceğiz. Psikolojisi alt üst olmuştur. Yetmez. Babası kral tarafından bu yeni doğmuş bebeği öldürmesi istenir. Öldürmediği sürece hamile eşini göremeyecektir. Öldürmediği sürece, kendi bebeği doğsa bile, onu görmeye gelemeyecektir.

İroninin ve gerçekliğin dibine burada vuruyoruz. Uçuk kaçık ırklar ve rengarenk sayfalarda kendi dünyamızın acımasızlığını görüyoruz. Hayatın tatsız ironisi burnumuzun dibine sokuluyor. Ne demiştim yazının başında? Savaş her iki tarafı da aynı oranda yakıyordu. İşte, her ne kadar ekran kafalı bir egemen de olsa, Robot Prens IV’ün onu esir eden kabuslardan uzaklaşması ve kendi doğacak çocuğuna kavuşması için önce bir başkasının hayalini söndürmesi gerekir. Bir başkasının umudunu yok etmesi, bebeğini parçalara ayırması lazımdır.

Bir Kiralık Katil Giriverir Sahneye

Bir kral prens oğlunu melez ve aciz bir bebeği öldürmeye yollarken başkaları da boş durmaz. Çünkü bu bebeğin ölmesini sadece İlktopraklılar istemez. Galaksinin bir başka ucunda Vasiyet kod adlı bir serbest çalışan (kiralık katil demek yanlış olmaz) Alana ve Marco’yu ortadan kaldırmak için tutulur. Tabii bebeği de.

Vasiyet bizim bir diğer ana karakterimiz olurken onunla birlikte gerçeğin bir başka çirkin yüzünü göreceğiz. Ne mi? Bir çocuğun anne babası ölürse ne olur? Ne acıdır ki, geriye kalan aile üyeleri o çocuğu satar. İşte, bu kiralık katilin yolu da kendi macerası sırasında rahatlamak için gittiği genelevden oluşan bir gezegene düşer. Rahatlamak, keyif almaktadır amacı. Gezegen ona her tür arzusunu gerçekleştirme imkanı verir. Öyle ki 6 yaşında bir kız bile çıkarır karşısına. Ya sonra? Vasiyet’in tüm canlılardan tiksindiği ana hoş geldiniz. Kızın hikayesi ve sonrasında olanlar bana kalsın; ama şunu bilin ki bu adamın bu kıza elini sürmeye niyeti yok.

Öte yandan, eserin bir başka ilginç yönü de burada karşımıza çıkıyor. Vasiyet’in bir Yalan Kedisi var. Yalan söylendiğinde “yalannn” diye tıslayan kocaman bir kedi bu. O nedenle herkes ayağını denk alsa iyi olur, çünkü bu kedi çok ciddi.

saga-002

Ancak Perde Kapanırken Surat Asmak Olmaz. Bu Eğlenceli Bir Hikaye

Yazımda Saga’yı yürek parçalayan bir gerçekler topluluğu olarak aktardım sizlere. Aslında hiç de öyle değil. Satır aralarını okumayı bilenler için sağlı sollu tokatlar var bu eserde. Oysa anlatımı öyle eğlenceli ki…

Alana ve Marco’nun birbirlerini aslında ne kadar az tanıdıklarını gördükçe kıkırdayıp duracaksınız. Alana’nın ağzı bozukluğu taze anneliğiyle bir güzel çelişiyor ve okuyucuyu eğlendiriyor.

Derken, hayalet bir genç kız olan İzabel geliyor. Kendisi bedeninin belden aşağısı olmayan ergenlik çağında bir kız. Üstelik melez kızımızın dadısı da kendisi olacaktır. Çünkü Alana onunla bir anlaşma yapmak zorundadır. (İşte oralar hep spoiler)

Hayalete dönüşmesiyle ilgili durumu şöyle açıklar:

“… biletim nasıl mı kesildi? Rastgele bir mayına bastım. Kimin olduğunu bilmiyorum.”

Zaten kimin olduğunun bir önemi var mı? İzabel de bu soruyu yersiz buluyor.

Uçuk kaçık bir zekanın ürünü olan Saga, güzel çizimleri ve alt metniyle oldukça doyurucu bir eser. Yer yer gayet açık biçimde sunulmuş cinsel içerikli sahnelerinden de bahsetmekte yarar var; zira bazı okurlar bundan rahatsız olabilir.

Çiçeği burnunda ve oldukça komik bir çiftin hikayesi bu. Doğan melez bir bebeğin tüm dünyayı ayağa kaldırmasının öyküsü. Çünkü dünya barış istemiyor, kendinizi kandırmayın. Savaş, her türden egemenin işine yarıyor. Hem umut saçan melez bir bebeğin yapabileceklerini bir düşünün. Bir savaşçı olan babası bile bu çocuk doğduktan sonra savaşmamaya yemin ederken dünyanın geri kalanı nasıl etkilenir sizce? İşte, bu nedenle yeşeren ümitlerin kafaları koparılmalı.

Saga, göründüğünden çok daha fazlasını vadediyor. Es geçmemeniz dileğiyle.

Hazal Çamur

2009 yılında Kayıp Rıhtım'a elimi verdim, sonra da ruhumu kaptırdım. Bu yolun devamında çeşitli gazetelerin kitap eklerinde kitap incelemelerim, TRT Radyo 1'de canlı yayın konuğu olarak katılıp kurgu edebiyatını anlattığım 2 yayın, 5 yıldır süren Kahramanın Yol Türküsü adlı kendi edebiyat temalı radyo yayınım, kitap inceleme videoları serim Kayıp Rıhtım İnceliyor ve bir de bonus olarak Oyungezer Dergisi'nin kültür sanat sayfalarında düzenli yazarlığım oldu. Tüm bunların yanı sıra, gerçek hayatın sıkıcılığında, bir bilgisayar mühendisi olarak yaşıyorum. Ama biz ona Clark Kent kimliğim diyelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

patrick rothfuss

Patrick Rothfuss’tan Daha Fazla Yorum Duymak İster misiniz?

Stephen King Mr. Mercedes

Mr. Mercedes Mektup Çevirisi Yayında!