Siyah Dağlardaki Mağaranın Gerçeği

TheTruthIsaCaveintheBlackMountains

truth-is-a-cave top

SİYAH DAĞLARDAKİ MAĞARANIN GERÇEĞİ

THE TRUTH IS A CAVE IN THE BLACK MOUNTAINS

Öncelikle, kitabı dinledikten sonra okuduğumu belirtmek isterim. Kitap raflara çıktıktan birkaç gün sonra kendimi New York’ta o büyüleyici Carnegie Hall’da Neil’i dinlerken buldum. Gaiman’ın etkileyici sesi, Fourplay dörtlüsünün çarpıcı fon müziği ve Eddie Campbell’in arka perdeye yansıyan olağanüstü -aynı zamanda karanlık- İskoç tasviri çizimleri ile birleşince; zaten görkemi üzerinde Carnegie Hall sizi deyim yerindeyse olduğunuz yere çiviliyordu. Size hikâye hakkında bilgiler verirken aynı zamanda o akşam Neil’in, kitabı hakkında yapmış olduğu birkaç açıklamayı da paylaşacağım.

“Tepeye kadar yürüdük. Gün sona erdiğinde üşümüştük. Dağların doruklarında kar görüyordum. Halbuki oldukça sıcak bir yaz günündeydik. İlk gün birbirimizle hiç konuşmadık çünkü söylenecek hiçbir şey yoktu. İkimizde nereye gittiğimizi biliyorduk.”

TheTruthIsaCaveintheBlackMountainsBundan birkaç yüzyıl önce İskoçya’da Skye adasına gelen bir cüce‚ uzak dağlardaki gizli mağaranın yerini bilen bir adamı aramaya çıkar. Bu öyle bir mağaradır ki içi bir insana ömrü boyunca yetecek kadar altınla doludur. Cüce ve yol gösterici adam için bu‚ karanlık ve mistik bir maceranın başlangıcıdır. Kalplerinde karanlık taşıyan bu iki adam, çıktıkları yolculukta birtakım sınavlara tabi tutulurlar. Bu, sıradan bir yolculuk olmayacaktır. İki adam bu gizli mağaraya ulaşmak için çıktıkları yolculukta birlikte dağlara tırmanıp, tepeler aşarlar. Geceleri, uzandıklarında ulaşabilecekleri kadar kendilerine yakın olan yıldızların altında uyurlar. Uyandıklarında, şafak vaktinin puslu sabahında onları izleyen geyiklerle yollarına devam ederler. Yağmurun hiç durmayacakmışçasına yağdığı bir günün sonunda, bacasında zayıf bir dumanın tüttüğü bir eve varırlar. Kapıyı usulca itip açarlar. Ev karanlıktır ve mum kokuyordur. İçerde kimsenin olmadığını düşünürler ancak sedirin altında gizlenen bir kadın vardır…

Eddie Campbell’in illüstrasyonları ile hayat bulan bu kısa hikâye Neil’in sıra dışı hayal gücünün farklı örneklerinden biri. Campbell’ın, kitabın etkileyici olmasındaki rolü büyük; hikâye neredeyse çizimlerin arasına sıkıştırılmış hissi uyandırıyor.

Neil-Gaiman-truth

Bu kitap, rahatsız edici olduğu kadar aynı zamanda karanlık ve tehlikeli bir hikâye. Kaybetmek, hırs, intikam, sevgi ve kader; yani büyüleyici bir hikâyede olan tüm öğeler çarpıcı bir şekilde sunulmuş.

“Geçmişinde ve geleceğinde ölüm görüyorum, dedi. Ölüm hepimizin geleceğinde var, dedim. Kadın durakladı. Yüksek tepelerde yaz rüzgârlarının kış nefesleri var. Altından uzak dur, senin dostun gümüş dedi. ”

Hikâyenin yazım dili çok yalın ve oldukça kısa. Bunun sebebi hikâyenin akıldan çıkmayan unutulmaz bir kitap olmasını sağlamak. Böylelikle hikâye sizinle birlikte çok daha uzun süre kalabilecek ve Gaiman’ın sihirli kalemi bunu her zamanki gibi başaracak.

Neil hikâyenin nasıl başladığını şöyle anlatıyor:

“Otto F. Swire’ın ‘On The Legends of the Isle of Sky’ isimli kitabını okurken, siyah dağlarda bir mağaranın olduğu yazıyordu. Ve o mağaraya gidilebileceğinden ve oradan altın getirilebileceğinden söz ediliyordu. Mağaranın içine istediğin kadar girebileceğini fakat her seferinde kendi ruhundan bir parça yediğini ve gittikçe daha kötü bir insan olmaya başladığını anlatıyordu. Hiçbir yerde böyle bir efsaneyle karşılaşmamıştım. ”

“Zaman geçti. Damlayan suyun sesini takip ederek kaya havuzunu buldum ve içtim. Uyudum ve uyandım ve tekrar uyudum. Şafaktan önce mavi ışığın içindeki mağaradan ayrıldım.”

Hikâyenin sonunda iki adamdan biri olan cüce mağaradan çıktığında kendini, evine götüren yüzlerce yol ve binlerce patikanın başında bulur. Sanırım cücenin hangi yolu ne sebeple seçeceğini sadece Neil biliyordu, çünkü hikâyeyi burada sonlandırmıştı.