The Crow | Kritik

the crow 1

Bir zamanlar insanlar birisi öldüğünde ruhunu bir karganın ölüler ülkesine taşıdığına inanırlardı. Ama kimi zaman çok kötü bir şey olduğunda ölüm korkunç bir kederi beraberinde getirir ve ruhu huzura kavuşamazdı. Bazen, sadece bazen karga ruhu yanlışları düzeltmesi için geri getirirdi.

İhanet gece gelir. Gece gelir ve masum bir aşkı da beraberinde götürür. Kamera gecenin karanlığında ilerlerken darmadağın edilmiş bir eve yönelir. Yıkılmış hayaller ve dağılmış bir aşkın evine. Polisler için yalnızca cadılar bayramında yaşanmış bu hazin olay beraberinde haklı bir intikamı da getirecektir. Sarah ve Eric için hayat beraber başlamıştır ama bazen kötülük başlayan bir hayali yıkabileceği gibi onlarında hayatını alt üst eder. Eric sevgilisinin ve verilen sözlerinin intikamını almak için bir karganın daha doğrusu kuzgunun gözleriyle mezarından çıkacak ve alınmış hayallerini bir şekilde geri kazanacaktır. Efsane böyledir çünkü.

Bir bina meşale gibi yanar, geriye kalan sadece küllerdir. Ama şimdi biliyorum der küçük anlatıcımız ki bazen aşk iki kişinin beraber olması gerektiğini kanıtlar, o zamanda hiçbir şey onları ayıramaz.

Yağmur damlaları düşerken Eric titreyerek mezarından çıktığında aklında yalnızca bunlar vardır. Bir kadına duyduğu aşk ve ona zararın en büyüğünü veren yüzler. Ardına gizlendiği makyajla yapmak istediği tek şey kadının geriye almaktır. Bu sayede hem kendine olan saygısını hem sevdiği kadını hem de küçük bir kıza annesini ve aslında hayatta hiçbir amacı kalmamış bir polise amacını de geri kazandıracaktır. Kuzgun kindardır. Unutmaz. Bekler ve zamanı geldiğinde saldırır. Ve bu yıkılmış adam gücünü kuzgundan almaktadır.

the crow 2 the crow 4

Film de kullanılan sözler de manidardır bu açıdan. En kötü anlarımızda kara bulutlarıyla dökülen yağmura bakıp hiç durmayacağını düşündüğümüz de belki de Eric’in söylediği şu şarkının sözlerini hatırlarız. “Yağmur her zaman yağmaz!”

Belki de kötülüğün en dibine vurmuş hayatta başka bildiği olmayan kirli bir ruhun Azrail’i ile karşılaştığında söylediği şu sözleri hatırlarız. “Seni tanıyorum. Seni tanıyorum. Seni tanıdığımı biliyordum. Ama sen öldün. Oradan dönüş yoktur. Burası gerçek dünya… Oradan dönüş yoktur!”

Gerçek dünya nedir? Birini sonsuz sevmek mi? Kim olduğunu bilmediğiniz ve saklı olan hayatların içine dalıp onları sonlandırmak mı? Hangi güç bir hayatı ellerinizin arasına alma hakkını size tanır?

1994 yapımı bu film aynı zamanda başrol oyuncusu olan Brandon Lee’nin filmin çekimlerinin bitmesine sekiz gün kala kör bir kurşuna kurban gitmesinden dolayı da ayrı bir değer ve hüzün taşır. Babasının gözlerine ve naif yapısına sahip bu genç yetenek daha kendini kanıtlayamadan lakin bize kült olma hakkını kazanmış bu filmi bırakarak aramızdan ayrılmıştı. 31 Mart 1993 de. Henüz yirmi sekiz yaşındaydı.

The Crow’un yönetmenliğini filmi başarıyla götüren Alex Proyas yapmıştı. Filmi Brandon olmadan onun görüntülerini kullanarak tamamlayıp onun anısını yaşatmayı başarmıştı. Sonunda onun adının geçmesi de ayrı bir yürek burukluğudur.

Ben bu filmi ilk seyrettiğim andan itibaren gözümün önünde yüzü beyaza boyalı bir kahraman vardı. Sevdiğine sonuna kadar sahip genç bir adam…

the crow 11 the crow 5

Film aynı adlı çizgi romandan James O’Barr, David J. Schow ve John Shırley’nin kaleme aldığı senaryo eşliğinde bize sunulmuştu. Brandon Lee’ye Rochelle Hudson, Ernie Hudson ve Michael Wincott gibi zamanının başarılı isimleri de eşlik etmişti. Filmin müzikleri de başarılı ve çarpıcıydı. Dinlendiğinde kendinizi katedralden Eric’le beraber içeriye girerken ya da karanlık sokak da kötülüğe karşı dururken hayal edebilirdiniz. Filmin müziklerini Graeme Revell ve soundtrack şarkısı olan “It Can’t Rain All the Time” adlı parçayı ise buruk sesiyle Jane Siberry seslendirmişti. Hala kulaklarımda olan sesiyle…

Yapım bir intikam öyküsüydü ve başarılıydı. Aslında her karakter tek tek anlatılmaya değer bir hayat hikâyesi taşıyordu. Karanlık ve masalsı şehir dizaynı ile de dikkatleri üzerine çekmişti. Frizt Lang’in Metropolis’i ile benzerlikler gösteren şehir aşk ve intikam temalı bu hikâyeye mükemmel bir ev sahibi olmuştu. Edgar Allan Poe’ya da saygı duruşunda bulunan yapım hala efsane olma özelliğini korumakta. Daha sonra çekilen tekrar filmleri ise ilk filmin başarısını yakalayamasa da bize bu efsaneyi tekrar hatırlama fırsatı tanıdı.

Eğer sevdiğimiz kişiler bizden çalınmışsa, onları yaşatmanın yolu, onları sevmeyi bırakmamaktır. Binalar yanar, insanlar ölür ama gerçek sevgi sonsuza kadar sürer.

Sonsuzlukla…