Tolkien Ne Yaptı? – Bölüm 6

tolkien ne yapti

yazı dizisini ilk defa okuyanlar için
DİKKAT!

BU BÖLÜMÜ OKUMADAN ÖNCE


BÖLÜM 1BÖLÜM 2BÖLÜM 3BÖLÜM 4BÖLÜM 5


 

Esen olsun.

Daha önceki bölümlerde, mitoloji ve folklor üzerine tezlerimizi sıralamış, bunun modern çağlar edebiyatının seyrinde izlediği evrime değinmiş, Tolkien’in öncüllerini ve ilham kaynaklarını ele almış, mümkün olduğunca öz haliyle etraflıca konuyu ele almıştık. Şüphesiz bu çalışma dipnotları ve açımlamalarıyla bir kitap hacmini doldurması gereken bir çalışmadır, yazı dizisine gelen ilgi de beni bu işe soyunmaya teşvik ediyor ama, şimdilik bu öz ve biraz dağınık haliyle yetinmek zorundayım.

Tolkien’in ne yaptığını 5 bölüm boyunca anlattık. Gelen eleştiriler genelde Sosyalizmin Alfabesi okumuş delikanlı hevesiyle girişilen yarım yamalak analizlere benzediği için, yeniden ele almam gereken herhangi bir nokta görmüyorum. Öyleyse, Tolkien’in yaptığından hareketle, Türk fantastik edebiyatı nasıl bir seyir izlemelidir, Türk yazar nasıl hareket etmelidir, bu konu hakkında şahsi görüşlerimi paylaşayım.

Yazı dizisi boyunca mitoloji ve folklor hakkında verdiğim bilgilerin özeti şudur: Mitoloji ve folklor, toplumsal bilinçdışından beslenir. Ve bir yöntem dâhilinde mitoloji/folklor ele alınırsa, “gerçeğe” dair işaretler verir: Mitolojiye hâkim olan sembolizm ve mistisizm sebebiyle bu işaretler asla doğrudan değildir, ancak yetkin bir düşünür uygun bir yöntemle gerçeğe ulaşabilir. Buna bir örnek vermek için, Türk kültüründeki “don”, “dona girmek”, “donuna girmek” anlayışını incelersek:

Misalen, Pir Sultan’ın meşhur deyişindeki “kırk yıl dağda gezdim geyiklerinen” dizesi, bu motif ışığında yorumlanınca anlam kazanır. Rastgele bir benzetme değildir, köklü bir geleneğe, motife işaret etmektedir.

“Ete kemiğe büründüm / Yunus deyu göründüm” sözü de bu bağlamda yorumlanabilir.

Hurufilik vs. alanlarında, Ehl-i Haklarda, Yezidilerde gözlemlenen reenkarnasyon benzeri inançlarla ilişkisi konu dışı olsun şimdilik.

Türk mitolojisindeki don kavramı, dünya mitolojilerindeki “form”un eşdeğeridir. Türklerin özgün özellikleri bu motifin “don kavramı” mahiyetinde şekillenmesine sebep olmuşken, algısı ve dünya gözlemleyişi, davranış kodu farklı olan toplumlarda bu, “form vermek” ile ilişkili motiflerde karşımıza çıkar.

Söz gelimi, Druidizmde, ağaçların, deyim yerindeyse, “frekansına bağlanmak” vardır ki, druid kelime manası ile ağaç adam demektir. Derinlemesine sosyoloji, antropoloji vs. bilgisine sahip değilim tam anlamıyla bir terminoloji oluşturup tasnif yapmak için ama, burada beliren işaret, Türkler ve Keltler gibi bir takım milletlerin dünya/çevre algısının benzer olduğuna işaret eder. Bazı birtakım hint-avrupalı toplulukların mitolojilerine baktığımızda ise, formuna giren, “frekansını yakalayan”dan çok, “form veren”e rastlarız; Hephaistos mesela. Ki, bir şekilde bu uluslarla etkileşime girmiş ulusların mitolojisinde, “form veren” ile “formunu alan” aynı anda barınır. (İskandinavların Aesir grubu ilkine, Vanir grubu ikincisine yakındır.) Ayrıca Türk kültürüne de zamanla, “form veren” motifi girmiştir.

Bu iki kafa yapısı arasında köprü olan Kafkas mitolojisine baktığımızda ise, form veren ile “frekansına geçen” birlikte başat figürlerdir. Buna göre, Nart Tlepş, ki sonradan Sami etkisiyle Davut’tan etkilenerek “debet/debeç” olmuştur özellikle Karaçay versiyonunda, form veren demirci tanrıdır. Werserıj ise, şamanların, druidlerin anlayışına daha yakın olan ve baltık şamanizmindeki gezgin tanrıçalara daha çok benzeyen bir ana tanrıçadır. Sosyolog Selçuk Bağlar’ın tercümesine göre, Werserıj “worşer” (sohbet) ile aynı kökten bir isim ve “varlığın bütünü ile sohbet edebilen, hepsi ile senli benli olabilen” anlamına geliyor.

Sadece bir motif/olgu üzerinden yürüyerek, yukarıda birkaç çıkarım yaptım. Türkler ile Keltler arasında benzeşimler kurdum, ve Altaylı-Hint-Avrupa zıtlığında, coğrafi olarak ortada bulunan Kafkas kültür havzasının, tam da beklediğim şekilde, iki zıt kafa yapısının da motiflerini içeren bir mahiyette olduğunu tespit ettim. Mitoloji, benim takip ettiğim anlayışa göre, böyle yorumlanır.

Ve mitolojinin etkisi, biz farkında olmasak da, günümüzde de sürmektedir. Etimolojiden bilime birçok alanda örnek verebilirim ama bu konuyu odağımızın uzağına taşıyacaktır, tek bir örnek vermekle yetineyim.

İngilizce “hell” kelimesini ele alalım. Eski İskandinavların gözünde cehennem büyük bir çukurdu. (hint-avrupalılar için cehennem büyük, karanlık bir çukurdu, Homeros’ta da böyle anlatılır, başka mitolojilerde de) Hel, cehennem tanrıçası, bu çukurun efendisiydi.

Şimdi ilginç bir bilgi vereyim. Proto-cermen ve İskandinav anlayışına göre cehennem “büyük bir delik”, “herkesin gittiği yer”, “her şeyi yutan karanlık” idi. Hell kelimesi de, eski İngilizcede ve Proto-cermencede, eski İskandinav ağızlarında, hell, höll, hölle, hel gibi telaffuz edilmiştir. Bir de “çukur, delik” ne demek İngilizcede, ona bakın: “hole.” “Alayı, hepsi” ne demek? “whole”. Cehennem? “hölle”, “höll”, “hell”.

Aralarındaki telaffuz benzerliği bir rastlantı değil, aynı kökten türemiş olmalarındandır. Hatta tümü manasında “all”, toplanma yeri manasında “hall” da aynı köktendir. Ve bütün bu anlamca farklı kelimeleri linguistik açıdan birbirine bağlayan, hint avrupalıların cehennem anlayışıdır.

Bu basit örneğin çok ötesinde, insanoğlunun gündelik yaşamını, yönetim tarzını, tarihini etkilemektedir mitoloji. Zira Selçuk Bağlar’ın dediği gibi, mitolojide “gökte nasılsa yerde öyle / yerde nasılsa gökte öyle” düsturu vardır; mitoloji, onu yaratan halkın evrensel düzlemdeki yerini tespit eder, onun ruhunun yansımasıdır.

Öyleyse, mitolojiyi yaratan bir toplumun ruhudur, mitolojiyi iyi anlayan insan, onu yaratan toplumu iyi anlar. Ki, benim bakışıma göre (daha önceki bölümlerde tanımı verirken değinmiştim) mitoloji bir dönem hâkim olup silinmiş değildir, bugün folklor, edebiyat, din ve bilim sürgünlerinde hala filiz vermektedir. Demek ki, edebiyat mitolojiyi kapsamaz, mitoloji, edebiyatı kapsar. Biraz istihzaya kaçıp, yüzeysel – ve biraz yanlış- de olsa şöyle diyebiliriz: Bütün edebi sanatların atası, fantastik edebiyattır. Tolkien sadece öze dönüş yapmıştır.

Buradan, tekrar odağımıza dönersek, okuyucunun bazı fantastik eserleri neden başarılı, bazılarını neden başarısız bulduğunu sorgulamak lazım sanırım. Kanımca, başarılı fantastik eser, mitolojinin ve folklorun biçimbilimsel özelliklerini barındırdıkça başarılıdır. (Bu özelliklerin neler olduğuna daha önceki bölümlerde değinmiştim.) Tabii, pazarlama ya da iyi kurgu marifetiyle çok satan sözde fantastik eserleri bunun dışında tutuyorum. Onların başarısının da “mitoloji ekseninden bakmak” olarak adlandırdığım bakışa göre bir açıklaması var elbet, ancak o “kültür endüstrisi” ve “kapitalist kültür” başlığında değerlendirilmeli, bu yazının konusu değil.

Öyleyse, bütün başarılı fantastik eser yazarları, bireyin bilinçaltının, toplumun bilinçaltının “çok önceden beri aşina olduğu” bir hikâyeyi anlattığı zaman başarılıdırlar. Kimi, Tolkien gibi doğrudan işin özüne inerek muhteşem bir “suni mitoloji” yaratır, kimi George R. R. Martin gibi bu kadar derin bir arka plandan Tolkien gibi mahirce beslenmiyorsa da, Avrupa ve özellikle İngiltere insanının bilinçaltında yüzlerce kez işlenmiş olan motifleri kullanarak yaratısını (belki Tolkien’e nazaran daha iyi bir kurguyla, daha “romancı” kafasıyla) ortaya çıkarır.

Öyleyse, başarılı olmak isteyen Türk fantastik edebiyat yazarı namzedi, ilk olarak Asya’nın sesine kulak vermelidir. Bu yazı dizisi, bunun ispatının yeri değil, ancak Türklerin Anadolu’ya gelişi, Anadolu’nun dinamiklerinin değişmesidir: Yerel olandan da beslendi Türkler ama Anadolu’yu sonsuza dek Asyalı yaptılar, Altaylıların sedasını buraya getirdiler.

Türk halk müziği, halk söylenceleri, Türk destanları, yerel etnik grupların mitolojileri (zira Anadolu’ya gelen Türkler onların folklorundan da parçaları benimsemişlerdir. Banarlı, Türkler için “ülkeler fethederken kelimeleri de fetheden millet” der, yerelden aldığımız her kelime, olgu, kavram, onların folkloru ve mitolojisinden de parçalar kattı bize ve Anadolu Türk kültürünün zenginliği ve güzelliği bundan ileri gelir.) bu noktadan hareketle, “fantastik edebiyat ürünü vereceğim” diyen yazarın ilk olarak incelemesi gereken konulardır. Tolkien eserinde, söz gelimi, Anglosakson kültürü ve ruhunda “kötü” neyle imlendiyse, onu kullanarak karakterler yarattı (yarım akıllıların Tolkien ırkçıdır goygoyu yapması bunu anlamamalarındandır.) ve tam da bu yüzden onu her okuyan, onun çok eski zamanlarda gerçekten yaşanmış bir hikâye olduğu hissi yaşadı. (Biz Türkler de bunu yaşadık, zira Anglosakson kültürü, kültür endüstrisi yoluyla bize de ihraç edildi, kof ve yüzeysel haliyle olsa da.) Bunu bir Türk yazar başaracaksa, ancak bu kaynaklardan beslenerek başarabilir. Ziya Gökalp’in Altın Işık isimli masallar kitabı, sözün gelişi, bu işin başlangıcı kabul edilebilir ve günümüzde İhsan Oktay Anar’ın eserleri, anladığım kadarıyla, gelecek kuşaklar için gerekli olacak tecrübe birikimini sağlamakta bayağı bir katkı yapıyor. H. Nihal Atsız’ın Bozkurtlar serisi de, bu süreçte dikkat çeken bir diğer basamak.

Bu yazı dizisinde ele almaya çalıştığım konu çok karmaşık ve çetin bir konuydu. Ben de, meseleleri az ve öz, “efradını cami ağyarını mani” bir üslupla yazıya dökmesiyle meşhur bir adam değilim, aksine hem düşünme tarzım, hem bunu ifade edişim dağınık ve düzensizdir. Buna rağmen, bu yazı dizisinin işe yarayacağını ümit etmek iyimserliğinden vazgeçmiyorum. Son bölümü bu kadar bekletmemin sebebi, çıkacak olan bir kitaptan alıntı yapmak isteğimdi ancak kitabın basılışı ertelendi, o yüzden son bölüm umduğumdan kısa oldu. Yine de Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu Derneği’nin katkılarıyla basılacak olan bu kitap çıktığında Mitoloji – Toplumsal Hafıza- Fantastik Edebiyat üçgeninde yazdığım görece daha bilimsel ve akademik ruhtaki yazı için, dileyen okur bana ulaşabilir. Yine “Tolkien Ne Yaptı” başlıklı bir kitapçık, aynı derneğin katkılarıyla basılacak, o zaman da sanırım Kayıp Rıhtım vesilesiyle okuyucuya duyurabilirim.

Son olarak, yaptığım bir söyleşinin ardından, Altaylı bir ozanın Türkiye’ye gönderdiği selamla bitirmek istiyorum: Ezen bolsun karındaş kalık.