Üç Kadının Hikayesi: Trendeki Kız

tendeki kiz top

“Hepimiz birer seyirciyiz. Tren yolcuları dünyanın her yerinde aynıdır. Her sabah ve her akşam o trene biner, gazete okur ya da müzik dinleriz, aynı sokaklara aylakça bakarız ve ara sıra bir yabancının hayatından kesitler yakalar, daha iyi görebilmek için kafamızı uzatırız.”

Paula Hawkins kurgu edebiyatı ile ilgilenmeden önce on beş yıl boyunca gazeteci olarak çalıştı. Trendeki Kız ise yazarın ilk polisiye-gerilim romanı. Kitap, Türkiye’de de Mart ayında İthaki etiketi ve Aslıhan Kuzucan çevirisi ile raflardaki yerini aldı. Yayımlandığı ilk günden beri Gone Girl/Kayıp Kız kitabı ile kıyaslanıyor olması okuyucu kitlesinde gruplaşmalara neden oldu. Kimine göre Hawkins, Flynn’nın kalemini takip ediyor, kimine göre de Trendeki Kız, okurun ruhuna işleyen duygusal gerilimi ve kendi hayatlarını sorgulamalarını sağlayan başarılı bir psikolojik kurgu.

Rachel, Megan, Anna. Hikaye, bu üç kadının ağzından aktarılmış. Üçünün ortak bir noktası var ve bu ortak bağ, hikayenin finale kadar soluksuz ilerlemesini sağlıyor.

trendeki kiz
Künye bilgileri için tıklayın.

Rachel, kocasından boşandıktan sonra hayata küsmüş, duygusal çöküntüler içinde çalkantılı bir hayat sürdürmeye çalışan bir karakter. İşe gitmek için her sabah trene binmek zorunda ve bu tren yolcuğu esnasında her sabah yüzünü cama yaslayıp uzun dakikalar süren yolculuğu boyunca, her gün görerek ezberlediği evlere bakarak, içinde yaşayanlara dair mutlu hayaller kurmakta. Rachel, geçmişinin izlerini bir saplantı gibi hissederek yaşamakta ve gün geçtikçe bu izler onun ruhuna çarpıp benliğini yaralayan kılıçlar kadar keskin ve acımasız olmaktadır. Sabah, akşam ya da trende olması içmesine engel değildir. Alkole olan bağımlılığı çoğu zaman kendini kurduğu hayallerin içinde bulmasına da yol açmaktadır.

Rachel – “Euston’a girmeden yaklaşık beş yüz metre önce, vagonun sağ tarafında pis, alçak, betondan bir bina vardı. Üstüne biri resimli bir şekilde: HAYAT BİR PARAGRAF DEĞİLDİR, diye yazmıştı. Hayat bir paragraf değildir ve ölüm de bir parantez.”

Rachel, yine bir sabah tren yolculuğu esnasında favorisi olan çiftin evinin önünden geçerken (o sırada tren yavaşlıyor) kadının başka bir adama sarıldığını ve onu öptüğünü görüyor. Şahit olduğu bu görüntü ona yine geçmişini hatırlatarak kendi kurguladığı hayalinin de tıpkı kendi yaşamı gibi tepetakla olduğunu hissettiriyor. Bu olay, bu üç kadının bir araya gelmesi için bir başlangıç oluyor.

Megan. Kocasının yoğun iş temposundan dolayı yıllardır tekdüze bir evlilik yaşayan, hala ne aradığını bilmeyen, pervasız, çapkın bir karakter.

Megan – “Ona gerçekten kızamazdım çünkü şüphelenmesi için iyi bir nedeni vardı. Geçmişte ona bu nedeni ben vermiştim. Ben ideal bir eş değildim. Olamazdım.”

Anna. İyimser, serinkanlı ve uzlaşmacı bir yapıya sahip. Eski karısı dengesiz olan bir adamın evine taşındığı için arkadaşları tarafından eleştirilen bir anne.

Anna – “Biz mutluyduk. Öğle yemeğimizi yedikten sonra çimenlerde uzandık. Sonra hava çok ısınınca içeri girip tv izleyip dondurma yedik. Ne kadar şanslı olduğumu ve istediğim her şeye nasıl sahip olduğumu düşündüm.”

Bu üç kadının dünyasında olup bitenler (ve onları birbirine bağlayan ortak nokta) çoğu insanın kendi iç dünyasında gizlenerek yaşadığı, yaşamayı düşündüğü pek çok duyguya dikkat çekiyor. Yalnızlık ve soyutlanma, şehir hayatının olduğu kadar aile içi bireylerinde bir parçası haline gelebiliyor.

Kitabı önce orijinalinden sonra çevirisinden okuyan biri olarak; yazarın net anlaşılabilir üslubu, bağlantılar için seçtiği kelimeler, yerli yerinde arttırdığı merak unsurları, zeki bir okura bıraktığı gizemli ipuçları ve tatmin edici finaliyle soluksuz okunabilecek kitaplar listesinde yerini alıyor. Kitap kapakları okuru etkileyebilmenin önemli bir yoludur ve İthaki Yayınları da bunu eksiksiz bir biçimde tamamlamış.

“Her gün önünden geçtiğimiz evlerde aslında neler oluyor?”