Ulus | İnceleme

ulus top

Pratchett’ın basit bir konu üzerine kurduğu fakat kendi özgünlüğü ile süslediği eserlerinden biridir, Ulus.

[stextbox id=”black”]Dünya ve Ulus

Kitabın ilk üç sayfasında iki çizim bulunuyor, bu çizimlerden bir tanesi hikâyenin geçtiği dünyayı göstermekte ki; anlatılanların gerçekleştiği dünya bizim üzerinde yaşadığımız dünya ile aynı. Benim yakaladığım iki farklılık söz konusu, Avustralya kıtasının ikiye bölünmüş olması ve bu kıtalarının adlarının Yakın ve Uzak Avustralya olması. Bir diğeri ise Güney Doğu Asya kıtasında bulunan farklılıklar. Geri kalan her şey dünyamız ile aynı, gerek kıtalar, gerek dönenceler, gerek ülkelerin bulunduğu konumlar. Harita üzerinde başka bir dikkat çeken bölge, Britanya topraklarına saplı olarak dalgalanan Britanya bayrağı ve haritanın iki tarafında bulunan güneş ve ayı unutmamak gerek. Tam anlamıyla bizim dünyamız burası. Ve kitabın başlarında düz olan haritayı, okuyup bitirdikten sonra son sayfasında bulunan haritaya bakınca ise, dünya haritasını ters bir biçimde görmekteyiz.

İkinci haritada ise kitaba adını vermiş olan Ulus’u görmekteyiz. Ulus yerlilerin yaşadığı bir ada parçası. Haritaya baktığımızda adlandırılmış birçok bölge bulunuyor. Bunlardan bir tanesi Küçük Ulus, bir başkası ise Tatlı Judy (aslında bölge değil) ve bir diğeri önemlisi Büyükbabaların Mağarası.

[stextbox id=”black”]Paralel Evrende Bir Yolculuğa Var Mısınız?

Ulus 19. yüzyılın paralel evreninde, Pasifik Okyanusu’nda bulunan bir adadır. Bu konuda yazar Terry Pratchett “Yazarın Notu” kısmından şöyle bahsetmekte: “Bu, Pasifik Okyanusu’nda geçen bir hikaye gibi gelebilir. Aslında bir paralel evrende geçmektedir. Paralel evren olgusu, yalnızca ileri fizik bilenlerin ve herhangi bir bilimkurgu filmi izlemiş olanların bildiği bir olgudur.”

ulus
Künye için tıklayın!

Issız bir adada geçen maceraları anlatan bu eser buram buram Robinson Crusoe kokmaktadır. Kahramanımız Mo’nun geleneksel bir tören ile erkek oluşundan sonra yaşanan olayları kaleme almaktadır. Mo, Oğlanlar Adası’nda ölmeden 30 gün geçirmiş olup, tam anlamıyla erkek olmuştur. Ulus’a dönüş o kadar kolay değildir, bir süre orada hayatta kalmak yetmiyordur. Oradan kurtulması ve kendi adasını bulması gerekiyordur. Evine vardığını düşünmektedir. Kendi yaptığı kanosu ile bir süre yol aldıktan sonra evine varmıştır fakat ev yerinde yoktur. Dindar bir kaptan olan Roberts’ın gemisi Tatlı Judy’in yakalandığı fırtınaya Ulus adası da yakalanmıştır. Dindarlığı bir parçadır ama o parça Kapsan Samson’a göre Kudüs büyüklüğündedir. “Kaptan Roberts cennete gitmişti, ki hiç de beklediği gibi bir yer değildi. Çekilen sular Tatlı Judy’nin enkazını ormana bırakırken geride tek bir canlı kalmıştı. Papağanları seviyorsanız iki de diyebiliriz.” Bu sıralarda Pratchett’ın klasik mizah anlayışı kendini göstermeye başlıyor ve kelimeler yutulma ve gevelenme gibi etkenler ile değişim gösteriyor.

Tatlı Judy gelip Ulus’ta karaya oturmuştu. Fırtına olarak bilinen bu durumu Pratchett ”dünyanın sona erdiği gün” olarak tanımlamakta. Mo kendi adasına, Ulus’una dönmüştü, lakin geride kimseyi bulamamıştı. Yakınlarını kaybetmenin üzüntüsüyle ağlayan Mo, kendisini kısa sürede toparlamış ve ateş yakmak, etrafta dolaşmak, sığınacak bir yer aramak için çalışmalara başlamıştı. Kafasının içerisinde bir ses duymuştu. Ölmeyen birileri var mıydı? Ulus’un önde gelenleri “Dedeler” olarak bilinenler onunla konuşmaya başlamışlardı. Dedeler ona yol göstermeye, fikirler vermeye, Ulus’u koruması için emirler vermeye başlarlar. Mo geleneklerine ve kültürüne bağlı bir erkek olduğu için onların sözlerini dinlemesini gerektiğini bilmektedir.

“Uyumaya zaman yok. Yapılması gereken çok şey var.”

“Siz kimsiniz?”

“Biz dedeleriz!”

Mo yalnız olmadığını biliyordu. Adada ondan başka biri olmadığını biliyordu. Kazaya uğramış ve Ulus’a çakılmış olan gemiden sağ kalan kişiyle tanışması çok uzun sürmedi, Britanyalı kız Defne. İlk önceleri birbirlerine çok temkinli yaklaşıyorlar. Hatta kahramanımız Mo onun bir insan olduğuna inanmıyor, hayalet olduğunu düşünüyor. Terry Pratchett burada çok farklı bir şey yapıyor, biz kahramanlarımızın konuştuklarını sanmakta iken aslında onlar birbirlerini anlamıyorlarmışlar: farklı dil ve farklı kültür. Defne Mo’yu çay içmek için gemiye davet ediyor ve bu bölümde gerçekten çok komik ve samimi konuşmalar dönüyor. Özellikle bu bölümlerde çok eğleneceksiniz, ben çok eğlendim. Defne’nin ani ağlayışları, Mo’nun bir şey anlamadan boş boş bakınması ve ona ikram edilenleri yemesi.

“Zamanında gelmen ne kadar hoş,” dedi kız, gülümsemeye çalışarak, “pencereyi kırdığın için de çok teşekkür ederim, içerisi çok havasız olmaya başlamıştı!”

Günler ilerledikçe adaya mülteci akını yaşanmaktadır. Bu iki kahramanımız kendi kültürlerinin ve karakterlerinin izin vermediğini, yapmak istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kalırlar. Pantolonlu-adamların getirdiği mülteciler çok fazla artmaya ve tehdit oluşturmaya başlamışlardır. Mo şaşkındır ve bu yabancıları buradan göndermesi gerektiğini biliyordur. Ve bunun için pantolonlu-adamlar ile savaşması gerekmekteydi. Mızrağa karşı top ve silah. Hangisi galip gelecekti?

Kitabın sonlarında ise adı “Bugün” olan bölümde karşımıza yaşlı bir adam ve çevresinde hikâyeyi dinleyen çocuklar çıkmaktadır. Kafamızda kalan soruları son bölüm cevaplıyor.

“Ama bir gemi geri geldi,” dedi.

“Ve hayalet kız içindeydi, değil mi?” dedi kız.

“Ah evet,” dedi yaşlı adam. “Yaklaşık bir sene sonra.“

Kahramanlarımızın yaşadıkları maceradan sonra nerelere savruldukları, neler yapmakta oldukları yine bu bölümde açıklanmaktadır. Evet, benim en sevdiğim bölümdü bu.

“Onun çok iyi bir Hollandalı beyefendiyle evlendiğini anlıyorum. Bir prens, sanırım. Ve elbette, bildiğiniz gibi, hayalet kız kraliçe oldu.”

Sonlara doğru ölen Defne’nin çok kısa bir zaman önce ölmüş olan Mo gibi sonsuzluğa uğurlanmasını görüyoruz. Daha doğrusu yaşlı adamın ağzından dinliyoruz. “Burada kraliçe kağıt sarmaşığına sarıldı, ağırlık olsun diye taşlar bağlandı ve karanlık suya yollandı.”

Yerlilerin inanışlarına üzere insanlar yunusların ruhlarından ve kilden meydana gelmişlerdi. Bu yüzden suda doğduklarına inanmaktalar ve öldükten sonra suya gönderilmek istemekteler. Tekrar doğduklarında bir yunus olarak doğacaklarına da inanmaktadırlar.

“Biz işte bu yüzden suda doğarız, yunusları öldürmeyiz ve yıldızlara bakarız.“

Pratchett’ı sonlara doğru gerçekten hüzünlü bir aşk hikâyesini anlatmış olduğunu görmekteyiz, şahsen ben öyle düşünüyorum. Sonunda çok etkilendiğimi belirtmek isterim.

“Sonra iki yunus lagünde yüzerken görülmüş,’” dedi kız kararlılıkla.

“Böyle bir şey anlattıklarını hatırlamıyorum,” dedi yaşlı adam.

“Ama öyle olmalı,” diye ısrar etti kız. “Tek doğru son bu. Lagünde yüzüyorlardı, ama muhtemelen insanlar fark edemeyecek kadar çok ağlıyorlardı.

Orijinal hâli Britanya’da 2008 senesinde yayımlanmış olup dilimize kısa sürede kazandırılmıştır. Ulus içerisinde birçok bilgi barındıran bir eser. Bazı sayfaların alt bölümlerine eklenen çevirmen notlarından çok şey öğrendiğimi söylemeliyim, bunların çoğu tarihle ilgili. Merak ettiğiniz ülkelerin gelenek ve inançlarını öğrenmeniz için çok iyi bir kitap olacaktır. Bunun yanı sıra heyecan verici, mizah açısından orta karar olsa bile çok seveceğiniz bir roman. Pratchett ve tarzını severler zaten mutlaka okuyacaktır bu kitabı, ya da hiç değilse okuma listesine girecektir. “Çocuk romanı gibi bu ve çok özgün değil ki?” diye düşünenler içinse alıp okuyun derim. Özellikle Mo’nun Ulus’a dönüşünde ve Ulus’ta geçirdiği birkaç gecede sıkılabilirsiniz, genelde betimleme kullanılan bölümlerdir onlar da.

Ama sonrasında öykü sizi içerisine o kadar çekiyor ki… Neyse efendim okuyun!