Victor Hugo | İnceleme

victor hugo

VICTOR HUGO
(26 Şubat 1802- 22 Mayıs 1885)

“Bana yağmuru anlatma, yağ!”

Victor Hugo kışın en soğuk aylarından birinde Şubat 1802’de Fransa’nın Besancon kasabasında dünyaya geldi. Babası Leopol Hugo savaşın her türlüsüne şahit olmuş bir generaldi. Sertti, emir vermeyi biliyordu. Hugo, zor bir dünyaya ve zor zamanlara açtı gözlerini. Tarihler Fransa’nın en çalkantılı dönemine bağlarken hayatları, Hugo annesinin sevecen kollarında oradan oraya sürüklenerek büyüyordu.

Hugo okula başladığında şaşırtıcı gelişmeler gösterdi. Yeteneği ve söz söyleme sanatı içinde büyüyordu. Dünyaya ve bu dünyanın ötesine inanıyordu. Yaşanan sıkıntılara ve çekilen acılara çözüm üretmeye çalışıyordu kendi yüreğinde. Babası onu tam bu dönemde okulundan alıp bir manastır okuluna gönderdi. Batıl olana karşı duran Hugo burada kendi yüreğini korumaya çalışarak yıllar geçirecekti. Tüm sıkıntılarına rağmen okulu ona ilhamda olacaktı sanat hayatı için. Nitekim okulda tanıdığı kırmızı suratlı, çirkin yüzlü kambur hademe ilerleyen yıllarda onun sanatının bir göstergesi olan “Notre Dame’ın Kamburu”nda âşık bir ucube olarak boy gösterecek ve insanlara insanlık dersi verecekti, yazarının sayfaları aracılığıyla.

victor hugo 1Okulda onun tek dayanağı kitaplardı. Bulabildiği her sayfayı adeta içiyor ve kendi sözcüklerine çeşniler hazırlıyordu. Çok geçmeden manzumeler yazmaya başladı. Fransız Akademisi’nin açtığı “Hayatın Çeşitli Halleri Karşısında Bilginin Sağladığı Saadet” adlı şiir yarışmasında birincilik kazandı.  Bu yarışma onun kendini göstermesine bir vesile olmakla kalmayacak ona güç de verecekti. Nitekim tarih 1819’u gösterdiğinde 17 yaşında Toulouse Akademisi’nin şiir yarışmasında en büyük ödül olan “Altın Zambak”ı kucaklayacaktı.

Hugo yazmaya devam ediyor, yazdıkları takdir görmekten geri kalmıyordu. İlk şiir kitabını 1822’de “Methiyeler” adı altında okuyucusuyla buluştu. İlk romanı ise 1823’de dört cilt halinde çıkan “İzlanda’lı Han” oldu. Hugo’nun ünü giderek artıyordu. 1824’de “ Yeni Methiyeler” 1826’da “Bug Jurgal” ve daha sonrada her yıl verdiği eserler Hugo’yu kısa zamanda aranan yazarlardan biri haline getirdi. Fakat Hugo onu dünya çapında meşhur eden eserlerini olgunluk döneminde verecekti. Hugo henüz kendini göstermemişti sözün özü.

1824’de romantik akımın en önemli yayın organı olan “La Muse Française” dergisini kurdu. Cenacle adını taşıyan coşumcu (romantik) sanatçılar çevresinin üyesi ve odak noktası oldu. İnsanın özünün ruhu olduğuna inanan Hugo Tanrı’yı düşünce sisteminin ve eserlerinin baş tacı yaptı. Bu geçici hayatın tüm mükâfatının ölümün ötesinde olduğunu ve Tanrı’nın yapılan hiçbir faydayı karşılıksız bırakmayacağına inandı ve eserlerini bu eksenin üzerine oturttu. Onun Tanrı inancı kilise papazlarından, değiştirilen ve çıkara göre yeniden yorumlanan dinden çok uzaktı. Bu sebepledir ki ölüm döşeğinde şu sözler dökülecekti ağzından;

“Tanrı’ya inanıyorum, ahrete inanıyorum fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kâfidir.”

Hugo yalnızca edebiyatla ilgilenmemiş sanatını siyasal görüşlerine de eklemiştir. Mücadelesi her daim adalet, refah ve huzur adına olan sanatkâr bu amaçları doğrultusunda düşüncelerini her daim açıkça belirtmiştir. Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar kaleme almıştır. Hayata, adalete ve ilme inanan sanatçı cehaletin ve imkânsızlıkların insanı körelttiğini sözlerinde defalarca belirtmişti. Ona göre kıyamet okuyamayan, düşünemeyen ve olanaksızlıklar yüzünden ilimden mahrum kalan insan sayısının fazlalaşmasıydı.

“Bir milletin büyüklüğü insan sayısının çokluğuyla değil, akıllı ve fazilet sahibi adamların sayısının çokluğuyla belli olur.”

Hugo hayatını edebiyata, ebediyete ve iyiliğe ve Tanrı’ya adayan bize eserleriyle doğruyu göstermeye çalışan ve bunu aradan geçen zamanı hiçe sayarak yapan üstatlardan biriydi.  Ömrüne bir evlat acısı sığdırdı. Paris’te 1885’de hayata gözlerini kapadığında ölümü “Hoş geldi, sefa geldi!” diyerek karşılayan üstadın vasiyeti ise şu olmuştu;

“Fakirlere 50 bin frank bırakıyorum. Mezarlığa, yoksullara ayrılmış araba ile götürülmemi istiyorum. Herkesin benim için dua etmesini istiyorum. Hangi mezhebin kilisesi olursa olsun hiçbir dini tören yapılmasını istemiyorum. Allah’a inanıyorum.”

victor hugo 2

[stextbox id=”black”]Victor Hugo ve Eserleri;

Bazı Şiirleri;

  • Odlar ve Çeşitli Şiirler(1822)
  • Sonbahar Yaprakları(1831)
  • Şafak Türküleri(1835)
  • Işınlar ve Gölgeler(1840)
  • Azaplar(1853)
  • Uğursuz Yıllar(1852-1870)

Romanlar;

  • İzlanda Hanı(1823)
  • Bug Jurgal(1826)
  • İdam Mahkûmunun Son Günü(1829)
  • Notre Dame’nin Kamburu(1831)
  • Sefiller(1862)
  • Deniz İşçileri(1866)
  • Gülen Adam(1869)
  • Doksan Üç İhtilali(1874)

Bazı Tiyatro Oyunları;

  • Cromwell(1827)
  • Hernani(1830)
  • Kral Eğleniyor(1832)
  • Padova Tiranı Angelo(1835)

[stextbox id=”black”]VICTOR HUGO VE SEFİLLER

Fransız romantizminin öncüsü sayılan ve romantizmi edebiyat tarihine kabul ettiren Hugo’nun “Sefiller” adlı romanı akımın en önemli eserleri arasında gösterilmektedir. Hugo romanını 1840 yılının ilk aylarında yazmaya başlamış ve tam on senesini eserine mükemmellik kazandırmaya uğraşmakla geçirmişti. Ömrünün olgunluk çağında Hugo en iyi eserlerinden birini yazacaktı bu şeklide…

Hugo eserini 1862 yılında noktaladı ve kendi sözleriyle şöyle tanımladı;

“Yeryüzünde kanunlar, ananeler yoluyla meydana getirilen suni cehennemler, Allah vergisi kaderi uğursuz insanların elinin karıştırdığı cemiyetler bulundukça; asrımızın başlıca üç meselesi “erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun okumamışlık yüzünden kabiliyetlerinin mahvolması” halledilmedikçe, bazı bölgelerde cemiyetin insanı boğması mümkün oldukça, yeryüzünde cehalet ve sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır.”

Usta edebiyatçı bu kitabı yazmaktaki amacını ise şöyle özetler;

“Şu anda okuyucunun eli altında bulunan kitap, eksikleri, üstün veya zayıf tarafları ne olursa olsun, bir baştan bir başa bütünü de, ayrıntılarında kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, ihtirastan vazifeye, cehennemden cennete, sefaletten Allah’a doğru bir yürüyüştür. Çıkış noktası madde, vardığı nokta ruhtur. Başlangıçta canavar, netice de melektir.”

Sefiller
Sefiller

Hugo kendi eserini işte bu sözleriyle özetlemişti. Eser edebiyat tarihinin mihenk taşlarından olurken başkahramanı Jean Valjean edebi karakterlerin en şöhretlilerinden biri haline geldi. O günden bu güne kitabı okuyan her okur Jean’da ve kitapta kendinden bir parça buldu. 19. Yüzyıl’da Fransa’da geçen hikâyenin konusunu özetlemek gerekirse;

Jean Valjean saf, fakir bir köylüdür. Kız kardeşinin aç çocuklarını doyurabilmek için ekmek çalar, yakalanır ve hapse girer. Beş yıl ağır kürek cezasına mahkûm olur. Hapisten kaçma girişimi işini daha da zorlaştırır ve cezası 19 yıla çıkar. Serbest kaldığında aradan yıllar geçmiş ve saf, fakir köylümüzün ruhu kararmış, insanlığa ve iyiliğe duyduğu inancı kaybetmiştir. Özgürlüğüne kavuşması soğuk bir kış gününe denk gelir. Yemek ve barınak bulmak için çaldığı tüm kapılar, hapishane günleri sebebiyle yüzüne kapanır. Onu kabul eden tek kişi ise yaşlı ve iyi kalpli bir din adamı olan Myriel’dir. Fakat Jean onun iyiliğine gümüş şamdanlarını çalarak karşılık verir. Yine yakalanır. Ama Myriel iyilik anlayışından vazgeçmez ve gümüş şamdanları ona kendinin verdiğini söyler. Böylece Jean serbest bırakılır. Myriel’in bu iyilik dolu halleri Jean’nın içinde gömülü kalan güzelliği ortaya çıkarır. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında Jean zengin olacak, aşkı ve acıyı tatmaya devam edecektir.

Hugo toplum, iyilik, kötülük ve aşk üzerine kurduğu hikâyesinde toplumun tüm katmanlarına yer verir, anlatır, çözüm yolları sunar kendi kaleminden. Hugo yaşamı şu sözleriyle özetler, kitabını esas alarak;

“Hiç şüphesiz bir başka âlemin bekleme odası olan bu dünyada tam manası ile mutlu insan yoktur. Aslında insanlar ikiye ayrılırlar; aydınlıkta olanlar ve karanlıkta olanlar…  Karanlıkta olanların sayısını azaltmak; işte büyük hedef… Biz bu yüzden ilim ve eğitim diye haykırıyoruz.”

Hugo olgunluk döneminde kaleme aldığı bu muhteşem eserle toplumun içine sızıp kemiklerine kadar etkileyen tüm hastalıkları bir hekim edasıyla belirlemiş ve çözümünü de kendi kaleminden vermiştir. İşte bu yüzden Sefiller, eskimez ve zamansız bir eser olarak yaşamaya ve sahibini yaşatmaya devam edecektir.

[stextbox id=”black”]SEFİLLER VE SİNEMA

Les Misérables (2012)
Les Misérables (2012)

Hugo’nun bu ölümsüz eseri toplamda tam yedi kez beyazperdeye aktarıldı. Her seferinde farklı yönetmenlerin gözünden izlediğimiz Sefiller’in ilk yolculuğu 1934 yılında yönetmen Raymond Bernard’la başladı. Bu uyarlamadan bir yıl sonra hikâyeyi bu kez Richard Boleslawski’nin gözlerinden seyredecektik. Daha sonra sırasıyla 1958 (Jean-Paul le Chanois), 1995’de Jean-Paul Belmondo’nun da kadrosunda yer aldığı yönetmenliğini Claude Lelouch’un gözünden, 1998’de oyuncu kadrosunda Liam Neeson, Uma Thurman ve Geoffrey Rush’ın bulunduğu, Bille August’un yönettiği yapım ve son olarak da 2012 tarihli yönetmenliğini Tom Hooper’ın üstlendiği ve oyuncu kadrosunda Hugh Jackman, Russell Crowe ve Anne Hathaway’ın yer aldığı uyarlama ile izleyecektik.

Sefiller beyazperde de edebiyat dünyasında olduğu gibi yıllara meydan okumayı bilecek ve bize hep hatırlatacaktı kendi lisanında hayatı ve anlamını…