3 Mitin Tanıyamayacağınız Modern Halleri

Dizi ve filmlerin bir kısmı kitaplardan uyarlanırlar, birçoğu da esinlenir. Doğal olarak, yazarlar da eserlerini yaratırken bazı kaynaklardan beslenirler. Mitoloji, en çok yararlanılan kaynaklardan biridir. Mitolojik öğeler Thor ve Clash of the Titans’daki gibi bariz olabildikleri gibi bazen de arka plandadırlar. İşte aşağıdaki üç madde, iyi işlenmiş arka planlardan bazılarına örnek.

[stextbox id=”black”]3- Dragonlance serisinde efsanevi olan yalnızca ejderhalar değil

Zeki, kurnaz, azimli, ancak hastalıklı bir pislik olan Raistlin Majere ile onun olamadığı her şey olan Caramon Majere’nin bitmek bilmeyen kitaplarını çocukken okuduysanız, mutlaka Majere Kardeşler arasındaki farklılıkların boyutuna şaşırmış ve orijinalliği takdir etmişsinizdir. Şimdi bu duygularınızı geri alma zamanı.

Bir dakika, nasıl yani?

Raistlin ve Caramon Majere, Yunan mitolojisinin en temel karakterlerinden olan Prometheus ve kardeşi Epimetheus’un birebir replikası adeta.

Efsane:

Bir titan olan Prometheus, Zeus’u titanlara karşı olan savaşında desteklemiş, bunun karşılığında Zeus onun Olympos’ta kalmasına izin vermiştir. Zeki ve kurnazdır Prometheus, kardeşi Epimetheus gibi yarımakıllı değildir; babası Kronos’un intikamını almak ister. Ve insanı yaratır, onun için Hephaistos’un ocağından sönmeyen ateşi çalar. Ancak ateşin de, dünyadaki her şeyin olduğu gibi, bir sonu vardır; söner. Zeus bu duruma çok sinirlenir, ve Prometheus’u Kafkas’larda bir dağa zincirletir ve bir kartala her gece karaciğerini kemirtir. Zeus’un siniri geçmemiştir, insanlardan intikamını almak için tüm tanrıların yardımıyla var olan bütün kötülükleri bir kutuya koyar, kutuyu da Hephaistos’un yarattığı Pandora adında bir kadına verir ve bunları Epimetheus’a gönderir. Epimetheus, yarımakıllı olduğu için Pandora ile evlenir ve kutuyu açar, kutudan salgınlar, felaketler, yıkımlarla birlikte umut çıkar.

3mityazi 1
Kıyafet giymek mi? Bu ateş varken hiç gerek yok.

Tanrılar Margaret Weis ve Tracy Hickman’a cömert davranmış.

[stextbox id=”black”]2- Benjamin Button’un İlginç Miti

Curious Case of Benjamin Button, aslında Brad Pitt ve David Fincher’dan çok önce, F. Scott Fitzgerald tarafından 1922’de yazılmış kısa bir öykü. Sıradışı, evet, ancak sadece bizim zamanımıza göre.

Bir dakika, nasıl yani?

Fitzgerald bilir mi bilinmez ama, bu öykü İÖ 4. yüzyıl Yunanistan’ının çok satanlar listesinde epey üst sıralardaydı. Hayır, o zamanlar top 10 listesi yoktu, ancak şöyle bir şey vardı: hikâyeler. Aklınıza gelen 7 cüceyi kovun ve okumaya devam edin; bu hikâyeler hem yemek ile birlikte dinlenebildikleri gibi hem de büyük ikramiyelik soruyu, yani her şeyin nasıl başladığıyla ilgili bilgiler içeriyorlardı, en azından içerdiklerine inanılıyordu. Platon, Fitzgerald imza günleri yapmaya başlamasından çok önce, Devlet Adamı’nda dipnot geçmek suretiyle çok önemli bilgiler veriyor. O meşhur idea’sını bir Yabancı kılığında Genç Sokrates’e açıklamak için kökünü Atreus ve Thyestes hikâyesine alıp, onu yağmur ormanına çeviriyor. Platon, ki kendisi bir deist sayılabilir, diyor ki, bir şeyin mükemmelliği, onun ideayı taklit edebilirliğiyle, yani tanrıvariliğiyle doğru orantılıdır… Yetenek Sizsiniz’i Olympos’a çevirmeden önce dikkatinizi toplayın; kilit nokta değişmemektir, örneğin taş taşlığını uzun süre koruyabildiği için (estetik? Büyük ihtimalle.) ideaya yakındır, bu bağlamda canlı varlıklar güneşte bırakılan dondurma kadar dayanırlar… Soyut olanlar, yani düşünceler birer Melih Gökçek’tirler. Mitosa geri dönelim, Tanrı evreni yarattıktan sonra onu düzene koyar ama bir bakıcıya vermeyi akıl etmez, böylece çocuğu kendi etkisinden çıkar, sapar ve bozulmaya başlar. Güneş ters yönde doğar ve zaman tersine akar. Yaşlılar gençleşir, ölüler topraktan çıkıp ömürlerini tersi sıra yaşarlar. Tanrı Kronos bu kaosa dayanamaz ve evreni yaşadığı krizden kurtarır. Kronos dolaylı olarak birkaç insanın kariyerini derinden etkilemiştir.

3mityazi 2
Halter kaldıramasam bile, ilerde bir dövüş kulübü kurabilirim sanırım.

[stextbox id=”black”]1- Yüzüklerin İngiliz Asilzadesi

Oscar Wilde, Dorian Gray karakterinin yaratımında Yunan mitolojisinden faydalanırken, yaratacağı reaksiyonun farkında bile değildi muhtemelen. Bir dakika, bu yanlış; Oscar Wilde’dan bahsediyoruz, Dalai Lama’dan değil ne de olsa. Peki Yüzüklerin Efendisi’ni seviyorsunuz değil mi? O zaman mitolojiye burun kıvırmamalısınız.

Bir dakika, nasıl? Şöyle:

Dorian Gray eşcinsel bir Narkissos’tan başkası değildi.

Tamam, büyük ihtimalle Dorian Londra sokaklarında yarı çıplak bir şekilde ve başında zeytin dalı ile dolaşmıyordu. Önce efsaneyi verelim:

Ormanın derinliklerinde yaşayan nymphe Ekho, başına geleceklerden habersiz bir şekilde rutin periliğini yapmaktadır. Odağını, ekstrem sporlara düşkünlüğüyle tanınan polisin çılgın delikanlısı Narkissos bozar. Ekho, Nark’a gördüğü gibi tutulur, gidip numarasını ister. Nark onu başından savar, Ekho ise egosunun incinmesinin verdiği derin acılara dayanamayarak intihar eder, sesi de eko dediğimiz yankılara dönüşür. Olympos’taki konforlu tahtından bunu izleyen Zeus ve arkadaşları, hoşnut olmamışlardır. Narkissos’a gününü göstermeye karar verirler. Narkissos, yine bir gün T-Rex avlamaya çalışırken nasıl olduysa avının izini kaybederek bir nehir kenarına soluklanmaya çekilir. Su içmeye yeltendiğinde, gördüğü yansıma onu şok eder. Hayır, arkasında bir katil yoktur; onu katleden kendi güzelliğidir. Avı unutur, yeme içmeyi unutur, Facebook şifresini bile unuttur; orda öylece kendini seyrederek ölüverir. Öldükten sonra vücudunun bir kısmı nergis çiçeklerine dönüşür, bir kısmı da petrol olur.

Oscar Wilde’ın Dorian Gray’e yansımasını göstermek için 19. yüzyılın sokaklarından makine yağı kokusu yayılan Londra’sında Thames nehrinden su içirmesi söz konusu olamazdı. Aynayı da kullanamazdı, çünkü kimse çocukluktan beri ukala olan birinin hikâyesini okumak istemez. Bu ilginç olmazdı, ne de olsa onlar her yerdeler. O şunu yaptı, mitteki eksik noktayı buldu ve onu başarılı bir şekilde hikâyesine ekledi. Nasılsa asilzadelerin vakitlerini geçirmek için operadan başka uğraşlara da ihtiyaçlara vardı, 10 satırlık bir mit yetersiz olurdu. Wilde, geçiş sürecini ekledi, olayı zamana yaydı. Yansımayı kompleksleştirdi, çözülmesi gereken bir şifre haline getirdi ve bunu karakterine işlemesi için Lord Henry Wotton figürünü kullandı. Bu, gerçek hayatta arkadaşınız olmasını istediğiniz, ancak komşunuz olsa tahammül edemeyeceğiniz türden bir karakterdi. Ancak burada önemli bir farktan bahsetmek lazım gelir. Narsistliğin temel nedeni olan güvensizliğe, Dorian Gray karakterinde rastlanmaz. Aksine, Dorian Lord Henry’ye fundamentalist bir güven besler, kaynağı korku olan bir güven. Lord Henry’yi gelecekten korkunç haberler getirmiş bir Dr. Emmet Brown gibi karşılar Dorian.

Böylece Lord Henry, Dorian’ın Mefisto’su olur. Henry, aslında kıymetli bir yıldızın etrafında dönen alelade bir gezegen olmasına rağmen, Dorian’ı bir karadelik gibi çekmeye çalışır. Tek amacı kurbanını çevresinde tutmakken, o sahte karadeliğe balıklama dalar ve sonunda hocasının yapamadığını yaparak gerçek bir karadelik olur. Gılgamış’ın tüm çabalarına rağmen ulaşamadığı, Utnapiştim’in ise elde etmek için ta Sibirya’dan Avustralya’ya, siyah ayılarla kanguruları bir tekneye sokup yaşatmak zorunda kaldığı ölümsüzlüğe, şanslı bir dilekle sahip oluverir.

Oscar Wilde’ın Paris’te soğuk bir otel odasında öldüğü 1900 yılından 37 yıl sonra, Oxford Üniversitesi’nde bir dil profesörü olan J.R.R. Tolkien, alışılmayanı yapmış ve büyücüler, canavarlar, sihirli yüzüklerle dolu bir çocuk kitabı yazmıştı. Akademi buna başta şaşırsa da, bir filoloğun çocuğuna masal yazmasının aslında şaşılacak bir yanı olmadığını kısa bir süre içinde anladı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı, Tolkien bir mit değil, kapsamlı bir mitoloji yaratmanın peşindeydi. Bunun için eski İngiliz, Alman ve Fin efsanelerinden yararlandı, ancak eski toprak Yunan mitolojilerini göz ardı etmek olmazdı. Halbuki, bu mitlerin üzerinden binlerce yıl geçmişti, üstelik birçoğu ilkel ve basitti. O güne kadar onlarca yazar bu tozlu mitleri zenginleştirmişti, mantıklı olan bunlardan yararlanmaktı. Tam o anda gözü Dorian Gray’in Portresi’ne ilişti, yarım asır öncesinin dehasının eserine. Wilde Narkissos’u muhteşem bir şekilde harmanlamıştı, kesinlikle bundan yararlanmalıydı. Genç Dorian’ın simgelediği masumaneliği tüm bir ırka yaydı, görünüşleri de karakterlerine uysun diye narindi. Sıra Lord Henry’ye gelmişti, bu masalsı dünyada tabii ki o da şatafattan nasibini alacaktı.

3mityazi 3
Bu pelerinin beni bir hokkabaz gibi göstereceğini biliyordum!

Lord Henry gibi, bu yeni karakter de; hem en bilge kişilerin bilgilerini sarsacak hem de en saf kişilerin yüreklerine fenalık kazıyabilecek bir cazibeye sahip olmalıydı; bunun için en uygun seçim ise bir yüzükten başkası olamazdı. Amacına ulaşabilmesi için, Lord Henry gibi sade bir görünüşü vardı bu Tek Yüzük’ün, şaşaasızdı, fakat konuşmaya başladığında onu dinlemek zorundaydınız. Konuştuğunda, kendinizden başkasını düşünemezdiniz. Bir hokkabazdı, irade ilüzyonuna kanıverirdiniz.

İşte Tolkien, bu sinsi cazibeden kurtulma görevini Frodo’ya verirken Wilde’ın aksine daha optimistik bir tablo çiziyor. Frodo Baggins, Dorian Gray’deki baştan çıkarılmışlığın aksine saflığını korumak için derin bir mücadelenin içinde, üstelik onun çıkmayı cesaret edemediği bir yolculuğu tamamlamak zorunda. Bunu tek bir erdem yardımıyla yapıyor, Pandora’nın kutusundan çıkan tek iyi şey olan umut ile. Gollum karakteri, fenalaşmaya doğru evrim geçiren Dorian Gray’in bir replikası adeta, ikisi de cazibeye teslim olmuş vaziyette. Alarm gözlerinin önünde çalıyor Frodo’nun, savaşmayı bırakırsa bu sefil yaratığa dönüşeceğini biliyor, bu Dorian’ın sahip olmadığı bir şans. Fark etmiyor. En saf varlık bile, Henry’nin vakur sesine itaat etmekten kendini alamıyor. İllüzyon, din oluyor. Eskiden saflığın simgesi olan iki hobbit, birbirlerinin tablolarını parçalıyorlar.

Narkissos ve Dorian Gray, her kitabevinde en kalabalık arşivi oluşturan kişisel gelişim kitaplarının “kendinizi sevin” buyruğunun ne kadar da yanlış olduğuna birer kanıttır.

#
Şahan Işık