Beşlerin Çağı | İnceleme

beslerin cagi top

Beşlerin Çağı, çıkacağı haberini aldığım andan itibaren beni heyecanlandıran bir kitap oldu. Bazı kitaplarda olur ya, hikaye bitse bile kahramanların daha sonra ne yapacaklarını, geri kalan hayatlarını nasıl geçireceklerini merak eder insan elinde olmadan, ya da sanki hikaye orada bitmiyor bir şekilde devam ediyormuş hissi oluşur. Beşlerin Çağı bu demekti benim için; deli gibi merak ettiğim bir hikâyenin devamı

Giddar beklentilerimin çok üzerinde bir kitaptı. Pek çok önyargımı yıkmamı sağladı. Öyle “kurgu hoş, içi boş” bir kitap değildi kesinlikle. Hâl böyle olunca Beşlerin Çağı’nın Giddar ayarında mı olacağı yoksa beklentimi boşa mı çıkaracağı büyük bir merak konusuydu benim için. Üzerinde çok uzun yıllar çalışılmış bir kitabın kalitesini onu ilkine göre daha kısa bir sürede yazılmış ikincisi yakalamayı ve hatta geçmeyi başarabilecek miydi yoksa tam bir hayal kırıklığı mı olacaktı? Aklımda bu soru dönüp duruyordu.

Beşlerin Çağı’nı okumak ilk başlarda uzun zamandır haber almadığım bir dosttan gelen mektubu okumak gibiydi benim için; uzak, bilinmeyen diyarlarda sayısız maceralar yaşamış ve geri dönmeye pek de niyeti olmayan bir dostun mektubu. O dostun mutluluğuna ayrı sevinerek, derdine ayrı tasalanarak okudum ilk başları. “Sonra ne olacak?” sorusunu tatlı bir merakla sordum hep. Ancak sayfalar ilerledikçe bu tatlı merak yerini inanılmaz bir heyecana ve kafamdaki bitmek bilmez sorulara bıraktı.

Beşlerin Çağı, Giddar’ın bittiği yerden başlamıyor. Siox, Venesis ve dostları Gallien’de mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüyorlar. Adada içinden Tanrılara inançlarını silmiş insanlar tarafından mükemmel düzen kurulmuş ve bu düzen diğer halklar için de bir örnek teşkil ediyor. Hatta adadaki dostlarımız bu düzeni tüm Giddar’a yaymanın hayalini kuruyorlar.

beslerin cagi
Künye bilgisi için tıklayın

Giddar’da ise Piramit Savaşları’ndan sonra yeni bir çağ başlamış. Haritada pek çok sınır değişmiş durumda. Pek çok ülke yıkılmış, yerlerine yenileri kurulmuş, eski krallıklar ve yeniler bazen can düşmanları iken bazen de ortak bir düşmana karşı en büyük ittifak. Ancak aralarında en güçlüleri Kaha-ul İmparatorluğu.

İmparatorluk Giddar’daki pek çok insan için yeni bir başlangıç demek artık, İmparatorluk’un kapıları hayatında yeni bir sayfaya başlamak isteyen herkese açık. Ayrıca İmparatorluk’un Yeni Çağ Sözcüleri tüm Giddar’a dağılmış durumda. Sözcüler insanlara Tanrılardan ve onların insanlar üzerindeki oyunlarından söz ediyor ve onları aydınlatıyorlar. Yeni Çağ Sözcüleri’nin anlattıkları kimisi için ikna ediciyken kimisi için de bir safsatadan ibaret sadece.

Giddar’da tüm bunlar yaşanırken Tanrılar da boş durmuyorlar elbet. Onların da insanlar üzerindeki planları, özellikle Siox ve Venesis hakkındaki planları ve kendi aralarındaki çıkar çatışmaları son hızla devam ediyor. Ancak bu kez Giddar dışından bir “konuk” da var sahnede.

Siox, Venesis ve diğerleri hem bizim tanıdığımız Tanrılara hem de Giddar dışından gelen bu yeni tanrı ve onun insanlarına karşı savaşmak ve onların planlarını engellemek zorundalar şimdi.

Beşlerin Çağı, benim için Giddar’ın da ötesinde bir kitaptı. Her şeyi bir yana bırakıp sadece kurguya baksak bile Beşlerin Çağı’ndaki kurguyu ve olayların aktarılış biçimini Giddar’dakinden çok daha başarılı buldum. Bölümler arası geçişler ve ara sıra okurun karşısına çıkan flashback’ler gerçekten de okumaya tat katıyor. Öyküyü zenginleştirmenin dışında “Neden?” ve “Nasıl?” ilişkisi okurun kafasına iyice yerleşiyor. Sadece buna bakarak bile rahatlıkla söylenebilir ki Erbuğ Kaya yazarlık konusunda birkaç basamak birden atlamış Beşlerin Çağı’yla.

Dil konusunda da yerinde saymamış elbet. Beşlerin Çağı’ndaki kelimeler Giddar’dakilerden daha etkileyiciydi bence. Burada objektif olmakta biraz zorlanıyorum gerçi; böyle düşünmemin nedeni Beşler’in Çağı’ndaki kurguyu daha çok sevmiş olmam da olabilir tamamen. Fakat söyleyebilirim ki bu kitapta karakterlerin kendilerine özgü konuşma tarzları daha da oturmuş; kişiliklerinin bir parçası hâline gelip onlarla bütünlemiş.

Beşlerin Çağı da Giddar gibi “altyapısı” olan bir kitap. Okurken arada bir soluk alıp düşünmesi gerekiyor insanın, çünkü öyle cümleler var ki yaşadığımız reel dünyanın bir özetini sunuyor adeta; neler yaşandığının ya da nelerin yaşanabileceğinin ve daha pek çok şeyin… Erbuğ Kaya yazarken bunları düşündü mü bilmiyorum ancak derler ki bir kitap yazarın elinden çıktığı anda onun olmaktan çıkarmış. O bunları ister bilerek yazmış olsun, isterse hikayenin gidişine uyduğu için eklemiş olsun yine de kitaptaki bazı cümleler gerçekten uzun düşüncelere itiyor insanı ve işte bu Beşlerin Çağı’nı benim gözümde kitap gibi bir kitap yapıyor -ki bugünlerde nadir rastlanan bir şey bu.- Bu da onu kitapçı rafında yanında duran kitaplardan ayırıyor ve okunması gereken bir kitap hâine getiriyor.

Kısaca özetlemek gerekirse Beşlerin Çağı, son yıllarda okuduğum en iyi romandı diyebilirim rahatlıkla. Gerek kurgusu, gerek konunun işleniş biçimi gerekse sağlam temelleriyle. Okuduktan sonra üzerine söyleyecek pek birşey bırakmıyor insana. Sadece Erbuğ Kaya’ya şapka çıkarıyor ve üçüncü bir kitabın gelmesini tüm kalbimle ümit ediyorum.

Giddar Logo