Eski Bir Masal Tadında

cydonia top

[stextbox id=”info” float=”true” align=”right”]alperkayaİNCELEME
Alper Kaya
[Arşivi]

İnsanoğlunun yüzyıllarca, bin yıllarca gök cisimlerini incelediği; oralarda olduğu varsayılan yaşamla ilgilendiği vakidir. Çoğu kez filmlere, romanlara ve hatta zaman zaman müziklere de konu olan bu farazi yaklaşımlar son dönemde NASA’nın bilimsel girişimleriyle gerçeğe uzanmaya başladı…

Derken, bu süreci taçlandırabilecek bir romanla tanışmaya muvaffak oldum: Cydonia! Norveç’te enerji borsası analisti olarak çalışan Sercan Leylek’in ilk romanı olan Cydonia’yı okurken yeni nesil yazarları küçümseyenlerin ne büyük hatalar ettiğini bir kez daha tecrübe ettim!

Cydonia’da, eski bir masalı kulağımıza yeniden fısıldıyor Sercan Leylek: Truva’yı! Ama bunu alttan alta yapıyor, kör göze parmak şeklinde değil ve tabii, asıl övülecek noktası bu “uyarlama”sı değil… Farklı görünebilecek kavramları tek bir potada eritip bir bütün halinde önümüze sunması!

Başa dönelim…

Maceramız Beyrut’ta bir sanat galerisinde görünen hayaletle başlıyor. Perili olarak nam saldığı için sürekli güvenlik görevlilerinin işi bıraktığı görkemli sanat galerisinde yeni terfi almış olan genç müdür Rafik ise hem işini kaybetmemek hem de hayaletin sırrını çözmek için geri adım atmadan meselenin üzerine gidiyor… Acaba “hayalet”, sanat galerisinin üzerine inşa edildiği Yahudi mezarlığından mı gelmektedir?

Bu süreçte yollar Rafik’i ve güvenlik elemanlarından Samet’i geçmişe kadar götürüp, Samet’in perilerle, cinlerle ve hayaletlerle mücadele eden dedesinin eski maceralarını dinletecektir. Bu maceralardan birinde, Samet’in dedesinin bir gözünü nasıl da bir hayaletle savaşırken kaybettiğini öğrenmeleri onları bu yolda farklı bir yöne; hayaletle savaşmaya itecektir…

cydonia 1
Künye için kapak resmine tıklayın!

Aynı zamanda romanın ilerlediği paralel maceralardan birisi de, NASA’nın Mars’ın yüzeyinde keşfedilen deliği inceleme projesinin müsebbibi görevli astronotların hikayesidir… Görevin adı, romana da adını veren “Cydonia”. Bu macerada da astronotların, uzayda var olduğu kabul edilen uygarlığa dair teorileri ve ellerindeki bazı eski yazıtlardan hareketle geleceğe –bilhassa deliğin içinde ne olabileceğine – dair öngörülerini takip ediyoruz. Aynı zamanda, alakasız gibi görünmekle birlikte; astronotların kişisel dünyalarına girme fırsatı buluyoruz. Evlilik hazırlığı yapanlar, mesleki bunalım yaşayanlar… Son düzlüğe girilirken, yani uzay mekiğinde Mars’ın yüzeyi göründüğünde bu alakasız görünen halkaların nasıl da bir bütün haline gelip şık bir zincir oluşturduğunu ise, bence ben buradan anlatmayayım… Okuyarak görmelisiniz…

Bir diğer “evren”imiz ise Norveçli bir kayakçı. Bir yarış sırasında vücudu felç olan ve hiçbir şekilde hareket edemeyen Stian alışagelmiş sessiz yaşantısında bir sayfa çeviriyor ve elinde olmadan diğer iki “evren”imize müdahil oluyor!

Rafik, Stian ve astronot Sean’in insanlığa dair temel soruların köklerinde buluştuğu Cydonia; başladığı gibi sizi boşluğa atarak bitince ağzınızdan tek bir söz dökülecek: “Daha yok muydu? Bu kadar mı?” Zira ilerleyen macera son sayfalarda doruk noktasına çıkarak sizi soluksuz bırakarak o halde sonlanıyor!

Romanda yazar, bir nevi gövde gösterisi yaparak çeşitli kavramlarla dans etmiş. Bunu yaparken asla ukalaca bir tavır takınmayıp daha ziyade deney farelerine (biz okuyuculara) peynirin yolunu gösteren bir laborant edasına bürünmüş… Satır aralarında politik kurgu izleri de bolca seziliyor, bu bağlamda gelecekte karşımıza bilimkurgu dışında da çıkacağına emin olabiliriz. Mitlere, mitolojilere olan derin bilgisi ve bunları başarıyla harmanlayıp güncel bir yemek şeklinde masamıza getirmesi ise romana elbette tat katıyor. Tüm ayrıntıları takip etmek zaman zaman yorucu bir meşgale gibi gelse de, neticede karnı doymuş ve hayatı kurtulmuş bir deney faresi olarak Cydonia’dan ayrılacaksınız.

Belki herkes sizin kadar şanslı değildir…