“Fast Food” Çağına Düşman Kraliçe

tami hoag

[stextbox id=”info” float=”true” align=”right”]alperkayaMAKALE
Alper Kaya
[Arşivi]

Eski polisiye filmleri anımsar mısınız? Hani şu üç – üç buçuk saate varan uzunlukta; olayların bazen lüzumundan yavaş ilerlediği fakat her zaman için damakta hoş bir tat bırakmayı başaran polisiye filmleri… Genelde çok kötü oyunculuklar olurdu; bir filmde üçten fazla iyi oyuncunun olduğu vaki değildi. Haliyle, polisiye için daima konuya sırt dayayan ve çoğunlukla sürpriz sonla izleyiciyi can evinden vuran tür olarak ifade edebilirdik.

Ancak son dönemde (ki bu son dönem bir yedi – sekiz yıla tekabül ediyor) gerek CSI gibi serilerin artması gerekse görsel efektlerin senaryoların önüne geçmesi polisiye türünde bir gerilemeye neden oldu. Bariz bu gerilemeye zaman zaman çıkıntı yapan modern Sherlock Holmes filmlerini dahil etmiyoruz.

Bunun belli başlı birkaç sebebi vardı elbette. Evvela, televizyon sektörünün gitgide büyümüş ve artık insanlara sinemadan daha çok şey vaad eder olmuş oluşu; dizilerin kalitesi ve tabii modern insanın hep yakındığı o “vakitsizliği”.

Düşünün, hususi bir takipçi değilseniz üç saatte işlenebilecek bir konuyu size görsel bir ziyafetle kırk beş dakikada sunan CSI’i tercih etmez misiniz? Edersiniz, edersiniz. Haliyle herkeste gözlenen bu tercih meselesi kendisini polisiye sektörünün sinema ayağında azalmayla belli etti.

Diziler gittikçe çoğaldı, filmler de bunlara bağlı olarak azaldı. Tüm dünyada polisiye yazını ise tam tersi, daha da kuvvetlendi. “Aptal kutusu”, beklenmedik bir etki yapmış ve edebi manada tohumlar ekmişti. İnsanların -özellikle yeni neslin- CSI, Cold Case gibi dizilerle tutkunu olduğu polisiyelere, az biraz okumaya ilgisi varsa kitap sektöründe de süren takipçiliği hem bol kitap çıkmasına neden oldu hem de bir nebze kaliteyi arttırdı.

tami hoag 1

Kaideye dahil olmayan istisnalar ise yoluna aynen ve bu “fast food” çağına aldırış etmeden devam etti.

Bunlardan birisi de “polisiyenin kraliçesi” olarak nitelendirilen Tami Hoag. 1959 doğumlu Amerikalı yazar, literatüre ilk kitabını 1992’de sokuyor; bugüne değin de 15 kitabı çıkıyor. Seriler halinde, aynı karakterlerle bezeli romanlarının (Elena Estes Serisi) yanı sıra bağımsız yazdığı romanları da (Kuryeyi Öldür, Gölgedeki İzler vs.) bulunan yazarın kitapları insana 90 dönemi polisiye filmlerinin tadını veriyor. Ama bundan daha iyisi, modernize edilmiş oluşları!

Yani, Sayın Hoag nostaljik filmler çekiyor ama güncel ögeleri barındırıyor.

Elena Estes serisinin ikinci (ve şimdilik son) kitabı “Şahitler Kulübü”nü ele alalım: Poloya meraklı bir grup zenginin psikopatça işlerini örtbas etmek için kurdukları şahitler kulübünü açığa çıkaran eski dedektif Elena Estes bunu yaparken bilgisayarlara gelen e-postaları, cep telefonlarına bırakılan sesli mesajları kullanıyor. Ancak kitabı okuyup bitirdiğinizde sanki modern hayatta bizi sarmalayan bu teknolojik edevatlar romanda hiç kullanılmamış gibi hissediyorsunuz. (Kitabın sonuyla sizi şaşırtacağını söylememe de gerek yok sanırım?)

Sözün özü Hoag, “polisiyenin kraliçesi” sıfatını boşuna almamış; hem koskoca polisiye türüne alabildiğince hakim hem de kendisini sürekli geliştirip türün meraklılarına hükmetmeyi sürdürüyor. Hâlâ imparatorluğunun sınırlarına ayak basmamışsanız yaz sıcağının hüküm sürdüğü iklimimize uyum sağlayabilecek kitaplarından herhangi birini tez vakitte edinin madem.