Invasion of the Body Snatchers | Kritik

Invasion Of The Body Snatchers 1

Kovuktakilere selam,

1950’ler. İkinci dünya savaşını müttefikler kazanmış, Avrupa darmadağın olmuş. Doğu’dan ve batıdan iki güç, akbaba misali yaklaşıyor eski kıtaya. Bu ikisi, üçüncü bir gücü birlik olarak henüz alt etmişler. Şimdi birbirleri karşısında rakipler, Sovyetler, kapitalizmin sömürü düzenini kırmak için mücadele verdiğini söylüyor, ABD, komünizmin köleleştirici ve insanları tek tipleştirici bir etkisi olduğunu söylüyor. Soğuk savaş iyice kızışma noktalarına ulaşmakta ve iki devlet de birbirlerine nispet yapma peşinde.

Sanat, özellikle de toplumu etkileyebilecek olan sinema sanatı büyük baskı altında. ABD’de Joseph McCarthy dönemine girilmiş ve komünist avı resmen başlamış. Sinemacılar ikiye bölünmüş, birbirlerini ispiyonlayıp kara listeye aldıranlar, ülkeden kaçanlar, kaçak film çekmeye çalışanlar.. McCarthy’cilik özellikle sinema üzerinde büyük bir etkiye sahip oluyor, Hollywood’u hakimiyeti altına alıyor. Tüm filmlerin söylemleri sıkı sıkıya kontrol ediliyor. Hepsine ülkeni sev, mesajı ufak da olsa eklenmeye çalışıyor. Aklı başında sinemacılar buna karşı çıkıyor (John Ford), kimisi kaçmak zorunda kalıyor (Charlie Chaplin). Sinema dünyası büyük bir kaos içine giriyor.

İşte o dönemde, bir çok ucuz milliyetçi film piyasaya fırlıyor. Türkiye’de Merih’ten Saldıranlar adıyla piyasaya sürülen Invasion of the Body Snatchers, neyse ki o kadar ucuz bir film değil. Tabii, maliyet olarak oldukça ucuz (450bin dolar). Ancak sinemasal ve ilgi alanımız olan bilimkurgusal anlamda türe çok şeyler katan, derinlikli ve kaliteli bir yapım. Bilimkurgu kalıplarını kullansa da bununla yetinmiyor, drama, gerilim, korku ve hatta polisiyeye de ucundan dokunuyor. Dönemine göre oldukça ilginç bir hayatta kalma mücadelesi sunuyor. Yaşamı sürdürmenin canlı kalarak değil insan kalarak olacağını söylüyor.

Body Snatchers, aslında Jack Finney’e ait ünlü bir kitap. İlk kez 1954 yılının son aylarında Amerika’da Colliers Magazine isimli dergide üç parça halinde yayınlanmış ve 1955’te birleştirilip roman haline getirilmiş. Bir sene içindeyse Daniel Manwaring tarafından senaryolaştırılmış ve daha sonra Don Siegel’in yönetmenliğinde beyaz perde de kendine yer bulmuş.

Hikaye, temel olarak dünyaya nasıl geldiği bilinmeyen (en azından filmde kesin bir açıklama getirilmiyor, kitabı okumadığımı ekleyeyim) tohum(?)ların insan şekillerini alması ve o şekillerin sahiplerini yok etmesini ele alıyor. Bu yaratıklar açıkça uzaylı olarak tanımlanmış ve dünyayı ele geçirmeye çalışıyorlar. Buna elbette tam isabet Amerika’nın küçük bir kasabasından başlıyorlar. Biraz daha güneye gitseler o tohumları tüttüreceklerdi halbuki… Filmin başında küçük bir sekansla bize durum hakkında ipucu veriliyor. Bu sekansta, ana karakterimiz olan Doktor Bennell, bir polise ve başka bir doktora durumu anlatmaya çalışıyor ancak onun deli olduğunu düşünüyorlar. Sonra doktorumuz, her şey şöyle başladı diyor ve flashbackle aydınlanıyoruz.

Invasion Of The Body Snatchers 2 Invasion Of The Body Snatchers 3

Burada işler bu dönemde oldukça alışık olduğumuz bir biçimde ilerliyor. Köye gelen Doktor, birkaç gariplikle karşılaşıyor ama çok ciddiye almıyor. Bir çocuk annesinin gerçek annesi olmadığını, bir kadın babasının gerçek babası olmadığını söylüyor. Ne kadar ciddi olabilir ki? Sonra bunun bir salgın olduğu anlaşılıyor ve doktorumuz çok kısa süre içerisinde uzaylıların dünyayı işgal etmeye geldiklerini anlıyor. Sadece o değil, çevresindeki arkadaşları da duruma uyanıyorlar. Tüm sistemi o kadar çabuk çözüyorlar ki uzaylılar iyi ki Amerika’ya iniyor, yoksa halimiz kötü diyorsunuz.

İşler bu noktadan sonra karışıyor. Çünkü artık olaylara dalmaya başladığımıza göre mesajımızı da verebiliriz düşüncesi beliriyor yapımcıların kafasında. Tohumlardan çıkan klonlar, orijinallerinin yerini alırken, onların tüm anılarına, daha önceden sahip olduğu fikirlerine, yaşam şekillerine sahip oluyor. Orijinal bedene ne olduğunu bilemiyoruz ne yazık ki. Ancak istilacılar, istilacıdan ziyade fikir aşılayan sol omuzdaki şeytanlar gibi alınmış filmde. Çünkü bedeni ele geçirilmiş herkes, her şeyin farkında ve bundan memnunlar! Hiçbir duyguları, hisleri, heyecanları kalmıyor, herkes birbiriyle eşit hale geliyor. Ne üstün birisi oluyor ne de alçak. Çünkü hırslar yok oluyor. Bunlar karşısında Doktorumuz klasik soruyu soruyor, kadınına sarılırken,

  • Peki ya aşk?

  • Aşka gerek yok.

Duygusuz bedenler etrafı tek tek ele geçiriyor. Doktor’un tüm arkadaşları yavaş yavaş kayboluyor. Uzaylılar, insanları uykularında ele geçiriyorlar. Bu yüzden kahramanımız, etrafına “Uyanın artık! Uyumayın, bizi içimizden ele geçiriyorlar! Uyuduğunuzda siz de onlardan biri olacaksınız! Gözünüzü açık tutun geliyorlar.” mesajı veriyor (Evet aynen bu kelimelerle) ve anti-komünist propaganda tarihinde kendine ilginç bir yer ediniyor.

Bunun yanında, Faculty(1999)’ye kadar gidebilen bir türün içinde çok önemli bir yere oturuyor.

[stextbox id=”black”]Neden İzlemeliyiz:

  • McCarthy dönemi sineması için önemli bir örnek

  • İlginç bir polisiye işlenişe sahip

  • İzledikçe içine saran ve nasıl kurtulacaklarını merak ettiren sürükleyici bir yapısı var

  • “Saf Bilimkurgu”nun nadide örneklerinden.
  • 1 saat 20dk’lık kısa süresi.

Invasion Of The Body Snatchers 4