John Carter | Kritik

john carter 1

Kovuktakilere Selam,

Sıfırdan başlanan bir maceranın en güzel yanı, yalnızca eğleniyor olmanızın dışında bir şeyler öğrenerek ilerlemenizdir. Sinema tarihinin öncelerine doğru hızla yolalıp, hızımızı hiç kesmeden, edebiyata ve diğer anlatı türlerine atlayarak bir yolculuk yaptığımızda, tüm destansı hikayelerin öğrenme süreci kapsadığını görürüz. Kendi yaşadığı dünyadan uzaklaşan kahranımız, gittiği yerin özelliklerini öğrenir ve bir değişime uğrar. John Carter, dünyadan Mars’a giden bir asi maceracının öyküsünü anlatıyor. Ancak ne karakterin içini doldurabilmiş, ne de değişimi hissettirebilecek bir hikaye kurabilmiş, başarısız bir aksiyon olmaktan öteye gidemiyor.

Edgar Rice Burroughs’un 1912 yılında yayınlanan “Marslı Prenses” (Princess of Mars) kitabından uyarlama filmin yapımlarına ilk kez 1931 yılında başlanmış. Hiç tamamlanamaması ve her dönem tekrar adının geçmesi dolayısıyla sinema tarihinin en uzun prodüksiyonu ünvanına sahipmiş. (IMDB)

250 milyon dolar bütçeli dev yapımın, harcadığı parayı ve zamanı(nızı) hak ettiğiyse, oldukça şüpheli!

Mars’ı yönetmek isteyne kötü ölümsüzlerin, Mars halkını kandırmasını anlatan bir sekansla başlıyor film. Etkileyici bir giriş sahnesiyle seyirciyi filme ısındırmaya çalışsa da devamında gelen yaklaşık yarım saatlik dünya sahneleri, John Carter karakteri için yaratılmaya çalışan başarısız altyapıyı özetler nitelikte. Kitabı okumadığım için hikayenin geneli hakkında bir yorum yapamayacağım ve hatta aslında, Mars ve Dünya arasında sıkışmış bir maceracının hikayesinin orijinal bir fikir olduğunu söyleyebilirim. Ancak senaryonun barındırdığı klişeler, seyirciyi her adımı doğru tahmin etmeye itiyor. Bu da ilgiyi çoğu zaman filmden uzaklaştırıyor ve yalnızca, Carter’ın dayak yediği komik sahnelerde ekrana bakmaya zorluyor. Çok dağınık düzenlenmiş rahatsız edici 3D ise oldukça gereksiz! Dijital üçüncü boyutun filme kattığı hiçbir artı yok.

john carter 3 john carter 2

Aslında film, herhangi bir hataya düşmemek adına Hollywood’un onlarca yılda keşfettiği tüm formülleri harfi harfine uygulama telaşı içinde görünüyor. Karakterimiz kişisel macerası içindedir, başka canlıların sorunlarının ortasına düşer, o sorunları çözebilecek tek kişidir, aşık olur, kendi macerasına dönmek ve onlara yardım etmek arasında kalır.

İlginç canlı tasarımları ve kahramanlarımıza film boyunca eşlik eden ve filmin neredeyse tek artısı olan eğlenceli mi eğlenceli köpeğimiz ne yazıkki fazla ekranda kalamıyor. Tüm film boyunca onu gösterselerdi, sanırım daha eğlenceli bir iş çıkardı ortaya!

Klişelere dayandırılmış ve benzer diğer yapıtlara belki de gönderme olması amaçlanan ama kendi kendinize “Galiba Stanton Star Wars’u epey seviyormuş.” demenize yol açan diyaloglar ve olaylara bir de neredeyse orada olması için konulmuş sosyal mesaj eklenmesi, sizi iyice bunalımlara sokabiliyor iki saatin sonunda. Filmin bir çok yerinde “arkadaşım ama neden!” diye bağırasınız geliyor, ancak önünüzdekilerden yumruk yememek adına ellerinizi iki yana açıp perdeye bakmak durumunda kalıyorsunuz.

Star Wars vari yaratık dizaynları, kopan kollar, “It’s a Trap!”ler ve hatta “Sakın ateş etme içinde canlı yok!” ile kahkaha atabiliyorsunuz.

Kısacası John Carter, parlak, neredeyse pozitif bir Mars atmosferi içerisinde bir kaç aksiyon görmek isteyenler için ideal, ancak iki buçuk saatini eğlenceli ve yaratıcı bir eserle harcamak isteyenler için ölüm bir eser.

[stextbox id=”black”]Neden İzlemeliyiz?

– Eğlenceli köpek karakter ve bir kaç komik sahne.

– Sonundaki ilginç bir twist yaşanıyor. Potansiyeli görüyorsunuz! (Yönetmenin önceki başarılı işleri düşünüldüğünde şaşırtıcı değil)

– Başka bir sebep göremiyorum.

john carter 4