[stextbox id=”alert” color=”330000″ bcolor=”330000″ bgcolor=”efefef”]
Sorun insanların kendilerine bağladıkları prangalar…
[stextbox id=”info” float=”true” align=”right”]KRİTİK
Melahat Yılmaz
[Arşivi]
Prot bir tren istasyonunda terk edilmiş bir şekilde bulunduğunda gidebileceği tek yer vardır. Akıl hastanesi…
Oraya gittiğinde karizmatik ama yıllarca arkasında bıraktıklarıyla değerlerini yitiren psikiyatrist Dr. Powell’ın dikkatini çeker. Prot, K-Pax adlı bir gezegenden geldiğini ve 27 Temmuz günü gezegenine geri döneceğini iddia etmektedir. Saldırgan davranışlar sergilemesinin yanı sıra diğer hastaların adeta akıl hocası olmayı da başarmıştır. Mavi kuşun peşinden koşan Howie’ye yardım eder. Sürekli insanların kötü koktuğunu düşünen Sal’a dünyanın aslında ne kadar güzel kokabileceğini kanıtlar. Sevdiği erkeği yıllarca bekleyen ve gençliğini bu uğurda harcayan kadına umut verir. Tüm hastane sakinleri onun başka bir gezegenden geldiğine inanmaktadır ve onunla birlikte bu dünyanın kötülüklerinden kaçmak isterler. Bu yüzdendir ki karizmatik doktorumuz onun geçmişinin peşine düşer kendi kırıklıklarını da gün yüzüne çıkarmak pahasına…
2001 mahsulü K-Pax fantastik- bilimkurgu filmleri arasında gösterilmesine rağmen duygusal birikimi sağlam olan ve bunu yansıtmaktan kaçınmayan bir yapımdı. Bu açıdan psikoloji filmleri arasında sınıflandırılabilir. Çizmek istediği tablo derin bir boşluğu dolduruyordu ruhumuzda. Zamandan ve hızdan başı dönen insan ırkına unuttuklarını hatırlatıyordu. Umut, dayanışma, sevgi, özveri ve doğruları söyleyebilme cesareti…
Zaman denen mekânsız boşlukta yitirdiğimiz ve ayağımıza bağladığımız yüklerle gittiğimizi sandığımız yolda aslında nasılda takılıp düştüğümüzü umudunu yitirmeden ve gülümseyen bir merceğin ardından yansıtabilme başarısı bu yapımı kültlerin arasına sokmayı başarmıştı. Yönetmen koltuğunda gördüğümüz Iain Softley’in dördüncü uzun metrajlı yapımıdır K-Pax. Yönetmen sağlam senaryosu ve oyuncu kadrosunun da verdiği güçle hiçbir görsel yada işitsel efekt kullanmadan anlatmak istediğini verebilmiş ve seyirciye sıkılmadan izleyebileceği, unutamayacağı bir masal anlatmıştı. Iain Softley’i The Wings Of The Dove ve The Skeleton Key adlı filmlerinden de hatırlayabilirsiniz. Charles Leavitt’in senaryolaştırdığı yapım Gene Brewer’in aynı adlı romanından uyarlamaydı.
Oyuncu kadrosunda ise büyüleyici performansları ile Kevin Spacey, Jeff Bridges ve Mary McCormack’i görüyoruz. Kevin Spacey kendine has gülüşü ve içine çektiği yarı yağmur adam Dustin Hoffman yarı guguk kuşu Jack Nicholson baharatlı performansı ile tüm seyir boyunca beyaz perde de dans etmiş ve bizi de bu mükemmel dansına ortak etmişti. Film yapısı itibari ile zaten birçok anlamda Yağmur Adam, E.T ve Guguk Kuşu’na saygı duruşu niteliği taşır. Yapımın Ed Shearmur tarafından oluşturulan müzikleri ise kulağınızda hoş bir tını bırakıyordu.
Bu film 120 dakikalık bir hayat dersi. Saygıyla ve hayat denen yarışta hızla ilerlerken üzerine basıp ezdiklerimizle ilgili. Prot, bu dünyada 50 gezegene yetecek kadar yaşam var diyordu. Fakat içinde yaşayanlar kendi koşuları arasında birbirlerini eziyorlar. Doktorun bilmediği bir şeyi biliyordu. Evren genişleyecek diyordu. Sonra içine çökecek. Bu sürekli tekrar edecek. Ve sen diyordu yaşamak istiyorsan şimdi yaşamalısın. Hataların bu döngü arasında her daim seninle olacak. Yaşa… Gözünden hiç çıkarmadığı güneş gözlükleri ile bize bir şeyler anlatıyordu. Işık bazen görmeniz gerekenleri sizden uzak tutabilir.
Zaman akıyor ama bizim için yalnızca şimdi var. Geçmişi değiştiremeyiz. Yarını ise bilmiyoruz. Hala seyretmediyseniz şimdi seyredin, bu başka gezegenden gelen ve bir ışık huzmesiyle aramızdan ayrılacak olan adamın hikâyesini. O yanında yalnızca bir kişiye yer veriyor belki de o siz olursunuz.
Dostlukla…