in ,

Masallar ile Doğu ve Batı

Doğu ve Batı’nın gözünden anlatı türünün en eski örneklerinden biri olan “masal”a birlikte göz atalım!

Masallar Doğu Batı
- Reklam -
- Reklam -

Doğu ve Batı’nın gözünden anlatı türünün en eski örneklerinden biri olan masal hakkında karşılaştırmalı bir bakış atalım.

1960’lı yıllardan beri peri masalları ve halk hikâyeleri sürekli olarak gelişmekte olan bir sektör ve içerikleri yavaş ama kararlı bir şekilde değişmelerine rağmen bu gelişim süreci tarihin de kanıtladığı üzere duracak gibi görünmüyor. Masallar ve efsaneler, dil ve insan bilim için birer hazine niteliğindedirler. Dünyanın dört bir yerinde farklı milletler ve kültürler kendi ahlâk anlayışlarını aktarmak veya o günün bilimi ile cevaplayamadıkları kuramları izah etmek adına çocuklarına uyku öncesinde nice hikâyeler anlattılar ve anlatmaya da devam ediyorlar.

Türk okuyucuların en çok karşılaştığı masallar on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bir araya getirilmiş alman Grimm Masalları‘dır. Wilhelm Grimm Almanların peri masallarına olan takıntısı ve ilgisini gerçekten ortaya koymaya başlamış ilk araştırmacı ve yazardır. 1800’lerin sonları halk hikâyelerinin Avrupa çapında derlenmeye başlaması için bir altın çağ rolüne sahiptir. Bu akım ancak 1975 yılında Enzyklopadie des Marchens’ın yayımlanması ile dünya çapında bir boyut kazandı. Fakat bu masallar bugüne kadar okullarda ders kitapları ile ancak özetlerinin özeti sayılabilecek şekilde tatlılaştırılmış revizyonları ile defalarca karşımıza çıktılar. Dünya fantastik edebiyatının kilit taşları sayılabilecek ve kaçış edebiyatını yeni okuyucuların kabullenmelerini kolaylaştıran bu masalların pek çoğu bugün yediden yetmişe herkes tarafından bilmektedir. Veya en azından bir kulak aşinalığı kazanılmıştır.

- Reklam -

grimm

Masallar Tam Olarak “Neden” İbaret?

Fakat gerçekten masallar “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”, “Kırmızı Başlıklı Kız”, “Rapunzel”, “Bremen Mızıkacıları”, Andersen-Hans Masalları, Jean de La Fontaine’ın hayvanları ve biraz daha oryantal bir örnek vermek gerekirse Binbir Gece Masalları‘ndan mı ibaretler? Peki bize günümüzde öğretilmeyen, anlatılmayan veya büyük ihtimalle masalcıların hiç bilmedikleri için söz etmedikleri masallar ne olacaklar?

Elbette birileri onları sahiplenmeye her zaman hazır. Çünkü bilinen Batı masallarından çok daha köklü ve derin anlamlar içeren benzetmeler ve öğretiler taşımaktalar. Örneğin temellerini James Oliver Rigney Jr’ın attığı (veya çoğu insanın bildiği mahlasıyla Robert Jordan) “Zaman Çarkı” serisini ve içeriğindeki felsefesi, antik bir Sanskrit öğretisi olan ve Budizm de “Zaman ve Döngü” anlamına gelen, Kalachakra’dan esinlenilmiştir. Diğer günümüz yazarlarından bazıları da Tibet ve ötesinin efsanelerini benimseyerek henüz onlar ile tanışmamış çevreleri etkilemeye yeni başlamış değiller. James Hilton’un “Kayıp Cennet” (Lost Horizon) adlı eseri başarı kazandığından beri bu yönde bir yönelme ortaya çıkmıştır.

“Kayıp Cennet” de adı Shangri-la olarak geçen ve esas adı Shambhala olan efsanevi ülke sadece yüreğini saf tutan insanların ulaşabileceği gizli bir diyardır. Bununla beraber “Ezop Masalları” da Budist Jataka öğretilerinin, antik Roma döneminde ortaya çıkmış, deforme olmuş ve bölge kültürüne benzemiş halidirler. Budizmin öğretilerini halka daha kolay yaymak için rahiplerce anlatılan Jataka bizzat Buddha tarafından bazı değerleri daha kolay tasvir etmek için kullanılmışlardır. Aynı şekilde daha önce de sözünü ettiğim “Binbir Gece Masalları” gibi pers kökenli masallar da büyük oranda Hindistan kökenlidirler. Bu masal ve yöresel hikâye göçünün sorumlusu büyük oranda Makedonya Kralı, Büyük İskender’dir ( III. Aleksandros).

Masalların Amacı

İlk olarak bu masalların amacı kavranılmalıdır. İnsanları tutumlu olmaya çağıran, büyüklerine saygı göstermesini öğütleyen, bilgiye aç olmanın önemini anlatan ve en çok da diğer canlılara saygı göstermeyi değerli bir erdem kılan Jataka günümüzde tamamen göz ardı edilmekte ve ana vatanı dışında pek bilinmemektedir. Bunun yerine masallar insan zekâsının uğradığı gelişime paralel olarak çeşitlilik kazanmış, daha ilgi çekici ve dönüm noktaları içeren versiyonlarına dönüşmüşlerdir.

Bu kültürel zaman tünelini en iyi “Bambu Ormancısı” Japon miti ile anlatabileceğimi düşünüyorum. Esasında Bambu Ormancısı Çin mitolojisinde Chang’e adında bir ay tanrıçasının trajik öyküsünün değişime uğramış halidir. Ancak Pyotr Ilyich Tchaikovsky, dört perdelik efsanevi balesi Kuğu Gölü’nü ikincil Japon mitine Çin versiyona kıyasla daha sadık kalarak yazmıştır.

masal kaguyahime taketori monogatari

Bambu Ormancısının Hikayesi, Taketori Monogatari (Prenses Kaguya olarak da rastlanılabilir) bir 10 y.y. halk hikâyesidir. Bilindiği kadarıyla var olan en eski Japon öyküsü ve esasında henüz gelişmemiş bir bilimkurgu örneğidir. Büyük olasılıkla kayda geçmiş ilk ‘Ay’da hayatın olması ve birilerinin oraya yerleşmiş olması’ üzerine kurulu hikâyedir. Hikâyenin geneline gizemli bir kız olan Prenses Kaguya’nın hayatı hâkimdir.

Adı Taketori no Okina olan yaşlı bambu harmancısı parlak bir bambu sapını kestiğinde geniş gövdesinin içinde sakince yatan ve saçları aynı ay gibi parlayan bir kız çocuğu bulur. Bebek sadece adamın başparmağı kadardır. Adam böylesine harika bir kız çocuğu bulmuş olmanın mutluluğu ile evine döner. O ve karısı onu kendi evlatları gibi yetiştirirler. Ona ‘Kaguya-hime’ adını verirler çünkü parlak bir dolunay gecesi kadar güzeldir.

O günden sonra Taketori no Okine ne zaman bir bambu sapını ortadan ikiye ayırsa içine özenle yerleşmiş bir altın sikkesi bulmaya başlar. Bu şekilde kısa zamanda zengin olur. Yıllar geçer ve Kaguya ufacık bir bebekken gayet normal boyutlarda bir kadına dönüşür. Babası onu başta yabancılardan saklamaya çalışır ancak Kaguya’nın güzelliği öyle dillere destandır ki ünü bir şekilde yayılmayı başarır.

Er zaman geç zaman artık zengin olan Taketori no Okina’nın evine beş prens gelir ve Kaguya-hime’nin evliliğe rızasını isterler. Prensler eninde sonunda isteksiz kızın isteksiz babasını ona aralarından birini seçmesini öğütlemesi için ikna ederler. Kız razı olur ancak bir şartı vardır. Kaguya her birine ulaşılması olanaksız gibi duran bir şeyi ona getirmelerini ister. Her birinin nesnesi farklıdır. Her kim ona bu istediğini getirmeyi başarırsa onunla evlenecektir.

İlkinden Hindistan’ın en ücra köşelerinden, Buddha’nın yalvarma kâsesini getirmesini ister. İkinciden Horai adasından mücevherler ile işlenmiş bir ağaç dalı getirmesini ister. Üçüncüden Çin’den efsanevi ateş faresinin cüppesini ve dördüncüden de bir ejderhanın boynundan bir değerli taş çalmasını ister. Sonuncu prensten de kırlangıçlardan doğmuş bir salyangozu ona getirmesini söyler.

Bu görevin imkânsızlığını kavradığında ilk prens sadece çok değerli bir kâse getirmek ile yetinir. Fakat Kaguya kâsenin kutsal bir parıltı yaymadığını anlar ve onun adiliğini görür. Bununla beraber iki diğer prens daha aynı hataya düşer ve asılsız nesneler ile onu kandırmaya çalışır. Dördüncü ise çabaları sırasında bir fırtına tarafından alı koyulur ve sonunda pes eder. Sonuncusu ise arayışı sırasında hayatını kaybeder.

Bunu duyduktan sonra Japon İmparatoru Mikado anlatılanların doğruluğunu bizzat görmek ister ve Kaguya’nın güzelliğine şahit olduktan sonra âşık olmaktan kendini alıkoyamaz. Kaguya’ya evlenme teklif eder ancak kız ona ülkesinin insanlarından biri olmadığını ve asla saraya onunla beraber gidemeyeceğini söyleyerek reddeder. İmparatora önceki prenslere yaptığı gibi imkânsız görevler koşmaz. Yine de Kaguya imparator ile olan bağını da koparmaz ve onun sayısız teklifini sayısız defa geri çevirir.

- Reklam -

Bu olayların geçtiği yılın yazında bir dolunay vakti Kaguya’nın gözleri yaşlar ile dolar. Onu evlat edinmiş olan ailesi Kaguya için üzülür ve eleminin kaynağını sorgularlar. Uzun konuşmalar sonunda kız onlara aslında bu dünyadan olmadığını ve Ay’daki halkına geri dönmesi gerektiğini anlatır. Bu aşamada bazı hikâyeciler Kaguya’nın Ay’dan ailesinde işlenen bir ceza veya onlar tarafından işlenen bir ihanet yüzünden yeryüzüne sürgün edildiğini savunurlar. Öteki hikâyeciler ise Ay’da geçen bir savaştan korunması için dominant ailenin onu Dünya’ya yolladığını ve güvende kalmasını sağladıklarını söylerler.

Kaguya’nın geri döneceği söylenen gece imparator o ve ailesinin evinin etrafına mümkün olan en fazla sayıda muhafızı görevlendirir. Buna rağmen ayrılık gecesi geldiğinde, ancak ve ancak dünyevi olmayan bir varlığın ışığı olabilecek bir nur ile tüm askerler kör edilirler. Gelen kişi bir Ay elçisidir. Kızın her ne kadar yeryüzünde çok fazla seveni ve dostu olsa da halkına geri dönmesinin bir hüküm olduğunu beyan eder.

Kaguya ailesine ve imparatora gözyaşları içinde birer elveda mektubu yazar. Ona bir şişe verilir. Bazıları Kaguya’nın bizzat bu iksiri üretebildiğini söyler. Şişe de yaşam iksiri, bengisu vardır. Bir yudum alır ve İmparatorun notuna kendi bengisuyundan geri kalanı gizlice iliştirir. Notu da kör olmasına rağmen halen duyabilen muhafız başına verir. Bunun üzerine tüm hüznü ve kederi yavaşça silinirken bir çift kutsal ve parlak kanata kavuşur. Elçi ile beraber Dünya’yı terk ederler. Arkasında ise iki gözü iki çeşme iki yaşlı insan bırakır.

Dendiğine göre ailesi yaşlılığın da getirdiği yorgunluk ile hasta düşer. İmparator ise ona verilen ve Kaguya’nın son ölümlü davranışı olan not ile iksire bakarak günler geçirir. Sonunda üzüntüsünü aşmayı başardığında hizmeti altındakilere hangi dağın cennete daha yakın olduğunu sorar. Birileri ona Suruga İlinin en yüksek dağa sahip olduğunu söyler ve imparator bu doğrultuda bir emir verir.

Emir gereği not ve bengisu askerlerce dağın zirvesine götürülecek ve yakılacaktır. İmparator aşkı olmadan sonsuz bir yaşama dayanamayacağına hükmetmiştir. Bugün bilinen Fuji Dağı adını ölümsüzlük anlamına gelen ‘Fushi’den almaktadır. Dendiğine göre yanan iksirin dumanı bugün bile tütmektedir.

Hikâyenin sonu ile birlikte ilk fark edilmesi gereken Kuğu Gölü ilişkisi Kaguya’nın tüyden kanatlar ile göğe yükselişi olmalıdır. Bununla beraber bir başka Japon masalında bir köpeğin sekiz ilahi bakirenin bir nehir kenarında yıkanırlarken kıyıya bıraktıkları kanatlarını çalmasını anlatır. Çaldığı kanatları sadece bakirelerden birinin onun gelini olması koşulu ile geri vereceğini söyler. En eski ve kök sayılabilecek Çin versiyonunda ise Chang’e ay da onun için ölümsüzlük iksirleri yapan yakut tavşanıyla yaşayan bir tanrıçadır.

Elbette bu benzerlikler ilk elden aktarılmamıştır ve sözü geçen üç öykünün de aralarında sayısız yazar ve hikâyecinin yüzlerce yıllık değişime uğrayan anlatımlarının rolü de kuşkusuz büyüktür ve göz ardı edilmemelidir.

Apollo 11 Mürettebatına İlham Veren Anlatı

Bu öykü öyle ünlüdür ki Apollo 11 mürettebatı ile Houston arasında geçen bir konuşmaya konu olmuştur.

Houston:

“Bugün Apollo girişimini ilgilendiren önemli başlıklar arasında biri, oraya vardığınızda büyükçe bir tavşanı olan sevimli bir bayanı bulmanız konusundaydı. 4000 yıldır Ay’da yaşamakta olan Chang-o adında çinli bir kız hakkında bir efsane bu. Görünen o ki kocasından bir ölümsüzlük hapı çalmış ve Ay’a sürgün edilmiş. Onu bulamasanız bile tavşanını gözden kaçırmanız mümkün değil.”

Aldrin:

“Tamam Houston, tavşan kız ile ilgili gözümüzü açık tutacağız.”

Yazar: Erman Yücel

Görüşlerinizi bizimle Kayıp Rıhtım Forum üzerinden paylaşabilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

elric destanı Melnibonélu

Elric Destanı ve Fantazyaya Etkileri

Fantastik Yaratıklar Edebiyat İzleri

Fantastik Yaratıkların Edebiyatta Bıraktıkları İzler