Ray Bradbury’yi Unutmayacak Adam

ray bradbury 1


neil gaiman k
Neil Gaiman
yazar

Dün akşamüzeri bir stüdyoda Ray Bradbury’nın 90. Doğum günü için yazdığım öykünün sesli kitabını kaydediyordum. “Ray Bradbury’i Unutan Adam” adında bir monolog. Ray Bradbury’nin dünyayı ve beni bir çocukken ve olabildiğim kadarıyla yetişkin halimle ne kadar etkilediğini anlatıyor. Ve bunu geçen sene, bana hayaller kurdurtan, kelimeler ve etkileri üzerine düşündüren, beni asla yüzüstü bırakmayıp büyümemi sağlayan adama bir aşk mektubu, teşekkür ve doğum günü hediyesi niyetiyle yazmıştım.

Geçtiğimiz hafta, akşam yemeğinde, bir arkadaşım bana 11 ya da 12 yaşlarındayken Ray Bradbury ile tanıştığını söyledi. Bradbury onun bir yazar olmak istediğini öğrendiğinde ofisine çağırmış ve günün yarısını önemli şeyleri anlatarak geçirmiş: bir yazar olmak istiyorsan, yazmalısın. Her gün. Öyle hissetsen de hissetmesen de. Bir kitap yazıp duramazsın. Bu senin işindir, işlerden en iyisi. Arkadaşım bir yazar olarak büyüdü, kendini yazarak yazan ve destekleyen türden bir yazar.

Ray Bradbury bir gününün yarısını büyüdüğünde yazar olmak isteyen bir çocuğa harcayabilen türde bir insandı.

Ray Bradbury’nin öykülerini çocukken keşfetmiştim. İlk okuduğum “Homecoming” idi. Addams Ailesi tarzı yaratıklarla dolu bir dünyada onların aralarına girmeye çalışan normal bir çocuğu anlatıyordu. İlk kez birisi benimle doğrudan konuşan bir öykü yazmıştı. “Gümüş Akasyalar” (Mars Yıllıkları’nın İngiltere baskısı) vardı evimde. Okudum, sevdim ve Bradbury’nin alabildiğim tüm kitaplarını dönemde bir kurulan okul kütüphanesinden aldım. Poe’yu Bradbury’den öğrendim. Kısa öykülerde şiir vardı ve bir çocuk olarak ne kaybettiğim çok önemli değildi; öykülerden kazandığım yeterliydi.

Çocukken okuduğum ve sevdiğim bazı yazarlar büyüdükçe beni hayal kırıklığına uğratıyordu. Bradbury bunu hiç yapmadı. Korku öyküleri titreticiydi, karanlık fantazileri esrarengizdi, bilimkurguları (bilimi hiç önemsemedi, yalnızca insanları önemsedi ki zaten bu yüzden öyküler bu kadar etkiliydi) merak duygusunun bir keşfi gibiydi. Çocukluğumdan beri böyle kaldı.

İyi bir yazardı ve birçok türde iyi yazmıştı. Ucuz dergilerden kaçıp kaliteli dergilerde yazan ilk bilimkurgu yazarlarından birisiydi. Hollywood filmlerine senaryolar yazdı. Onun romanlarından ve öykülerinden güzel filmler yapıldı. Ben yazar olmadan çok önce bile Bradbury “onun gibi olunmak istenen” bir yazardı. Ve kimse olamadı.

Bir Ray Bradbury öyküsü kendi başına bir şey ifade eder. Size öykünün ne hakkında olabileceğine dair bir şey anlatmaz ama atmosferden bahseder, dilden bahseder, dünyaya doğru kaçan bir çeşit büyüden bahseder. Polisiye romanı “Ölüm Yalnız Bir İştir” (Death is a Lonely Business), en az “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana” ya da “Fahrenheit 451” ya da herhangi bir korku, ya da bilimkurgu, ya da büyülü gerçeklik, ya da gerçekçi temalı öyküleri kadar bir Bradbury öyküsüdür. O kendi başına, kendi şartlarına sahip bir tarzdı. Waukegan, Illinois’den Los Angeles’a giden bir adam, kendini kütüphanelerde geliştirdi, daha iyi olana dek yazdı, bu türü aştı ve kendine özgü bir türe dönüştü, bazen taklit edilmeye çalışılan; ama kesinlikle taklit edilemez.

Onunla ilk kez genç bir yazarken, Doğal Tarih Müzesi’nde 70. Doğum günü kutlamalarında tanıştım. Tuhaf, tepetaklak bir arkadaşlığımız oldu. Birbirimizin yanında imza günlerine gittik. Ray topluluk içinde konuştuğunda hep orada oldum. Bazen onu seyircilere sundum. Ray, Amerikan Bilim Kurgu Yazarları’ndan büyük usta ödülünü aldığında törenin sunuculuğunu yaptım. Onlara eskiden izlediği, arkadaşları tarafından, onun yaşına göre çok küçük olduğunu söyledikleri bir oyuncak dükkanına girmek istediği için dalga geçilen ve Ray’in, arkadaşlarını boşverip oyuncaklarla oynamak üzere ikna etmek istediği bir çocuktan bahsetti.

Bir yazarın yaşamının özel yanlarından (“Yazmalısınız!” derdi insanlara “Her gün yazmalısınız! Ben hala her gün yazarım!”) ve içten içe bir çocuk olmaktan (Bebekliğine kadar giden bir fotoğrafik hafızası olduğunu söylerdi, belki de vardı) eğlenmekten ve aşktan bahsetti.

Kibardı ve nazikti, o ortabatı kibarlığı karakter yoksunluğuna göre pozitif bir şeydi. Coşkuluydu ve görünüşe göre bu coşku onunla sonsuza kadar gidecekti. İnsanları gerçekten severdi. Dünyayı daha güzel bir yer olarak bıraktığı gibi, dünyaya daha güzel yerler bıraktı: Mars’ın kızıl kanalları ve kumları, Ortabatı Cadılar Bayramı zamanları ve küçük şehirler ve kara karnavallar. Ve yazmaya devam etti.

“Hayata baktığında görürsün ki her şeye verilecek cevap; sevgiydi.” demişti bir söyleşisinde.

İnsanlara onu sevmeleri için bir çok sebep bırakmıştı. Biz de sevdik.

#

Not 1: Metnin özgün haline ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Not 2: Neil Gaiman’ın ilk paragrafta bahsettiği Ray Bradbury’i Unutan Adam öyküsünün sesli versiyonunu dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz.


Yazı, NEIL GAIMAN
Çeviri, ÖZGÜRCAN UZUNYAŞA
Orj. Yayın Tarihi, 6 Haziran 2012 / The Guardian