Anatolya Efsaneleri 1 | İnceleme

gumus roya ve yazgi taci top

“Yeni Töre’nin birinci yasası,

Hiçbir inanç, hiçbir tanrı hayatın kendisi kadar önemli değildir. Tek bir hayatın var ve bunu en iyi biçimde değerlendirmelisin. Çünkü hayat son bulduğunda geriye kalan toz ve topraktır.”

İşte bu sözlerle karşılıyor bizleri, Anatolya Efsaneleri’nin ilk kitabı olan “Gümüş Roya ve Yazgı Tacı”. İçinde gizlediği anlamlarla yüklü benzetmeleri, kahramanları ve hikâyesiyle hissettiriyor size farklı olacağını. Benzeri çoğu romanın aksine bir yol çizerek başlatıyor macerasını. Zaman zaman sorgulattığı kalıplaşmış ifadeler okuyucularına rehberlik yapıyor bu yolda. Serhan Vural sınırları aşarak özgün oluyor kelimelerin dünyasında.

Naçizane bir incelemesini okuyor olduğunuz Cinius Yayınları’ndan çıkmış olan bu roman, her ne kadar okurken bunu fark etmiyor olsanız da, yazarının da ilk romanı. Maharetli kalemiyle Fantazya ve eski Orta Asya Türk kültürü arasında bir köprü inşa eden Serhan Vural, sizlere aynı alandaki birçok eserden farklı bir dünya vadediyor. Fantastik kurgu da görmeye alışık olduğumuz terimlerden sıyrılarak yine kendine has imgeler kurgulamış: ‘Ulu Dünya’ isimli evreni, burada yaşayan insanları, sağ ellerinin yerinde ölüm saçan iri pençeleri olan Azabi Savaşçıları ve diğer canlıları… Dikkatli gözler için gerçeklikle de bağdaşan göndermeler, karakterlerinin isimlerinden tutun yaşayış tarzlarına kadar kendilerine yer bulmakta. Özellikle de Gök Tanrı inancını ve Şamanizm’i hatırlatan; doğaya karşı duyulan saygı ve çeşitli büyü uygulamaları birçok okuyucunun beğenisini kazanmış durumda. Tüm bunların yanısıra Batı edebiyatı ile ilişkilendirmeden kaleme alınması zor olduğu sanılan büyü-büyücü kavramı, Şark edebiyatından alıntılanmış ‘sahir, sahire ve sehharlar’ olarak yeniden yaşam buluyor.

Kitabın ilk sayfalarında yer alan ‘Anatolya’ haritası ve şehirlere verilen ilginç isimlerde kurulan bu evreni tamamlayan etkenlerden biri elbette.

anatolyaenson

 

“Ak Ana’nın, cadıların ve büyücülerin diyarıdır Anatolya…

Tanrıların yeryüzünde yürüdüğü, kehanetlerin dilden dile dolaştığı, büyülü yaratıkların yaşadığı topraklardır.”


Ana hatlarıyla sonun başlangıcında olan dünyanın kurtulma mücadelesini anlatan satırlar, sıkılıp yorulmanızı engelleyecek bir üslupla yazılmış. Seçilmiş kişi rolündeki Serkis isimli başkahramanız ve yolunun kesiştiği, daha sonraları gönlünü kaptıracağı, güçlü bir sahire olan Peri, Unutulmuş Diyar’ın koruyucusu ve Güney’in Baş Kızıl Cadısı Bilge Hatun ile bu maceranın ilk adımlarını atıyor. Yıllar öncesinde Tolya Ana tarafından deli tanrıların elinden kurtarılıp özgür iradenin hüküm sürdüğü Anatolya, bir kez daha Kadim Töre tehdidiyle sarsılmaya başlıyor. Hâkimiyetlerini kaybedişlerini asla unutamamış olan Kadim Tanrılar eski bir vasiyeti, daha basit söylenişi ile kehaneti, gerçekleştirmek için geri dönmenin hazırlığındalar. Ateş Vebası adlı bir hastalığı sinsi düşüncelerine kamuflaj olarak kullanarak maşaları olan Alacakaranlık Kardeşliği’nin de desteğiyle hızla ilerliyorlar. Az önce adını zikrettiğim bu üç kahraman ise; insanları ne iyinin tam manasıyla iyi, ne de kötünün tam olarak kötü olduğu bu kaos ortamından çıkarabilmek için yola çıkıyorlar. Ancak, Orta Çağ Avrupası’nda görülen baskıcı inanç sistemine benzeyen uygulamaları ile tanınan Alacakaranlık Kardeşliği önlerindeki tek engel değil ne yazık ki. Bilmediği şeyden korkmayı alışkanlık haline getirmiş, kraldan çok kralcı Akdes Tarikatı ve gerçekten de korkulmayı hak eden Araf Cadıları… İşin içine bir de deli tanrıların kanı Ak Su’yu içip iradelerini kaybetmiş kukla insanlar girince daha da zorlaşıyor her şey.

gumus roya ve yazgi taci
Künye bilgileri için tıklayın.

İlerleyişinin her safhasında, kahraman olmanın zorluğu omuzlarında olduğu halde amacından sapmayan Serkis sorularına cevap bulmaya başlayınca bizler de yavaş yavaş ısınıyoruz hikâyeye. Başlangıçta aklımızda oluşan soru işaretlerini satır aralarını okuyarak giderebiliyoruz. Her sayfayı çevirişimizde evren hakkında daha fazla bilgi ediniyor, müphem sona yaklaşıyoruz. Bitirdiğimizde ise inancın ve inançsızlığın çekiştiği Anatolya’da kendimize bir yer bulabileceğimize inanarak kapatıyoruz kapağı.

Kitapta dikkati çekecek önemli bir husus Anatolya’da kadınların baskın bir güç olması. Kimileri tarafından korkulan kimileri tarafından ise fazlasıyla saygı duyulan cadıların ve hükümdarlıkların başındaki Melikelerin varlığı, insanların annelerinin ismiyle çağırılması gibi ayrıntılar beni şaşırttığı kadar sevindirdi de. Nitekim okuduğumuz bir takım eserlerde kadınlara sadece cinsel bir araç gibi davranılırken, yazarın bununla taban tabana zıt yaklaşımı öylelerine güzel bir karşılık olmuş.

Ve son olarak okurken sıklıkla karşılaştığımız cadılardan da söz etmek istiyorum. Bahsettiğim sadece adlarını duyar duymaz kafamızda canlanan kanca burunlu, kambur sırtlı, süpürgeyle gezmekten başka bir iş yapmayan cadılar değil. Karanlık tarafı temsil eden Araf’ın hizmetkârları da olsalar Tolya Ana’nın takipçisi de, onlar için söylenebilecek ortak nokta hepsinin çok güçlü olduğu. Yıllar yılı savaşlarda karşı karşıya gelmiş bu iki tarafın da yapabilecekleri hiçte azımsanacak şeyler değil. Sesleriyle dahi büyü yapabilme yeteneğine sahip bu özel kişiler, benim için eserdeki en ilgi çekici karakterlerdi.

Bilinmesi gereken en önemli şeyse serinin ilk romanının, çoğunlukla okuyucusunu ana konuya hazırlıyor olması. Bu yüzden yer yer durağanlaşsa da kitap asla barındırdığı macerayı yitirmiyor. İkinci romanda da yazarın başarısını kaybetmeden aynı canlılıkla okuyucunun karşısına çıkacağına şüphe yok.

Temelinde inancın yattığı seri, Türk Fantastik Edebiyatı’na yeni bir yorum katarken, bizlere de güzel bir okumanın verdiği zevk kalıyor.