in ,

Neil Gaiman Söyleşisi: “Hikâye Başarılıysa, Rahatsız Etmelidir”

Neil Gaiman söyleşisi sizlerle. Ünlü yazarın Eric Lorberer ile gerçekleştirdiği uzun ve keyifli röportajı sizler için çevirdik.

Neil Gaiman söyleşisi
- Reklam -

Neil Gaiman söyleşisi yayında. Kendisini Sandman, Amerikan Tanrıları, Yokyer, Mezarlık Kitabı, Yıldız Tozu ve Coraline gibi kitaplarından tanıdığımız, senaristlik yapan ve kısa hikâyeler yazan, bununla birlikte fantastik edebiyat türüne yeni bir bakış açısı getiren, Hugo ve Nebula ödüllü yazar önemli bir site olan Raintaxi ile yapmış olduğu röportajı sizler için çevirdik!

2006/2007 kış aylarında gerçekleşen röportajın ana konusu, o zamanlar yeni çıkmış olan kitabı Fragile Things (Kırılgan Şeyler) adlı kitabı hakkında. Ancak konuşmalar elbette bu kadarla kalmıyor. Gaiman’ın özel hayatından hikaye yazım tarzına, Narnia’dan müziklere kadar birçok konuyu içeren röportaj oldukça doyurucu bir anlatım içeriyor.


The Sandman ile kitlelerin önünde saygı duruşuna geçtiği, American Gods (Amerikan Tanrıları) ile harikalar yaratmış, Coraline ile gençler için büyülü bir dünyanın perdesini aralamış ünlü yazar Neil Gaiman çalışmalarına hiç ara vermeden, bildiğiniz gibi, Beowulf‘un senaryosuna da el attı. Tüm bunlar olmuşken Marvel Comics için The Eternals’ı da (Ebediler) ortaya koymayı başardı. Fragile Things: Short Fictions and Wonders adındaki 31 adet kısa öykü ve şiirlerden oluşan (aslında 32, ama gizli yolu bulmanız gerek) leziz bir eseri de gözler önüne serdikten sonra bize konuşacak yığınla konu bıraktı. Eh ne diyelim, tüm bunları onunla konuşmak için hepimiz heyecanlıyız!

- Reklam -

Söyleşi: Eric Lorberer


Kitaptaki “kırılganlık” temasına bayıldım…

Teşekkürler! Kısa bir hikâye koleksiyonu için kitabın kapak dizaynından kitabın kalbine kadar, bir tema seçmeme izin veren bir yayıncım olması gerçeğini seviyorum.

Kapak tasarımına katıldınız mı?

Oh evet. Amerika’nın her yerindeki kitap satıcısı ve kütüphaneciler tarafından lanetlenmiş saydam bir kâğıt istediğimi söyledim. Editörüm Jennifer Brail ve ben, kapakta kırılgan şeylerle rahat ilişkilendirilebilecek şeyler istedik. Bir tek, sonuna kadar çalışmadığım kelebek var; tamamı bitene kadar bir çeşit kırıklığı kaybettiğimizi anlayamamıştık – kırık kanatlarıyla ölmüş bir kelebek olduğunu görmekte başarısız olmuştunuz.

Evet, bu transparanlığı güzelleştiriyor. Elbette, herkes kapağı ortadan kaldırıp altında neler olduğunu araştıracaktır.

Bu doğru. Ve kendi “Little Nemo”(Küçük Nemo) panelimi ön sayfada buldum.

Fark ettim! Bilirsiniz, bunun bir kısmı yaşadığımız zamanın sonucu, ama çizgi roman tarihi bize şu zamanlarda daha çok iş yüklüyor.

Bunun bir kısmı, sizin dediğiniz gibi, yaşadığımız zaman, bu bakımdan şu an müsait- İnsanlara diyorum ki, bu altın çağ ve onlar bana inanmıyor. Ama hatırlıyorum da, eski bir çizgi romanı okumak istediğinizde, bir süre peşine düşüp aramak zorundaydınız. Ama Küçük Nemo’yu (Little Nemo) okumak isterseniz yapamazdınız, çünkü orada olmazdı ya da birkaç Krazy Kat okumak istediğinizde orda belki 70’lerden kalma sadece bir tane Krazy Kat derlemesi olurdu ve siz o şeyi bulmak zorundaydınız. Bu günlerde her şey basılı ve her şeye erişilebilir…

Ve birçoğu bu ay çıkmaya devam edecek: The Complete Peanuts, Dennis the Menace, her şey…

Evet! Kendimi suçlu ve yıkılmış hissediyorum; sizde Peanuts derlemesi var mı? Onları almaya devam ediyorum ama henüz hiçbirini okumadım.

Onları seviyorum – yarıp geçecek kadar eğlenceli ve bildiğimi tüm dünyayı başlangıçtan itibaren iyi geliştirilmiş olarak görüyorsunuz…

Peanuts antolojisini okumak nasıl bir şeydi hatırlıyorum; okulun gitmesi zorunlu spor karşılaşmaları sırasında çimenlerde okurdum. Bilirsiniz, bir kriket oyunu sürmektedir ve ben yalnızca çimenlerde uzanmış Peanuts okurdum. Şimdi bu devasa antolojilere sahibim ve aynı şeyi yapsam iyi olacak; herhangi bir yere gidip çimenlere uzanarak Peanuts okumalıyım.

Hayli tavsiye edilir. Ancak ‘antoloji’nize dönersek… İşin ne şekilde olması fark etmeksizin, hikâye anlatma sizin nasıl bir değeriniz olduğunun harika bir hatırlatıcısı, ancak bu beni meraklandırdı, özellikle romanın canlandığı anda, kısa halinin uzuna kıyasla farklı şeylerin çıkmasına çalışıp çalışmadığınıza dair bir merak.

Evet, bence öyle. Eğer roman yazmak yabancı bir ülkeye bir senelik sürgün edilmekse, kısa hikâye yazmak, egzotik bir yerde hafta sonunu değerlendirmektir. Onlar daha çok tatil gibi, daha heyecan verici ve farklı, serbestsiniz. “Bana bak, çay saatinde bitireceğim bir şey yazıyorum!” Böyle bir şey demek, bunla ilgili bazı hikâyeler var, yazması iki buçuk sene sürmüş “Sun Bird” gibidir. Ve daha sonra, orada bazı hikâyeler olur, tıpkı sabah 11.00’de somurtarak bahçeye inip öğlen 5.00 gibi bitmiş bir hikâyeyle döndüğüm “How to Talk to Girls at Parties” gibi. Kısaca iki türde de hikâyeler var. Ama kesinlikle kısa hikâye yazmada saf bir öykü anlatımı hissi var. Onlar için gerçekten endişelenmezsiniz. Oradaki karakterlerle bir hayat yaşayacak kadar uzun kalmıyorsunuz. Ve onlarla farklı tarzda bir ilişkiniz olur. Bazı kısa hikâyelerde gerçek insanlar kadar var olan karakterler ve diğer farklı kısa hikâyelerde sadece edebi olarak kurgulanmış karakterler vardır. Bilirsiniz, “Forbidden Brides of the Faceless Slaves in the Secret House of the Night of Dread Desire”daki genç adam -muhtemelen doğru söyledim- edebi bir kurgudur ve edebi bir kurgu olmanın keyfini çıkarır. “How to Talk to Girls at Parties”deki genç adamlar yapabildiğim kadar gerçekler insanlarken, onun hiç hayat basamağının dışında kalırlar.

How to Talk to Girls at Parties

Diğer bir ilginç şey ise bu hikâyelerden çoğu istek üzerine kaleme alınıyor: Biri sizden bir şey istiyor. Bu süreci nasıl etkiler?

Çaresizliği ilginç bir seviyeye taşıyor. Yaklaşık 15 gün içinde New York Times için Cadılar Bayramı baskısı için 900 kelimelik bir hayalet hikâyesi teslim etmek zorundaydım. Hayalet hikâyeleriyle ilgili ne söylemek istediğime dair hiçbir fikrim yok; herhangi bir hayalet hikâyesinin kafamda oturup umutsuzca anlatılmayı beklemesi gibi değildi. Diğer yandan, kafamın arkasındaki küçük çarklar dönmeye başlamıştı. Hayalet hikâyelerinin daha önce hiç keşfetmediğim fikri neydi ve ayrıca beni şu an endişelendiren neydi? Hiçbir zaman kaba olmadım -aslında oluyorum, çünkü bazen ben de kabalaşabiliyorum- ama hiçbir zaman, “Tamam, bence Irak savaşı aptalcaydı, bence doğru olmayan ve hatalı yerlere giriş yaptılar. Hiçbir şey yapmayıp her şeyi daha kötü yaptılar, bu nedenle bununla ilgili bir hikâye yazmak istiyorum,” diyecek kadar kabalaşmadım- ama bunun kesinlikle büyük bir sorun olacağını görebiliyordum, bağlantıyı görebilen tek kişi ben olmama rağmen her nasılsa ne yazacağımı etkiliyordu. Hem 900 kelimelik hikâye de neydi? Üstelik biz yazının 4 sayfasına bakıyoruz. Bu nedenle, neredeyse bir şaka olan böyle bir hikâyeye sahip oluyorsunuz, -Fragile Things (Kırılgan Şeyler)’de “Other People” (Diğer Kişiler) adında böyle bir hikâye var- kısa kısa. İçeri giriyor, işini yapıyor ve tekrar geri çıkıyor. Ama bir kısa kısa yapmak istemiyorum; gerçekten sıkıştırılmış bir şey yapmak zorunda olduğum anlamına gelen, verimsiz hissi veren bir şey yapmak istemiyorum. Sıkıştırılmış olmasına rağmen hâlâ duygusal bir ağırlığı olan bir şeyi nasıl yapabilirim? Hiçbir fikrim yok. Tamamıyla işin içine edebilirim ve şu andan itibaren 15 gün teslim edecek bir hikâyem olmayabilir. Ama şu an tüm yaptığım, zihnimin gerisinde bir dizi problemi çiğnemek -ve bunlar bir yazarın sahip olduğu iyi sorunlar. Eğer bir yazara bir tomar boş kâğıt verip istediğinde konuda ve istediğin uzunlukta yazabilirsin derseniz muhtemelen hiçbir şey alamazsınız, oysaki eğer yazacak 900 kelimeniz varsa ve bunun kurgusu her nasılsa op-ed bir kurguysa ve bunun Cadılar Bayramı ile bağlantılı olması gerekiyorsa… tamam, bunlar benim kısıtlarım, bunlar şimdi inşa etmeye başlamam gereken şeyler.

New York Times için bir şeyler yapma size takipçilerinin kesin bir portresini verir. Başka şeyler ya da kendiniz için bir şeyler yaparken izleyenleri düşünür müsünüz?

İzleyiciler için yaptığımı düşünmüyorum. Sadece belli bir zamanında safhalarında izleyicileri düşünebilirim. Ve The Times takipçileri belli bir seviyede kültürlü olarak varsayılırlar. Ama hayır, orada gerçek değişiklikler olduğunu hayal edemem. Bilmiyorum. Bu garip bir ima. Tek büyük fark, sizin seçmediğiniz biri için yazıyorsunuz- bu metrodaki biridir, bu taksideki biridir, masasında oturan biridir, uçaktaki biridir, ve bunlar sadece The Times okudukları için The Times okuyorlar. Beni okumak için almazlar. Aynı zamanda, onları tekrardan okutacak bir şeyler bulma umuduyla da almazlar-kısaca, muhtemelen ilk okumanın çoğunluğunda taşınacak bir şey deneyip yazacağım. “Fragile Things”de (Kırılgan Şeyler) kendini tamamen bırakmamış bir ilk okuması olan, “Bitter Grounds”, en azından bir kısa hikâyeye sahibim. Başlangıca dönüp tekrar başlarsanız, kinayeler ya da her neyse önem arz etmeye başlayacaktır. Aynı zamanda öykünün tüm şekli, kahramanın kim olduğu ve gidişat da değişecektir.

Biraz önce yazmak için bahçeye inmekten bahsetmiştiniz ve biliyorum ki seyahat ederken çok yazarsınız. Her yerde yazabilir misiniz?

Evet. Ama çok fazla İnternetin olmadığı yerde yazmak daha kolay.

Bu günlerde öyle yerler çok az.

Biliyorum. Maillerimi kontrol edemediğim bir yer, yazmak için güzel bir yerdir!

“Fragile Things”deki birkaç hikâyeyi özellikle ilgi çekici buldum. Tori Amos albümleri için olana bayılmıştım…

Oh, güzel! Garip değerlendirmeler alıyorlar; bir incelemede: “Şiirlerden farklı olarak bu çok güzel bir kısa öykü derlemesiydi ve Tori Amos ile ilgili onlarlar ise anlamsızdı,” denmişti. Düşünmüştüm ki, aslında, Tori Amos ile ilgili anlamsız parçalardan en az biri Yılın En İyi Antolojisi’ne (Best of Year Anthology) seçilir, yani tamamıyla anlamsız olamaz.

Hayır, hayır! Aslında, bahse girerim ki bu seçilenlerden biri değildi, ama “Strange Little Girls” (Tuhaf Küçük Kızlar) için olan biri çok anlaşılması zor, çok yoğun, çok karmaşıktı ve yine de tamamıyla büyüleyiciydi; eğer albümü biliyorsanız bu fazla erkeksi şarkıları kadınların farklı birçok görüşüyle yorumlandığı bir cover albüm. Ve sonra sizin kurgularınız yorumlamanın diğer bir seviyesini ekledi. Nasıl çalıştığını merak etmişimdir- Tori’nin sürecine nasıl katıldınız?

“Strange Little Girls”e (Tuhaf Küçük Kızlar) birçok Tori Amos albümünden daha çok katılmıştım, bununla ilgili olarak şarkıları tavsiye eden insanlardan biri bendim ve aslında biz şarkı seçerken tuvalete gidip bir Cindy Sherman antolojisi ile geri dönüp bunu yapılabilir diyen benim… ve sonra, bence her biri için kısa bir hikâye yazmamı söyleyen Tori’ydi. Ben de yaptım. Ve sevdim, tekrardan, kısa öykü yazmanın garip ve muhteşem sınırlarından biri gerçekten çok kısa olanlarıdır: Kurgusal bir kadının 100 kelimelik tasvirine bakıyorsunuz. Bence favorilerimden biri, iki farklı hayatın size sunulduğu ve seçebildiğiniz “Raining Blood”. Gerçekten, sadece her kısa hikâyenin bir insan olduğu ve yalnızca kırılgan bir an olduğu bir şey yaratma fikrini sevmiştim. Tekrardan, bu kırılgan şeyler…

Yani bu farklı karakterler ikinizden mi çıktı yoksa…

Hayır, onlar onundu. Cindy Sherman fikriyle gelmemden sonra, makyözüyle birlikte dışarı gitti ve bana o kadının resimlerini yolladı -aynı şarkıyı söyleyen kişiyle ilgili bir fikri vardı. Fotoğraflar içeri gelmeliydi ve ben orada oturup gitmeliydim, “hikâyenizi biliyorum” ve “hikâyenizi biliyorum” demeliydim… siz, konuşmak istediğim ve sizle ilgili neler olduğunu öğrenmek istediğim kişisiniz! Bazen ona karşı farklı bir bakış açısına sahip olurum, bu iyidir. Her neyse hikâyemi yazacağım.

“The Matrix”, “Sherlock Holmes”… gibi dünyalarda geçen hikâyeleriniz var. Diğer insanların sahalarında oynamayı seviyor-

Onların kum havuzlarında mı? Aslında bu nasıl hissettiriyorsa öyle. Başka insanların arka bahçelerinde oynamak. Daha Matrix ortada yokken “The Matrix” bir davetti; film yapılmıştı ama henüz gösterilmemişti. Birinin sizi arayıp bir film çektiklerini ve bu filmin web sitesi için bir kısa hikâye yazıp yazamayacağınızı sorması, şu sıradışı, komik ve garip anlardan biriydi. Ve ben çok zekice davrandığımı düşündüm çünkü birinin filmi için bir web sitesine öykü yazmak istemiyordum; böylece acentama, bunu saçma miktar bir paraya seve seve yapacağımı söyledim- düşündüm ki o kadar saçma bir miktar para söylemiştim ki “Ooo, üzgünüz bizim tüm bütçemiz bu kadar!” diyeceklerdi. Bunun yerine, “Harika!” dediler. “3 haftanız var!” Kahretsin!, dedim. Daha sonra “Söylediğim paranın iki katını istemeliyiz,” diye düşündüm. Ama sonra öykü için aklıma bir fikir geldi ve bu fikri sevdim. Ve yazmak zorundaydım- “The Matrix” senaryosunu okudum ve bana bir şey ifade etmeyen birkaç şey oldu, ben de onları biraz değiştirmeye çalıştım: İnsanların bataryalar gibi kullanılması yerine, mesela, ben onları bilgi edindirme süreci olarak kullandım, aynı anda beyinlerin takılı kalması her nasılsın daha bir anlam ifade etmişti.

the matrix imax

Muhtemelen kitaptaki favori parçam “The Problem of Susan”(Susan’ın Problemi)idi, güzel, çok güzel bir hikâyeydi. Birçok anlamda büyülendim. Lewis’i kurgunuza dahil edişi şeklinizi sevdim, ama aynı zamanda bu bir tür, çocuk edebiyatında nasıl bir yol izlediğimizin incelemesi olduğunu düşünüyorum.

Doğru- bence Neil’ın C.S Lewis’i azarlaması olarak okuyanlar bir noktayı kaçırıyor; çocuk edebiyatında nasıl bir yol izlediğimizi konuşan insanlar bu noktaya yakın. C.S Lewis’ın kitabındaki Susan’ın asıl problemi, bir anda bulduğum derinlemesine bir sorundu. Size yanlış görünen bir şey gördüğünüzde böyle tuhaf anlar yaşarsınız. Ve eğer bir çocuksanız ve kendi kafanıza göre hareket ediyorsanız… Hayır hayır, bu doğru değil. O Narnia’nın kraliçesiydi. Narnia’nın bir kere kraliçesi olan her zaman kraliçesidir, bunu bilmeliydi. Sadece davetlere katılmayı sevmek ve rujlar ve naylon çoraplardan dolayı, o gizli bir cennet oluyor. Ve sonra büyümeniz ve yolunuza devam etmeniz gereken nokta ortaya çıkıyor, durun bir dakika, bunu düzeltiyim: Herkes bir tren kazansında ölmüştür, o hariç tüm aile öldürülmüştür, ve bunun anlamı ne? C.S Lewis’e, Susan’a yaptığınız adil değil diyen bir çocuğun cevabını gösteriyordum. Ve o dedi ki, “Ah onun hâlâ vakti var. Dünyaya geri gelecek. Henüz ölmedi.” Böylece bu bana Susan’ın karakterinden esinlemiş ve onu temel alan ve çocuk edebiyatı ile ne kadar ilişkili olduğumuzu ve çocuk edebiyatının ne demek olduğunu düşünen bir profesör yaratma fikrini verdi. Cinselliğin çocuk edebiyatındaki anlamı nedir? Yetişkin olmak ne demek? Devam etmemiz ve bu vücudu teşhis etmek ne anlama gelebilir? Hepsi bunlar.

Ayrıca bu benim için inanılmaz eğlenceliydi. Narnia kitaplarında yaşadığım anlardan biri de, Pauline Baynes’in Narnia’nın ilk çıkan kitaplarında Aslan illüstrasyonunun arka ayakları üzerinde durup, elleri arkasında dururken, Beyaz Cadı ile konuşan halini çok garip bulmuştum. Bunu yapmak Aslan için oldukça tuhaf. Bana ilginç gelen şeylerden biri konsept olarak Tanrı olgusu, eğer Tanrı’ya inanmayı seçerseniz Tanrı’nın yolları anlaşılmaz demektir. Ve Tanrı açıkça etrafınızdaki dünyaya bakar ve dehşet verici dünyadan sorumludur. Genç bir kız kaçırılmıştır ve karanlık bir yerde alıkonulmuştur ve cinsel tacize uğramıştır. 6 milyon Yahudi’nin ölüleri. Bir köyü gömen toprak kayması. Bunların hepsi. Eğer Tanrı iyi şeyler yapıyorsa, bunları da yapıyor olmak zorundadır. Eğer insanlar, benim futbol takımım Tanrı’nın yardımıyla kazandı diyorsa o zaman Tanrı diğer takımın üzerine işemiştir. Kısaca ben bununla ilgili düşünüyorum ve bu benzerlik Narnia kitaplarında da var, Aslan Tanrı’nın beden bulmuş halidir ve o evcil bir aslan değildir, herkes onun evcil bir aslan olmadığını söylüyor… Onun evcil bir aslan olması hariç! Gerçekten çok güzel! Kimseyi öldürmez, muhtemelen bunu hak etmiş bazı cadılar hariç Aslanlar, genelde, özellikle evcil olmayanları, birlikte dışarı çıkmak isteyeceğiniz insanlardan değildir, çünkü sizi yiyebilirler. Üzerinize koşabilir ve gerçekten ama gerçekten hayatı size zindan edebilirler.

narnia günlükleri netflix

- Reklam -

Pençelerini arkalarında tutmayacaklardır.

Onlar insan değil- onlar aslanlar ve tehlikeliler! Hatırlamakta fayda var ki Tanrılar, var olsun ya da olmasınlar, tıpkı onlar gibi evcileştirilemezler. Ve işte diğer bir şey de, yazmak istediğim hikâye evcilleştirilmemiş şeyler fikri üzerineydi. Nasıl olduysa, hepsini kısa bir hikâyede toplayabileceğimi düşünmüştüm ve bu düşüncemin işe yaramasından dolayı memnunum. Bunun problemli olmasını istemiştim, sizden hikâyenin sonuna ulaşmanızı ve bunu için can atmanızı istemiştim. İnternette bu hikâyeye yazılmış cevapların olduğu gerçeğini bilmeyi seviyorum; akademisyenlerin bu hikâyeyi kaynak kitap olarak kullanmaya başlamalarından dolayı mutluyum. Çünkü bu hikâye, eğer başarılıysa, rahatsız etmelidir. Derinizin altına geçmeli ve kaşındırmalıdır.

Diğer bir yakın zamanda çıkan ve çocuk edebiyatıyla ilişkimizi sorunlulaştıran kitap ise Alan Moore’un Lost Girls (Kayıp Kızlar) kitabı. Bizi yaşlı hissettireceğim, çünkü bu 10–20 sene kadar önceydi, ama bir söyleşide sizin bir kitabı övdüğünüzü hatırlıyorum, benim de oldukça hoşuma giden bir kitaptı, Linda Williams tarafından akademik bir çalışma olan Hard Core’du bu. Merak etmiştim de, eğer bu yan tür, pornografi, sizin hiç…

… araştırmak istediğim bir şey mi? Pornografik şeyler yazmayı çok isterim, ama doğru ekipmana sahip olup olmadığımı bilmiyorum. Genç ve pornografi yazmak için baştan çıkarılmışken hayali ebeveynler omuzlarımın üzerinde ortaya çıkar ve neler yazdığımı okurlardı. Neredeyse hayali ebeveynleri göndermenin bir yolunu bulurdum ve gerçek çocuklar omuzlarıma yaslanıp neler yazdığımı okurlardı. İngilizce olarak yazdığım pornografik hikâye –Smoke And Mirrors’da adı Tastings (Tadına Bakmak), bundan önceki hikâye derlemeleri- son derece utanç vericiydi. Yazması yaklaşık 4 yıl sürdü: bir sayfa yazardım, dururdum ve kulaklarım yanarak, yüzüm kıpkırmızı bir biçimde dokümanın yanından ayrılırdım. Daha sonra, 6 ya da 8 ay öncesinden “Gidip bir sayfa daha yazacağım” derdim. How Do You Think It Feels Up There? adlı hikâyemde de bir parça seks yer alıyordu. Ancak seks hakkında yazma fikrini seviyorum ve bence Alan, Viktorya (muhafazakâr) pornografisinde iyi bir model buldu. Bir dönem, pornoyu kitap eleştirmeni olarak gözden geçirirken- her şeyi gözden geçiyordum, ama porno benim gözden geçirdiklerimden biriydi. -Viktorya pornosu benim favorim olmaktan çok uzaktı. Bilirsiniz, eğer bir kitap Anonim olarak yazıldıysa ve İstiridye gibi bir başlığı vardıysa bu eğlenceli olacak gibi görünürdü, çünkü Viktorya pornosu sadece havalı olurdu. Birçok toplumsal baskı vardı ve yine de pornonun her türü garip ve ilginç yönden eğlenceli ve müstehcendi. Son kez bir otelde porno filme denk geldiğimde, oradaki insanların hareketlerini kontrol ettikleri gibi korkunç bir his vardı. Sanki yapılması gereken 12 şeye dair bir listeleri vardı ve onlar bu maddeleri işaretleyerek devam ediyorlardı. Bu tamamen keyifsizdi.

Şey, otel pornosu en az yaygınlığı sahip dilimde yer alır ve herkesi memnun etmek için uğraşır.

Biliyorum. Ama keyifsiz bir otel pornosu! Bana göre, gerçekten iyi bir porno filmi senaryosu denemek ve yazmak bir porno çizgi romanı, hatta romanı yazmaktan daha eğlenceli olurdu- pornonun düzyazı olarak yazılmasının keyfine rağmen, açıkça, insanlar kafalarında düşündüklerinden daha çok iş yapıyorlar. Bazı insanlar Yıldıztozu (Stardust) için açıkça seks içeren sahneler yazmak için taslaklarla bana geliyorlar- gerçeğinde yer almayan, ama kendilerini bu sahne için yeterli görüp onu bir hard core’muş gibi okuyorlar. Daha önce paylaştığım gibi American Gods (Amerikan Tanrıları) kitabımda birkaç sahne var. En ilginç olanlarında biri, Newyork’ta, taksi kullanan Ifrit ve Arap tezgâhtar arasında geçen sözüm ona hard core gay seks sahnesiydi. Ve yine, ona bir baktım ve aslında bir hard core seks olmadığını düşündüm- kendinizi bunun bir hard core olması için zorluyorsunuz. Bunlardan hangisi insanların düzyazıyla yapabilecekleri pek çok şey yerine herhangi bir şeyle tanımlayabilecekleri ya da filmlerde olabilir?

Günün sonunda, Lost Girls (Kayıp Kızlar) ile ilgili en büyük problemimi buldum, Robin Williams paradoksu: İnsanın ereksiyon olabilecek ya da beynini çalıştırabilecek kadar kanı olduğunu işaret eder, ama ikisini birden değil. Ve kendimi Lost Girls’ü severken buldum. Çünkü o Alan Moore’du, çünkü o çok yoğundu, çünkü o şahaneydi… Tüm zaman boyunca beyni çalıştırıyordum. Bu sadece tek yönden bir okuma değildi, bu daha çok “Vay!” burada 8-10 sayfa, bölüm ve bu tematik olarak gidişatın yansıtıcı ve şimdi meta-kurgusal kurgu haline geliyor, kurgusal karakterler pornografik kurgusal karakterlerin açık saçık ve yasak davranışlarını tartışıyor ve hâlâ tam olarak var olmuş değiller. Aman Tanrım bu çok havalı!

Bunu son yıllarda başaran iki kişi, bence Chip Delany elbette ve bir de Nicholson Barker’ın The Fermata’sı oldu. Bunu okumuş muydun?

O kitap bana çok tanıdık- Robert Zemeckis için The Fermata’yı içeren bir film senaryosu yazmıştım. Muhteşem bir kitap, 13 yaşında kendini tatmin eden bir çocuğun fantazisini alıp onu yetişkinlerin cinsel tecrübeleri içinde tasarlıyor. Chip Delany, bunu pornografik bir bakış açısıyla söylemeliyim, onu bir bilim-kurgu gibi okumuştum. The Mad Man’i sevmiştim mesela, ama siz onu eğer süslemeye dönüştürürsek okuyorsunuz -sadece gay seksi değil, ama gerçekten kirli bir gay seksi, kirli burada yıkanmamış ve pis anlamında. Tamam, birinin bunu yazmasını anlayabilirim, bu erotik bir şey, ama benim için…

Eh, bu kitap tahrik etmekten çok haddini aşmakla ilgili. Ama onlar yazmak için gerçekten çalışıyorlar.

Onlar şahane eserler! Bence, eğer pornografi yapmayı dener ve yaparsam beni o ince çizgide yürümek etkileyecektir… Hatırlıyorum da bir defasında –keşke adının ne olduğunu bilsem çünkü bilmiyorum- yaklaşık 16 yıl önce, bir kitap turunda, oradaki ekranda bir porno filmi vardı- eskiden, küçük TV’leri bölümlerin üstlerine koydukları zamanlarda kanallar değişmeden izlemek için sadece 5 dakikanız vardı, onun bir porno filmi olduğunu bile bilmiyordum, o sadece bakılacak en enteresan şeydi. Böylece ödeme tuşuna bastım ve izlemeye başladım ve o karakterlerin sevişme hikâyesini kestiklerinde çok rahatsız oldum-sevişmeleri bunu engelliyordu. Bence meydan okumak bir şey yaratmaktır, tıpkı Baker’ın The Fermata’da seksi öz alarak- daha önce hiç hissetmediğiniz bir biçimde, seks yüzünden bir şeyleri durdurduğunuz hissine kapılmanız sağlayarak, harika bir iş çıkartması gibi. Her şey özün bir konuya sahip olmalı -aynı mantıkla, Linda Williams örneğini kullanırsak, bir müzikal gibi sürdürülmeli- eski müzikallerdeki gibi, tıpkı Cole Porter müzikali gibi, hareketi algılarsın ve sonra onlar bir anı yansıtan bir şarkı söyler- şarkı söylenirken her şey durur- ve sonra tekrar başlarsınız. Şu günlerdeki müzikallerde tema şarkı boyunca ilerliyor. Bence biri pornografi düzenleyecekse, sizi öykü boyunca sürüklemesi çok güzel olacaktır.

Belki pornografik bir müzikal?

Kim bilir?

Biraz da çizgi romanlarınızdan konuşalım. Hâlâ daha oyunda olduğunu biliyorum.

Evet, şu sıralar bir çizgi roman yazıyorum. İsmi The Eternals (Ölümsüzler).

eternals marvel

Düzyazı yazmanın cezp ediciliğine rağmen bilerek mi bu alanda aktifsin veya..?

Bazı insanların, bilhassa çok çok kısa hikâyeleri seven gazetecilerin, benim hareketlerimi çizgi romanlardan filmlere, en çok satan romanlara kadar izlemelerinden çok rahatsızdım. Bu, şu evrim haritalarını andırıyordu; önce bir balık vardır, daha sonra o balık yürümeye başlar ve sonra maymun olur, daha sonra arka ayakları üzerinde ayağa kalkar ve nihayet insana dönüşür. Bunu sevmiyordum. Eskiden, çizgi roman yazarken, epeyce iki tabiatlı olduğum gerçeğini sevmiyordum- en azından onların kafalarında öyleydim. Doğru dürüst yürümeye başlayamadığım için ya da henüz suyu terk etmeye hazır olmadığımdan çizgi roman yazmaya devam etmeyi seviyorum. Aslında, bunun ilerlemenin herhangi bir türü olduğuna inanmıyorum. Bu sadece başka türde bir hikâyenin başka yollarla anlatılmasıdır.

Hâlâ orda bir meydan okuma bulmaya çalışıyor musun?

Şu an oldukça kabullendim ki Sandman’in derecesinde bir şeyi yapmayı ne deniyorum ne de yapıyorum. Sandman’i zaten yaptım, 1602 eğlenceliydi, çünkü devam etmeliydim. Tamam, bir çocuk olarak Stan ve Jack’in yaptıklarını seviyordum. Bu eğlencenin bir kısmını insanlara, diğer kısmını ise kendime geri vermek istiyordum. The Eternals’la (Ölümsüzler) beraber bu çok daha fazlalaştı- tamam, Jack Kirby karaterini ve hatta bağıran, çıldırmış Kirby karakterini bile seviyorum ve her zaman Kirby karakterleriyle ilgili bir şeyler yapmam istenmişti. The Eternals ile ilgili en havalı olan şey, Jack’in hiçbir zaman, bunu gerçekten bitirmek zorunda olmamasıydı ve sonra Marvel evreninde kötü bir birliktelik kazandı. Marvel’dakiler bana gelip, bunu düzeltip düzeltemeyeceğimi, en azından Jack’in yaptıklarını alıp, Marvel evrenindeki bu iş birliğini yavaşça daha iyi bir hale getirmemi istediler. Böylece bu karakterler değer kazanacaklardı. Düşündüm ki, işte bu eğlenceli bir meydan okuma!

İnsanlar bazen, bizim grafik roman haberlerimizi gördüğünde-

Bu arada, sizin grafik roman haberlerinize bayılıyorum.

Teşekkürler! Bu beni sevindirdi çünkü bence birçok grafiksiz roman okuyucuları orta derecede bununla ilgililer ve grafik romana dair daha çok şey öğrenmek istiyorlar, fakat biraz gözleri korkuyor… bizim hislerimiz ise, bunların ilginç kitaplar olduğu yönünde ve en az diğer kitaplar kadar okunmayı hak ediyorlar.

Bu çok komik, çünkü benim çizgi romana girişim şöyleydi, kitapların dünyasına baktım ve içine girdim. Tanrım, eğer roman yazıyor olsaydım, şimdi Jane Austen, Charles Dickens ve Petronius ile aynı raflarda olacaktım- oysa çizgi romanlarla,100 yıldır yapılanlar belli ve daha önce kimsenin yapmadığı bir şey var. Bence, kendim gideceğim ve daha önce kimsenin yapmadığı o şeyin bir kısmını yapacağım.

Bunlardan biri belli ki Sandman- son zamanlarda The Absolute Sandman Voulme 1 adıyla biliniyor. Harika olan şeylerden biri de “ilaveler”in senin eskizlerini içeriyor olması. Genelde çizgi roman yazarken fikirlerini kaleme döker misin?

Evet, ama normalde kimse onları görme şansına erişemez. Başka insanların görebilmesi için tam olarak bitmiş olmuyorlar!

Eh, ilavelerin onları da kapsaması komik bir durum. Kitap bir de sizin ödüllü yayın A Midsummer Night’s Dream (Bir Yaz Gecesi Rüyası) -şahane bir eser- için yazdığınız detaylı bir yazınızı sunuyor. Yazının ortalarında birden bire kendi düşünce ve hislerinize eğiliyorsunuz ve şöyle diyorsunuz: “Bu yazmak için muhteşem bir çizgi roman… Çok güzel bir biçimde çalışabilir ya da büyük bir felakete dönüşebilir.” O anda aldığınız risklerle ilgili neler hissediyordunuz?

Şunu söylemeliyim ki, ben büyük felaketleri seven biriyim! Benim hislerim dün bu yöndeydi- Beowulf’un taslak halini görmeye gitmiştim, o seneye çıkamayacaktı. Önümüzdeki yılın en büyük filmi olacak ya da insanların Ishtar ile kıyaslayacakları şeylerden biri olacaktır demiştim. Her iki durumda da gerçekten çok ama çok mutluyum.

Ve şanslıyız ki Elaine May’in diğer filmleri gerçekten güzeller.

Öyleler! Aslında ertesi gün Ishtar’ı şöyle bir görme fırsatım oldu çünkü asla tam olarak seyredemedim. Biliyorum bu korkunç bir felaket olarak görülmüştür.

Ben de öyle. Ancak kitabınıza dönersek, eğlenceli ekler dışında konu renklendirildi ve sonuç gerçekten göz kamaştırıcı oldu. Bu basitçe teknik nedenlerden dolayı mı yoksa orijinal serilerde yapılamamış bazı vizyonlara uyması için mi yapıldı?

Bunun yapılmış olmasının büyük bir nedeni hiçbir zaman ilk renklendirmeleri beğenmemiştik ve bunu düzeltmenin hiç yolu yoktu. Bunun yapılmasının bir nedeni de 1988’deki teknolojiyle soğurucu kâğıda basıldığında tamam gibi gözükse de şimdi ileri derece de kötü görünüyor. Bilirsiniz, kitapların 20 senedir baskısı mevcut ve şimdi biz bu inanılmaz yayınları beyaz kuşe kâğıda basıyoruz.

The Sandman

Gerçekten olağanüstü görünüyor! Sana son bir soru Neil, röportajımızın başında Fragile Things (Kırılgan Şeyler)’in bana nasıl “kırılganlığın” senin ilk çalışmandaki önemini anlamamı sağlamıştı.- Absolute Sandman bunu kesinlikle doğruluyor. Bu ilk konuları yeniden ziyaret etme işinle ilgili yeni düşünceler veya fark edişlere neden oldu mu?

Bu çok ama çok garip. Sandman eserini tekrar okumak, bunun hissettirdiği… sanki başka biri tarafından yapılmış gibi hissettiriyor. Birçok yönden, ilk seferde, onu yazarken kafamda olanları okumuyordum, sadece önümdeki kâğıtta duranları okuyordum. -sıklıkla yapmadığınız bir şey. Asıl olan, kaygılanıyordum, o çok… bunu nasıl anlatabilirim?.. Sandman daha çok bir yazarın tüm eserlerinin bir parçası gibiydi. Zaman zaman romanımı o sıralarda okuyan insanların arasına dalarım ve onlar bu benim yaptığım tek şeymiş gibi konuşurlar, ben de bunu düşünürüm. Şey aslında, Sandman bu kadarı değil ve o benim bugüne kadar yaptığım en büyük şey -2000 sayfa uzunluğunda ve orada yazan milyonlarca kelime var- yani, eğer gerçekten ne yazdığımı anlamak istiyorsanız onu okumaya ihtiyacınız var. Kısaca Absolute Sandman’i yaratma eğlencesinin bir parçası olarak, aldığı şekil ile insanların önüne koymaktan dolayı oldukça rahat hissediyorum. Ve Sam Keith’in çizimlerine gelen tepkilerden ötürü çok memnunum. Oh, çizimlerin seviyelerini anlayamamıştım, tam olarak ne yaptığının seviyesini… ve düşünüyorum da aslında siz de anlayamadınız, çünkü karşısında kocaman, mor, kesin bir tıkaç vardı!


Her sorunun üzerinde, en ufak detaya kadar durulmuş ve ayrıntılı şekilde cevaplar verilmiş. Hiçbir sorunun atlanmadığı güzide bir röportaj olmuş.

Bu kadar samimi ve içten cevaplar verdiği için kendisine teşekkür ederiz. Başarılarının devamını diliyoruz.

Çeviri: Hazal Çamur | Düzelti: Onur Selamet

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Legend of the Seeker

Legend of the Seeker İncelemesi

Louis Jean Feuillade

Sinema Tarihinin İlk Femme Fatale’sini Ortaya Çıkaran Adam: Louis Jean Feuillade