A Clash of Kings | Tadımlık

A Clash of Kings

A CLASH OF KINGS

TADIMLIK

“İşime yaramayacak kadar kafan karışık, üstelik hastasın ihtiyar.” Lord Stannis’in sesi gibi çıkmıştı, ama olamazdı, olamazdı. “Bundan böyle bana Pylos danışmanlık edecek. Şimdiden kuzgunlarla çalışıyor, sen artık kuzgunluğa tırmanamadığın için. Benim hizmetimde ölmene müsaade edemem.”

Maester Cressen gözlerini kırptı. Stannis, lordum, benim zavallı huysuz çocuğum, asla sahip olmadığım oğlum, bunu yapmamalısın. Seni ne kadar umursadığımı, senin için yaşadığımı, her şeye rağmen seni sevdiğimi bilmiyor musun? Evet, seni sevdim, Robert’tan bile çok, ya da Renly’den. En sevilmeyen, bana en çok ihtiyaç duyan sen olduğun için. Fakat tek söylediği, “Emredersiniz lordum, ama… ama çok açım,” oldu. “Masanızda bir yer veremez misiniz bana?” Sizin yanınızda. Sizin yanınıza aidim ben.

separator1

Cüce, kralın önünde dizleri üzerine çöktü. “Majesteleri.”

“Sen,” dedi Joffrey.

“Ben,” diye hemfikir oldu Tyrion, “fakat dayın olduğumu ve aramızdaki yaş farkını düşünürsek daha nazik bir selam makbule geçerdi.”

“Öldüğünü söylemişlerdi,” dedi Tazı.

Küçük adam, büyük olana bir bakış attı. Gözlerinden biri yeşildi, öteki siyah ve ikisi de buz gibiydi. “Kralla konuşuyordum, itiyle değil.”

“İyi ki ölmemişsin,” dedi Prenses Myrcella.

“Aynı fikirdeyiz tatlım.” Tyrion, Sansa’ya döndü. “Leydim, kaybettikleriniz için üzgünüm. Tanrılar hakikaten çok gaddar.”

Sansa söyleyecek bir söz bulamadı. Kaybettikleri için nasıl üzgün olabilirdi? Yoksa onunla alay mı ediyordu? Gaddar olan tanrılar değil Joffrey’ydi.

“Senin kaybın için de üzgünüm Joffrey,” dedi cüce.

“Ne kaybı?”

“Kral baban? Siyah sakallı iri ve vahşi bir adam; biraz çaba gösterirsen hatırlarsın onu. Senden önce kraldı.”

“Ha, o mu. Evet, çok üzüldük. Domuzun teki öldürdü onu.”

“Öyle mi söylüyorlar Majesteleri?”

Joffrey kaşlarını çattı. Sansa bir şeyler söylemesi gerektiğini hissediyordu. Septa Mordane’in boyuna ona öğütlediği neydi? Bir leydinin kalkanı nezakettir. Buydu işte. Kalkanını kuşandı ve, “Annem sizi esir aldığı için çok üzgünüm, lordum,” dedi.

“Bunun için çok fazla insan üzgün,” diye karşılık verdi Tyrion, “ve ben işimi bitirdiğimde daha da üzgün olacaklar… Fakat hassasiyetinize minnettarım.”

separator1

“Kardeşin Robb, Kuzeydeki Kral namıyla taç giydi. Aemon’la ortak noktanız bu. Kardeş olarak birer kral.”

“Ayrıca,” dedi Jon, “yeminimiz.”

Yaşlı Ayı burnundan öyle bir soludu ki omzundaki karga odanın öbür ucuna uçtu. “Bozulduğuna tanık olduğum her yemin için bana bir adam verselerdi Sur’u savunacak adam eksikliği çekmezdik hiç.”

“Robb’un Winterfell Lordu olacağını hep biliyordum.”

Mormont ıslık çaldı, karga yine ona uçtu. “Lord olmak başka, kral olmak başka. Sen siyah bir halka zırhın içinde yaşayıp ölürken, kardeşin Robb’a yüzlerce farklı renkte ipekler, satinler ve kadifeler giydirecekler. O güzel prenseslerle evlenip onların çocuklarına babalık edecek, seninse ne bir karın olacak ne de kendi kanından bir çocuğu kucağına alabileceksin. Rob hükmedecek, sen hizmet edeceksin. İnsanlar seni karga diye çağıracaklar, ona ‘Majesteleri’ diyecekler. Senin en müthiş eylemlerin şarkısız kalırken, şarkıcılar Robb’un yaptığı en küçük şeyleri bile övgülere boğacak. Bunlardan hiçbirini dert etmediğini söyle Jon… ve gerçeği bildiğime kanaat getirip seni bir yalancı diye damgalayayım.”

Bir yay kirişi misali dik durdu Jon. “Bunları dert etse bile, benim gibi bir piç ne yapabilir?”

“Senin gibi bir piç,” diye yineledi Mormont, “ne yapabilir?”

“Dert eder,” dedi Jon, “ve yeminini tutar.”

separator1

Soluk alevler gri semayı yaladı. Kara duman yükseldi; bükülüp kıvrılıyordu. Rüzgâr dumanı onlara ittiğinde, insanlar gözlerini kırptı, gözyaşı döktü ve yüzlerini ovuşturdu. Allard başını başka bir yöne çevirdi, öksürüp küfrediyordu. Geleceğimizden bir tadımlık, diye düşündü Davos. Bu savaş sona ermeden evvel çok daha fazla şey yanacaktı.

Melisandre kızıl satene ve kan kırmızısı kadifeye bürünmüştü. Boğazında alev almış misali parıldayan yakut kadar gözleri de kıpkırmızıydı. “Asshai’nin eski kitaplarında, uzun bir yazın ardından yıldızların kanadığı ve karanlığın soğuk nefesinin dünyanın üzerine çöktüğü bir gün geleceği yazılıdır. Bu korkunç vakitte bir savaşçı, ateşlerin içinden yanan bir kılıç çekecek. Bu kılıç Işıkgetiren olacak -Kahramanların Kızıl Kılıcı- ve onu kavrayacak kişi aramıza dönen Azor Ahai’nin ta kendisi olacak. Karanlık ondan kaçacak.” Sesini yükseltti. “Azor Ahai, R’hllor’un kıymetlisi! Işık Savaşçısı, Ateşin Oğlu! İleri çık, kılıcın seni bekliyor! İleri çık ve onu ellerinin arasına al!”

separator1

“Dokuz yıl mı oldu?” dedi Lord Balon, en sonunda.

Theon yıpranmış eldivenlerini çıkarırken, “On,” dedi.

“Bir çocuk aldılar,” dedi babası. “Şimdi nesin?”

“Bir adam,” diye cevap verdi Theon. “Senin kanın ve senin varisin.”

Lord Balon, “Göreceğiz,” diye homurdandı.

“Göreceksin,” diye vaat etti Theon.

“On yıl diyorsun. En az benim kadar uzun bir süre Stark sana sahipti. Şimdi onun elçisi olarak huzuruma çıkıyorsun.”

“Onun değil,” dedi Theon. “Lord Eddard öldü. Kraliçe Lannister kellesini aldı.”

“İkisi de öldü. Hem Stark hem de Robert: Taşlarıyla benim duvarlarımı kıranlar. Onları mezarlarında görene dek ölmeyeceğime ant içmiştim. Ve gördüm.” Yüzünü buruşturdu. “Yine de soğuk ve nem eklemlerime ağrılar sokuyor, onlar sağken olduğu gibi. Neye yaradı öyleyse?”

“Çok şeye.” Theon babasına yaklaştı. “Bir mektup getirdim-”

“Ned Stark seni böyle mi giydiriyordu?” diye sözünü kesti babası. Cüppesinin altında gözlerini kısmıştı. “Seni kadifeler ve ipeklerle giydirip kendi küçük tatlı kızı yapmaktan zevk aldı mı bari?”

Kanın beynine sıçradığını hissediyordu Theon. “Kimsenin kızı değilim ben. Giysimden memnun değilsen değiştiririm.”

“Değiştireceksin.”

separator1

aclashofkingsyoull

separator1

Uzun bir gece yolculuğundan sonraki bir sabah, “Aegon’un ejderhaları Eski Valyria tanrılarına göre isimlendirilmişti,” dedi kansüvarilerine. “Visenya’nın ejderhası Vagar’dı, Rhaenys’in Meraxes’i vardı ve Aegon, Balerion’u sürüyordu: Kara Korku’yu. Derler ki, Vhagar’ın nefesi öyle sıcakmış ki bir şövalyenin zırhını eritebilir ve bir adamı içten içe pişirebilirmiş, Meraxes atları bütün olarak yutarmış ve Balerion’un… ateşi pulları kadar siyahmış, kanatları da o kadar genişmiş ki o yukarıdan geçtiğinde gölgesinde bütün şehirler kaybolurmuş.”

Dothrakiler yavru ejderhalara tedirgince baktı. Üçünden en büyüğü parlak siyah renkteydi; boynuzu ve kanatları gibi kızıl olan çizgiler bu siyahı yırtıyordu. “Khaalesi,” diye mırıldandı Ago, “burada yeniden doğan Balerion oturuyor.”

“Belki dediğin gibidir kanımın kanı,” diye karşılık verdi Dany, “fakat yeni hayatı için yeni bir ismi olacak. Ejderhaları tanrıların bizden aldıkları anısına adlandıracağım. Yeşil olanın ismini, Trident’in yeşil kıyılarında ölen cesur abim için Rhaegal koyuyorum. Krem ve altın olana Viserion diyorum. Viserys zalim, zayıf ve ürkekti, gene de kardeşimdi. Onun yapamadığını ejderhası yapacak.”

“Peki ya siyah canavar?” diye sordu Sör Jorah Mormont.

“Siyah olan,” dedi Daenerys, “Drogon.”

separator1

“Onlara acıyorum.”

“Neden?” diye sordu Lord Rowan. “Şunlara bir baksanıza. Genç ve kuvvetliler, hayat ve kahkaha dolular. Ve arzuyla, evet, ne yapacaklarını bilemedikleri kadar arzuyla. Emin olabilirsiniz, bu gece çok sayıda piçin tohumları atılacak. Neden acıyorsunuz?”

“Çünkü uzun sürmeyecek,” diye yanıtladı Catelyn hüzünle. “Çünkü onlar yaz şövalyeleri. Ve kış geliyor.”

“Leydi Catelyn, yanılıyorsunuz.” Brienne onu zırhı kadar mavi gözleriyle süzüyordu. “Bizim gibiler için kış hiçbir zaman gelmeyecek. Savaşta ölürsek muhakkak şarkımızı söyleyecekler ve şarkılarda mevsim daima yazdır. Şarkılarda bütün şövalyeler cesur, bütün bakireler güzeldir ve güneş her zaman parlar.”

Kış hepimiz için geliyor, diye düşündü Catelyn. Benim kışım Ned öldüğünde geldi. Senin için de gelecek çocuğum, üstelik düşündüğünden de çabuk.

separator1

“Kanatlı kurt sensin Bran,” dedi Jojen. “Geldiğimizde emin değildim, artık eminim. Karga bizi buraya senin zincirlerini kıralım diye yolladı.”

“Karga Greywater’da mı?”

“Hayır, kuzeyde.”

“Sur’da mı?” Bran oldum olası Sur’u görmek istemişti. Piç kardeşi Jon da orada, Gece Nöbeti’nin bir mensubuydu.

“Sur’un ötesinde.” Meera Reed ağını kuşağından çekti. “Jojen lord babamıza rüyasını anlattığında, babam bizi Winterfell’e gönderdi.”

“Bu zincirleri nasıl kırabilirim?” diye sordu Bran.

“Gözlerini açarak.”

“Gözlerim zaten açık. Görmüyor musun?”

“İki tanesi açık,” dedi Jojen. “Bir, iki.”

“İki tane gözüm var zaten.”

“Üç gözün var. Karga sana üçüncüyü verdi ama açmıyorsun.” Yavaş ve yumuşak bir ses tonu vardı. “İki gözle suratımı görüyorsun. Üç taneyle yüreğimi de görebilirsin. İki gözle oradaki meşe ağacını görüyorsun. Üç gözle meşenin büyüdüğü palamudu ve bir gün dönüşeceği kütüğü de görebilirsin. İki gözle, duvarlarınızın ötesini göremiyorsun. Üç gözle Yaz Denizi’ne dek güneye ve Sur’un kuzeyine bile göz atabilirsin.”

separator1

“Keşke evde olsaydım,” dedi sefil bir sesle. Cesur olmak, bir sansar kadar vahşi olmak için çok uğraşıyordu, ama bazen küçük bir kızdan fazlası değilmiş gibi hissediyordu.

Siyahlı birader yük arabasındaki balyadan taze bir ekşiyaprak alıp soydu ve ağzına koydu. “Belki de seni bulduğum yerde bırakmalıydım oğlum. Hatta hepinizi. Görünüşe göre şehir daha güvenli.”

“Umurumda değil. Eve gitmek istiyorum.”

“Sur’a neredeyse otuz yıldır adam taşıyorum.” Köpük, Yoren’in dudaklarında kan kabarcıkları misali parladı. “Onca vakit boyunca yalnızca üç kişiyi kaybettim. Yaşlı bir adam ateşlenip öldü, bir şehir oğlanını sıçarken yılan ısırdı ve aptalın teki uyurken beni öldürmeye çalıştı. Tabii başıma dert açtığı için kırmızı bir tebessümü hak etti.” Kıza göstermek için kısa kılıcını boğazının biraz önünde tuttu. “Otuz yılda üç kişi.” Eskiyen ekşi yaprağı tükürdü. “Bir gemi daha akıllıca olabilirdi. Yolda daha fazla adam bulmak mümkün olmazdı, gene de… daha akıllı bir adam gemiyle giderdi. Ama ben… otuz yıldır Kralyolu’nu kullanıyorum.” Kısa kılıcını kınına soktu. “Git uyu oğlum. Duydun mu beni?”

Denedi. Fakat ince battaniyesinin altından kurtların uluduğunu duyabiliyordu… bir de başka bir ses vardı, daha zayıf, rüzgârdaki bir fısıltıdan ibaret. Belki de birileri çığlık atıyordu.

Çeviri & Düzenleme: Ozancan Demirışık | Giskard