Deli Tanrının Gazabı | Ön Okuma

deli tanrinin gazabi

DELİ TANRININ GAZABI

Karanlık Savaş Efsanesi 3

raymond e. feist

* * *

1

FİRAR

Miranda çığlık attı.

Zihnini zapteden yakıcı acı bir an için yumuşadı ve aradığı şeyi tam da o anda buldu. Onu esir alanlarla arasındaki irade savaşı bilincini meşgul ediyordu etmesine, fakat küçük bir parça –bilincinin disiplinli bir parçası– hazırlıklıydı. Sorgu ve tetkikle geçen günler boyunca, bu idrak kırıntısını ayrı tutarak korkunç ıstırabın üstesinden gelebilmek ve gözlem yapabilmek için bulduğu her fırsatı değerlendirmişti. Dasati Ölüm Rahipleriyle son dört karşılaşmasında bu ayrımı gerçekleştirebilmiş ve bedeninin acıya katlanmasını sağlayabilmişti. Oradaydı, biliyordu, iltihaplı sinirler zihnini bir baştan bir başa kateden, derinliklerine inen, varlığına nüfuz etmeye çalışan yabancı enerjilere karşı koyuyordu, ama Miranda fiziksel acıyı görmezden gelmeyi yüzyıllar önce öğrenmişti. Zihinsel saldırılar daha zordu, çünkü kudretinin kökenini, kendi dünyasında onu üstün bir büyücü kılan eşsiz zekâsını hedefliyorlardı.

Bu Dasati rahiplerinin ince eleyip sık dokumaya niyetleri yoktu. Kopardığı ağaç kütüğünde bal arayan bir ayı misali yarıp çıkarmışlardı Miranda’nın düşüncelerini. Bu ilk saldırıda, daha düşük bir zihin iyileşemeyecek kadar hasar alabilirdi. Üçüncü seferde Miranda hemen hemen serseme dönmüştü. Yine de, hayatta kalamazsa zafere de erişemeyeceğinin bilinciyle mücadeleyi sürdürmüş, hatırı sayılır tüm yeteneklerini önce dayanıklılığa, sonra da irfana yoğunlaştırmıştı.

Mantığını yitirmesini önleyen, korkunç saldırıları bir kenara bırakıp o küçük bilgi kırıntısına odaklanma kabiliyetiydi. Esaretin üstesinden gelme ve o bilgiyle eve dönme azmi, ona bir amaç bahşetmişti.

Şimdi mücadelesinde yeni bir taktik deniyor, bilincini kaybetmiş rolü yapıyordu. Miranda’nın şu ana dek gördüğünden daha etkili marifetleri yoksa, oyununu tespit etmeleri de mümkün değildi: Aciz olduğunu düşünüyorlardı zaten. Bu sahte bilinç mahrumiyeti, esareti başladığından beri başarıya ulaşan ilk hilesiydi. Kendisini inceleyen Ölüm Rahipleri’nin insanlarda hangi fiziksel işaretleri gözlemlemeleri gerektiği hakkında pek bir fikirleri olmadığından şüphelense de, beden farkındalığını yavaş ve sığ nefes aldığından emin olacak kadar riske atmıştı. Esas mücadeleyi zihninde veriyordu ve eninde sonunda zafer onun olacaktı. Bir konuda emindi: Onu esir alanlar hakkında, onların kendisi hakkında bildiğinden daha çok şey biliyordu.

Yalnız başına hiçbir Dasati, değil Miranda’nın dengi olmak, yurdundaki ileri düzey öğrencilerinden bir tanesiyle bile yarışamazdı. Leso Varen kafasını karıştırmak için bir kapan kurmuş olmasa, kendisini ele geçiren iki Ölüm Rahibi’nden kolaylıkla kurtulabileceğinden emindi. Fakat Varen yüzyılların deneyimine sahip bir ölüm büyücüsü, dikkate alınması gereken bir tehditti. Miranda’nın bir başına onu alt etmesi zordu: Bildiği kadarıyla, geçmişte birden fazla düşman tarafından üç kere gafil avlanıp o sıralar sahiplendiği bedenler öldürüldüğü halde hâlâ yaşıyordu. Varen ve Ölüm Rahipleri arasında kalmak Miranda’yı mahvetmişti.

Dasati Ölüm Rahiplerinin neyin nesi olduğunu biliyordu artık: bir nevi ölüm büyücüleri. Hayatı boyunca Miranda, Midkemia’daki çoğu büyücünün âdeti olduğu üzere, tanrıların kudretinin bir tür belirtisi olan ilahi büyüyü görmezden gelmeyi tercih etmişti. Böyle bir hata yaptığı için pişmandı şimdi. Kocası Pug, ilahi büyüye bir nebze de olsa nüfuz edebilmiş, farklı tarikatların ser verip sır vermeme eğilimine rağmen bu konuda öğrenebildiği kadar çok şey öğrenmiş olan tanıdığı tek büyücüydü. Delice hırslara haiz bir ölüm mezhebi olan Pantathia Yılan Rahipleriyle pek çok kez karşılaşmış, dünyayı yakıp yıkmaya yönelik girişimleriyle yüzleşmiş, böylece büyünün bu en karanlık yüzü hakkında bir hayli bilgi edinmişti. Miranda bu konu hakkındaki tartışmaları kayıtsızca dinlemişti; daha fazla dikkat etmiş olmayı diliyordu şimdi.

Fakat zaman geçtikçe yeni şeyler öğreniyordu: Ölüm Rahipleri baştan savma bir araştırma yürütüyor, Miranda’nın büyüsü hakkında bir şeyler öğrenirken ister istemez kendi büyülü tabiatlarını da ifşa ediyorlardı. Kurnazlıktan yoksun olmaları Miranda’nın yararına işliyordu.

Rahibin gittiğini işittiyse de gözlerini açmaksızın bilinci zihninin üst katmanlarına süzülürken biraz evvel ulaştığı kavrayışa tutundu. Derken berraklık geri döndü. Onunla beraber acı da. Ağlama arzusunu bastırmak için uğraştı, ıstıraba hakim olabilmek için derin derin nefes aldı ve zihinsel disiplin uyguladı.

Yabancı bir enerji yayan, kötücül tabiatlı bir taş levhada uzanmaktaydı Miranda. Taşa dokunmak bile rahatsız ediciyken, giysilerin aracılığı olmaksızın bağlanmıştı oraya. Terden sırılsıklamdı, başı dönüyordu. Kaslarına kramp girdi girecekti ve buna baskı altındaki uzuvları da eklenince acıya katlanmak zorlaşıyordu. Ağlama arzusunu bastırmak, sakinleşmek ve acının akıp gitmesini sağlamak için, bildiği bütün hileleri kullandı.

Hemen hemen bir haftadır Dasatiler tarafından sorgulanıyordu: Kendisi ve insan ırkı hakkında öğrenebilecekleri kadar çok şey öğrenmeye çalışırlarken, Miranda hem hakir görülmüş hem de acıyla boğuşmuştu. Yine de beceriksizlikleri için gizliden gizliye minnettardı, çünkü ona iki avantaj sağlamışlardı: insan ırkının kurnazlığına dair hiçbir tecrübeleri yoktu ve onu hayli hafife alıyorlardı.

Dasatiler hakkındaki varsayımlarını bir kenara bıraktı ve dikkatini firarda topladı. Leso Varen ve Ölüm Rahipleri tarafından kapana kısıldıktan sonra, sorgu sırasında söylediklerini inanılır kılmaya yetecek miktarda hakikati açık etmenin en iyisi olacağını fark etmişti. Habis bilinci şu sıralar Tsurani bir büyücü olan Wyntakata’nın bedeninde barınan Varen, Miranda yakalandığından beri ortalarda gözükmüyordu; kadın buna minnettardı zira varlığı Dasatilere, kendisiyle başa çıkmakta büyük avantaj sağlayacaktı. Varen’in kendi çılgınca gündemine sahip olduğunu ve işine geldiği sürece Dasatiler ile işbirliği yaptığını, onların deli ihtiraslarının kendisininkinin yanında hiç önemi olmadığını biliyordu.

Gözlerini açtı. Tıpkı beklediği gibi, Dasati gardiyanlar gitmişti. İçlerinden birinin onu gözleyecek kadar oyalanmış olabileceği ihtimali bir an için kendisini endişelendirmişti. Miranda’yla bazen bir konukla sohbet edermiş gibi konuşuyor, bazense şiddete başvuruyorlardı. Bu tercihlerinde bir düzen, bir mantık neredeyse yok gibiydi. İlk başta güçlerini muhafaza etmesine izin vermişlerdi, çünkü Ölüm Rahipleri kendilerinden gayet eminlerdi ve Miranda’nın kabiliyetlerinin kapsamını görmek istiyorlardı. Ama esaretinin dördüncü gününde, çıplak bedenine dokunmaya kalkışan bir Ölüm Rahibi’ne büyüsünün bütün gazabıyla saldırmıştı. Bunun ardından, büyü kullanmaya yönelik tüm çabalarını boşa çıkaran bir efsun yardımıyla Miranda’nın güçlerini dizginlemişlerdi.

Vücudunun her karışında yakaran sinirler Miranda’ya işkencenin henüz bitmediğini hatırlatıyordu. Uzun, derin bir soluk aldı ve sahip olduğu tüm becerileri acıyı yok sayana kadar hafifletmek için seferber etti.

Miranda derin bir nefes daha aldı ve gardiyanlarından öğrendiği şeyin gerçek olup olmadığını –yersiz bir umuda tutunup tutunmadığını– görmeye çalıştı. Zihnini yeni bir biçimde işlemeye zorlayarak küçük bir büyü yaptı, sözleri öyle usulca dile getirmişti ki yok denecek kadar az ses çıktı. Derken acı süzülüp uzaklaştı! Aradığını bulmuştu sonunda.

Gözlerini yumarak işkence sırasında edindiği imgeyi yeniden oluşturdu. Son derece önemli bir şey bulduğunu içgüdüsel olarak biliyordu, ama bunun tam olarak ne olduğu hakkında net bir fikri yoktu. Bir an için, Pug’la veya dostu Nakor’la irtibata geçebilmeyi diledi; ikisinin de büyünün tabiatına dair hassas sezgileri vardı, büyücülerin kullandığı enerjilerin esas kökeni –Nakor’un ‘madde’ diye anmakta ısrar ettiği şey– dahil olmak üzere. Minik bir tebessüm etti ve derin bir soluk daha aldı. Bu denli rahatsız bir vaziyette olmasa kahkaha atardı.

Nakor buna bayılırdı. Dasati âlemi hakkında edindiği bu yeni istihbarat tam da ona göreydi, çünkü bu âlemin ‘maddesi’ Efsuncunun Adası’ndaki her büyücünün bildiği enerjilere benzese de… bunu Nakor’un nasıl ifade edeceğini düşündü. Doğru kelime bükülmüş. Enerjiler dik açılarla onun bildiği şeylere ilerlemek istemişlerdi sanki. Yürümeyi yeni baştan öğreniyor gibiydi, ama bu kez ilerleyebilmek için ‘yanlamasına’ düşünmeliydi.

Zihniyle uzanıp, kendisini sınırlayan kopçalara zihinsel ‘parmaklarıyla’ dokundu. Onları çözmesi için hemen hemen hiç gayret sarf etmesi gerekmedi. Kendini çabucak çözdü.

Oturur pozisyona geçip omuzlarını, kalçasını ve bacaklarını esnetirken kan dolaşımının ve iliklerine sızan ağrının döndüğünü hissetti. Miranda yüzyıllarla ifade edilebilecek kadar zamandır yaşıyordu, ama kırkından büyük göstermiyordu. Efsuncunun Adası’ndaki tepelerde yürümeyi sevdiği ve denizde bol bol yüzdüğü için, ince vücuduna rağmen şaşırtıcı ölçüde kuvvetliydi. Bir miktar gri tel siyah saçlarını gölgeliyordu; siyah gözleri de berrak ve genç görünüyordu. Büyünün etkilerinin belli başlı kullanıcılara uzun bir hayat bahşettiğine inanmaya başlamıştı.

Derin bir nefes daha aldı. Midesindeki çalkalanma yatışmıştı. En azından Dasatiler kızgın demir ya da kesici alet kullanmamış, şimdilik daha iyi bilgi alabileceklerini düşündüklerinde dövmekle yetinmişlerdi.

Nakor’u bir daha görebilirse öpecekti. O büyünün temel bir enerjiden meydana geldiği fikrinde böylesine ısrarcı olmasa, Miranda’nın Dasati âleminde büyünün neden bu kadar farklı işlediğini anlaması da mümkün olmazdı…

Hâlâ Kelewan’da, yakalanmadan dakikalar önce gördüğü siyah enerji küresinde olduğundan emindi. Bu ‘oda’ sadece küçük bir hücreydi ve yukarıda karanlık bir boşluk açılıyordu veya tavan o kadar yüksekti ki karanlıklar içinde kayboluyordu. Etrafa bakındı, artık masaya bağlı olmadığı için görebilmesi gereken şeyi aradı. Etrafı perdeyle çevrilmişti, fakat sütunlar ve perdeleri tutan çubuklar sadece üç metre olduğundan kubbenin yukarı uzanan eğrisini görebiliyordu. Odadaki ışıktan, yakındaki bir masanın üzerine konmuş garip görünüşlü gri bir taşın nabız gibi atan parıltısından anlayabildiği kadarıyla, kumaş koyu gri-mavi renkteydi. Gözlerini yumup zihninin genişlemesini sağladı ve birkaç saniye sonra kürenin kabuğu olduğunu anladığı bir yapıyla karşılaştı.

Nasıl oldu da, diye düşündü, bilindik büyü kuralları Dasati kurallarıyla yer değiştirebildi? Sanki kendi dünyalarını da beraberlerinde getirmişlerdi…

Ayağa kalktı. Ansızın anlamıştı. Kelewan’ı yalnızca işgal etmeyeceklerdi; onu değiştirecek, içinde rahatlıkla yaşayabilecekleri bir dünyaya dönüştüreceklerdi. Kelewan’ı sömürgeleştireceklerdi!

Artık bu hapishaneden kurtulması, Meclis’i bulmak ve Yüceleri uyarmak için geri dönmesi şarttı. Dasatilerin tek yapması gereken bu küreyi genişletmekti. Kolay olmayabilirdi, ama dolambaçsızdı. Yeterli enerji temin edildiği takdirde küre bütün dünyayı saracak, onu gerçekliğin ikinci âlemindekilerden birine benzetecek veya en azından Pug’ın bulduğu, her nasılsa iki âlem arasında var olan Delecordia benzeri bir dünyaya dönüştürecekti.

Zihniyle dışarı uzandı. Ufak ve zayıfça ilerliyor, bir Ölüm Rahibi’ni veya başka bir Dasatiyi serbest kaldığına dair uyarması olasılığına karşı bilinçli bir şeye dokunduğu anda geri çekilmeye hazırlanıyordu.

Odaya bir göz atınca giysilerinin bir köşeye yığıldığını gördü ve çabucak giyindi. Büyücüler Meclisi’nin salonlarında çırılçıplak belirmekle ilgili bir endişesi olmadığı ve Tsurani çıplaklıkla Midkemia’daki çoğu kültürden daha az ilgilendiği halde, hiç de saygın bir tutum olmazdı bu.

Miranda tereddüde kapıldı. Zaman azalıyordu, ama burada biraz daha oyalanıp araştırmasını genişletmek, Meclis’e daha sağlam bir istihbaratla dönmek isterdi. Bir an buralarda… bu ‘kabarcıkta’ gezinebilmek için kendini görünmez kılacak bir efsun yapıp yapamayacağını düşündü. Fakat hayır, en iyisi uyarıyı iletmek ve buraya Meclis’in desteğiyle beraber dönmekti.

Gözlerini yumdu ve yukarıdaki kabuğu yokladı. Acıdan dolayı hemen geri çekilmesi gerekti, ama öğrenmesi gerekenleri öğrenmişti. Kendi âlemiyle Dasati âlemi arasındaki bir sınırdı bu – veya en azından sınırın kendileriyle beraber Kelewan’a getirdikleri kısmıydı. İçinden geçmeyi başarabilirdi, ama gereken hazırlıkları yapmak için daha fazla vakte ihtiyacı vardı.

Kubbede onunla beraber kaç kişi olduğunu merak edince küçük bir algı ipliği, hayat enerjisini sezebilmek için minicik bir dokunaç yolladı. Eğer layıkıyla idare edebilirse kimse farkına varmazdı. Bir meltemin taşıdığı karahindiba tohumu yanağına değermiş gibi hafif bir enerji hissetti ve fark edilmemek için hemen geri çekildi. Bu ilkiydi. Kubbede yalnızca iki Ölüm Rahibi bulunduğundan emin olana kadar tekrar ve tekrar araştırdı.

Derin bir nefes aldı ve kendini hazırladı. Derken tereddüde kapıldı. En mantıklı seçimin kaçıp mümkün olduğunca hızla Meclis’e gitmek ve Kara Cüppeli bir ekiple beraber Kelewan’a yönelik ihlali durdurmak için buraya geri dönmek olacağını biliyordu. Ama bir parçası, neyle yüzleşmekte olduklarını daha iyi anlayabilmek için bu istilacılar hakkında daha çok şey öğrenmeyi diliyordu. İçindeki korku, düşüncelerini tamamladı: Pug’ın Dasati dünyasından dönmemiş olması ihtimaline karşılık.

Yetilerine güveniyor, iki Ölüm Rahibi’ni de alt edebileceği, belki bir tanesini esir alabileceğini düşünüyordu. Kendisine sergilenen misafirperverliği iade etmekten memnun olurdu. Fakat her nasılsa Varen’in muhtemelen Meclis’e döndüğünü ve nerede olduğu sorulduğunda Miranda’nın beklenmedik biçimde Midkemia’ya döndüğünü söyleyeceğini biliyordu. Eve dönmediği haberinin Kelewan’a ulaşması belki de haftalar alacaktı ve ancak ondan sonra Meclis kayboluşu hakkında soruşturmalara girişebilirdi. Gölgeler Meclisi ajanı olmanın dezavantajlarından biri, çoğu işini gizli saklı yürütmesiydi. Birilerinin onu araması bir ay, hatta belki daha fazla sürebilirdi.

Ona en yakın olan ‘duvarı’ inceledi. Sezgileriyle nazikçe yoklayarak enerjilerin ritmini hissetmeye çalıştı. Etraftaki arazi hakkında pek bir bilgisi olmadığı için alengirli bir durum söz konusuydu ve yoğun büyü küresinden tanıdık bir mekâna, mesela Meclis’e uzun mesafeli bir atlama bilinmedik başka sorunları da beraberinde getirecekti.

Kısa bir mesafeye, tırmanıp küreyi görmeden hemen önce fark ettiği, çiçek açmış bitkilerden dolayı aklında kalmış bir tepeye sıçramanın akıllıca olacağına karar verdi.

Ansızın birinin varlığını hissetti. Döndüğünde Dasati Ölüm Rahiplerinden birinin bir çeşit cihazı ona doğrulttuğunu gördü. Buradaki büyü hakkında öğrendiklerini elinden geldiğince uygulayarak adamı sadece yere düşürmesi gereken bir büyü yaptı. Bunun yerine, vücudundan kopartılırcasına püsküren enerjileri hissetti ve görünmez bir güç tarafından perdenin ötesine fırlatılan yabancının afallamış yüz ifadesini gördü.

Perdenin arkasında, tuhaf bir tür odundan yapılmış bir duvar vardı. Ölüm Rahibi’nin bedeni çarpıp arkasındaki hücreye fırlarken duvar patladı. Ölü beden zeminde kanlı bir iz bıraktı ve Dasati kanının kırmızıdan ziyade turuncuya çaldığını görmek Miranda’yı şaşırttı.

Saldırının şiddeti beklenmedik bir fayda sağlamıştı. Aralarındaki boşluktan uçan ortağının darbesiyle bilincini yitiren ikinci Ölüm Rahibi de yerde uzanmaktaydı.

Miranda iki Dasatiyi de hızla inceledi ve birinin ölü, diğerinin bilinçsiz olduğunu teyit etti. Birilerinin gözünden kaçmış olma ihtimaline karşılık tüm yönleri taradı, ama bir ceset ve potansiyel bir tutsak hariç yapayalnız olduğunu kabullenmesi uzun sürmedi.

Duvarlardan biri çatladığı ve diğeri yerle bir olduğu için Miranda nihayet hapishanesini eksiksiz görebiliyordu. Çapı otuz metreden fazla olmayan, ahşap duvarlar ve perdelerle bölünen kürenin içinde üstü örtülü iki minder, bir yazı masası, o tuhaf taş lambalardan biri daha, bir sandık ve hasırdan dokunmuş büyük bir kilim vardı. Miranda öteki alanları da hemen gözden geçirdi ve akıl almaz bir eşya yığını buldu. Keşfedemediği tek şey, Dasati âleminden Kelewan’a yolculuk etmeyi sağlayan cihazdı. Tsurani gedik makinelerine benzeyen büyük bir şey veya en azından üzerine çıkılabilecek bir tür kaide bekliyordu, ama gözüne hiçbir şey çarpmamıştı.

Zaten öfkeliydi, buna bir de şu anki hayal kırıklığı eklenince adeta burnundan solumaya başlamıştı. Bu yaratıklar ne cüretle bu âleme gelip ona saldırabilirdi! Kendini bildi bileli, annesinden miras kalan şiddetli öfkesiyle savaşmıştı. Çoğu zaman nispeten sakin bir tutum sergilese de, en sonunda gözü karardığında ailesi Miranda’yı uzaklara yollamanın en uygun çözüm olacağını kararlaştırmıştı bile.

Tuhaf bir biçimde cilalanmış bir kâğıt yığını yere saçılmıştı. Miranda bir kısmını almak için eğildi. Üzerlerine bu yabancı dille neler yazıldığını kim bilirdi? Belki de bu yaratıkları daha iyi kavrayacakları vakit yaklaşıyordu.

Hafif bir inilti işitti. Sağ kalan Ölüm Rahibi kıpırdamaya başlıyordu. Hiç düşünmeksizin ayağa fırladı, tek bir adım attıktan sonra adamın çenesini olabildiğince sertçe tekmeledi. “Ahh!” Dasatinin çenesi granitten yapılmaydı sanki. Ayağını kırdığını düşünerek “Lanet olsun!” diye homurdandı. Bir elinde kâğıtlar, baygın varlığın yanına çöktü ve cüppesinin önünü kavradı. “Benimle geliyorsun!” diye tısladı.

Miranda gözlerini yumdu ve tüm dikkatini yoklamakta olduğu küre duvarlarına verdi. Derken tuhaf bir enerji akışı hissetti ve kendini ona uydurdu: tıpkı tellerin perdelerini ayarlamak için bir lavtanın vidalarını çevirir gibi.

Hazır olduğuna kanaat getirince, kendini dışarıya, duvarın öte yakasının biraz ilerisine yolladı. Enerji sağanağı altında bir an için parçalara ayrılırken, sinirlerine buz sızıyormuş gibi çığlık attı, ardından kendini Lash Bölgesi’nin tepelerinde, kuru çimenler üzerinde diz çökmüş buldu. Vakit sabahtı ve bu her nedense onu şaşırttı, üstelik nefes alınca bile dayanılmaz bir acıya maruz kalıyordu.

Vücudu, doğal ortamına dönmesine adeta itiraz ediyordu. Dasatiler, dünyalarında veya en azından kubbenin altındaki kısmında yaşayabilsin diye ona her ne yaptılarsa, geri dönüş sancılıydı.

Görünüşe bakılırsa Ölüm Rahibi de dönüşümden canlı çıkmıştı. Adamın yanına çöktü ve bilinciyle arasındaki tek bağmış gibi cüppesini tuttu. Bir an geçti, acı azaldı, derken uyum sağlamaya başladığını hissetti. Derin bir nefes alıp görüşünü netleştirmek için gözlerini kırpıştırdı, sonra hemen yumdu. “Bu hiç iyi değil.”

Derin bir nefes daha aldı, gözlerini açmanın sebep olduğu keskin acıyı görmezden geldi ve kendini Meclis’teki Desen Odası’na yolladı.

Miranda belirdiğinde odada iki büyücü vardı. Tutsağını onların önüne koydu. “Bağlayın bunu. Dasati bir Ölüm Rahibi.” Talnoy incelenmek için Kelewan’a getirildikten sonra Pug’ın Meclis’le paylaştığı istihbarattan bu ikisinin haberdar olup olmadığını bilmiyordu, fakat yaşayan her Yüce, Dasatileri duymuştu. Ayaklarının dibinde bilinçsiz bir Dasati bulmak tereddüt etmelerine yol açtı, ama sonra iki Kara Cüppeli emirlerini yerine getirmek için uzaklaştı. Firarın ve yanında bir tutsak getirmenin gerilimi, Miranda’nın zaten kurumakta olan kaynaklarının sonunu hazırlamıştı. İki sarsak adım attı, derken kendinden geçip yere yığıldı.

* * *

Miranda gözlerini, ziyaretleri sırasında kendisi veya Pug için ayrılan odada açtı. Büyücüler Meclisi’nin en önemi üyesi olan Alenca yatağın yanındaki bir taburede oturuyordu, yüzü sakin ve dertsizdi. Bir çocuğun hastalıktan uyanmasını sabırla bekleyen bir büyükbaba gibi görünüyordu.

Miranda gözlerini kırpıştırdı ve inledi. “Ne kadar oldu?”

“Öğlen, dün gece ve bu sabah. Nasılsın?”

Miranda ihtiyatla doğruldu ve üzerinde sade beyaz ketenden bir gecelik olduğunu fark etti. Alenca gülümsedi: “Seni temizlememize itirazın yoktur muhtemelen. Önümüzde belirdiğinde korkunç bir haldeydin.”

Miranda ayaklarını yataktan sallandırdı ve temkinle ayağa kalktı. Temizlenip ütülenmiş cüppesi, göle bakan pencerenin önündeki divanda onu bekliyordu. Öğle güneşi gölde parıltılar oluşturuyordu. Yaşlı adamın onu izliyor oluşunu umursamadan elbiseyi çıkardı ve cüppeyi giydi. “Dasatiden ne haber?” diye sordu, duvardaki küçük bir aynada kendine bakarken.

“Hâlâ baygın ve görünüşe göre ölüyor.”

“Sahi mi?” dedi Miranda. “Yaralarının o kadar ciddi olduğunu fark etmemiştim.” Yaşlı büyücüye baktı. “Onu görmem gerek. Çağırabildiğimiz kadar çok sayıda üyeyi de Meclis’e çağırmalıyız.”

“Çağırdık bile,” diye kıkırdadı yaşlı adam. “Esaretinin haberi çabucak yayıldı. Seyahat edemeyecek kadar hasta olanlar gelemedi yalnızca.”

“Wyntakata’dan ne haber?”

“Ortalarda yok elbette.” Miranda’nın kapıdan çıkması için işaret ederek koridorda ona katıldı. “Ya ölmüştür ya da bu işte bir parmağı vardır diye tahmin ediyoruz.”

“Wyntakata’nın işi değildi,” dedi Miranda. “Leso Varen’di, ölüm büyücüsü.”

“Ah,” dedi yaşlı adam. “Bu pek çok şeyi açıklıyor.” Bir köşeyi dönerlerken iç geçirdi. “Yazık oldu aslına bakarsan. Wyntakata’dan hoşlanırdım. Ağzına geleni söylerdi, ama zeki adamdı ve daima iyi bir dost olageldi.”

Miranda için paraziti konağından ayırmak kolay değildi, ama yaşlı adamın samimi bir keder sergilediğinin de farkındaydı. “Bir dost kaybettiğin için üzgünüm,” dedi, “ama korkarım bu iş bitmeden daha fazla dost kaybedeceğiz.”

Büyük bir kavşağa geldiklerinde durdu ve yaşlı adama baktı. Alenca girmeleri gereken uzun koridoru işaret ederek, “Dasatiyi korumalı bir odada tutuyoruz,” dedi.

“İyi,” dedi Miranda.

Odanın kapısında gri cüppeli iki çırak büyücü nöbet tutuyordu. İçeride ise iki Yüce, Dasati Ölüm Rahibi’nin başında beklemekteydi.

Onlardan biri, Hostan isimli adam, Miranda’yı selamlarken diğeri uyku şiltesindeki bilinçsiz figürü izlemeye devam etti. “Cubai ve ben bu… adamla ilgili bir terslik olduğunu düşünüyoruz.”

Ölüm Rahibi’ni incelemekte olan büyücü başıyla olumladı. “Hiçbir ayılma belirtisi sergilemedi, üstelik zar zor nefes alıyor. İnsan olsa hummaya yakalanmış derdim.” Başını umutsuz bir tavırla iki yana salladı. “Ama bu yaratık söz konusu olduğunda neye bakmam gerektiği hakkında zerre fikrim yok.”

Cubai, genelde Küçük Yol şifacılarının ve belli tarikatlara mensup rahiplerin alanı olan şifa sanatlarına çoğu Kara Cüppeli’den daha çok ilgi duyan bir büyücüydü. Ölüm Rahibi’ne göz kulak olmak için bu adamın ideal bir seçim olduğunu düşündü Miranda.

“Esaretim sırasında bu yaratıklar hakkında birkaç şey tespit ettim,” dedi Miranda.

“Dasatiler, insanlardan o kadar da farklı değiller, en azından elfler, cüceler ve goblinler gibi bize benzeyen yönleri var: kabaca insanı andırıyorlar, iki ayak üzerinde duruyorlar, ayırt edilebilir bir yüzleri ve o yüzün ön tarafında gözleri var – geri kalanları siz de görebilirsiniz. İki cinsiyetleri olduğunu biliyorum –erkek ve kadın– ve kadınlar yavrularını bedenlerinde taşıyor. Ölüm Rahipleri tarafından incelenirken ancak bu kadarını toplayabildim. Dillerini konuşamıyorum, ama birkaç kelime öğrenebildim ve insanlar hakkında neler varsaydıklarını biraz olsun biliyorum.”

Uyanıp Ölüm Rahibi’nin yanına geldiği haberi yayılınca odaya doluşan büyücülere döndü. Sesini hepsinin duyabileceği kadar yükseltti. “Fiziksel olarak bizden kayda değer ölçüde kuvvetliler. Bunun, doğalarının bir özelliği olduğunu ve bu dünyadaki varlıklarıyla arttığını düşünüyorum. Ama iki dünya arasındaki farklılıklar dolayısıyla bazı zorluklar çekiyor gibiler, o yüzden içinde yaşamak üzere bir enerji kubbesi yarattılar. Ortalama tek bir savaşçıları, en güçlü insan hariç, ister Tsurani savaşçısı olsun ister Krallık askeri, tüm insanları alt edebilir.” Midkemia’dan yardım alma konusunu açmak için şu andan daha uygunu yok, diye düşündü.

Ölüm Rahibi’ne baktı ve o ve arkadaşı kendisi üzerinde deneyler yaparken gözlemlediklerini, şu an gördükleriyle karşılaştırmaya çalıştı. “Pek iyi durumda olmadığı kesin.” Eğildiğinde adamın alnında parıldayan teri gördü. “Galiba humma konusunda haklısın Cubai. Rengi solmuş, gerçi bu ışık farkından da…” Yaratığın gözkapaklarının kımıldadığını görünce cümlesi yarım kaldı. Geriledi. “Uyanıyor!”

Diğerleri kısıtlama efsunları hazırlarken iki büyücü hemen engelleme duasına başladı, fakat Dasati ne uyandı ne de ayağa kalktı. Bunun yerine, ıstırap dolu bir homurtuyla beraber vücudu kasılıp çırpınmaya başladı. Miranda ona dokunmakta tereddüt ediyordu ve bu tereddüt yüzünden Dasatinin şilteden fırlayıp yere kapaklanmasını önleyemedi.

Adam giderek daha şiddetle kıvranırken teninde kabarcıklar peyda oluyordu. Sebebini tam olarak bilmese de, “Uzaklaşın!” diye haykırdı Miranda.

Büyücüler geri çekildi. Ölüm Rahibi’nin bedeni aniden alevler tarafından yutuldu ve muazzam bir ısı ve ışık akımı civardakilerin neredeyse kör olmasına, saçlarının alazlanmasına ve gerilemesine sebep oldu.

Sülfürü ve pişmekte olan çürük eti andıran koku, pek çok kişinin öğürmesine sebep olmuştu. Adak alanından geriye birkaç adım atan Miranda, zeminde beyaz küle bulanmış halde yatan cesedin silik hatlarını seçebildi sadece.

Belli ki bu deneyimden kötü etkilenen Alenca, “Ne oldu öyle?” diye sordu.

“Bilmiyorum,” diye yanıtladı Miranda. “Sanırım kubbenin dışındayken bizim alışık olduğumuz miktarda enerjiyle başa çıkamıyorlar. Enerji adama fazla gelmiş olmalı… eh, neler olduğunu sen de gördün.”

“Peki şimdi ne yapacağız?” diye sordu yaşlı büyücü.

“Kubbeye geri dönüp araştıracağız,” diye cevapladı Miranda, öyle bir talep olmamasına rağmen olayın komutasını üstlenerek. “Bu istila İmparatorluk’a karşı bir tehdit oluşturuyor.”

Yalnızca bu bile İmparatorluk Yücelerini bir araya getirmek için yeterli bir sebepti. Alenca başıyla onayladı. “Sadece araştırmamız değil, kubbeyi yok etmemiz de şart.” Bir başka büyücüye dönüp, “Hochaka,” dedi, “Kutsal Şehir’e gidip sözlerimi Cennetin Işığı’na iletir misin lütfen? İmparator neler yaşandığını bilmeli. Her şey sona erdikten sonra kendisine detaylı bir rapor sunacağımızı da söyle.”

Yaşlı büyücünün takındığı sert tavır, Miranda’nın hoşuna gitmişti: Gençliğinde etkileyici bir figür olsa gerekti. Kontrolü ele aldığında diğerlerini şaşırtan, daha yüksek bazı sesler duymazdan gelinirken dikkati üzerine çekmeyi başarabilen türden, sessiz bir otorite figürüydü.

Miranda onun liderliğini kabullendi. Usulca, “Kaçmadan önce kubbenin içinde yolumu… sezmem gerekti,” dedi ve etkiyi arttırmak için bir an durakladı. “Bu işte sana rehberlik etmeme izin ver.”

Odadaki Yüceler bu ricadan dolayı hayrete kapılmış görünüyorlardı – bir kadın, üstelik yabancı bir kadın onlara yol mu gösterecekti? Ama ötekiler, “En mantıklısı bu,” diyen Alenca’ya güvendiler. Bu üç sözcükle, iki dünyadaki en kudretli büyü topluluğu olan Büyücüler Meclisi’nin gücünü Miranda’ya teslim etmişti.

Miranda başını salladı. “Lütfen Meclis’in olabildiğince büyük bir çoğunluğunu bir saat içinde Büyük Büyü Salonu’nda toplanmaya çağır. Bildiklerimi anlatacağım ve yapılması gerekenler hakkında önerilerimi sunacağım.”

Büyücüler, ulaşabildikleri kadar çok sayıda Meclis üyesini çağırmak için sanatlarını seferber etmek üzere oradan ayrıldılar. Her ne olursa olsun, İmparatorluk’a yönelik tehdidin haberi en uzaktaki Meclis mensubuna bile ulaşınca, hepsinin uyarılarını dinlemek üzere geleceğini biliyordu Miranda. Kendisi Tsuranuanni İmparatorluğu ve bütün Kelewan dünyasının gelmiş geçmiş en ağır tehditle yüzleşeceğini açıklarken, yalnızca ulaşılamayacak kadar uzakta veya seyahat edemeyecek kadar hasta olanlar Salon’da olmayacaktı.

Miranda odasına çekilerek kendini yumuşacık divana attı. Hemen uyuyakalacağını bildiği için yatağa uzanmayı göze alamamıştı. Bir gecelik istirahat ve yemek, Dasatilerin maruz bıraktığı hasarı silememişti. Göreve odaklanmalı; korkuyu, acıyı ve bir an önce harekete geçme ihtiyacını yemek ve içecek gibi kullanmalıydı, çünkü zamanın onlara karşı işlediğini biliyordu.

Dasatiler nasıl bir süreç başlatmışsa, zaman geçtikçe durdurmak iyiden iyiye zorlaşacaktı. Kapının tıklatılması, gri cüppeli bir çırağın, büyü öğrencisi olan birkaç genç kadından bir tanesinin geldiğinin işaretiydi. Taşıdığı tepside porselen bir sürahi, bir fincan ve meyve ve ekmek dolu bir tabak vardı. “Yüce Alenca hafif bir yemeğe ihtiyacınız olabileceğini düşündü Yüce.”

Kıza tepsiyi bırakmasını işaret ederek, “Teşekkürler,” dedi. Kız odadan çıktığı anda Miranda açlıktan öldüğünü fark eti. Yemeye koyuldu ve acı içindeki hasarlı bedenine enerjinin geri döndüğünü hissetti. Kocasının yaptığı gibi ilahi büyü üzerinde daha çok çalışmış olmayı dilediği zamanlardan biriydi bu. Pug o sanatlara birkaç kere başvurmuştu ve Miranda onun bir dua okuyarak veya tadı iğrenç ama etkili bir iksir hazırlayarak, bir haftadır uyuyormuş ve günler boyu aşağılanmaya ve işkenceye maruz kalmamış gibi hissetmesini sağlayabileceğini biliyordu.

Pug’ı düşününce Miranda’nın gözleri uzaklara daldı. Dasati âlemine, ya da Pug’ın andığı gibi ‘gerçekliğin ikinci düzeyine’ yapılan yolculukla o üçünden daha iyi başa çıkabilecek kimseyi tanımıyordu. Yine de endişeliydi. Hisleri karmakarışık yumaklardan ibaret muğlak bir kadın olmasına rağmen Miranda kocasını yürekten seviyordu. Gençliğin getirdiği hararetli bir coşkuyla değil –Pug henüz bir çocukken Miranda öyle duyguları çoktan geride bırakmıştı– onu kusursuz bir hayat arkadaşı kılan emsalsiz yeteneklerine beslediği minnetle. Kudretli hayat büyüsü ona oğullarını bahşetmişti ve aklı hayalinin alabileceğinden çok daha büyük bir nimet olmuşlardı. Bazı insanların değer yargılarına göre ‘en iyi’ anne olmayabilirdi, ama ‘bir’ anne olmaktan memnundu.

Caleb’in büyü sanatlarına yönelik herhangi bir becerisi olmadığını keşfetmek, hele bir de Magnus’un mucizevi yetileri söz konusuyken, tam bir meydan okumaydı. İki oğlunu da seviyordu – ilk göz ağrısı Magnus’a beslediği hisler özeldi, ama ailenin en küçük mensubu Caleb’e de, büyü kullanıcılarından oluşan bir toplulukta ne kadar zor bir çocukluk geçirdiğinin bilinciyle artan bir o kadar özel hisler besliyordu. Diğer çocuklar gaddar eşek şakaları yapmışlardı ve Magnus’un küçük kardeşini koruması hem bir lütuf hem de bir lanet olmuştu. Yine de iki çocuğu da büyüyüp ender bulunur kabiliyetlere sahip, gurur ve sevgiyle baktığı adamlara dönüşmüşlerdi.

Bir süre sessizce oturdu, derken ayaklandı. O üç adam –Pug, Magnus ve Caleb– eğer gerekirse Dasati âlemini yok etmesi için yeterli sebebi sağlıyordu, çünkü uzun geçmişi boyunca karşılaştığı başka hiçbir üçlü onlar kadar önem arz etmemişti. Öfkeye kapılıyordu ve bir şeyden emindi: Eğer Pug burada olsaydı öfkesini dizginlemesini, yoksa sağduyusunun gölgeleneceğini söylerdi.

Miranda kaslarını esnetirken adeta yakaran sinirlerini ve ağrıyan eklemlerini görmezden geldi. Fiziksel rahatsızlığıyla ilgilenmek için daha sonra yeterince vakti olacaktı. Başa çıkması gereken bir istila vardı şimdi.

Kapının tıklatılması, Alenca’nın geldiğinin işaretiydi. “Buradalar,” dedi adam.

Miranda başını salladı. “Teşekkürler eski dost.” Alenca’yla beraber Büyücüler Meclisi’nin Büyük Salonu’na yürüdüler.

Miranda’nın beklediği gibi neredeyse bütün koltuklar doluydu. Alenca kürsüde yerini alırken salonu saran mırıltılar kesildi.

“Biraderlerim… ve hemşirelerim,” diye başladı, artık odaya yayılmış kadın Yüceler de olduğunu kendine hatırlatarak. “Burada eski bir dostun, Miranda’nın ricası üzerine toplandık.” Miranda yerini alsın diye kenara çekildi. Büyük Salon’daki kimseye bu kadının kim olduğunu söylemeye gerek yoktu. Yücelerden biri olarak Pug’ın statüsü Alenca doğmadan çok daha önce belirlenmişti ve bu bağlantı ile beraber kendisinin de güçlü bir büyü kullanıcısı olması Miranda’nın yararınaydı.

“Kelewan istila ediliyor,” dedi Miranda, girizgah yapmadan. “Tam şu anda, kara enerjiden oluşan bir kubbe kuzeydeki bir vadide genişletiliyor. İlk başta onu bir kıyı başı zannettim, atalarınızın dünyamı istila etmek için kullandığı gedik gibi.” Gedik Savaşı’na kasıtlı bir gönderme yapmıştı. Meclis’teki her öğrencinin, çok sayıda hayatın çirkin bir politik güç oyunu uğruna harcandığı o uğursuz istilanın tarihini öğrendiğini biliyordu. Ölümcül ‘Konsey Oyunu’, Yüce Konsey’deki politik bir grubun manevrası için binlerce Midkemialı ve Tsurani askerin ölümüne neden olmuştu. Hatta bazı Kara Cüppeliler bile o zamanki Savaşlordu ve partisinin pozisyonunu sağlamlaştırmak için bu korkunç kumpasa iştirak etmişti. Sadece Pug’ın müdahalesi ve Acomalı Mara adındaki olağanüstü bir kadının gücü elinde toplaması, bu ölümcül oyunun gidişatını değiştirebilmişti.

“Hepiniz Gedik Savaşı’nın neden patlak verdiğini biliyorsunuz. Dolayısıyla, zaten bildiğiniz bir şey hakkında size vaaz vermeyeceğim. Politik kazanç için, ganimetten gelecek zenginlik için, zafer imtiyazları için gerçekleştirilecek bir istila değil bu. Bildiğimiz türde bir savaştan da bahsetmiyoruz.

“Sıradan bir istila değil, bu dünyadaki her bir hayat formunu büsbütün yok edecek bir sömürge sürecinin başlangıcı söz konusu.”

Bu, herkesin aynı anda nefeslerini tutmasına ve şüphe dolu mırıltıların odada gezinmesine yol açtı. Miranda elini kaldırıp devam etti: “Talnoy’un ve esir alınan Dasati Ölüm Rahibi’nin üzerinde çalışanlar, bildiklerinizi olabildiğince çok sayıda üyeye yaymanızı istiyorum.”

Duraklayıp odaya bakındı ve mümkün olduğunca Meclis mensubuyla göz teması kurdu. “Ben de bildiklerimi söyleyeyim,” dedi sonra. “Dasatiler dünyanızı yeniden yapmak niyetindeler. Onu tamamen değiştirip kendi dünyalarına benzetecekler. Toprağın her karışını kendi dünyalarından alınma yaratıklarla bezeyecekler: en küçük böcekten en büyük canavara kadar.

“Su içilemeyecek kadar zehirli hale gelecek, hava ciğerlerinizi yakacak ve o dünyadan gelen en küçük yaratığa bile dokunursanız hayat bedeninizden çekip gidecek. Bu çocukları korkutmak için uydurulmuş bir masal değil Yüceler. Kaçtığım siyah kubbede Dasatilerin halihazırda yapmakta oldukları şey.”

Genç üyelerden biri, “Harekete geçmeliyiz!” diye haykırdı.

“Evet,” diye onayladı Miranda. “Hızla ve katiyetle, ama aceleye mahal vermeden. Benim önerim, aramızda ışık, ısı ve diğer enerji hallerinde en çok ustalaşanlardan oluşan bir grup, yaşayan varlıkların sanatlarında usta olanların eşliğinde –belki ulaşabildiğimiz en güçlü Küçük Yol büyücülerine de ulaşmalıyız– hemen o vadiye gitmeli, tehdidi ölçüp incelemeli ve ardından kubbeyi yok etmeliyiz.”

“Ne zaman?” diye sordu biraz önce konuşan genç büyücü.

“Mümkün olduğunca çabuk,” dedi Miranda. “İmparator’la irtibata geçmemiz gerek. Askerlere de ihtiyacımız olacak. Korkarım biz kubbelerini yok etmeye çalışırken Dasatiler boş boş oturup buna müsaade etmeyecek. Ölmekten korkusu olmayan, hatta büyümüze büyüyle karşılık verebilecek varlıklarla yüzleşme ihtimalimiz çok yüksek. Onlarla başa çıkabilmek için güçlü kollara ve kılıçlara ihtiyacımız olacak.”

“Küçük gruplara ayrılıp söylenenleri tartışmayı ve akşam yemeğinden sonra burada toplanmayı öneriyorum,” dedi Alenca. “Miranda’nın uyarısını o zaman tartışacağız ve tehdide yönelik en uygun yol haritasını çizeceğiz.” Bastonunun altını yere vurarak toplantının bittiğini vurguladı.

Miranda çıkış kapısına doğru yürürken Alenca’ya, “O gençten işleri karıştırmasını sen mi istedin?” diye fısıldadı.

“Harika bir zamanlama gibi geldi.”

“Çok tehlikeli bir adamsın eski dostum.”

“Şimdi bekleyeceğiz,” dedi Alenca. “Ama gece mutlak fikir birliğine varacağımız kanısındayım ve senin eylem planın için bir alternatif göremiyorum.”

Miranda’nın odasına doğru yürürlerken, “Öyle umuyorum,” dedi kadın. “Ve umarım planım işler. Aksi takdirde İmparatorluk’u gelmiş geçmiş en saldırgan savaş lorduna karşı hazırlamamız gerekecek.”

* * *

Tsuranuanni Yücelerinin toplanma çağrısını tereddütsüz yanıtlayan iki yüz adam –şehrin en yakınındaki evlerden gelen şeref muhafızları– hazır beklemekteydi. İki grup halinde dizilmişlerdi, ikisi de Miranda’dan emir bekleyen birer Yüce’nin komutası altındaydı. Bir nesilden uzun zamandır İmparatorluk’ta barış hüküm sürdüğü halde, Tsurani disiplini ve eğitimi değişmemişti. Lordlarının evleri uğruna ölmeye hazır, katı ve hırslı adamlardı bunlar.

Miranda bir düzine Yüce’yle beraber kadının Dasati kubbesini ilk kez gördüğü tepeye doğru yavaş adımlarla yürüyordu. “Herkes hazır mı?” diye sordu usulca.

Adamlar başlarını sallayarak birbirlerine baktılar. İmparatorluk’un yaşayan hiçbir Yücesi çatışma görmüş değildi: Savaşarak ölen bir Yüce’ye en son Gedik Savaşı sırasında, yani yüz yıldan uzun zaman önce rastlanmıştı. Bunlar âlim adamlardı, savaşçı değil. Fakat bu büyücüler, gerektiğinde inanılmaz bir gücü beraberlerinde getirebilme konusunda rakipsizlerdi.

On üç büyü kullanıcısı, savaş sanatlarının nispeten en kudretli uygulayıcıları, tepeye çıktı. Zirvede, Miranda aşağı bakmak için kelimenin tam anlamıyla parmak uçlarına yükseldi ve “Lanet olsun!” dedi.

Önlerinde boş bir vadi vardı ve Dasati işgalinin tek kanıtı, daha önce kürenin olduğu yerde büyük bir çember halinde kararmış topraktı.

“Gitmişler,” dedi genç büyücülerden biri.

Arkasına dönen Miranda, “Geri gelecekler,” dedi ve derin bir nefes aldı. “Her köyün, çiftliğin, vadinin, dağ geçidinin, terk edilmiş her kuytu ve yarığın denetleneceği, tekrar ve tekrar aranacağı haberini İmparatorluk’taki bütün evlere yaymanızı tavsiye ediyorum.” Çevresindeki insanların yüzlerine teker teker baktı. “Geri gelecekler ve bir dahaki sefere kubbeleri bu kadar küçük olmayacak. Bence bir dahaki sefere temelli gelecekler.”

#

Çeviri, YOSUN ERDEMLİ, OZANCAN DEMİRIŞIK